439.Bölüm – Karanlık ve Işığın Karşılaşması (2)
“Klang!”
Sia Amelia’nın menziline girdiği anda Amelia kılıçlarını savurmuş ve ona saldırmıştı. Ancak saydam kılıç enerjisi Sia’nın boynuna ulaştığında sert bir çınlama sesi duyulmuş ve Sia bir yara almadan geri çekilmişti.
“Ne?”
“Neden o saldırı bağlanmadı?”
Ejderler şaşkın bakışlarla bu olaya bakarlarken Shuan ve Paul sessizce izlemeye devam ediyorlardı. Paul’e bir bakış atan Shuan onun fark ettiğini ancak açıklamaya uğraşmayacağını fark ettiğinde kendisi açıklamaya karar vermişti.
“Sia isimli bu kızın üzerinde hareket edebilen bir zırh var.”
Ejderlerin şaşkın ifadeleri bu açıklama üzerine herhangi bir şekilde değişmediğinde derince iç çekmiş ve bileğindeki bir bilekliği göstermişti. Daha sonrasında ise ruh gücüyle bu bilekliği kolunda oynatmaya başlatmıştı.
“Vücudunun her bölgesinde saldırıları engellemek için kullandığı böyle bir şey var ve hepsi takılar gibi görünüyor. Az önce küçük kızın saldırısı onun boynundaki kolyeyle temasa geçti. Eğer koluna saldırsaydı bileklerinde bilezikler hareketlenecek ve saldırının geldiği yeri saracaklardı. Göğüs kısmı zaten görünmediği için büyük ihtimalle bir metal levha falan vardır. Hepsini ruh gücüyle kontrol ediyor ve saldırıları hesaplayıp onları engelliyor.”
Shuan’ın bu açıklamasıyla ejderler sonunda anlamış ve Sia isimli bu genç kadının böyle zorlu bir tekniği nasıl bu kadar iyi kullanabildiğini merak etmeye başlamışlardı. Bu tekniğe çalışmak zordu ve ustalaşılsa bile rakibin hareketlerini oldukça iyi bilmeden kullanması zor olurdu.
O sırada, Amelia da kendi kılıcına bakıyordu. Sia’nın nasıl bir teknik kullandığını bilmiyordu ancak kılıcının onun tenine temas etmediğini hissedebilmişti. Sia’nın boynunda onu koruyan bir şey vardı ve kılıcı bunu kesemiyordu.
“İleri!”
Alev, Rüzgar, Karanlık ve Işığı temsil eden dört kukla Amelia’nın emriyle ileriye doğru fırlarken Amelia Su ve Toprağı temsil edenleri kendisini korumak için yanında bırakmıştı. Sia ise ona yaklaşan dört kuklaya bakarken sakin bir şekilde elini kaldırmıştı.
Aynı anda, dört kukla birden havalanmış ve hareketleri kesilmişti. Bu Amelia’nın kaşlarını çatmasına neden olmuştu. Kuklaları mana ile yönetiyor olsa da yine de onların bir zemine ihtiyaçları vardı. Uçma yetenekleri yoktu ve havada yalnızca çırpınmalarını sağlayabilirdi.
“Fazla zayıfsın…”
O sırada Sia birden ortadan kaybolmuş ve bir ses Amelia’nın zihninde çınlamıştı. Vücudunun birden hareket edemediğini hisseden Amelia sırtında ölümün soğuğunu hissederken o ses bir kez daha konuşmuştu.
“Söylesene… Sence gerçekten güçlü müsün? Kaos Çölünden çıktıktan sonra ne değişti ki? Hiç gerçekten kendini koruyabildin mi? Hayır. Seni koruyan kişi hep ustandı, değil mi?”
“Hayır, ben… güçlendim! Güçlendim!”
Amelia’nın mor gözlerinde kararlı bir ifade olsa da hafifçe titredikleri belli oluyordu. Bunun üzerine, ses hafifçe gülmüştü.
“Güçlendin? Peki bu kimin sayesindeydi? Güçlenmenin ve o anda olduğun yere çıkmanın sebebi yine ustan değil miydi? Neden seni seçti sanıyorsun? Sana acıdı. Güçsüzlüğüne acıdı ve seni güçlendirmeye karar verdi. Peki yerinde başkası olsaydı? Ustan bir başkasına acıyıp onu alsaydı ve sen kalsaydın, o zaman ne yapacaktın?”
Bu sözlerin üzerine Amelia bir anlığına donmuştu. Ancak ses konuşmayı kesmemişti.
“Sen yalnızca bu dünyanın en kötü yerinde doğmuş, lanetli bir çocuksun. Yerini bil. Yerini bil. Yerini bil…”
Ve ses bu şekilde devam etmişti. Her sözü Amelia’nın gururuna çarpan bir başka darbeydi ve Amelia’nın gözleri hafifçe kapanıyordu…
O sırada, bu ruhani tekniğin dışında Sia Amelia’nın hareketsiz vücuduna doğru yavaş adımlarla yaklaşıyordu. Aynı anda, Işık Grubunun tarafındaki Alicia gülümsemişti.
“Sia’nın saldırısı tamamlandı. O kızın kurtulmasına imkan yok.”
Etrafındakileri umursamasa da Adalius’un bir şey anlamadığını fark eden Alicia kaşlarını kırıştırırken konuşmuştu.
