Paul’ün eli yavaşça aşağıya indi ve kızın kafasında kocaman duran konik şapkayı çıkarttı. Kızın gri saçları tamamen arkasından dökülmeye başlarlarken Paul onun yüzünün yarısını kaplayan sargıları da çıkarmıştı.
Ufak kızın yüzü biraz kirli sayılsa da o anda oldukça tatlı görünüyordu. Paul onun başını bir süre okşadıktan sonra onu kaldırmış ve kucağına almıştı.
Kız bir şey söylemeden Paul’e sarılırken onun vücudunun sıcaklığını hissedebiliyordu. Bu rahat his o anda tüm zihnini ele geçirmiş ve uzun bir zaman sonra gerçekten mutlu hissetmesini sağlamıştı.
O ikisine bakarken diğerleri donmuş hissetseler de herhangi bir ses çıkarmaya cüret edemiyorlardı. Az önce Paul’den salınan öldürme niyeti hâlâ akıllarındaydı. Hiçbiri böyle birini öfkelendirmek istemiyorlardı.
“Adın ne?”
En sonunda Paul ağzını açıp nazik bir şekilde konuştuğunda kız yüzünü Paul’ün göğsünden çekmiş ve gözlerini Paul’ünkilerle karşılaştırmıştı. Yüzü hafifçe kızarırken zar zor duyulan bir sesle mırıldandı.
“A-Amelia.”
Paul hafifçe başını sallayıp Amelia’nın gri saçlarını okşarken bir süre düşündü. Aynı anda, içten içe Spadia’yla konuşuyordu.
“İhtiyar. Bu kızın nasıl bir kimliği var? Neden kan soyum ona yakın hissediyor?”
“Bilmiyorum. O gözleri daha önce… hatırlayamıyorum. Seninle geçirdiğim zamanda zaten bilmediğim çok fazla şey ortaya çıkmaya başladı. Sinirim bozuluyor.”
Spadia rahatsız bir tonda konuşmayı bitirdiğinde Paul hafifçe gülümsemiş ve Amelia’ya bakmaya geri dönmüştü. Aradığı kişinin Amelia olduğuna emindi. Ona kanından bir yakınlık besliyordu ve ayrılmak istediği söylenemezdi.
“Amelia, benimle gelmek ister misin? Hayır, tam olarak söylersem, benim öğrencim olmak ister misin?”
Paul’ün sözleri etrafa yayıldığında kabile üyelerinin kalpleri titremiş ve asker liderinin yüzünde inanamayan bir bakış ortaya çıkmıştı. Kabile üyelerinin aksine o Paul’ün sahip olduğu güç hakkında biraz daha olsa bilgiliydi. Kabilelerin birinden gelen bu ufak kızın böyle bir şansa sahip olması onun bile kıskanmasına neden oluyordu.
Amelia Paul’ün yalan söylemediğini anlayabiliyordu. Bu nedenle ufak başını yavaşça salladı. O anda gerçekten mutluydu.
Kabilede yaşadığı yıllar acılı olmuştu. Lea dışında ona yaklaşan herkes acı çekmiş ve onu yalnız bırakmışlardı. Paul’ün başına bir şey gelecek miydi bilmiyordu ama onu bırakmak istemiyordu. Artık yalnız olmak istemiyordu.
“Scree!!!”
O anda, Amelia’nın gözleri dolmaya başlarken bir anda gökyüzünden güçlü bir çığlık yankılanmış ve Paul dahil herkesin dikkatini çekmişti. Gökyüzünde o anda 20 metrelik bir vücuda sahip devasa bir canavar onların olduğu yere doğru ilerliyordu.
Bu canavar kahverengi-krem rengi tüylere sahipti. Gagası göz alıcı bir kırmızı rengindeydi ve gözleri de parlak bir kırmızı rengindelerdi. Vücudundan etrafa güçlü bir ısı dalgası yayılıyordu. Seviyesi Usta seviyesinin zirvesiydi.
“B-bu…”
“Yoksa…”
“Abathan Dağı’nın kuş krallarından birisi buraya geldi.”
Yuan gökyüzündeki devasa kuşa bir süre baktıktan sonra alaycı bir gülümsemeyle Paul’e dönmüştü. Kuş kralın gözlerinin sürekli olarak o bölgeye baktığı kolayca anlaşılabiliyordu. O şeytan kıza iyi davranan kişi çoktan cezasını alacak gibi görünüyordu.
