499.Bölüm – Koca Bir Yıl Sonra…
“Hâlâ herhangi bir ses yok mu?”
“Hayır, efendim.”
Beyaz bir odanın içerisinde oturup elindeki fincandan çayını yudumlayan Baş Tanrı bu soruyu sorduğunda astı ona direkt bir cevap vermiş, ardından açıklamaya devam etmişti.
“Son zamanlarda Kara Büyücü’nün astlarının ve öğrencisinin geliştiğini biliyoruz ancak kendisinden uzun bir süredir haber alınamadı. En son gelen haber 11 ay önce ortaya çıkıp astlarının ruh kalplerine Habis Lord işaretini vermesiydi…”
Baş Tanrı bu sözleri duyarken kaşlarını çatıyordu. Duyduklarından Kara Büyücü’nün büyük ihtimalle kapalı kapı çalışmasına girdiğini anlayabiliyordu ancak böyle olsa bile evrende onun yerini bilen birisi olmalıydı. Ama bu sefer, kimse nerede olduğunu bulamamıştı.
“Uzay Salonu… Ölüm Bilmeyen Kâhya hâlâ orada, değil mi?”
“Evet efendim. Bilgilerimize göre Kara Büyücü’nün astlarından birini eğitiyor.”
‘Bu bir sıkıntı olacak…’
Baş Tanrı’nın aklından geçen düşünce buydu. Ölüm Bilmeyen Kâhya Vord, önceki jenerasyondan bir karakter olmasının yanında aynı zamanda çok ama çok güçlü bir karakterdi. Yalnızca Büyük Dünya Tanrısı seviyesinde olsa da konseydeki Üstün Dünya Lordları veya İmparatorları onunla dövüşüp kolayca kazanamazlardı.
“Son takımlar…”
“Yok edildi.”
Baş Tanrı sözünü tamamlamasa da astı uzun zamandır ona eşlik ediyordu ve ne soracağını tahmin edebiliyordu. Bu nedenle başını iki yana sallarken direkt olarak cevabını vermişti.
“Ölüm Bilmeyen Kâhya’nın gözetimi altında Kara Büyücü’nün astları tarafından öldürüldüler.”
“…Oraya Küçük Dünya İmparatorlarını gönderdiğimizi sanıyordum.”
“Öyleydi. Ancak Uzay Tanrıçası Silleverde güçlerini mühürledi ve…”
“Hmph.”
Silleverde’nin adı geçtiğinde Baş Tanrı’nın yüzü bir anlığına kararmış ve sonra eski haline geri dönmüştü. Ancak hâlâ biraz öfkeli olduğu belliydi.
“O kadar uzun süre boyunca Uzay Tanrıçaları Konsey’e hizmet etti ve şimdi sırf küçükken biraz Habis Tanrı’yla zaman geçirdiği için taraf değiştiriyor. Gücünün ve yetkisinin nereden geldiğini unutmuş olmalı. Ona iyice hatırlatmamız gerekiyor.”
“Anlaşıldı, efendim. Hemen bir grup hazırlayacağım.”
Baş Tanrı’nın astı anında başını eğerek cevap vermiş ve odadan ayrılmıştı. Baş Tanrı’nın öfkelendiğini gördüğünden grubu buna göre hazırlaması ve kesinlikle Uzay Tanrıçasına bir ders vermesi gerekiyordu.
…
Uzay Salonu, o anda normalde işlediği gibi işlemeye devam ediyordu. Ancak bazı eksikler kolayca belli olabiliyordu. Konseye bağlı olan öğrencilerin sayıları oldukça azalmıştı ve kalanlar da zaten Uzay Salonuna Konsey’den daha çok bağlılardı.
Geçen bir yılda Uzay Salonu kendi tarafını çoktan göstermişti. Paul bu süre boyunca çoğunlukla Yaradan Yetiştirme Zindanında kalsa da arada Uzay Salonuna dönüp ufak değişimler yapıyordu ve dostları bu ufak değişimlerin devamını getiriyordu. Tanrılar ve Yükselenler için kısa sayılabilecek bu 1 yıl içerisinde Kara Büyücü adı birçok dünyaya yayılmaya başlamıştı ve yayılmaya devam da ediyordu.
