Kan Kızılı Saray’ın ikinci zaferi izleyicilerin çoğunu şok etmeye yetmişti. O ana kadar yalnızca üç ast sahaya girmişlerdi ama güçleri anormaldi!
Biri tüm arenayı birkaç hareketiyle dondurabilecek güce sahipti. Diğeri alevlerle devasa bir kılıç oluşturup rakibini bu kılıçla tamamen küllere çevirmişti.
Sonuncusu ise aldığı herhangi bir yarayı umursamayan bir manyaktı! Hatta, en son hâline bakıldığında bu manyağın vücudundaki yaralar tamamen iyileşmişti. İyileşme gücü insani sınırların dışındaydı!
“Bu dünyada gerçekten Dâhiler var demek…”
İzleyicilerden birisi kendi kendisine mırıldanmıştı. Evet, bu üçlü yalnızca Dâhiler olarak tanımlanabilirdi. Hatta tam olarak düşünceleri yansıtılırsa, Tanrısal Dâhilerdi!
Eğer o anki güçlerine Lord seviyesinde veya Büyük Aziz seviyesinin zirvesinde sahip olsalardı o zaman anlaşılabilirdi. Ama bu farklıydı. Gelişimleri yalnızca Aziz seviyesindeydi. Peki seviyeleri gelişince ne olacaktı?
İleride mutlak güce sahip olan kişiler olacakları kesindi.
“Kan Kızılı Saray… Bu isim hatırlanmalı. Yalnızca başı yüzünden değil, her kıdemlisi yüzünden.”
O anda izleyicilerin tümü Kan Kızılı Saray adını akıllarına kazımayı düşünmüşlerdi. Paul ise diğerlerini izleyici bölümlerine yönlendirdikten sonra Shuan’ın yanına gitmişti.
“Ee? Kara Vadi’nin en güçlü iki ejderini mağlup etmek nasıl bir his?”
Shuan gülerken bunu sormuştu. Paul ise hafifçe gülmüş ve hâlâ Shuan’ın tahtının yanında duran kendi tahtına oturmuştu. Yüzündeki ifade rahat görünüyordu.
“Bu ejderlerin birbirleriyle hiç karşılaşmadan yalnızca benimle karşılaşmaları epey garip sayılır.”
“Hehe…”
Shuan anında gözlerini kaçırırken Paul onun bunu bilerek yaptığını anlamıştı. Neden yaptığını bilmiyordu. İzleyecek bir şeyler bulmak istediği veya Paul’ün gücünü görmek istediği için olabilirdi. Ama Paul bunu umursuyor sayılmazdı.
“Ejderlerden birisi bana meydan okursa öldürmeli miyim?”
“Hayatta kalmaları daha iyi olur. Elbette, seçim sana kalmış. Rakip seni öldürmek istiyorsa kendini geri tutmana gerek yok.”
Shuan böyle cevap verse de Paul onun asıl isteğinin farkındaydı. Bir Ejder’le dövüşse bile kendisini geri tutması gerekiyordu.
Kendisi güçlü olabilirdi ama Kara Vadi ve Guren Ailesi’nin savaşında uzmanlara ihtiyaç vardı. Ejderler onu öldürmeye çalışsalar da onları bırakması gerekiyordu.
Ama…
“Öldürmek yerine bana bir daha zarar vermeyeceklerinden emin olsam ne olur?”
O sakin bir yüzle bunu söylediğinde o anda başlayan savaştan gözlerini çeken Shuan ona bakmıştı. Gözlerinde bir anlığına hafif bir ışıltı belirdikten sonra ise gülümsemişti.
“Muhteşem.”
Sonrasında, ikisi de konuşmamış ve dövüşleri izlemeye başlamışlardı. Paul bir yandan da diğer iki ejderin güçlerini düşünüyordu. Toprak ve Su Ejderleri’nin ikisi de Lord seviyeli gelişimlere sahiplerdi. Yani güçleri düşük sayılmazdı.
Onlara karşı dövüşebilirdi ama kesin bir kazanma şansı yoktu. Daha öncesinde Su Ejderi’ni bayıltabilmesinin nedeni ani bir saldırı yapması ve onu hazırlıksız yakalamasıydı. Ama savaşa hazır bir Lord seviyeli gelişimci başka bir olaydı.
Lord seviyesi Büyü ve Savaşçılık yolunda ‘Etki Alanı’ olarak bilinen varlığı temsil ederdi. Paul bu etki alanı hakkında fazla bir bilgiye sahip değildi ama bir kişinin etki alanı içerisinde özel ve sahibin kontrolü altında değişimler yapılabileceğini biliyordu.
“Benim de… Dikkatli olmam gerekiyor.”
