Paul’ün flütünden yayılan melodi müziğin yasa enerjisiyle karışıp savaş alanındaki tüm çığlıkları ve kılıç seslerini duymazdan gelerek her askerin kulaklarına ulaştığında Shinu askerleri bir anda kemiklerine kadar işleyen bir soğuk hissetmişlerdi. Bu soğuk, hayal edebildikleri en acılı ölümden daha korkunç ve titreticiydi.
Betan Şehrinin askerleri ise aynı soğukluğu hissetseler de korkuları yükselmiyordu. Aksine, akıllarında birden hatıralar belirmeye başlamıştı.
Şehrin yerelleri tanıdıklarının Shinu askerleri tarafından öldürüldüklerini görüyordu. Diğerler asker kardeşlerinin ölümünü hatırlıyordu. Şehrin sokaklarında onlarca kişinin gözü önünde tecavüze uğrayan genç kızları hatırlıyorlardı.
“Öldür… Öldür… Öldür…”
Betan Askerlerinin zihinlerinde hırıltılı bir ses sürekli olarak tekrar ederek mırıldanmaya başlamıştı. Ses onların direkt olarak ruhlarına etki ediyor ve öldürme isteklerini uyandırıyordu. Birçok normal askerin gözleri kanlanırken savaşçılar saldırılarının daha hızlı ve acımasız olmaya başladıklarını hissedebiliyorlardı.
Büyücülerin büyüleri stratejik anlamlarını kaybetmeye başlamıştı ve yalnızca en yakın hedefleri öldürmeye başlamışlardı. Koruyucu takımdan bazıları bile savaşma arzularını zar zor kontrol altında tutuyorlardı.
Bıçaklarını hızla savuran Semia’nın gözlerinde daha önce orada olmayan bir parıltı vardı. Kopardığı her kafa ve deldiği her kalp ile üzerindeki beyaz elbise kan ile kızıla boyansa da bunu hiç umursamıyor gibiydi. Her saldırısı eskisinden çok daha ölümcül olmaya devam ediyordu.
“Öldür!”
Betan Şehrinin askerlerinin kalpleri bir anda öldürme niyetiyle dolup taşmıştı ve kılıçlarının ardına koydukları güçleri artmıştı. Ölüm korkularını kaybetmişlerdi ve yalnızca öldürmek için ilerliyorlardı. Kılıçları yalnızca can almak için savruluyordu ve savunma amaçları bile yoktu. Onların bu deli savaşma tarzı düşman askerlerinin korkudan titremelerine neden olmuştu.
İlk oluşturduğu melodi olan Deliliğin Çağrısının etkilerini inceleyen Paul bundan oldukça memnundu. Savaşçıların gerçekten de delirmiş bir duruma geçtiklerini ve savunma yerine saldırıyı seçtiklerini görebiliyordu. Semia diğerlerinden biraz daha dikkatli görünse de bu zaten istediği bir şey olduğundan bu normaldi.
Bu kadar fazla askerin bir anda yaşadığı öldürme niyeti artışı savaş alanına yansıdığında Taro ve abisi bile istemsizce titremişlerdi. Daha önceden biraz dezavantajda olsalar da yine de askerler karşı koyabiliyorlardı ve savaşı biraz uzatabilirlerdi. Ancak şimdi işler farklıydı.
O anda, kendi kamplarının askerleri tamamen eziliyorlardı ve bu durumu geri çevirmenin bir yolu yoktu. Düşmanları sıkışmış bir canavardan daha canavarımsı bir şekilde savaşıyorlardı!
“Geri dönmeliyiz… Hemen sınır şehrine geri dönmeliyiz!”
Taro bir anda bağırırken atını geriye çevirmiş ve abisini bırakarak atıyla kaçmaya başlamıştı. Abisi ise Taro’nun bağırışından hemen sonra atını çevirmiş ve kaçmaya başlamıştı. Ancak o anda, birden ikisinin de atları yere kapaklanmıştı.
Düşen attan hemen kalkan kısa saçlı adam atın herhangi bir şekilde yaralanmadığını fark etmişti. Ancak neden düştüğünü anlamamıştı. Gerçi, düşünmeye çalışmamıştı. Çünkü o anda yaklaşan tehlikeyi hissedebiliyordu.
Semia askerlerin arasında saklanmayı kesmiş ve sayıları azalmış olan okçuların arasına dalarak kalanların hepsini bıçaklarıyla indirmişti. Ardından, şapkası sayesinde gizlenen mavi gözlerini iki kardeşe dikmişti. Beyaz bıçakları o anda buz mavisi bir parıltı yayıyordu.
“Lanet, Taro! Buraya gel!”
Kısa saçlı adam anında kılıcını çekerken bir yandan da Taro’ya bağırmıştı. Rakibinin hızından ve silah kullanışından anladığı kadarıyla karşı taraf bir suikastçı tipiydi ve hız konusunda onunla yarışamazlardı. Eğer ona arkalarını dönüp kaçmaya çalışırlarsa ölümleri kesin olurdu.
Taro anında kılıcını çekip abisinin yanına geçtiğinde ikisi de kılıçlarını gümüş renkli kılıç enerjisiyle kaplamışlardı. İkisi de Shinu krallığının klasik askeri kılıç tekniğine çalışıyorlardı ve bu gümüş parıltı nadir bir şey değildi.
İkisine bakarken bıçaklarını kaldıran Semia buz mavisi rengindeki bıçak enerjisinin bıçaklarını sarmasına izin vermişti. Bıçağın üzerindeki büyülü yazıtları ve sembolleri de aynı anda aktifleştirirken bıçak ile kabzanın birleştiği yerdeki girdap şeklindeki sembolün yaydığı uğursuz aurayı fark edememişti.