“Sia’nın ruh tekniği, ‘Özyıkım Boşluğu’, kimin üzerinde kullanılırsa o kişinin tüm özgüvenini ve hayat isteğini kırmaya çalışır. Bu kızın savaş gücü yüksek olabilir ancak genç yaşına bakılırsa tecrübelerinin az olduğu söylenebilir. Sia’nın karşısında böyle hedefler kolay lokmalardır.”
Alicia, Sia’nın Amelia’ya yavaş adımlarla yaklaşmasını izlerken bir yandan da soğuk bir gülümseme göstermişti. Sia’nın bu tekniğinin etkisinde olan bir kişi hareket edemezdi. O anda bu küçük kız ölecekti. Bundan emindi.
Bu küçük kızın ilk başta onu rahatsız eden genç adamın grubundan olduğunu biliyordu. Bu yüzden başını kaldırmış ve o adama bakmıştı. Onun sinirli, üzgün veya yıkılmış yüzünü görmeyi gerçekten istiyordu.
Ancak onu şaşırtan bir şekilde, bu genç adamın yüzünde bir gülümseme vardı. Hem de en büyüğünden, en parlağından bir gülümseme. Gözleri arenadaki küçük kızın üzerindeydi ve oldukça… mutlu görünüyordu.
“Bir şeyler yanlış!”
Kendisinin göremediği ancak genç adamın gördüğü şeyin ne olduğunu bulmak için gözlerini yeniden Sia ve küçük kıza çeviren Alicia Sia’nın elinin küçük kızın boynuna uzandığını görmüştü. Ancak o anda, birden küçük kızın gri saçları hafifçe havalanmıştı.
İzleyen herkesi şaşırtan bir şekilde, Amelia’nın saçları hızla ileriye doğru saplanmış ve Sia onlardan zar zor kaçabilmişti. O geriye çekildiğinde ise Amelia’nın vücudu hafifçe yükselmeye başlamıştı. Aynı anda, kapalı olan mor gözleri birden açılmıştı.
“Gerçek? Yalan? Kader bunların ikisinden de oluşur. Bunu biliyorum. Sahip olduğum her şeyi ustama borçluyum. Bu yüzden ona ihanet etmeyeceğim. Bu yüzden ona bağlı kalacağım. Bu benim ölümüm anlamına gelse bile onun onurunu koruyacağım.”
Amelia’nın elleri havaya kalkmış ve kılıçları birden havada süzülmeye başlamışlardı. Mor gözlerindeki göz bebekleri yavaşça yok olmuş ve yalnızca gözün beyazı ile mor irisi bırakmışlardı.
“Ustamın onurunu veya benim onurumu lekelemeye cüret eden herkes yok edilmeli.”
Birden, Amelia’nın iki kılıcı titremiş ve üzerlerinden hafif ışıklar etrafa yayılmıştı. Bu hafif ışıklar yayıldıkları yerde çıktıkları kılıcın figürlerini oluşturuyorlardı ve yeni oluşan kılıçlar da ışıkları yaymaya devam ediyorlardı. Kısa bir süre içerisinde, gökyüzü yüzlerce kılıçla dolmuştu.
“Olamaz…”
Gökyüzüne bakan Sia’nın yüz ifadesi ilk kez değişmişti. Ruh gücü yüksek birisi olarak bu kılıçların ne kadar gerçek olduklarını hissedebiliyordu. Tamamen gerçek olmayan bu kılıçlar bir yandan ona zarar verebilecek kadar gerçekti. İllüzyon ve gerçeğin arasında bir yerde var olmuşlardı ve kesinlikle tehlikelilerdi.
Ama en büyük soru… Rakibi olan küçük kızın nasıl böyle bir teknikte ustalaştığıydı.
“Alacakaranlık Asili, gururlu bir kan soyu. Onu aşağılamak ve özgüvenini kırmaya çalışmak yalnızca öfkesinin patlamasına ve potansiyelinin tamamen kullanılmasına neden olacaktır. Amelia’nın bu tekniği… Yalnızca saf güç ile durdurulabilir.”
Paul gökyüzündeki kılıçlara bir süre baktıktan sonra gözlerini yeniden Amelia’ya çevirmişti. Bu onun öğrencisiydi. Çoktan bir uzmanın gücüne sahipti ve sadakati de az önce söylediği sözlerden zaten belliydi. Öğrencisinin bu gücü Paul’ün gururunu okşuyordu.
“Göster onlara, Amelia.”
Paul’ün hafif sesi Amelia’ya ulaşamamış olsa da Amelia onun sözleri bittikten hemen sonra kılıçları kontrol etmeye başlamıştı. O anda zihni yarı açık bir durumdaydı ve içgüdü olarak Sınırsız Cennet Formasyonlarından birini, 100 Kılıç Formasyonunu kullanmıştı.
Ancak tek hedefi Sia değildi. Aynı anda tüm Işık Grubu savaşçılarıydı. Kılıçlar kendi hedeflerini seçip ilerlerken alev ve buzun karşıt güçleri arenayı kaosa boğmuştu.
Ve yalnızca birkaç saniye içerisinde, kılıçlar kaybolup Amelia’nın uçan vücudu yere baygın bir şekilde inerken Işık Grubundan katılan kişilerin vücutları belirmişti. Hiçbiri en ufak bir hayat belirtisi bile göstermiyordu. Hepsi Amelia’nın saldırısı tarafından öldürülmüştü!
YN: Tüm savaşı birlikte atıcaktım ama bu savaş önemli göründüğü için ayrı atmaya karar verdim :D
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..