454.Bölüm – Gizli Bölüm! (2)
“Hey Allatra! Neden dalıp gidiyorsun?”
Omzuna hafifçe vuran bir adamın sesiyle birlikte uzun kızıl saçlara sahip olan Allatra birden kendisine gelmiş ve karşısındaki adama bakmıştı. Etrafında güvenilir dostlarını toplamış olan bu adam o anda bir uzay kırığının önünde duruyordu. Yüzünde büyükçe bir gülümseme vardı ve bu Allatra’nın da istemsizce gülümsemesine neden oluyordu.
“Bir şey yok. Cain, bu seferde dikkatli ol tamam mı? İçimde kötü bir his var.”
“Sıkıntı yapma, sıkıntı yapma. Grubumuz yeterince güçlü ve canlı tamam mı? Bak, Spadia o kadar heyecanlı ki kılıcını çoktan çekti.”
Cain yakındaki Spadia’yı gösterirken güldüğünde etraftaki diğerleri de gülmüş ve Spadia hafifçe utanmış bir şekilde Bin Şeytan Kılıcını kınına geri sokmuştu. Ardından, gözleri Allatra ve Cain’in üzerine düşmüştü.
“Ama Allatra, neden sen de bize katılmıyorsun? Patron seninle birlikte dövüşürken gaza geliyor, biliyorsun. Seferi hızlandırabilirdik.”
“Birinin burada kalıp bu yeri koruması gerekiyor Spadia. Ve emin ol saldırmak konusunda sizlere güvensem de konu bir şeyi korumaya gelince pek güvenmiyorum. Fazla tez canlısınız.”
Allatra’nın sözlerine oradaki kimse karşı çıkmamıştı. Hatta büyük bir kahkaha dalgası anında çınlamıştı. Ardından, Cain Allatra’nın omzuna bir kez daha hafifçe vurmuştu.
“Geri gelirken sana iyi bir şeyler getireceğim. Zevklerine uyacak bir insan prensesine ne dersin?”
“Kaybol.”
Cain ve Allatra biraz daha şakalaşarak gülüştükten sonra Cain etrafındaki adamları ile birlikte uzay kırığına bir adım atmış ve ortadan kaybolmuştu. Allatra ise derince iç çektikten sonra birden sırtında beliren kanatlarını açmış ve onları güçlü bir şekilde çırparak uçmaya başlamıştı.
Allatra gökyüzünde süzülürken yedi köşeli yıldız işaretleri ile süslenen gözleri etrafı süzüyorlardı. Biraz garip hissettiğinden bu dünyayı gezmeyi düşünmüştü.
Küçük Dünya, Vals. Cain’in miras alanı olan Abyss için bir giriş bırakacağı bir dünyaydı. Bu yüzden bir süre boyunca korunması gerekiyordu. Allatra Habis Lord’ların güçlerine güvense bile konu bir dünyayı korumaya geldiğinde onların ne kadar iyi bir iş çıkarabileceğinden emin değildi. Bu nedenle dünyayı giriş tamamlanana kadar kendisi korumayı seçmişti.
“Bu küçük dünyada ne buluyor anlamıyorum. Buradan çıkan bir varisin ölümlülükten kurtulması için yüzyıllar geçmesi gerekmez mi? Neden Cain her zaman küçük dünyalarda kalmayı tercih ediyor?”
Allatra bir yandan kendi kendine mırıldanırken bir yandan da dünyayı gezmeye devam ediyordu. Onun seviyesindeki birisi için bir küçük dünyayı tamamen gezmek için birkaç saniye yeterliydi. Eğer inceleyerek gezmek istiyorsa bunun için yalnızca birkaç dakika gerekecekti.
Allatra rahat bir şekilde dolaşmış ve bazı yerleri birden fazla kez dolaşmıştı. Bazen ölümlülerin krallıklarının göklerinde gizlice durmuş ve onların hayatlarını izlemişti. Ölümlülerin çabalarını, amaçları için verdikleri mücadeleleri görmek bazen ona hafif bir arzu veriyordu.
O bir Kan Kanatlı Anka’ydı. Daha doğrusu son Kan Kanatlı Anka’ydı. Bilinci oluştuğunda çoktan ölümlülük sınırını aşmıştı yani ölümlülerin çabalarını yaşamış olsa da bunları hatırlamıyordu. Ama bu onları küçük gördüğü veya göreceği anlamına gelmiyordu. Allatra’ya göre ölümlülerin hayatı birçok şeyin kavranabileceği kaçırılmaması gereken bir süreçti.
O sırada, krallıklardan birinin sarayını izliyordu. Saray neredeyse en fazla planın kurulduğu yerdi ve ölümlülerin saf güç yerine stratejiler ile rakiplerini yenmeleri ona eğlenceli geliyordu. Birçok kişinin hayatı söz konusuyken onun bunu bir eğlence olarak görmesi başkalarına garip gelebilirdi ama kendisi bunu hiç garip bulmuyordu. Ölen ölüyordu, yaşayan yaşıyordu. O ise yalnızca kendi yanından biraz eğleniyordu. Bunun kimseye bir zararı yoktu.
Ancak o sırada, yaklaşan bir tehlikeyi hissetmiş ve bir anda yana kaçınmıştı. Aynı anda, beyaz bir alev topu kaçındığı yerden hızla ilerlemiş ve onun az önce izlediği sarayı alevlere vermişti. İçerisindeki tüm canlılar anında yanıp kül olmuşlardı.
“Kim?”
Allatra’nın kaşları çatılırken arkasını dönmüş ve ellerinde kan kızılı alevler belirmişti. O saldırı kendisine yapılmıştı ve vücudu bu saldırıyı karşılayabilecek kadar güçlü olsa da bu hasar almayacağı anlamına gelmezdi. O alev topu Allatra’yı öldürme amacı ile atılmıştı.
“Son Kan Kanatlı Anka, Allatra. Habis Tanrı Cain’in bir yoldaşı. Ne yazık ki, Habis Tanrı şimdi burada değil ve senin ölüm vaktin artık geldi.”
Saldırıyı yapan kişi, saf beyaz renkli bir anka kuşunu süren bir adamdı. Uzun sarı saçlara sahip olan bu adamın sağ elinde bir mızrak vardı ve vücudu gümüş renkli bir zırh ile kaplıydı. Ancak Allatra’nın ilgisini ilk çeken şey bu adam değil, onun bineği olan Anka kuşuydu.
“Saf Beyaz Anka Irkı… Kendi soyundan olmayan birine itaat edecek kadar düştüğüne göre artık kurtuluş seçeneğiniz yok ha?”
Allatra’nın sözleri anka kuşunun zihnine epey zarar vermişti. Ancak anka kuşu anında kendine gelmiş ve küçük gören gözlerini Allatra’ya dikmişti.
“Yalnızca soyun yüzünden tüm ankaların kralı olabileceğini düşünmen bir hataydı, Allatra! Konseyin düşmanı olan Habis Tanrı’ya sırtını dayayarak güçlü bir kişi olabileceğini düşündün! Sana söyleyeyim, o adam ölecek. Hem de en acılı yöntemlerle. Ve sen onun astlarından biri olarak tarihe bile kaydedilmeyen bir çöp parçası olacaksın. Aynı o piç ku-”
Anka kuşu sözlerine devam edemeden önce, Allatra’nın figürü birden onun önünde belirmişti. Tek eli havada olan Allatra’nın havadaki eli kan kızılı alevlerle kaplıydı ve bunu gören anka kuşu kaçmaya çalışırken sırtındaki adam anında havalanmıştı.
“Dostumla asla dalga geçemezsin seni hain küçük o*ospu evladı.”
Booom!!!
Allatra’nın eli hızla aşağıya indiğinde güçlü bir patlama sesi duyulmuş ve beyaz anka kuşu birden yere gömülmüştü. Etrafında büyük bir krater oluşturan anka kuşunun hasar aldığı yer tam olarak başının üzeriydi ve gurur duyduğu taç tüyleri de kan kızılı alevler yüzünden tamamen yanıp kül olmuşlardı.
“Seni o-”
Anka kuşu kalkıp saldırmak istese de o anda gökyüzündeki Allatra’nın çevresinde oluşan onlarca alev topunu görmüş ve sözlerini yutmuştu. Aynı anda, Allatra soğuk bir gülümseme göstermiş ve tüm alev topları birden aşağıya doğru fırlamışlardı.
“Efendim! Kurtarın beni!”
Anka kuşu korkuyla çığlık attığında az önce kaçan gümüş zırhlı adam birden onun önünde belirmiş ve mızrağını hızla çevirmeye başlamıştı. Işıktan bir bariyer mızrağın dönüşüyle ortaya çıkarken cehennem alevlerinden oluşan toplar bu bariyere çarpmaya başlamışlardı.
Bariyer tamamen kırılmasa da her cehennem alevi topuyla biraz daha hasar alıyordu ve aşınıyordu. Gümüş zırhlı adam bunun farkındaydı. Bu nedenle bir süre sonra defansı kesip hızla Allatra’ya doğru uçmaya başlamıştı.
“Oh? Benimle dövüşecek misin? Gel bakalım!”
Allatra’nın aurası etraftaki her şeye bir baskı uygularken bariyeriyle birlikte uçmaya devam eden gümüş zırhlı adam hızla ona yaklaşıyordu. Allatra’nın elleri çoktan alevlerle kaplanmışlardı ve düşmanının ona yaklaşmasını bekliyordu.
“Geber!”
Allatra hızla saldırdığında bir geri sekme bekliyordu. Sonuçta düşman onu öldürmek için gönderilmişti ve o kadar zayıf olmamalıydı. Bu yüzden saldırısı kolayca rakibinin vücudunu delip geçtiğinde gerçekten şaşırmıştı.
Ancak sonraki anda, rakibi birden ona sertçe sarılmıştı ve içindeki öz akışı değişmeye başlamıştı. Bunu hisseden Allatra ne olduğunu anlamış ve gözleri büyümüştü.
“Yüce Baş Tanrı için…”
Gümüş zırhlı adam büyükçe bir gülümseme gösterirken boş gözlerinden yaşlar akmıştı. Allatra o anda anlamıştı. Bu adam kontrol ediliyordu ve yalnızca bir intihar bombacısıydı. Allatra ile birlikte ölmesi için gönderilmişti ve o anda Ruh Kalbini patlatıyordu!
“Ne yapabilirim… ne yapabilirim…”
Allatra kaçamayacağını biliyordu. Ölümü yolculuğuna başladığı andan itibaren kabul ettiği için bu korkutucu bir şey değildi ancak Kan Kanatlı Anka kan soyunun bu gerçeklikten kaybolmasını istemiyordu. Eğer bu olursa Saf Beyaz Anka soyu en güçlü anka soyu kalırdı ve hain bir ırkın bunu yapmasına izin vermeyecekti.
“…Kanı ve özü tek bir yerde topla ve sıkıştır. Ruh Kalbini bir mana çekirdeğine indirge ve bu çekirdeği bir saraya dönüştür.”
Allatra hatırladığı son tekniği kullanmıştı. Bir kişinin ruh kalbini Ruh Sarayına dönüştürebileceği bu teknikle ancak bir miras bırakabilirdi. Ancak bu şekilde bir başka Kan Kanatlı Anka ortaya çıkabilirdi.
“Oraya evrimlerin yazıtlarını bırak. Ruhumun bir parçasını, bir miktar mana özünü ve gelişmeye işe yarayacak ne varsa onu. Bırak gitsin!”
Allatra ona sarılan düşmanının yavaşça patlamaya hazır bir duruma geçtiğini fark ettiğinde ruh sarayının son detaylarını bitirmiş ve sertçe kan kusarak sarayı vücudundan uzaklaştırmıştı. Aynı anda tüm gücünü kaybetmişti, ancak düşmanı bunu umursamıyor gibi görünüyordu.
“Boooom!!!”
Tek bir patlama ile devasa bir alan kaplanırken daha önceden kurtulan anka kuşu da tamamen yok olmuştu. Bu patlamanın üzerine Allatra’nın kalıntıları bulunamayacak, bölgedeki mana akışı gittikçe daha da kaotik bir duruma düşecekti. İleriki zamanlarda, bu yer insanların kullanacağı bir sürgün alanına dönüşecekti…
[Bölüm Adı]: Bir Efsanenin Ölümü, Bir Efsanenin Doğuşu (2)
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..