“Swish!”
Aynı anda, Taro ve abisi ileriye atılmışlardı. İkisinin hareketlerini izleyen Semia ise tetikteydi. Suikastçı tipi bir savaşçı direkt savaşlarda dezavantajda sayılırdı.
Şehir duvarlarının üzerinden onların savaşını izlemeye başlamış olan Paul flütünü çoktan boyutuna geri atmıştı. Semia’nın ikiliye karşı göstereceği öldürme niyetini merak ediyordu. Az önce öldürme niyetini uyandırmak için çaldığı melodi işe yaramış olsa da o öldürme niyetini kullanabilmek Semia’ya kalan bir şeydi.
O anda, Taro ve abisi Semia’ya iki farklı yerden saldırmaya başlamışlardı. Bıçaklarını kullanarak iki savaşçının kılıçlarını engelleyen Semia bir yandan da acımasız saldırılarına başlamıştı. Eğer Taro ve abisi savaş alanlarında yaşamış savaşçılar olmasalardı onun birkaç hareketi çoktan canlarını almış olabilirdi.
Semia’nın sonunda istediği şekle girdiğini düşünen Paul gözlerini yeniden savaş alanına çevirdi. O sırada kendi askerleri avantajlı bir durumdaydı ve zafer kesindi. Eğer zafer kesin olmasaydı zaten çoktan kendisi birkaç yere el atmış olurdu.
“Jessica, Alph, ikinci prense haber verin. Betan Şehrinin altın madeni bir kez daha kullanılabilir. Ayarlamaları yapsın.”
Şehir Lordunun malikanesinde birkaç dosyayı düzenleyen Jessica bu haberleri aldığında gerçekten de heyecanlanmıştı. Ancak sonrasında endişelenmişti.
Bir altın madeninin ülkeye katkısı büyüktü ve krallığın daha önceden Betan Şehrine yakın olanı geri almak istememesinin sebebi Shinu Krallığını tam olarak provoke etmemekti. Sonuçta, eğer altın madeni kesinlikle geri alınmak istenirse krallık bu şehrin kendisini bir savaş alanına çevirebilirdi ve bu ülkenin istediği bir sonuç değildi. Aynı zamanda önceki Şehir Lordları da böyle bir sonucu istememişlerdi. Kim yönettikleri toprakların bir savaş alanına dönmesini isterdi ki?
Ancak Jessica Paul’ün söylediklerini İkinci Prens’e direkt olarak iletmişti. Paul’ün gücünü ve aklını hesaba kattığında birkaç planı olması gerekiyordu. Yoksa büyük bir karşılaşmayı planlamazdı.
--
“E-Efendim! Efendim!”
Uzun siyah saçlara sahip siyah gözlü güzel bir kız Thomas’ın çalışma odasına heyecanlı bir şekilde girdiğinde Thomas şaşırmış ve sonraki anda ciddileşmişti. Bu hizmetçi gibi görünen kızın Tahtın Gölgesinden birisi olduğunu biliyor ve onu heyecanlandırabilecek bir şeyin ne olduğunu merak ediyordu.
“Konuş.”
“Betan Şehrinin yeni lordu Kont Paul’den bir mesaj var. ‘Betan Şehrinin altın madeni yeniden kullanılabilir.’!”
Thomas elindeki kalemi düşürürken yüzünde gerçek bir şaşkınlık belirmişti.
“Ne dedin?”
“Altın madeni, Betan Şehrinin altın madeni geri alındı! Kont Paul sınırlarda duran askerleri şehre çekip hepsini katletti. 200 usta savaşçıdan oluşan asker grubu tamamen yok edildi ve maden geri alındı!”
Thomas’ın yüzündeki şaşkınlık genç kızın her bir sözüyle büyük bir gülümsemeye dönerken en sonunda ayaklanmış ve içten bir kahkaha atmıştı.
“Hemen gerekli kişileri hazırlayın. Ayrıca, Betan Şehrine askeri olarak destek verin. Madeni geri alsalar da korumaları için daha fazla güce ihtiyaçları olacak. Betan Şehri daha öncesinde sürekli olarak yağmalanmıştı, para konusunda da desteklenmeleri gerekiyor. Bu iyi değil, Kont ile bizzat konuşacağım. Uçan canavarları çağırabilen bir çağırıcı bulun bana. En yakın zamanda Betan Şehrine doğru gideceğim!”
Thomas odasından çıkarken genç kız onun emirlerini yerine getirmek için sarayın içlerine ilerlemişti. Sarayda, özellikle Tahtın Gölgesinde birçok çağırıcı vardı ve aralarından uçan bir canavar çağırabilecek birini bulmak zor değildi.
Odasından ayrılıp en yakın bahçeye giden Thomas gökyüzüne bakarken bir süre boyunca güçlü bir şekilde kahkaha attı. Ardından, birden bir şeyi hatırlamışçasına içeriye fırlarken mırıldanmaya başlamıştı.
“Hayır, basitçe şehri geliştirmek kıdemli için bir ödül sayılmaz. Ona uygun bir hediye bulmalıyım. Ne verebilirim…”
Thomas düşüncelere dalmış bir şekilde mırıldanırken aklından verebileceği hediyelerin bir listesini yapıyordu. Paul’e yeterli bir hediye vermezse onun kendisi hakkındaki düşünceleri değişebilirdi ve bu senaryoyu hayal bile etmek istemiyordu.
O anda Paul’ün ona vereceği destek kendisinin kolayca yükselmesine yarardı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..