Paul ile diğer ikilinin direkt olarak saldırdıkları kamp alanının merkezinde, siyah saçlı ve siyah gözlü yapılı bir vücuda sahip 20’li yaşlarında bir adam yanında yüzleri beyaz ve gri maskelerle gizlenmiş zırhlı savaşçılarla birlikte çadırındaydı.
Bu adamın üzerinde koyu mavi bir kıyafet vardı ve belinde de mavi kabzalı bir kılıç asılıydı. O anda, siyah gözleri hafifçe parlamış ve çadırdan ayrılmıştı. Gözlerini o anda zar zor görünen savaş alanına çevirmişti.
“Gerçekten, hissedebildiğime göre yalnızca üç kişiler. Kampa dalma cesaretini bulmaları takdir edilesi.”
Bunları söylerken sesinden herhangi bir alaycılık duyulmuyordu ve gerçekten de onları takdir ediyormuş gibi görünüyordu. Dördüncü Prens Alechar Shinu güçlü ve cesur savaşçılara saygı duyan birisiydi.
“Eğer düşman olmasalardı… Ah, onların vücutlarının kötü bir duruma gelmediklerinden emin olun. Üzerlerindeki herhangi bir şeyi de almayın ve vücutları şehre geri gönderin. En azından düzgün bir mezara sahip olsunlar.”
Beyaz maskeli şövalye başını sallamadan hemen önce terler içerisindeki genç bir asker üçlünün önüne atılmıştı. Maskeli şövalyeler anında kılıçlarına uzansalar da prens onları durdurmuş ve dizleri üzerinde duran genç askere bakarken konuşmuştu.
“Sorun nedir, genç savaşçı?”
Genç savaşçı sertçe yutkunurken başını yukarıya çevirdi. Gözlerinde gerçek korkunun izleri belirgindi.
“E-Ekselansları! Betan Şehrinden gelen üç uzman şu anda askerlerimizi katlediyorlar! Bu üç uzmanın kimlikleri doğrulandı! Biri, Betan Şehrinin Lordu ve diğer ikisi onun takipçileri. Aynı zamanda, Betan Şehrinin Lordunun kullandığı tekniklerden onun daha önceden kaydedilen ‘Kızıl Sis İblisi’ olması muhtemel.”
Prensin yüzünde önce şaşırmış, sonra ise kararmış bir ifade belirmişti. Bir eliyle kılıcına uzanıp kabzasını sıkıca kavrarken bir yandan da soğuk bir sesle sordu.
“Kayıplarımız ne kadar?”
Hafifçe titreyen genç asker yavaşça yutkundu.
“Saldırı henüz beş dakikadır devam ediyor ve kayıplarımız… Binin üzerinde.”
Prensin kaşları çatılırken etrafa istemsizce bir kılıç niyeti yaymıştı. Ardından, mavi işlemelere sahip gümüş kılıcını kabzasından çekmiş ve ilerlemeye başlamıştı.
“Beyaz, Gri, takipçileri sizler avlayacaksınız. Şehir Lorduna ben saldıracağım. Yardım için…”
İleri atılmadan önce ruh gücünü eklediği sesiyle tüm kampa haber verdi.
“Tüm askerler, Betan Şehrinin Lordu bir saldırı düzenliyor! Karşı saldırıya geçin! Direkt olarak şehre saldırın!”
Dinlenen veya yemek yiyen askerlerin hepsi aynı anda ayaklanmış ve kendi gruplarına ilerlemeye başlamışlardı. Aynı anda, Prens ve iki şövalye hızla Paul’ün savaşmaya başladığı yere gidiyorlardı.
O anda, Paul ve diğer ikisinin savaşmaya başladıkları yer cesetler, iç organlar ve kan ile boyanmıştı. Kılıcını hızla çekip tek seferde birçok kişiyi öldüren Simon ve bıçaklarıyla birlikte ordunun içine dalan Semia çoktan onlarca insan ile çağrılmış canavarı öldürmüşlerdi.
En kaotik alan ise Paul’ün olduğu alandı. Yaklaşan savaşçıları pençeleriyle acımasızca katleden Paul vücuduna inen büyülerden herhangi bir şekilde etkilenmemiş gibi görünüyordu. Büyücülerin en yüksek seviyelisi usta seviyeliydi ve katliam manası onların büyüleriyle ilgilenmek için yeterliydi. Manadan oluşturduğu kıyafetleri hasar bile almamışlardı.
