551.Bölüm - Devasa Girdap, Alev ve Buz

avatar
4264 22

Kara Büyücü - 551.Bölüm - Devasa Girdap, Alev ve Buz


551.Bölüm – Devasa Girdap, Alev ve Buz

 

“…Buraya gelmemeliydim.” Büyük Dünya Akra’ya etrafı görme ve bilgileri kaydetme amacı ile 2000 kişilik bir birlikle gönderilen Yüzbaşı Uruk derin nefesler alırken mırıldanmıştı. Vücudunun belli yerlerinde hafif yaralar vardı ancak bu yaralar görülür bir hızla iyileşiyorlardı.

 

“Hey! Onun izlerini buldum! Benimle gelin!”

 

"Siktir!" Fazla uzaktan gelmeyen sesleri duyan Uruk anında koşmaya başlamıştı. Ayaklarındaki botlar normal askeri botlar değillerdi. Özellikle hızını artırabilmek için kullandığı Enerji Botlarıydı. Rütbeli olan askerler genelde bu ekipmanı kullanmazlardı çünkü Umut’un içindeki birçok asker bu botlar hakkında ‘kaçış botları’ diye bahsederdi.

 

Bu botlar oldukça kaba bir yöntemle yapılmışlardı ve bu yüzden içlerindeki enerji yüksek hız verse de manevra kabiliyeti azdı. Yani dövüş içinde kullanılamazdı ve yalnızca kaçmak için kullanılabilirdi. Normalde Uruk da şanını korumak için bu şeyleri kullanmazdı ancak o anda her türlü kullanmak zorunda kalmıştı.

 

“Bu orospu çocukları nasıl bizleri bu kadar kolay öldürebiliyorlar? Bu yere 10 Yüzbaşı gönderildi… 10! Neden beni takip etmekte bu kadar ısrarcılar!?” Uruk sertçe söverken bir yandan da koşmaya devam etmişti. Zırhını önceden çıkardığı ve hızlı olsa da dikkatli olduğu için minimal miktarda iz bırakıyordu ancak peşindekiler yine de onu takip edebiliyorlardı.

 

“Kan Alevi Oku!”

 

“Ah!” Kızıl bir alevden oluşan ok sol ayağının bileğini deldiğinde Uruk acıyla çığlık atmış ve yere düşmüştü. Ardından ayağa kalkıp kaçmaya devam etmek istemişti ama hemen sonrasında gümüş bir mızrak ağaçların arkasından kendisini göstermişti.

 

-Ah!- Bu sefer, Uruk bağıramamıştı. Çünkü boynunu delip geçen mızrak onu yere sabitlemişti ve herhangi bir ses çıkaramıyordu. Ama hayatını da kaybetmemişti çünkü yeteneği bunun üzerineydi. İyileşme bazlı yetenekler o kadar nadir değillerdi ancak kesinlikle değerlilerdi.

 

Ölmese de, Uruk gözlerini kapamış ve ölü taklidi yapmaya başlamıştı. Birkaç saniye sonra ise ağaçların arasından üç genç kişi çıkmıştı. Bu kişilerin ikisi kızdı ve biri erkekti. O anda erkek olan biraz yaklaşmış ve mızrağa ve yerde yatan Uruk’a iyice bakmıştı.

 

“Jessie, mızrağı düzgün fırlattın değil mi? Bu adamın garip yeteneği hayatta kalmasını sağlasa da vücudu aşırı zayıf yani kolayca ölebileceğini düşünüyorum…”

 

“Merak etme Vales, canlı bir tanesi ile ölü bir tanesinin arasındaki değer farkını biliyorum. Bu adamlardan güçlü olanların her birinin başı 10.000 puan değerinde. Canlılar ise 50.000 puan. Bu puanları üçe bölsek bile oldukça iyi bir miktar kazanırız.”

 

-Bunlar ne diyor böyle?- Aslında Uruk bir şeyleri anlayabiliyordu ancak anlamak istemiyordu. Eğer bu adamlardan kasıtları kendisi gibi gönderilen diğer Yüzbaşılar ise… O zaman kendileri yalnızca karşı tarafın adamları için birer av mıydı?