Böyle düşünse de, yüzünde bir gülümseme vardı. Heyecanlı bir dövüş hâlâ sevdiği bir şeydi. Eğer kendisine güçlü bir rakip olacaksa bir Lord ile dövüşmeyi umursamıyordu.
…
Paul’ün grubunun bir sonraki dövüşü normal bir okul ile olmuştu ve o okulun lideri acı bir gülümseme gösterirken direkt olarak çekilmişti. O kadar kişinin arasından gidip Paul’ün grubuyla karşılaşacağını düşünmemişti ve astlarını kaybetmek istemiyordu.
Bu turu herhangi bir şey yapmadan geçen Paul Shuan’ın yanında diğer dövüşleri izlemeye devam ediyordu. O anda yarışmaya devam eden yalnızca Toprak ve Su Ejderi kalmıştı. İkisinin de güçleri yüksekti ve Paul onların kendi başlarına dövüştüklerini görmese de astlarının savaş stillerinden nasıl dövüştüklerini biraz da olsa anlayabilmişti.
Toprak Ejderi ile bir sıkıntısı yoktu. Öğrencisinin ölümü yüzünden direkt olarak kendisine saldırmayı düşünmediği sürece bir sıkıntı çıkmamalıydı. Su Ejderi ise…
Su Ejderi bir sıkıntıydı. Daha önceden onu küçük düşürmüştü ve kesinlikle birebir bir dövüş isteyecekti. Elbette, bu dövüşü kesinlikle kabul edecekti.
“Sonraki dövüş için; Toprak Ejderi, ileriye çık. Paul Veussia, ileri çık.”
Shuan konuşmayı bitirdiğinde Paul anında arenaya inmişti. Semia, Simon ve Pisboğaz da izleyici bölümünden inmiş ve onun ardında durmuşlardı. Savaşa hazır görünüyorlardı.
“En büyük kardeş, fazla uzatmaya gerek olduğunu sanmıyorum. Direkt olarak benimle dövüşmeye ne dersin?”
Toprak Ejderi tek başına inmiş ve sormuştu. Ondan bunu beklemeyen Paul bir anlığına şaşırsa da sonra Toprak Ejderi’nin amacını anlamıştı. Astlarının hayatlarını korumaya çalışıyordu.
“Güzel. Üçünüz, geri çekilin. Teklifini kabul ediyorum.”
Arkasındaki üçlü izleyici bölümüne geri dönerken Paul gür bir sesle konuşmuş ve tüm izleyiciler heyecanlanmaya başlamışlardı. Shuan bile oturduğu yerde hafifçe dikleşmişti. Bu dövüşün nasıl gideceğini merak ettiği belliydi.
Arenada, Paul ve Toprak Ejderi birbirlerine bakıyorlardı. Paul oldukça sakin görünüyordu. Elleri iki yanındaydı ve kılıçlarını çekmemişti. Etrafına yayılan aura korkutucu olsa da saldırı için kullanılmadığından o kadar işe yaramıyordu.
Toprak Ejderi ise kaşlarını çatmıştı. Sağ eliyle çift elli olması gereken devasa bir çekici tutuyordu. Gümüş renkli bu çekicin etrafında sarı bir parlaklık vardı ve Toprak Ejderi’nin etrafındaki aura gitgide güçleniyordu.
“Ha!”
Bir anda, Toprak Ejderi’nden güçlü bir aura yayılmış ve arenayı kaplamıştı. Aynı anda, tüm arenanın üzerinde sarı renkli kırık işaretleri belirmeye başlamıştı. Bu kırıklardan yüksek miktarda toprak enerjisi sezilebiliyordu.
“Oho… Toprak Ejderi’nin Kırık Yeryüzü Etki Alanı’nı epeydir görmüyordum. Bu dövüş güzel olacak.”
Shuan kendi kendine mırıldanırken gözlerinde bir parıltı belirmişti. Bir Lord seviyenin işareti olan Etki Alanı yalnızca büyük savaşlarda kullanılan bir şeydi. Toprak Ejderi’nin oldukça ciddi olduğu belliydi.
“Peki ya Paul?”
Paul’e baktığında onun hâlâ sakin bir şekilde durduğunu görebiliyordu. Etki alanı harekete geçse de yüz ifadesi değişmemişti ve hâlâ oldukça sakindi.
“En Büyük Kardeş, beni ciddiye almayı planlamıyor musun?”
Toprak Ejderi rakibinin herhangi bir hareket yapmadığını fark ettiğinde kaşları çatılmıştı. Karşı tarafın kendisinden güçlü olduğunu düşünüyordu ve Etki Alanını ortaya çıkarmasa da en azından silahını çekmeli veya bir şekilde hazırlanmalıydı. Bu yaptığı onu küçük düşürmek değil miydi?