Bir eliyle boynunu yakaladığı askerin başını vücudundan ayırırken sonunda diğerlerinden daha güçlü üç aurayı fark etmiş ve gözlerini çevirmişti. Orada, yakın bir mesafeden kendisine bakan siyah saçlı adamı gördüğünde ise yüzünde soğuk bir gülümseme belirmişti.
Paul’ü izleyen Prens Alechar Paul’ün ona dönüşüyle istemsizce yutkunmuş ve kılıcını tutan eli hafifçe titremeye başlamıştı. O anda siyah paltosu kan ile kaplı ve saçlarının uçları kan ile ıslanmış olan Paul yüzündeki soğuk gülümsemeyle birlikte ölümlü dünyaya inmiş bir şeytan gibi görünüyordu.
Ancak geri çekilmeye niyeti yoktu. Paul çoktan adamlarının büyük bir çoğunluğunu öldürmüştü ve geri çekilip adamlarını bırakırsa bir daha askeri olarak bir gelişim yapsa bile kolay kolay itibarını geri kazanamazdı. Yalnızca üç kişinin on bin kişilik bir orduyu yok etmesi normal bir şey değildi.
“Takipçileri halledin.”
Takipçilerin Paul’e kıyasla biraz daha ‘normal’ olduklarını düşünen Alechar iki şövalyenin onları yenebileceğini düşünüyordu. Eğer bu sürede Paul’e karşı dayanabilirse belki iki şövalyenin yardımıyla kazanabilirdi.
O anda, sonunda içinde bir cesaret alevi belirmiş ve direkt olarak Paul’e doğru atılmıştı. O sırada Paul ona bakmayı kesmiş ve askerlerini öldürmeye devam etmeye başlamıştı. Bu yüzden en azından ilk saldırıyı yapabileceğini düşünüyordu.
Koyu mavi kılıç enerjisi kılıcını kaplarken kılıç niyetini yaydı ve hepsini Paul’e odakladı. Aynı anda, kılıcı birden hızlanmıştı. Kendini geri tutmaya hiç niyeti yoktu. İlk saldırıda tüm gücünü kullanmayı düşünüyordu!
“Sınırsız Okyanus Kesiği!”
Kılıç yatay bir şekilde savrularak Paul’ün boynuna ilerlerken Alechar birden kalbinde kötü bir hissin doğduğunu hissetmişti. Aynı anda, Paul elindeki askerin cesedini bırakmış ve birden arkasını dönmüştü.
“Klang!”
Kılıcına vuran bir şey ile saldırısı geri saptırıldığında dengesini kaybeden Alechar’ın gözlerinde endişe belirirken Paul sol yumruğunu sıkmış ve sertçe ileriye doğru savurmuştu.
“Krak!”
“Pu!”
Kemiklerinin kolayca ezilip parçalandıklarını hisseden Prens Alechar hızla geriye doğru uçarken bir ağız dolusu kan kusmuştu. Bilinci hâlâ yerindeydi ancak az önce aldığı saldırıdan sonra kalbini bir korku doldurmuştu.
“O… Neyin nesi lan öyle!?”
Az önceki saldırıda herhangi bir çeşit enerji bulunmuyordu. Vücut geliştirme yolunda çalışan savaşçılar direkt olarak Savaş Enerjisi olarak bilinen bir enerji üretirlerdi ve bu enerji bir kılıç savaşçısının kılıç enerjisine denkti. Ancak bu adamın yumruğunda öyle bir enerji yoktu.
Herhangi bir mana veya ruh gücü de hissedilemiyordu. Yani bu adam ne yumruk sanatları üzerine çalışmış, ne de bir büyü veya ruh tekniğiyle yumruğunu güçlendirmişti. Az önceki yumruğun gücü tamamen onun fiziksel gücü nedeniyleydi!
“Ama… Ben Büyük Usta seviyesindeyim…”
Büyük Usta seviyesindeki bir savaşçı olarak Alechar’ın fiziksel vücudu birçok eşitinden daha güçlüydü. Bir kılıç kullanıcısı olsa da zamanında babasının altında fiziksel vücuda dayanan yakın dövüş tekniklerine de çalışmıştı. Çalıştığı vücut geliştirme tekniği Shinu Krallığının tekniklerinin arasında en yüksek seviyeli olanlardandı.
“O zaman… O…”
Prens Alechar’ın aklında Paul’ün fiziksel gücünü açıklayabilecek üç farklı açıklama vardı. İlki, Paul’ün vücut geliştirme tekniğinin kendisininkinden çok daha yüksek seviyeli olmasıydı. Ancak bu oldukça inanılmaz geliyordu. Ne de olsa kendi tekniği krallığının en güçlü tekniğiydi.
İkinci açıklama, Paul’ün insan dönüşümü evrimini geçirmiş bir canavar olmasıydı. Canavarların kan soyları sayesinde daha güçlü veya daha hızlı fiziksel vücutlara sahip olmak normal bir şeydi. Eğer Paul böyle birisiyse o zaman bu açıklanabilirdi.
Üçüncü açıklama ise aralarından en inanılmaz olanıydı ki bu da Paul’ün kendi seviyesinden daha üst seviye bir gelişime sahip olmasıydı. Ancak farka bakıldığında, basit bir düzey değişimi olamazdı. Yani diğer iki açıklamadan biri değilse Paul Aziz seviyeli bir uzman olmalıydı!
Birbirinden inanılmaz üç açıklamaya da inanamayan Alechar zar zor ayağa kalkarken kılıcını bulmaya çalıştı. En sonunda, geriye fırlarken kılıcın Paul de kaldığını hatırlamış ve ona bakmıştı.
Aynı anda, Paul mavi işlemelere sahip kılıcı Alechar’a geri atmış ve yeniden saldırı pozisyonu almıştı. Tırnaklarının yerini alan siyah pençeleri kanla lekelenmişlerdi ve öldürme isteği hafifçe sızıyordu. Yüzünde ciddi bir ifade vardı.
Paul’ün fırlatışıyla yere saplanmış kılıcı kabzasından tutup çıkardıktan sonra iki eliyle kabzasını kavramış ve bir kez daha ağzında birikmiş kanı tükürmüştü.
“Savaşı onurlandırmak? Hayır, bu değil… Yüzünde ciddi bir ifade olsa da az önceki saldırıdan sonra beni öldürmemesi onurlandırma değil… O sadece oyununu uzatıyor.”
Dişlerini sertçe sıkan Alechar kaşlarını çatarken gözlerinde kararlı bir ifade belirmişti. Aynı anda, kılıcını saran koyu mavi kılıç enerjisi hızla değişmeye başlamıştı.
“Zaten kazanma şansım yok ve hayatta kalma şansım da çok düşük. O zaman risk alacağım!”
Koyu mavi kılıç enerjisi iyice kaotik bir duruma geçerken gücü ve yoğunluğu kat kat artmaya başlamıştı. Aynı anda kılıç niyeti de kılıcın üzerine yoğunlaşıyor ve saldırının gücünü katlıyordu.
O anda, Prens Alechar hızla ileriye atılmış ve Paul onun menziline girdiği anda kılıcını onun göğsüne doğru saplamıştı.
“Kaotik Okyanus Saplayışı”
Kendi tekniğinin en güçlü ve en tehlikeli saldırı darbesi, Kaotik Okyanus Saplayışı, tüm kılıç enerjisi ile kılıç niyetini kendi hayat gücüyle destekleyip kaotik bir duruma sürerek rakibe verebileceği maksimum hasarı vermeyi amaçlıyordu.
Bu teknik oldukça güçlü olsa da hayat gücünü kullandığından bir kez kullandıktan sonra kullanıcının ölmesi muhtemeldi. Bu nedenle ölüm kalım anları dışında kullanılmamalıydı. Prens Alechar da bunu biliyordu ve bu ilk kez kullanışıydı.
“Bu güç… Haha… Tek başıma gitmeyeceğim gibi görünüyor.”
Kılıcının gücünden emin olan Alechar hayat gücünün çoktan bitmeye başladığını hissedebiliyordu. En fazla bir veya iki dakika daha yaşayabilirdi. Ancak Paul’ü de yanında götürebileceğini düşünüyordu.
O anda, Paul birden sağ elini sertçe sıktı. Sağ omzunda kıyafetlerinin altından siyah bir dövme parlarken yumruğunu hızla ileriye savurmuştu.
“Om!”
Havada ilerlerken etrafa garip bir ses yayan yumruk Alechar’ın kılıcına ulaştığında bile hızını kesmemişti.
“Krak! Boom!”
Alechar’ın kılıcı içten aldığı enerji ve Paul’ün yumruğunun gücünün karşılaşmasıyla patlarken Alechar’ın gözleri sonuna kadar açılmıştı.
En güçlü darbesi tek yumrukla parçalanırken kendisi de yüzüne yaklaşan sert yumruğu görebiliyordu.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..