Diğer kabile üyeleri de böyle düşünüyorlardı ve Paul’den olabildiğince uzaklaşmışlardı. Askerlerin grubu da Paul’den uzaklaşmış olsalar da lider sonradan bunun bir hata olduğunu anlamıştı. Çünkü o anda, Paul de kuş kralına bakıyordu.
Ama gözlerinde herhangi bir duygu mevcut değildi. Korkmuyordu veya öfkelenmiş gibi görünmüyordu. Bunun yerine tamamen ilgisiz ve sıkılmış görünüyordu.
“Ne oldu? Öğrencimi almak mı istiyorsun?”
Paul kuş krala bakarken yüksek bir sesle konuştuğunda Amelia ne yapması gerektiğini bilememişti. Paul’ün onu vermeyeceğini anlayabiliyordu ama Paul’ün zarar görmesini de istemiyordu. O anda tüm zihni karmaşa içindeydi.
“Yalnızca tek bir öğrencim var ve onu da henüz yeni aldım. Sence senin gibi anormal boyutlu bir tavuğun ona dokunmasına izin verecek miyim? Birkaç güçsüz kabileye korku saldığın için kendini bir şey mi sanıyorsun? Kuş kralmış…”
Paul yüksek bir sesle konuşurken gerçekten de siniri bozulmuştu. Bu koca boyutlu tavuğun gökyüzünden ona küçümseme ile bakması bütün moralini bozmuştu.
“Scree!!!”
Kuş kral Paul’ün sözlerini duyduğunda öfkeli bir şekilde çığlık atmış ve alevler vücudunu sarmaya başlarken hızla aşağıya doğru fırlamıştı. Paul’ü ve Amelia’yı tek saldırıda öldürmek istiyor gibi görünüyordu.
“Amelia, bak.”
Paul bu durumdayken sakince Amelia’yı dürtmüş ve ellerinden birisini uzatmıştı. Aynı anda, ruh gücü ileriye fırlamış ve birden devasa kuşu tamamen sarmıştı.
O anda bir şeylerin yanlış olduğunu hisseden kuş kral vücudunu saran baskıyı hissettiğinde vücudunu saran alevler sönmüş ve acılı bir çığlık atmıştı. Paul ruh gücünü kullanarak vücudunu tamamen eziyordu!
“Yeterince güçlü olduğun sürece düşmanından korkmana gerek kalmaz. Karşı taraf ne kadar heybetli durursa dursun onları ezmek için tek bir hareket yeterlidir.”
Paul ileri uzattığı sağ elini sıktığında ruh gücü birden sıkışmış ve kuş kralın vücudundaki tüm kemikleri bir anda parçalamıştı. Paul ruh gücünü geri çektiğinde ise kanlı ceset kabiledeki birkaç binanın üzerine düşmüş ve onları yıkmıştı.
Kabile üyeleri ve askerler bu manzarayı korku ve şaşkınlıkla izlemişlerdi. Paul’ün nasıl bir güç kullandığını bilmiyorlardı ve bu onların korkusunu uyandırmıştı. Çölde Bilginlerin sayısı azdı çünkü ruh gücü başlangıçta yüksek bir güce sahip değildi.
“Kral’a söyle, ona ödülünü sonradan göndereceğim. Artık benimle bir bağlantınız yok.”
Paul asker grubuna bakıp bu sözleri bıraktıktan sonra tek koluyla taşıdığı Amelia ile birlikte hızla koşmaya başlamıştı. Gittiği yer direkt olarak Abathan Dağı’ydı.
Paul’ün arkasından bir süre bakan asker lideri az önce kaçındığı için pişmanlıkla iç çekmiş ve sonrasında öfkeli gözlerini kabileye çevirmişti. Paul’ü sinirlendirmesinin asıl nedeni bu ufak kabiledeki kişilerin sözleriydi. Elbette onları bu kadar kolay bir seçimle bırakmayacaktı.
--
Kabiledeki seçimler eskisinden daha zorlu bir şekilde devam ederken Paul ve Amelia hızla Abathan Dağına doğru koşuyorlardı. Kabileden bir süre uzaklaştıktan sonra uçarak ilerlemeye devam eden Paul Amelia’nın ürktüğünü gördüğünde hafifçe gülümsemişti.
Amelia ilk başta bu yükseklikte uçmaktan ürkse de sonrasında yavaşça alışmış ve yüzünde ufak bir gülümseme oluşmuştu. Abathan Dağının tehlikeli bir yer olduğunu bilse de Paul onun yanındayken oldukça güvenli hissediyordu. Bu nedenle korkusu kalmamıştı.
Paul ise devasa dağdan yayılan sıcak aurayı hissedebiliyordu. Abathan Dağında bulunan Magma Kristalinin sıcak bir materyal olduğunu biliyordu ve bu materyalin bol olduğu bir yer arıyordu. Magma Kristali silah yapımı konusunda ona yarayabileceğinden önemli sayılırdı.
O anda Simon’ın güç derecesini bilmese de onun alev büyüsü ve yasaları konusunda gelişmiş olması gerektiğini düşünüyordu. Ona yeni bir kılıç ve mümkünse birkaç aksesuar yapması gerekiyordu. Magma kristali bunun için oldukça iyi bir materyaldi.
Abathan Dağı çöldeki güçlü canavarların çoğunluğuna ev sahipliği ediyordu ama Paul onların kendisine zarar veremeyeceğini biliyordu. Eğer öyle bir şans olsaydı zaten Amelia’yı kendisi ile birlikte getirmezdi.
“Görüyor musun?”
Paul ilerlemeyi kesip havada dururken bir eliyle dağın üzerindeki bir mağarayı gösterdi. Onun gösterdiği yere bakan Amelia neler olduğunu anlamasa da yavaşça başını salladı.
“O mağarada yüksek bir derecede alev manası var ve çölün kaotik manası tarafından etkilenmemiş. O yerde bir magma kristali damarı var.”
“Mm.”
Başını sallayan Amelia pek bir şey anlamasa da Paul’ün sözlerini zihnine kaydetmişti. Ona göre ustası oldukça genç olmasına rağmen bilgili ve güçlü biriydi. Onun sözlerini unutmak istemiyordu.
Amelia’nın yüzündeki ifadeyi bir süre izleyen Paul sonrasında bir süre düşündü. Ardından, ileri uzattığı eline bir miktar alev manasını yükledi ve Cehennem Alevlerinin orada yoğunlaşmasını sağladı. Aynı anda, hızlıca mırıldanıyordu.
Paul büyüsünü bitirdiğinde işaret parmağının önünde yumruk boyutunda bir alev topu vardı. Kan kızılı rengiyle parıldayan bu alev topu Amelia’nın gözlerinin parlamasına neden olmuştu.
“Bu, büyüdür. Sana da öğreteceğim bir gelişme şekli. Çölden çıktığımızda anlayacaksın. Büyü düşük seviyelerde savaşçılıktan güçlüdür ve ileri seviyelerde zaman ve mesafe avantajı kaybedilmediği sürece düşmanı ezmek oldukça kolaydır. Az önce söylediğimi hatırlıyorsun değil mi? O yer yoğun alev manasına sahip. Yani o yeri yuva olarak kullanan canavarlar da olmalı.”
Amelia başını sallarken aynı anda mağaradan çıkan canavarları görebilmişti. Bu canavarlar kısık gözleriyle ona ve Paul’e bakıyorlardı.
Paul bu canavarların Amelia’nın garip kan soyu yüzünden çekildiklerinin farkındaydı. Çöldeki birçok canavar Amelia’nın kan soyu yüzünden tehdit edilmiş hissedip ona çekiliyorlardı. Daha önceden Amelia’ya olan saldırıların nedeni de buydu.
Öğrencisini hedefleyen bu deve kuşu benzeri canavarları bir süre inceleyen Paul sonrasında cehennem alevlerinden oluşan alev bombasını direkt olarak mağaraya fırlatmıştı. Alev bombası ve mağaranın tabanı temas ettiklerinde güçlü bir alev dalgası etrafa yayılmış ve oradaki canavarları tamamen yakıp kül etmişti.
Bu sahneyi parlayan gözleriyle izleyen Amelia sonrasında Paul ile birlikte mağaraya inmişti. Paul alev yıldızının enerjisini çekmeden önce bir miktar magma kristali toplamayı düşünüyordu.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..