488.Bölüm – Suyun Kutsal Elementali
Sarayın içi oldukça belli bir şekilde değişmişti. Önceden olan parçalardan yalnızca kan kızılı taht kalmıştı ve bu sefer taht odasının en arkasında bulunmak yerine odanın merkezinde duruyordu. Tahttan yaklaşık beş metre kadar yüksekte ise çember bir kapak vardı. Bu kapağın direkt olarak merkezde bulunan kuleye açıldığı kolayca belli oluyordu.
Bunun dışında, sarayın zemini parlak siyah bir renge bürünmüştü. Paul dokunduğunda zeminin oldukça soğuk olduğunu hissedebilmişti. Aynı zamanda, bazı bölgelerde parlayan semboller vardı.
Zemini tamamen gözden geçiren Paul bu sembolleri bir süre incelemişti. Zor görülen siyah renkli kendini yiyen yılan sembolü dışında diğer semboller oldukça kolay görülüyorlardı.
Kırmızı bir göz sembolü, beyaz bir göz sembolü, turkuaz renkli bir flüt sembolü, gümüş renkli bir kılıç sembolü, altı renkli bir küre sembolü, yeşil ve kırmızı renkli bir insan sembolü ve mor renkli kırık bir duvar sembolü zeminde görülüyorlardı ve Paul tahta oturduğunda hepsini hissedebiliyordu.
Bu semboller onun kavradığı Ruh Özlerini temsil ediyorlardı. Kendini yiyen yılan Gerçek Zıtlık Ruh Özünü, kırmızı ile beyaz göz sembolleri Cinnet ile Sükûneti, turkuaz renkli flüt Cennete Hükmeden Melodi’yi, gümüş kılıç Varlığa Hükmü, altı renkli küre Altı Element Ruh Özünü, insan sembolü Mutlak Döngüyü ve kırık duvar Engelsizlik ruh özünü gösteriyordu. Parlaklıkları ise kavrama miktarını gösteriyordu. O anda en az parlayanı zor görülen kendini yiyen yılan sembolüydü.
Bu normaldi. Gerçek Zıtlık en garip ve kavraması en zor olan ruh özlerindendi ve Paul’ün fazla kullandığı da söylenemezdi. Bu nedenle en az kavranan ruh özü oydu.
“Bu diğerlerinden daha işe yarar sanırım. Düşük sayılabilecek bir enerji havuzu veya hiç kullanmadığım bir dövüş alanı yerine kendi gücümü görebileceğim bir yeri tercih ederim.”
Bazen, bir kişinin kendi hisleri kendisini incelemeye yetmezdi. Bu Paul için geçerliydi. Ruh Özlerini yalnızca güçlerine göre sıralıyordu ve hangisini daha fazla kavradığını hiç bilmiyordu. Ancak şimdi öğrenmişti. Bu önceki mana havuzundan ve hiç kullanmadığı kuklalardan daha işe yarardı.
Bir süre tahtta oturup hisse alıştıktan sonra ayağa kalkıp yükselen Paul tavandaki kapağı birden açmış ve içeriye girmişti. Bu ana kulenin iç kısmı tamamen boştu ve iç duvarlarda içlerinde alevler akan çizgiler çekilmişti. Farklı renklerde olan alevler kulenin içine oldukça hoş bir hava katıyorlardı.
“Güzel…”
Bu manzarayı birkaç dakika boyunca izledikten sonra başını sallayan Paul ruh sarayından direkt olarak ayrılmıştı. Solom oluştuğunda ve sarayı değiştiğinde gücü bir miktar artmıştı ancak Altı Element Kutsal Fiziğini hâlâ unutmamıştı. Hâlâ gidip Suyun Kutsal Fiziğini ele geçirmesi gerektiğini de biliyordu.
Gerçek dünyaya geri döndükten sonra açtığı mağaradan çıkmış, hızla Kalyan Kanyonunun derinlerine dalmıştı. Sahip olduğu hızla bu dünyanın sakinlerine oldukça uzun gelen bu derinlik yalnızca saniyeler içinde aşılmıştı.
“Ragdalyan Yarığı… İşte buradasın.”
Kalyan Kanyonunun en derin kısmında, okyanusun en derin kısmına inen Ragdalyan Yarığı. Deniz insanlarının sözlerine göre buraya inip geri çıkanların hiçbiri içeride olanları hatırlamıyorlardı. Anıları silebilmek veya değiştirmek için ya Sembolizm kullanılmalıydı ya da oldukça güçlü ruhani teknikler kullanılmalıydı. Paul sembolleri kullanarak bunu yapabilecek güce sahipti ama ruhu yeterince güçlü değildi. Yani Ragdalyan Yarığında ondan çok daha güçlü bir varlık bulunmalıydı. Konu küçük bir dünya olduğu için aklına gelen tek şey Suyun Kutsal Elementali Vielis’ti.
Woosh!
Paul hızla derine dalıp Ragdalyan Yarığının sisten duvarını aşmıştı. Yarığın içi ise onun bir anlığına duraksamasına neden olmuştu.
Kalyan Kanyonunun iç kısmı okyanusun derinlerinin çoğunu oluşturan sert kayalardan ve bazı minerallerden oluşuyordu. Ancak Ragdalyan Yarığının içi tamamen buzdan duvarlara sahipti ve duvarların bazı yerlerinden mavi renkli laleler çıkıyordu.
“İsteğin nedir?”
Bir anda, sakin bir adamın sesi tüm yarıkta yankılanmış ve Paul’ün vücudunun hafifçe titremesine neden olmuştu. Ses kaba veya fazla gürültülü değildi ancak tüm ruhunu titretecek kadar güçlüydü. Bu his Paul’ün aşağıya garip bir şekilde bakmasına neden olmuştu.
“Para mı? Güç mü? Ekipman mı? Buraya neden geldin?”
Ses yeniden yankılandığında Paul derin bir nefes almıştı. Bu sesin Suyun Kutsal Elementaline ait olduğundan neredeyse emindi ve nasıl cevap vereceğini de oldukça iyi biliyordu.
“Suyun Kutsal Fiziğini istiyorum.”
Paul konuştuktan sonra birkaç dakika boyunca yarıktaki tüm ses kaybolmuştu. Bu sessizlik onu gerdiği için Paul de herhangi bir ses çıkarmamış ve gelecek sesi beklemeye karar vermişti. Aldığı cevap ise yüzünün birden düşmesine neden olmuştu.
“Suyun Kutsal Elementalinin ana vücudu şu anda uyuyor.”
Gerçekten de Suyun Kutsal Elementalinin uyuduğu bir zamana denk gelmişti. Bundan daha şanssız olabilir miydi? Tek eliyle gözlerini ovuşturan Paul başını iki yana salladıktan sonra düşünmeye başlamıştı.
Suyun Kutsal Fiziğini almadan gidemezdi. Vielis’in ne kadar daha uyuyacağını bilmiyordu ve Rüzgarın Kutsal Fiziğini alsa bile beklemesi gerekecekti. Bunu yapamazdı çünkü Altı Element Kutsal Fiziği olmadan Yükselen seviyesine geçemezdi ve zamanla tehlike daha da artacaktı.
Hayatta kalmak istiyorsa Vielis’i uyandırmanın bir yolunu bulmak zorundaydı. Bu nedenle olduğu yerde bağdaş kurmuş ve suyla dolu olan yarığın içinde düşünmeye başlamıştı.
Vielis’e saldırmak kesinlikle işe yaramayacaktı. Sonuç olarak Vielis uyansa da kullandığı vahşi yol yüzünden ona fiziği vermeyebilirdi. Hem, Vielis’in vücudunda onu uyandıracak kadar bir yara bırakabileceğini de düşünmüyordu.
Eğer onu uyandırmak istiyorsa o zaman en azından bir başka kutsal elementalin gücüne ihtiyacı vardı… İşte bu!
Birden gözleri parıldayan Paul olduğu yerden kalkmış ve yüksek bir sesle konuşmuştu.
“Suyun Kutsal Elementalinin ana vücuduna gitmek istiyorum!”
Yine birkaç dakikalık sessizlik oluşmuş, daha sonrasında Paul’ün vücudu birden gizemli bir güç tarafından yarığın en derin kısmına çekilmişti. Orada görünmez bir bariyer aşıldıktan sonra ise Paul devasa bir balinanın karşısında belirmişti.
Bu balina o anda mavi lalelerden oluşan bir çiçek yatağının birkaç metre üzerinde yüzerken uyuyordu. Paul’ün bu devasa vücudu tamamen süzmek için neredeyse tam bir dakikasını kullanması gerekmişti ve en sonunda gözlerinin oldukça sıkıca kapalı olduğunu görebilmişti. Paul’ün basit gücü ile uyandırılması imkânsızdı.
“Kara Büyücünün Cehennemi.”
Paul’ün ruh gücü hızla hareketlenmiş ve kendi kendisini ruh tekniğinin alanına almıştı. Vielis’i oraya sokması imkânsızdı ancak içeriye girdikten sonra onu çağırırsa o zaman Vielis’in zihni de Kara Büyücünün Cehennemine bağlanacaktı.
Paul tekniği kullandıktan birkaç dakika sonra kırmızı sis inmiş ve beş figür belirmişti. Bu figürlerden birisi bu yerde bile uyumaya devam eden Vielis’ken diğer dört figür Paul’ün karşılaştığı elementallere aitlerdi.
“Yeniden buradayım demek… Hm? Vielis değil mi bu?”
“Gerçekten o. Uykuya dalmış gibi görünüyor. Kryiop, ‘yeniden’ dediğine göre buraya daha önce geldin mi?”
Kryiop ve Iosium aralarında konuşmaya başlarlarken Terravan ve Cerbera yalnızca Paul’e bakmış ve bir açıklama beklemişlerdi. Kısa bir süre sonra Kryiop ve Iosium’un gözleri de ona dönmüştü ve Paul hafif bir baskı hissetse de ağzını açıp konuşmuştu.
“Sizi çağırma nedenim şu anda Suyun Kutsal Fiziğini ele geçirmemin gerekmesi ve Suyun Kutsal Elementalini uyandıracak güce sahip değilim. Eğer birisi varsa bunun siz olacağını düşündüm.”
“Doğru düşünmüşsün, çekil bakalım.”
Paul sözünü bitirdiği anda Cerbera birden ileriye çıkmış ve onu bir kenara itmişti. Alev ve Su birbirlerine zıt olan elementlerdi ve Cerbera ile Vielis düşman olmasalar da araları muhteşem değildi. Kryiop ve Iosium’un aksine ilişkileri barışçıl değildi ve Cerbera bulduğu her şansta Vielis’i biraz rahatsız etmeyi severdi.
Bu koca balinayı uyandırmak için bir sebep bulmuşken elbette bu şansı başkalarına bırakmayacaktı.
“Hoo… Vielis!”
Cerbera’nın üç başı derin nefesler aldıktan sonra birden üçü de gökyüzüne doğru bakmış ve üçü de Vielis’in adını bağırmışlardı. Kara Büyücünün Cehennemi ve Paul’ün ruhu hafifçe titredikten sonra ise Vielis birden gözlerini açmıştı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..