[YN]: Bu bölümü serinin ilk bölümlerinden beri okuyup destekleyen, onun deyişiyle 'geleceğe yatırım yapan' eski Sado yeni Polymath'e ithaf ediyorum.
460.Bölüm – Şeytan Irkı İle Karşılaşma
Kızıl çimlerin ve kızıl yapraklı ağaçların kapladığı bir alanda, havada açılan bir kırıktan Paul’ün figürü yavaşça çıkmıştı. Bu sefer kırığı kendisi açtığı için gökyüzünden birden fırlatılmamıştı ve daha rahat bir iniş yapmıştı.
Bu yerin Araf olduğunu biliyordu. Üstün bir dünyaydı ve Yükselenlerin daha sık olduğu bir yerdi. Bir İmparator seviyeli bu yerde ortalama bir kişi sayılırdı. Gerçi Paul’ün o anki gücü Yükselenleri ezebilecek kadar yüksek olduğundan bu onun için geçerli değildi.
“Hmm… mana akışı gerçekten de normalden değişik.”
Küçük ve Büyük dünyalarda Işık ve Karanlık manasını kullanan kişiler oldukça nadirlerdi ve dünyada yalnızca özel bölgelerde bu iki mana bulunurdu. Ancak Araf’ta bu iki mana oldukça normal bir şekilde havadaki diğer manalar ile akıyorlardı. Elbette bunun etkisi belliydi. Araf en kaotik dünyalardan biri olarak nam salmıştı.
“Şimdi nereye gitmem gerekiyor?”
Paul Kutsal Elemental Pusulasını çıkarırken hafifçe mırıldanmıştı. İlk hedefi Alevin Kutsal Fiziğiydi ve bunun için Alevin Elementali Cerbera’yı bulması gerekiyordu. Kutsal Elemental Pusulası ona kesin bir yer göstermediğinden biraz şansa ihtiyacı olacaktı.
“Biraz daha düzgün dursam iyi olacak.”
Paul gözlerindeki yıldızların kaybolmasını sağlamış ve aurasını dizginlemişti. Kendisini eskisi kadar sınırlamayı veya işini saklanarak bitirmeyi düşünmüyordu ancak gereksiz dikkat çekmeye gerek yoktu. Kan Kanatlı Anka soyunu bir süre saklayacaktı ancak diğer şeyleri saklamaya ihtiyacı yoktu.
“Pusula bu tarafı gösteriyor. Bir süre uçup bir yerleşim yeri arayabilirim sanırım. Elementaller genelde halk arasında hikayelerin dağılmasına yol açıyor.”
Paul Işığın Kutsal Elementalinin yaptığı ufak bir hata sonucunda iki karşıt dinin oluştuğunu hâlâ hatırlıyordu. Eğer Cerbera da kendisini geçmişte göstermişse o zaman onun hikayeleri yayılmış olmalıydı. Bu işini epey kolaylaştırırdı.
Pusulayı boyutuna depoladıktan sonra ayakları anında yerden yükselen Paul gökyüzünde hızla hareket etmeye başlarken bir farklılığı hissetmişti. Etrafındaki mana ve yasa enerjisi o kadar yoğundu ki uçarken normal dünyalardan daha fazla sıkıntı çekiyordu. Bu uçuşunu engellemiyor veya hızını azaltmıyordu ancak garip bir his olduğu söylenebilirdi. Alışması gerekecekti.
“Burayı sevmediğim söylenemez… Karanlık mana ve ışık manasını da sürekli hissetmek pek fena bir his değil. Oh, o da ne?”
Gözleri bir kez daha gelişen Paul kendi kendine mırıldanırken ondan oldukça uzak sayılabilecek bir mesafedeki bir bölgeye kilitlenmişti. Hızı anında artarken olduğu yerden o bölgede yaşayanları incelemeye başlamıştı.
Bu bölge bir madene benziyordu ve ‘yaşayanlar’ aslında boyunlarında siyah metalden boyunluklar olan kölelerdi. Vücutlarında herhangi bir ek parça olmayan bu köleler insanlardı ve ellerindeki kazmalarla etraftaki taşları kazıp duruyorlardı. Etrafta herhangi bir maden cevheri görünmediğinden Paul bu yerin nasıl bir maden olduğunu gerçekten merak ediyordu.
“Çalışmaya devam edin! Eğer siz aptallardan birisi ufacık da olsa bir cevher çıkarabilirse o zaman köleliğiniz sona erecek, bunu unutmayın! Devam! Devam!”
Konuşan kişi madenin dışındaki bir sandalyede oturan bir adamdı. Yanındaki masanın üzerindeki içeceğinden arada birer yudum alan bu adamın arkasında ona gölgenin gelmemesi için bir şemsiye tutan zırhlı bir asker vardı.
Oturan adamın derisi hafifçe koyu bir tona sahipti. Saçları beyazdı ve gözleri de mordu. Genç görünüyordu ve gelişimi İmparator seviyedeydi. Yani Araf’ta güçlü biri sayılmasa da bir bölgeyi yönetme hakkı vardı.
“Yine de, ilk karşılaştığım şey insanları köleleştiren bir şeytan ha? Her neyse. Sanırım ona bir şeyler sorabilirim.”
İnsanların köleleştirilmesi Paul’ü rahatsız etmiyordu. Bu kişiler normal insanlardı ve güçsüz olanların köle olması Büyük Dünyalarda bile normal bir durumken en kaotik Üstün Dünyalardan biri olan Araf’ta bunun farklı olması imkansızdı.
“Booom!”
“Ah, siktir.”
Uçuş hızı yavaş yavaş artan Paul fark etmeden belirli bir hızı aştığı için güçlü bir ses patlaması gerçekleşmiş ve rahatça oturan şeytan birden panikleyerek oturduğu yerden kalkmıştı. Paul ise anında yavaşlayarak madenin önündeki alana iniş yapmıştı. Harika, şimdi saldırı yapmadığına dair bu şeytanı kendisine inandırması gerekecekti.
“Sen de kimsin?”
Şeytan sakince sorsa da yüzünde ciddi bir ifade vardı ve Paul onun kıyafetinin kolunun içindeki bıçağı kullanmaya hazır olduğunu fark etmişti. Bunun yüzünden derince nefes aldıktan sonra hafifçe gülümsemiş ve ellerini yavaşça havaya kaldırırken konuşmuştu.
“Bir sıkıntı yok. Dövüşmeye gelmedim. Az önceki patlama bir ses patlamasıydı. Ses hızını aşınca oluşuyor.”
Bu inanılabilir bir durumdu çünkü bir imparatorun uçuş hızı ses hızını kolayca aşabilirdi. Çoğu imparator ses patlaması sıkıntı çıkardığından bunu yapmayı tercih etmese de hızlı hareket etmek isteyenler direkt olarak bu hızı aşarak ilerleyebilirlerdi.
“Oh, demek öyleydi. Pekâlâ, bu yine de Aridia Ailesinin sınırlarını aştığın gerçeğini değiştirmiyor. Bu maden ailemizin özel mülküdür ve yakınındaki bölgeye giriş yasaktır. Nasıl girdin?”
Genç şeytan gözlerini kısarken Paul’ü iyice süzmüştü. Bu adam bir insana benzese de hafifçe sızan aurasından bir insan olmadığını anlayabiliyordu. Aynı zamanda bir İmparator seviyeli uzmandı ve gücü kesinlikle kendisininkinden yüksekti. Yani onunla konuşurken dikkatli olması gerektiğini biliyordu.
Sınırları koruyan kişiler genelde Aziz seviyeli daha genç kişiler olurlardı. Eğer bu adam onları zorla geçmek isterse bunu kolayca yapabilirdi ancak bu onun sınırları zorladığı ve Aridia Ailesinin bir düşmanı olduğu anlamına gelirdi. Eğer bu şekilde içeriye girdiyse o zaman direkt olarak aileye haber vermesi gerekecekti.
“Uzay Geçidinden yeni çıktım ve kızıl bir ormanda belirdim. O bölge buraya oldukça yakın yani büyük ihtimalle sınırların içerisinde. Nerede olduğumu bilmiyorum. Yardım istemek için buraya gelmiştim.”
Ellerini indiren Paul bir yandan açıklamaya devam edince şeytan en sonunda derin bir nefes almıştı. Uzay Tanrıçasının Geçidinde genelde nereye çıktığın belirsiz olurdu ve belirli olanlardan geçmek için en azından Yükselen seviyesinde olmak gerekirdi. Bu adam yalan söylemiyor gibi görünüyordu bu yüzden kolunun içindeki bıçağı bırakmış ve en sonunda rahat bir gülümseme takınmıştı.
“O halde bir sıkıntı yok. Lütfen gel ve bana bir içecekte katıl. Ondan sonra sana gideceğin yer hakkında biraz yardım edebilirim. Araf’ta yeni birileri her zaman iyidir.”
Genç şeytan sandalyesine geri otururken elini savurmuş ve bir başka sandalye anında masanın yanında belirmişti. Aynı anda şemsiye taşıyan bir asker ve bir şişe içeceği masaya bırakan bir hizmetçi de belirmişti.
O yerden yaklaşık 50 metre kadar uzakta olan Paul hafifçe gülümsedikten sonra ileriye doğru bir adım atmış ve birden sandalyenin yanında belirmişti. Bu şemsiyeyle bekleyen askeri şok etse de genç şeytan o kadar şaşırmamıştı. Uzay teknikleri üzerinde çalışan birisi 50 metrelik bir boşluğu kolayca aşabilirdi. Önemli olan uzay katmanlarını dalgalandırmadan bunu yapmaktı.
Kendisi uzay teknikleri hakkında herhangi bir şey bilmediğinden katmanları hissedemese de Paul’ün yaş olarak o kadar büyük olmadığını hissedebiliyordu. Büyük ihtimalle kendisinden bile gençti. Yani uzay katmanları az önceki o harekette epey dalgalanmış olmalıydı. Eğer bu harekette uzay katmanlarının en ufak bir hareket bile göstermediğini bilseydi kesinlikle şok olurdu.
Paul sandalyeye oturup içecekten rahatça hafif bir yudum alırken genç şeytanın kaşları hafifçe kalkmış ve içten içe Paul’ü onaylamıştı. Bir başkasının sunduğu içeceği kontrol etmeden içmek karşı tarafa güvenildiğini gösterirdi. Sonuçta Araf’ta tatsız ve kokusuz onlarca zehir vardı. Paul’ün içeceği direkt olarak içmesi genç şeytanın ona biraz daha yakın hissetmesine neden olmuştu.
“Eh, benim adım Wayne. Wayne Aridia. Senin adını alabilecek miyim?”
Genç şeytan Wayne içeceğini masaya koyup kendisini tanıttığında Paul sonunda düzgün bir konuşma başlatabileceğini anlamıştı. O da elindeki içecekten bir yudum daha alıp bardağı masaya geri koymuş ve hafifçe gülümseyerek cevap vermişti.
“Adım Paul Shane Veussia. Direkt Paul diyebilirsin. Tanıştığıma memnun oldum, Wayne.”
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..