“Hayır, Toprak Ejderi. Aksine bu dövüşü oldukça ciddiye alıyorum. Bu yüzden…”
Tek elini göğsüne götüren Paul hafifçe mırıldanmıştı.
“Mühür, kırıl.”
“Boom!”
Paul kendi içerisinde bir patlama sesi duyarken aurasını dizginleyen mühürlerden biri kırılmıştı. Aurasının gücü bir başka boyuta yükselirken birden Toprak Ejderi’nin ifadesi değişmişti.
“Sen…”
“Kırıl.”
Bir mühür daha kırıldığında, Paul’ün aurası tüm etki alanına yayılmıştı. Hatta etki alanını baskılıyordu!
“Vahşi, güçlü ve gaddar, En Büyük Kardeş’in etki alanı kendisini yansıtıyor.”
Paul yalnızca aurasını salmış olsa da Toprak Ejderi, hatta neredeyse herkes bunu bir etki alanıyla karıştırmıştı. O anda gerçeği anlayabilen tek kişi Shuan’dı ve onun da yüzünde büyük bir gülümseme oluşmuştu.
“Ama ilk saldırı fırsatını vermeyeceğim!”
Toprak Ejderi hızla ileriye atıldığında elindeki çekicin çevresinde bir parıltı oluşmuştu. Yerdeki sarı kırıklardan yayılan mana artarken Paul bu mananın kendisini baskıladığını hissedebiliyordu.
“Heh…”
Paul’ün sesi kulaklarında yankılandığında Toprak Ejderi’nin gözleri sonuna kadar açılmıştı. O anda, Paul’ün yıldız işaretli gözleriyle karşı karşıya gelmişti ve birden vücudundaki gücün kesildiğini hissetmişti.
“Ne? Bir saniye… Burası da neresi?”
Kendisini siyah bir zemine ve kızıl ışıklarla dolu beyaz bir gökyüzüne sahip bir yerde bulduğunda şaşırmıştı. O anda etki alanını istese de çağıramıyordu ve gücü epey zayıflamış sayılırdı.
“Burası bir Ruh Boşluğu Tekniği! Ama etrafta herhangi bir zarar…”
Toprak Ejderi tecrübeliydi ve geldiği yerin ne olduğunu anlayabilmişti. Ama Ruh Boşluğu Tekniklerinde yakalanan kişiye zarar veren varlıklar olmalıydı. Hatta bölgenin tümü bile bir şekilde zarar verebilirdi. Neden bu yer bu kadar boştu?
“Ee, Toprak Ejderi. Tekniğimi nasıl buldun?”
Yakından bir ses yükseldiğinde Toprak Ejderi bakışlarını çevirmiş ve Paul’ün ondan o kadar uzak olmayan bir yerde, havada süzülen kızıl bir tahtta oturduğunu görmüştü. O anda Paul’ün gözleri kendisinin üzerinde geziyordu ve içten içe bir tehlike duygusu hissediyordu.
“Muhteşem. Ruhumun gücüyle bile kırmak için bir yol bulamıyorum. En Büyük Kardeş’in ruh tekniklerinde bu kadar gelişmiş olacağını düşünmezdim.”
Toprak Ejderi samimi bir şekilde konuşuyordu. O ana kadar kaçamadığı tek ruh tekniği Kara Vadi’nin Kralı Shuan’ın bir tekniğiydi. Bir kez daha bu seviyede bir teknikle karşılaşacağını düşünmemişti.
“Eğer hazırsan tekniğin asıl kısmını başlatacağım. Gerçi, her türlü başlatacağım. Sadece haber vereyim dedim.”
Paul sözlerini bıraktıktan sonra taht ile birlikte birden havaya karışmış ve yok olmuştu. Toprak Ejderi ise tekniğin asıl kısmını beklemeye başlamıştı.
Birkaç saniye sonra, gökyüzünden iki kızıl ışık kümesi zemine inmiş ve arkalarında iki figür bırakmışlardı. Bu iki figürün biri altın bir zırh giyen kısa bir adamken diğeri elinde bir kılıç tutan beyaz saçlı yaşlı bir adamdı.
Toprak Ejderi bu ikisini tanımıyordu. Bu ikisi, Pura kıtasındaki Gök Alevi Ocağı’nın iki Lord seviyeli savaşçısı Cüce İmparator ve Teigu’ydu. Paul onları o kadar iyi tanımasa da onlarla dövüşmüştü ve onları Kara Büyücü’nün Cehenneminde kullanabiliyordu.
“Klang!”
Etki Alanını kullanamayan Toprak Ejderi ikisinin arasında kaldığında sonuç zaten kesinleşmişti. Gökyüzünde saklanan tahtında oturan Paul o anda bu savaşı izliyordu. Eğer durum herhangi bir şekilde kötü bir yöne dönerse birkaç ışık kümesini daha indirebilirdi.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..