 

“Ha!” Uruk o anda onu ele geçiren korkuyla ne yapacağını bilememiş ve direkt olarak tabancasını çıkarıp ona en yakın olan Vales’e çevirmişti. Ne yazık ki, Vales o anda Jessie ile konuştuğu için gözleri ona dönük olmasa da Vales’e oldukça benzeyen diğer kızın gözleri onun üzerinden bir anlığına bile ayrılmamıştı.

 

Swish! İyileşme yeteneği güçlü olsa da Uruk’un yeteneği o kadar güçlü değildi ve başı koparıldığında iyileşme şansı yoktu. Bu nedenle kızın kılıcı boynunda mızrağın saplandığı yerin yalnızca bir santim arkasından başını kopardığında Uruk’un gözleri kararmış ve bilinci kapanmıştı. Vücudundaki hayat tamamen solmuştu.

 

“…” Vales kılıcına bulaşan kıza bakarken biraz sessiz olmuş ve en sonunda ayağını yere vurmuştu. “Petra! Ne yaptığını sanıyorsun!? Bu adamın hayatı 40.000 puan değerinde! 40.000!!!”

 

Vales’in söylenmelerini dinlerken gözlerini çeviren Petra kılıcıyla ölen Uruk’un elinden düşen tabancayı göstermişti. “Eğer biraz akıllı olsaydın ve o şeyi görseydin puanı kaybetmezdik. Kolunu kesmeyi düşünmedim değil ama sonra bir şeyin farkına vardım.”

 

“Neymiş o şey?” Petra’nın sözlerinde biraz mantık bulan Vales’in öfkesi biraz geçmişti ancak Petra’nın sonraki sözleri onu yeniden alevlendirmişti.

 

“Onu canlı götürmek çok uğraştırıcı olurdu ve uğraşmak istemedim. Zaten avlanırken seninle uğraşmak oldukça zor, bir de bunun gibi bir korkakla ilgilenmem gerekseydi kesinlikle delirirdim. Ah, Jessie, senin kaybettiğin puanlar için özür dilerim.”

 

Petra Vales’e karşı kaba olsa da Jessie’ye dönünce gerçekten de biraz utanmıştı. Sonuçta yaptığı şey bencildi ve Jessie’nin rahat tavırları yüzünden ikisi bir süredir yakın arkadaşlardı. Vales ile hep kavga ederlerdi yani ona verdiği herhangi bir zarardan utanmıyordu ama aynı şey Jessie için geçerli değildi.

 

“Merak etme. Aslında onu canlı götürmek gerçekten de epey zor olacaktı. Sonuçta bir korkak olmasaydı büyük ihtimalle biz de ağır yaralar almış olurduk. Unutmayın, bu adamın fiziksel vücudu İmparator seviyesinde. Yeteneği kendisini iyileştirmek olmasaydı veya bizimle dövüşmeye karar verseydi ölmüş olabilirdik.”

 

“Her neyse…” Vales en sonunda hafifçe iç çekmiş ve adamın kopmuş başını eline almıştı. “Madem çoktan ölü o halde sadece başını alabiliriz. Üzerindeki silahları veya diğer şeyleri kullanamıyoruz zaten.” Bu garip kişilerin silahlarının kullanılması denenmişti ancak silahlar garip bir şekilde onların elindeyken çalışmıyorlardı.

 

Aynı şekilde, ağır zırhlar aşırı ağır ve hafif zırhlar kağıttan zırhlar gibi oluyorlardı. Bu kişilerin tüm ekipmanları yalnızca onlar tarafından kullanılabiliyorlardı. Ancak aynı şekilde, bu kişiler de herhangi bir büyülü eşya kullanamıyor veya büyü-yasa gelişimi yapamıyorlardı. Yani onların güçleri garip eşyalarına ve yeteneklerine bağlıyken dünyanın yerlilerinin güçleri de kendi gelişim yollarına ve büyülü eşyalarına bağlıydı. İki tarafın kendi sistemleri vardı ve herkes yalnızca kendi sisteminden olan yöntemleri kullanabiliyordu.