Bunda özellikle Vord’un ve Silleverde’nin etkisi büyüktü. Silleverde Paul’ün astı olmasa da Konsey’e karşı olan tutumu ile onun dostu olarak yerini göstermişti. Vord ise Paul’ü saygıyla efendim olarak çağıran birisiydi ve elbette astı olduğunu söylemişti. Artık İlk Habis Lord unvanını taşımıyordu çünkü zaman yeni Habis Lordların zamanıydı.
Paul o anda altı Habis Lorda sahipti ve altısının da isimleri yayılmıştı. İlk Habis Lord unvanı artık ‘Cennet Yiyen İmparatoriçe’ lakabını taşıyan Grim’e aitti. Grim bu unvanı Uzay Salonuna gönderilen birlikleri kan soyundan gelen enerjiyle tamamen yok ederek almıştı. İmparatoriçe kısmı ise onun çoğu kişi tarafından Paul’ün kadını olarak görünmesinden geliyordu.
İkinci Habis Lord ‘Mucizeler Perisi’ ismiyle anılan Wulian’dı. Wulian’ın savaş gücü diğerleri kadar yüksek olmasa da iyileştirme yetenekleri oldukça muhteşemdi ve onun sayesinde Uzay Salonundan kişiler hasar alsalar da kısa sürede iyileşebiliyorlardı.
Üçüncü Habis Lord ‘Dünyalar Demircisi’ Aleena’ydı. Aleena Paul’ün yandaşı olan herkesin silahlarını ve ekipmanlarını oluşturan kişiydi ve Vord bile onun demircilik yeteneğini övmüştü. Yazıtlar konusunda da bilgili olduğundan yaptığı silahlar gerçekten de muhteşemlerdi.
Dördüncü Habis Lord ‘Uzay Serserisi’ Shuan’dı. Aleena birçok silah ile ekipman yapsa da elbette bunun için materyallere ihtiyacı vardı ve uzayda istediği gibi hareket edebilen Shuan için materyal toplama işi en kolay kısımdı. Çoğu zaman eşyaları çaldığı yerdeki kişilerle dalga geçip kaçtığı için ona serseri lakabı verilmişti.
Beşinci Habis Lord aslında iki kişiydi ve İnfirmi ile Pisboğaz’dan oluşuyordu. Aslında, Pisboğaz yerine Cain demek daha mantıklı olurdu. Bu isim Pisboğaz biraz daha bilinç kazanıp adının anlamını anlayınca Paul’ün sinirleri bozulana kadar ondan yeni bir isim istemesi ile ortaya çıkmıştı.
Cain ve İnfirmi birlikte ‘Dünya Yiyenler’ olarak biliniyorlardı ve Beşinci Habis Lord kısmını birlikte dolduruyorlardı. Geçen bir yılda saldıranların yaklaşık beşte biri bu ikili tarafından yenmişti ve hangi ırktan olduklarını da hiç umursamamışlardı. Bu düşmanların kalbine elbette korku salıyordu.
Son ve Altıncı Habis Lord ise Paul’ün öğrencisi Amelia’ydı. Diğerlerinin gelişimleri de yükselse de geçen yılda en çok güçlenen kişi Amelia’ydı ve seviyesi çoktan 1.Sema Yükselen seviyesine ulaşmıştı. İmparatordan Yükselen seviyesine geçmek kesinlikle normal değildi ve Amelia’nın genç yaşı düşünüldüğünde bu oldukça şaşırtıcıydı.
Amelia 'İllüzyonlar Prensesi' olarak tanınıyordu. Gelen kişiler arasında 2 ve 3.Semadaki Yükselenler bile onun illüzyonlarından kaçamadıkları için bu adı tamamen hak ediyordu.
Konsey onlarla uğraşacak birilerini yollamadığı sürece bu kişiler zamanlarının çoğunu Uzay Salonunda kendilerini eğiterek geçiriyorlardı. Paul ortadan kaybolmuş olsa da her biri onun eğitimde olduğunu biliyordu ve zamanı geldiğinde kesinlikle öncekinden çok daha güçlü bir şekilde geri dönecekti.
Ve haklılardı. O gün, Paul birden daha önceden yok olduğu koridorda yeniden belirmişti. Hem de vücudundaki kolayca belli olan değişikliklerle birlikte geri dönmüştü.
Öncelikle, saçı o anda salıktı ve herhangi bir şekilde kısaltmadığı için kendisinden bile daha uzundu. Oldukça farklı olan görüntüleri yüzünden uzun saçı gerçekten de ilgi çekici duruyordu. Bunun dışında vücudu da biraz uzamış görünüyordu ancak bu yalnızca bir veya iki santimdi.
Ancak bu bir veya iki santim görmezden gelinemezdi. Çünkü Paul’ün boyu zaten daha önceden 2 metreye yakındı. Şimdi ise 2 metreye ulaşmış görünüyordu.
Üzerindeki kıyafetler değişmişti. Eskiden bir palto giyiyordu ancak o anda içine giydiği siyah gömlek ve pantolon dışında üzerine beyaz işlemeli siyah bir cübbe geçirmişti. Paltoyla karşılaştırıldığında cübbeyi giymek ve çıkarmak daha kolaydı ve biraz daha bol olduğu için aynı şekilde içine bir şey saklamak da daha kolaydı.
En önemli kısmı, artık kıyafetlerini Katliam Manasından oluşturmuyor olmasıydı. Katliam Manasından oluşan kıyafetler normal hazinelerden daha güçlü olsalar da Paul öz enerjisini kullanmaya başladığında öncekinden çok daha güçlü ekipmanlar oluşturabilmeye başlamıştı. O anda üzerinde olan kıyafetler bu güçlü ekipmanlardan sayılırlardı.
“Bu yer oldukça sakinleşmişe benziyor. Yine de her birinin çalıştıklarını görebiliyorum. İyi, kaytarmamışlar.”
Paul kendi kendine hafif bir sesle konuştuktan sonra saçlarını siyah bir bant ile bağlamış ve beline gelecek kadar kısalmasını beklemişti. Bant görevini yaptıktan sonra ise Paul rahat bir şekilde salonun içinde yürümeye başlamıştı.
Uzay Tanrıçasının eğitim yerine o kadar kişi olmasa da yine de Paul ve yandaşları dışında kişiler de vardı ve bunlar güçlü figürlerdi. Ancak o anda Paul onların yanından geçip giderken en ufak bir şey bile hissetmemişlerdi. Bu etki uzun bir zaman önce Velvâat Küçük Dünya Vals’e gelip İmparatorluk Sarayına girdiğinde oradaki hizmetlilerin yaşadığı duruma benziyordu.
O anda, Paul kendisini belli etmek istemediği veya birisi özel olarak onu aramadığı sürece kimse onu fark edemezdi. Paul bu konuda gerçekten de kendisine güveniyordu.
“Geri dönüşünüzü kutlarım, efendim.”
Ancak Vord onunla karşılaştığı anda tek dizinin üzerine çöküp onu selamlamıştı. Gerçi, bu o kadar anlamsız değildi. Vord’un seviyesi düşünüldüğünde Paul’ün onun gözünden kaçamaması yalnızca normal görülebilirdi bu nedenle Paul’ün özgüveni ufak bir darbe bile almamıştı. Aksine, yüzünde büyük bir gülümseme vardı.
“Ayağa kalk, Vord. Bakalım benim Altı Habis Lordum neler yapıyor?”
Paul bu sözleri söylerken yüzünde hafif bir gülümseme vardı. Diğerleri için bir yıl geçse de kendisi için zindanda dört yıl geçmişti ve bu süre boyunca ona eşlik edecek kimse olmamıştı. Yani grubuyla yeniden buluşmayı gerçekten istiyordu.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..