“Bayadır görmediğimden gerçekten de unutuyordum. Gerçek bir canavarı takip ediyorum, değil mi?”
Simon kendi kendine mırıldanırken önündeki Gri Şövalyeye doğru kılıcını savurmuştu. Gri maskeli şövalye anında kaçınmış ve geri çekilmeye başlamıştı.
“Lanet! Bunlar neyin nesi böyle!?”
Gri Şövalyenin zihni o anda tamamen karmaşa içerisindeydi. Düşmanlarının gücü tüm ruhunu titretecek bir seviyedeydi.
Bu kadar kısa bir sürede üçlünün en güçlüsü olan Prens Alechar kolayca öldürülmüştü ve ölme yolu hiç de iç rahatlatıcı değildi. Rakibi olan Betan Şehrinin Lordu önce hazine kılıcını parçalamış, sonra ise tek yumrukla kafasını tamamen parçalamıştı. Kafatasının ve beyninin birden patlayışını görmek hiç de iç açıcı bir şey değildi.
Kendi küçük öğrenci kardeşi olan Beyaz Şövalye de o beyaz şapkalı kızın bıçakları altında can vermişti. Gerçi, o anda kızın şapkası aynı kıyafetlerinin geri kalanı gibi öldürdüğü askerlerin kanı yüzünden kızıla boyanmıştı.
Ordunun içinde kalan en güçlü kişi oydu ancak karşısındaki manyağın kılıcı altında uzun süre yaşamayacağını kendisi de biliyordu. Bu adamın her kılıç saldırısı ölümcüldü ve kullanabileceği tek açık kılıcın yeniden kına girdiği anlardı. Ancak bu anlar çok kısaydı ve adam hızlıca kılıcını yeniden çekiyordu.
O anda yapabileceği en iyi şeyin kaçmak olduğunu anlamıştı. Eğer biraz daha savaşmaya devam ederse bıçak kullanan o kız ve hatta daha korkuncu Şehir Lordu bile bu adama yardım etmeye gelebilirdi.
“Hey, kaçmana izin verirsem ceza yiyen ben olurum. Hiçbir yere gitmiyorsun.”
O anda arkasından güçlü bir kılıç enerjisi hisseden Gri Şövalye anında arkasını dönmüş ve kılıcıyla kendini korumaya çalışmıştı. Ancak yana doğru savrulan kılıç anında başını koparmış ve başsız cesedi yere yığılmıştı. Ölmeden önceki son düşüncesi Simon’ın daha önceden tüm gücünü kullanmamış olduğuydu.
Gri Şövalyeyi öldüren Simon anında en yakın asker grubuna doğru atılmış ve kılıcını delice savurmaya başlamıştı. Asıl kılıç tekniği kılıcı kınından çekmeye dayansa da bildiği tek kılıç tekniği o değildi. Yani sürekli olarak kılıcı kınına sokmadan da savaşabiliyordu.
Paul, Simon ve Semia en başta on bin kişiden oluşan ordudaki üç bin kişiyi çoktan katletmişlerdi. Bu ölümlerin en büyük nedeni ise Paul’ün bu sefer kılıçlarını çekmiş olmasıydı. Bin Şeytan Kılıcı ile Keln savrulurken tek saldırıda onlarca kişiyi indirebiliyorlardı.
Elbette, Paul kılıçları yalnızca işini hızlandırmak için çıkarmamıştı. O anda bir savaşın içerisindeydi ve bu Kılıç Yasalarının Küçük Kavrayışını elde etmek için en iyi zamandı. Bu nedenle kendisini kılıcıyla tamamen bir olarak kullanmaya alışıyordu.
Aynı anda, kaçan askerleri engellemek için Lich Estes’i de salmıştı. Bu sayede kaçmak isteyen askerleri de bir yandan avlayabilirdi.
--
“Gulp.”
Şehir duvarlarının üzerinden o anki manzarayı izleyen Thomas sertçe yutkunmuştu. Onun iki yanında duran Jasmine ile Alph’in yüzleri ise tamamen beyazlaşmıştı. Gördükleri bu güç gösterisi karşısında herhangi birisi sakinliğini koruyamazdı.
On bin kişilik, içinde büyücüler ve savaşçıların bulunduğu ve üç Büyük Usta savaşçının yönettiği bir ordu, üç kişi tarafından en fazla yarım saat içerisinde yok edilmişti. Şehirden fazla uzak olmayan savaş alanında, cesetler tek bir yere yığılmış ve on bin cesetten oluşan bir dağ belirtilmişti.
Simon ve Semia cesetlerden büyülü eşyalar ile değerli sayılabilecek şeyleri çıkardıktan sonra bunları boyutlarına atmış ve şehre geri dönmeye başlamışlardı. Paul ise o anda cesetlerden oluşan bu dağın üzerinde yüzünde hafif bir gülümsemeyle duruyordu. Kılıçları belinin iki yanına asılıydı ve onları asıl yerlerine geri göndermemişti.
Savaş sırasında sonunda kılıçlarını tamamen uzuvları gibi kullanabilmiş ve kılıç yasalarına hafifçe dokunmuştu. O anda yalnızca Küçük Kavrayış seviyesinde olsa da bu kılıçlarının gücünü epey artırmıştı.
O anda bu dünyadaki birçok işini tamamlamıştı ve geriye kalan tek şey ruh gücünü yükseltmek olmuştu. Onun için de yalnızca belirli bir zamana ihtiyacı vardı. Ruhunu bir kez gerekli seviyeye çıkardığında gücünü gösterecek ve Aaron isimli o adamı direkt olarak indirecekti.
Aynı zamanda Thomas’a bir de hazine vermeyi düşünüyordu. Krallığı korumak için koruyucu bir hazine veya bir formasyon iyi olabilirdi. Basitçe krallığın bir prensini öldürüp gitmeyecekti. Diğer prense biraz destek de çıkacaktı.
Shinu Krallığı ile olan savaş ile arasında bir şey de yoktu. Shinu Krallığı intikam için birilerini gönderebilirdi ancak kendisi o zamanda çoktan buradan ayrılmış olurdu. Bu nedenle intikamlarından korkmuyordu. Ancak yine de onların gözünü biraz korkutacaktı.
“Hahahaha…”
Paul’ün güçlü kahkahaları yankılanırken kızıl bir sis hâline bürünmüş katliam manası vücudundan yayılarak ceset dağını sarmaya başladı. Birkaç saniye içerisinde tüm cesetler kızıl bir sisle kaplanırlarken Paul de hızla yukarıya zıplamıştı. Şehir duvarının üzerinden onu izleyenler fark edemeseler de o anda elinden bir damla canlı görünen kan aşağıya düşmüştü.
Paul uçmak yerine zıpladığı için bir süre sonra aşağıya düşmeye başlamıştı. Direkt olarak yukarıya zıpladığından yeniden kızıl sisle kaplı dağa düşmesi gerekiyordu ancak kızıl sis dağıldığında kalan tek şey eskisinin onda biri etmeyen büyüklükte parlayan bir kristal dağıydı.
Buradaki kristaller neredeyse her renkte bulunuyorlardı. Kırmızı, yeşil, mavi, birden fazla renge sahip olanlar bile vardı. Her biri hafif bir seviyede mana yayıyorlardı.
Birçok kişi bunların ne olduğunu anlamasa da askerlerin arasından kirli işlerle ilgilenenler ne olduklarını anlamışlardı. Bunlar büyücülerin mana çekirdekleriydi.
Canavarların çekirdeklerinin aksine büyücülerin mana çekirdekleri simyada, tılsım yapımında ve büyülü eşyaların yapımında daha kolay bir şekilde kullanılabiliyordu ve bu nedenle yeraltı marketlerinde büyücülerin çekirdekleri sık sık satılırdı. Alıcıları da epey bulunuyordu.
Askerlerin birçoğu bunu bilmediklerinden bir büyücünün çekirdeğinin neye benzediğini bilmeseler de bildikleri bir şey vardı. Paul’den yayılan kızıl sis az önce on binlerce cesedi tamamen yok etmişti!
Paul’ün bir boyutsal eşya kullanmadığını biliyorlardı. On bin cesedi arada o kadar mesafe varken depolayabilecek bir boyutsal eşyanın olmaması gerekiyordu. Yani o kızıl sisi oluşturan teknik cesetleri bile tamamen yok edebiliyordu!
O anda mana çekirdeklerinin içerisine düşen Paul daha önceden bir damla kan şeklinde akıttığı Pisboğaz Kan İblisini vücuduna geri çektikten sonra mana çekirdeklerini boyutuna attı ve hızla şehre dönmeye başladı. O anda, şehir duvarlarından ona bakan askerlerin gözlerinde korku ve saygının belirdiğini görebiliyordu.
--
‘Kızıl Sis İblisi’, bu isim artık yalnızca Thomas’ın bilgisi dahilinde değildi ve hem Shinu Krallığına, hem de Taida Krallığına yayılmıştı. Elbette, Taida Krallığında Kont seviyesinde bir unvana sahip bir asili ‘İblis’ olarak çağırmaya cesaret edecek kişiler az bulunduklarından Paul daha çok ‘Kızıl Sisin Kontu’ olarak biliniyordu.
Savaştan sonra yalnızca birkaç gün içerisinde Betan Şehri baştan aşağıya değişmeye başlamıştı. Thomas’ın emirleri ve Paul’le daha önceden iletişime geçen yeraltı örgütünün yardımıyla öncelikle şehirdeki hırsız ve benzeri suçlular temizlenmişti.
Sonrasında ise şehrin yeniden yapımı başlanmıştı. Yeni evler kurulmuş, daha önceden buraya gelmeye cüret edemeyen tüccarlar gelmeye ve dükkanlar açmaya başlamışlardı. Ana binası başkentte olan bir dükkanın bir binası bile vardı.
Restoranlar ve farklı çeşit dükkanlar şehri doldurmaya başlarken Şehir Lordunun Malikanesi de yenilenmişti. Paul’ün isteğinin üzerine hâlâ herhangi bir hizmetçi bulunmasa da artık eskisi gibi boş ve sade değildi.
Çalışma odaları kitaplarla doluydu ve diğer odalar da farklı eşyalarla süslenmişlerdi. Ana salonda devasa bir avize havadan sarkıyordu. Bu avize ışık taşları ve altından yapılmıştı.
Kendi bahçesinde yanındaki Grim ile birlikte oturan Paul o anda çoktan başkente geri dönmüş olan Thomas’ın gönderdiği mektubu okuyordu.
“Bay Paul, umarım keyfiniz yerindedir. Geçen birkaç gün içerisinde sayenizde babamın bana karşı olan görüşü oldukça değişti. Eskiden yalnızca abim Aaron ile antrenmanlarını yapan babam birkaç gündür yalnızca benimle ilgileniyor ve bunun sizin sayenizde olduğunu biliyorum. Bu mektubu göndermemin iki amacı var. İlki, abim Aaron’a karşı dikkatli olmanız. Görünüşe göre size karşı gelmeleri için birkaç kişiyi görevlendirmiş ve hayatınızın peşinde bile olabilir. Yeteneklerinizden eminim ancak tedbir her zaman iyidir. İkinci amacım ise başkentte gerçekleşecek müzisyen toplantısı için bir davetiye göndermek olacak. Sizin müzik yasalarına çalıştığınızı sadık bir takipçimden öğrendim. Umarım toplantıya katılıp ülkenin diğer müzisyenlerine yol gösterir ve bir yandan da müziğin keyfini çıkarırsınız.”
Zarfın içerisinde altın renkli ufak bir kartın daha bulunduğunu gören Paul kartı bir süre inceledikten sonra boyutuna attı. Ondan sonra yavaşça ayaklandı.
“Müzisyen Toplantısı… Galiba aradığım şansı buldum.”
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..