 

“Saraya geri dönelim, bu adamdan alacağımız puanlarla birkaç tılsım veya daha iyi kaynaklar alabiliriz. Epey işe yarayacaklardır.” Jessie’nin bu sözleri üzerine üçlü grup hızlı bir şekilde Kan Kızılı Saray’a geri dönmüşlerdi.

 

 

Kan Kızılı Saray, Kanlı Oda.

 

Bu oda, Paul ayrıldıktan sonra Saray’ın düşmanları veya Saray’a ihanet eden kişiler için oluşturulmuştu. Basitçe, Kanlı Oda hem sarayın öğrencilerini ihanetten uzaklaştıran hem de düşmanlarını korkutan bir işkence odasıydı.

 

“En fazla bu kadar çıkarabiliyorum demek…” O sırada, işkence odasının içindeki Aurora kızıl duvarlara zincirlenmiş iki adama bakarken hafifçe iç çekmişti. Elindeki kılıç ve ayakkabılarının bir kısmı dışında üzeri herhangi bir şekilde kirlenmeyen Aurora o anda Kan Kızılı Saray’ın ‘Cezalandırma Büyüğüydü’.

 

Paul Saray Lideriyken Aurora, Jessie, Vales ve Petra Saraydaki İç Saray öğrencilerinin tamamını oluşturuyordu. Çekirdek öğrenci olan tek kişi Amelia’ydı ve Büyükler olarak geçenler de Semia ve Simon’dı. Ancak Paul Sarayı büyük bir yere çevirip Semia ve Simon’ı başına bıraktıktan sonra Saray yüksek bir hızla büyümüştü.

 

O anda Ana Okul olan Kan Kızılı Saray dışında tüm kıtaya yayılan dallar ve onlarca Büyük vardı. Her Büyük aynı öğrenciler gibi puanlarla hazinelikten bir şeyler alabiliyorlardı ve bu yüzden onlar da görevleri tamamlıyorlardı. Bu yüzden çoktan okulun büyüklerinden sayılan üçlü gelen garip kişileri avlamaya çıkmışlardı.

 

Aurora ise puanlarını topladığı bilgiye göre kazanıyordu ve çoktan bu ikiliden çıkarabileceği tüm bilgiyi çıkarmıştı. Bu yüzden ikiliye bir süre daha baktıktan sonra odanın temiz bir kısmına geçmiş ve kılıcı ile ayakkabılarını sildikten sonra odadan ayrılmıştı.

 

“Cezalandırma Büyüğünü selamlarız!” Aurora’nın gittiği her yerde, öğrenciler yüzlerinde belirgin bir korku ifadesiyle eğiliyorlardı. Onun bir süredir Kanlı Odada olduğu haberleri zaten tüm saraya yayılmıştı ve Aurora kan izlerini silse de kokusu hâlâ üzerindeydi. Bu nedenle bu öğrenciler onun daha yeni bir işkenceyi bitirdiğini biliyorlardı.

 

“Rapor vermeye geldim efendim.” Ana Saray’da, Simon ve Semia birlikte Saray Liderleri olarak bilinseler de Paul’ün eskiden kullandığı oda kullanılmıyordu ve ikili kendi ufak bahçelerinde duruyorlardı. Buraya yalnızca Büyükler gelebiliyorlardı ve yalnızca Aurora herhangi bir şekilde haber vermeden direkt olarak içeriye girebilirdi.

 

“Aurora, onlardan bir şeyler çıkardın sanırım. Ama pek memnun görünmüyorsun.” Bahçenin içerisinde, Simon ve Semia yan yana oturuyorlardı. Semia o anda meditasyon yapıyor gibi görünüyordu ve etrafında kalın bir buz katmanı vardı ancak Simon soğuktan etkileniyormuş gibi görünmüyordu.

 

“Evet efendim. Yalnızca birkaç şey öğrendim ve o kadar yararlı değillerdi.” Aurora bunları söylediğinde Simon başını sallamıştı. “Az da olsa bilgi bilgidir. Söyle bakalım.”

 

“Öncelikle, bu dünyaya toplamda 10 Yüzbaşı ve 20.000 Asker gönderilmiş yani öldürdüğümüz sayı doğruydu. Şu anda hayatta kalanlar ise Kanlı Odadakiler ve kaçan Yüzbaşı ile birlikte 3 tane olmalı.”

 

“2.” Simon hafifçe başını salladı. “Kaçan Yüzbaşı Jessie ve diğer ikili tarafından yakalanmış ancak öldürülmüş. Yani o ikisi hayatta kalanlar.”

 

Aurora anladığını belirten bir şekilde başını salladıktan sonra devam etmişti. “Bunun dışında, görünüşe göre en kötü durumlar için gönderilen bir kişi daha varmış. Ama elimizdeki adamlar hayatta oldukları sürece bir sıkıntı olacağını sanmıyorum.”

 

“Oh?” Simon’ın merakı bu konuya çekilmişti. “Kimmiş bu kişi ve neden Yüzbaşıları hayatta tutmamız gerekiyor?”

 

“Bir Binbaşı, efendim.” Aurora yüz ifadesini hafifçe değiştirirken konuşmuştu. “Şu ana kadar gördüğümüz kişilere göre bir Asteğmenin gücü bir Azize, bir Teğmen’inki bir Büyük Aziz’e, bir Üsteğmeninki bir Lord’a ve bir Yüzbaşınınki bir İmparator’a yakın oluyor. Eğer durum böyleyse o halde Binbaşı seviyesindeki birisi ölümlülük sınırlarını aşmış birisi olmalı. Önemli olan şey, bu adamın kendi tarafı için bile oldukça tehlikeli olması. Bu yüzden On Yüzbaşı ölmeden açılmayan özel bir kapsüle kilitlenmiş. Aracı henüz bulamadığımız için onun kapsülünü de bulamıyoruz.”

 

“Demek öyle.” Simon bunu duyduğunda yüzünde garip bir gülümseme belirmişti ve Aurora’nın içinde kötü bir his belirmişti. “Efendim-”

 

“Aurora.” Simon elini hafifçe sallamış ve onun sözünü kesmişti. “Git ve o iki Yüzbaşıyı öldür. Şu Binbaşı’nın ne kadar güçlü olduğunu görmek istiyorum.”

 

Aurora Simon’un yüzündeki gülen ifade yüzünden hafifçe ürkse de yine de hafifçe eğilmiş ve cevaplamıştı. “Anlaşıldı, efendim.”

 

 

“On kilit sinyal kaybedildi. Salınım başlıyor.” Dünyanın bir köşesinde özel bir kamuflaj bariyeri ile gizlenmiş olan uzay gemisinin içinde robotik bir ses yankılanmış ve uzay gemisinin en çok güvenlikle kapatılan yerinin ortasındaki bir kapsülün kapıları sessizce açılmıştı.

 

“Ooh… Bayadır dışarı çıkamıyorum be.” Kapsülün içinden çıkan adam siyah saçlara ve gözlere sahip orta yaşlı sayılabilecek bir adamdı. Vücudu oldukça yapılıydı ve üzerinde herhangi bir zırh veya ekipman görünmüyordu ancak kapsülün etrafındaki tuzaklar daha çekilmeden yürümeye başlamıştı.

 

“Trrrrr!!!” Enerji taretleri hızla ona dönüp mermilerini ateşleseler de mermiler adama yaklaşamadan önce garip bir şekilde dönüp sekiyorlardı. En sonunda, adam rahat bir şekilde odadan ayrılmış ve uzay gemisini rahatça gezmişti.

 

Uzay gemisi garip bir şekilde sessiz olsa da adam rahat bir şekilde yemeğini yemiş, tıraş olmuş ve birkaç ekipmanı kuşanmıştı. En sonunda, uzay gemisinden inerken kollarını hafifçe germişti ve yüzünde bir gülümseme belirmişti.

 

“O kadar süredir o kapsülde kaldım. Biraz esnemem ve egzersiz yapmam gerekiyor. Bakalım bu yerde neler varmış.” Bu şekilde, Manyak Binbaşı Abras Büyük Dünya Akra’nın topraklarına salınmıştı.

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr