563.Bölüm – Cennet, Cehennem ve Yabancılar
Ulu Cennet, Konsey’in Toplantı Odası.
O sırada, toplantı odasında 10 kişi vardı. Masanın çevresinde oturan bu kişilerin çoğu sessizce bekliyorlardı. Her birinden güçlü bir aura yayılıyordu ve bazılarının vücutlarında kanlı alanlar vardı. Üstlerinde herhangi bir yara olmadığı için bu kanın başkalarından geldiği anlaşılabilirdi.
-Büyük kardeş geç kaldı ve Katliam Tanrısı ortalarda görünmüyor. Tch, o aptala bir gün haddini bildireceğim.- Savaş Tanrısı böyle konuşurken belindeki kılıcın kabzasını birkaç kez kavrayıp bırakmıştı. Aslında anında odadan çıkıp Katliam Tanrısını bulmak istiyordu ama toplanma emri Baş Tanrı tarafından verilmişti ve Konsey’deki Tanrılar arasında Baş Tanrı’ya en çok saygı duyan kişi Savaş Tanrısıydı.
Onun için, Baş Tanrı’nın sözleri ve emirleri vahiylerle eşdeğerlerdi. Bu yüzden bir şey yapmak istiyorsa bunu ancak toplantıdan sonra yapabilirdi.
-Hmph, bu toplantı bittikten sonra saklanacak bir yer bulmuş olsa iyi olur.-
O sırada, birden toplantı odasının kapısı açılmış ve Baş Tanrı sert adımlarla içeriye girmişti. Bu Tanrıların onu 5 yıl sonra ilk görüşüydü. Kara Büyücü birden ortadan kaybolduktan 5 yıl sonra Baş Tanrı da birden ortadan kaybolmuştu ve bu o geri döndükten sonra olan ilk toplantıydı.
“Baş Tanrı!”
“Büyük Kardeş!” Onun görüntüsü diğer Tanrıları büyük ölçüde şaşırtmıştı çünkü o anda Baş Tanrı’nın vücudu kanla kaplıydı ve bu onun kendi kanıydı! Vücudunda birçok yara vardı ve onun iyileşme gücünü Tanrılar biliyorlardı. Baş Tanrı bile bu yaraları kolayca iyileştiremiyorsa o zaman kesinlikle bu yaralar güçlü bir varlıktan geliyorlardı!
“Bu yaralar-”
“Basit dış yaralardan başka bir şey değiller. Endişelenmene gerek yok, Kader.” Baş Tanrı oldukça endişeli olan Kader Tanrıçasına bakıp açıkladıktan sonra diğer Tanrılar da rahatlamış ve sessiz kalmışlardı. Baş Tanrı yavaş adımlarla kendi sandalyesine geçip oturduğunda etrafına bakınmış ve kaşlarını hafifçe çatmıştı.
“Katliam nerede? Her Tanrıyı davet ettiğimi hatırlıyorum.”
“Gelmedi. Yerini de bilmiyoruz. Yerini öğrenmeye çalıştım ancak engel olan bir şey vardı.” Kader Tanrıçası bunu daha önce diğer tanrılara söylememişti ve o anda bunu yeni öğrenen Tanrıların hepsi kaşlarını çatmışlardı. Baş Tanrı ise yalnızca derince iç çekmişti.
“Tanrı Kılıç Sarayının yıkılışında ona yardım etmediğimiz için hâlâ öfkeli olmalı. Sonuçta henüz yalnızca 10 yıl geçti. Eğer evren böyle bir durumda olmasaydı 10 yılın bizler için ne kadar önemsiz olduğunu hepiniz biliyorsunuz.”
Baş Tanrı’nın bu sözlerinin üzerine herkes sessizleşmişti. Evet, o anda evren eski halinde olsaydı ve Konsey evrendeki en büyük güç olsaydı Katliam Tanrısı onlara binlerce yıl sinirli kalsa bile umursamayabilirlerdi. Sonuçta zamanla en sonunda geri dönecekti.
Ama şimdi, yılları geç günler bile önemliydi. Yabancıların da ani girişiyle 10 senedir tüm evren bir savaş halindeydi. Elbette, bu savaş yalnızca zayıf kısımlar arasındaydı. Konsey’in alt okulları, Yabancıların zayıf bölümleri ve Cehennem’in zayıf okulları birbirlerini gördükleri anda öldürseler de Konsey, Yabancıların Ana Merkezi ve Cehennem tarafı büyük bir savaş başlatmak için herhangi bir hareket yapmamışlardı.
Ama bu küçük savaşlar yalnızca onların gözlerinde böyleydi. Zayıf olanların gözlerinde, bu üç varlık çoktan 10 yıllık büyük bir savaşın içindeydi ve kayıplar milyonlara ulaşıyordu. Onlar gerçekleşen onca savaşın daha ‘basit ve küçük’ olan savaşlar olduğunu kavrayabilecek kadar büyük bir perspektife sahip değillerdi.
“Kara Büyücü hâlâ kendisini göstermedi ama Habis Lordlar güçlerini sürekli olarak geliştiriyorlar. Yanılmıyorsam Cennet Yiyen İmparatoriçe ve Uzay Serserisi çoktan Üstün Dünya İmparatoru seviyesine ulaştı. Diğerleri de en azından Üstün Dünya Lordu seviyesinde olmalılar.”
Savaş Tanrısı sözlerini bitirdiğinde Hüküm Tanrısı dilini şaklatmıştı. “Tch, hepsi Mucizeler Perisinin kullandığı kutsal ekipman yüzünden. Bir Zaman Formasyonunun hâlâ bulunduğunu kim bilebilirdi ki?”
Paul kaybolduktan bir süre sonra, Wulian evrende uzun zaman önce kaybolmuş bir formasyon olan zaman formasyonunun kalıntılarını bulmuş ve İlk Küçük Cehennem’e getirmişti. Bu formasyon sayesinde zaman normalden birçok kat yavaşlatılmıştı ancak içindeki kişinin gelişim hızı aynı kalmıştı.
Formasyon büyük olmadığı için yalnızca Habis Lordlar yararlanabilmişlerdi ama Catherine dışında hepsi seviyelerini artırmışlardı ve artırmaya devam ediyorlardı. Elbette, bu Konsey’deki Tanrıların kıskançlığını direkt olarak çekmişti.
Ama Catherine’in bilgisi ve Aleena’nın yeteneği olmadan bu formasyonun tanımlanamayacağını veya tamir edilemeyeceğini bilselerdi büyük ihtimalle o kadar kıskanmazlardı. Çünkü o anda evrende böyle bir formasyonu düzeltebilecek veya kurabilecek olan tek taraf Cehennem tarafıydı.
“Bizim için 10 yıl geçti ancak Habis Lordlar çoktan binlerce yıllık bir gelişim yaşadı. Büyük bir savaş başlatmak zorundayız ve daha fazla erteleyemeyiz, Büyük Kardeş.” Savaş Tanrısı bunları söylediğinde tüm Tanrıların gözleri Baş Tanrı’ya dönmüştü. Onlar da güçlü Tanrılar olarak geçseler de aralarında tüm Cennetleri savaşa götürebilecek kadar yetkili tek kişi Cennetin Kralı, Baş Tanrıydı.
“Biliyorum, Savaş. Ama savaşı başlatmak için bir kıvılcıma ihtiyacımız vardı. Eğer savaşı başlatırsak Yabancılar istilacılar sayıldıkları için ileride köleleştirilseler de bir sıkıntı çıkmazdı ama Cehennem tarafına savaş açıp sonra onları tamamen yok etmez ve yaşamalarına izin verseydik hem güçlü asi birlikleri evrenin her yerine yayılırlardı hem de acımasız varlıklar olarak bilinirdik.”
“Cennetteki birçok zayıf figür bizlere duydukları saygı sayesinde gelişimciliğe adımlarını atıyorlar. Eğer her adımda onlarca kişiyi öldüren duygusuz Tanrılar olarak gözükürsek o zaman Cennet ve Cehennem’in ne farkı kalır ki? Bu yüzden savaşı biz başlatamazdık.”
“Aslında geçen 5 senede bir savaşın başlamasını bekliyordum. Hayır, daha çok umuyordum diyelim. Ama Yabancılar yalnızca yerleşmeye başladılar ve Kara Büyücü ortadan kayboldu. Cehennem tarafı hâlâ vahşi bir şekilde gelişmeye devam etse de bizim tarafımızdaki büyük bir alana saldırmadıkları için güçlü bir şekilde karşılık da verdiğimizi sanmıyorum.”
Bunun üzerine tüm Tanrılar sessizleşmişlerdi ve Kader bile buna dahildi. Tanrıların Cehennem tarafını sevmedikleri doğruydu ama o anda hiçbirinin hayatları tehlikede sayılmazdı ve bu yüzden özellikle harekete geçmiyorlardı. Baş Tanrı dışında Cennetteki diğer kişilerin saygısını veya hayatını düşünenler de yok sayılırdı. Çoğu Tanrı’nın saldırmamasının tek nedeni kendilerinin direkt bir saldırı almamasıydı.
Çoğu zaman, zirvenin yalnız olduğu söylenirdi. Tanrılar oldukları seviyeye ulaşırlarken birçok arkadaşlarını ya ölüm ya da güç farkı yüzünden kaybetmişlerdi. O anda her biri zirvede duran basit kişilerden farklı değillerdi. Konsey bir birlikti ve bu birlik tamamen kazançlara dayanıyordu. Eğer Konsey’den bir Tanrı ölürse yalnızca ona daha yakın olan veya ondan bir kazancı olan bir iki Tanrı yas tutardı.
-Ve bu da savaşı başlatamamamın bir başka nedeni…- Baş Tanrı bir emir verdiğinde tüm Tanrıların onu dinleyeceğinden emindi ama kesinlikle her şeylerini vermeyeceklerdi. Çünkü onların gözünde bu yalnızca karşı tarafı ele geçirmek için olacaktı ve birkaçı ölse bile bunu yeterince ciddiye almayacaklardı.
Milyonlarca yıl yaşamışlardı ama Konsey’in gücü yüzünden hiç zirvelerin arasındaki gerçek bir savaşı görmemişlerdi. Bu yüzden bu Tanrılar güçlü vücut ve tekniklere sahip olsalar da kişilikleri o kadar güçlü değildi. Bağlılıkları ise yok sayılırdı. Önemsedikleri tek şey hayatları ve gururlarıydı.
“Herkes dağılsın ve savaş için hazırlıklara başlasın. Kader, seninle konuşmam gereken şeyler var yani sen bekle.”
“Anlaşıldı.” Kader Tanrıçası dışında herkes başlarını sallamış ve odadan kısa bir sürede dışarıya çıkmışlardı. Çoğu direkt olarak önceden kurulan ışınlanma geçitlerini kullanarak kendi özel birliklerinin yanlarına dönerlerken bazıları cidden hazırlıklar yapmaya başlamışlardı.
“Kader… senden eğer bir savaş olursa nasıl bir sonuç olacağına bakmanı isteyebilir miyim?” Baş Tanrı Kader Tanrıçasına arkasını dönerken bu soruyu sormuştu. Kader Tanrıçası ise onun yüz ifadesini görmese de büyük ihtimalle o anda endişeli olduğunu varsaymış ve gözlerini kapatıp bir sonuç görmek için çabalamıştı.
“Eh?” Daha önce birçok kez deneyen Kader Tanrıçası herhangi bir sonuç alamayınca denemeyi kesmişti ancak o anda bir şey görüyordu. Bir kişiye direkt olarak odaklanacak kadar gücü yoktu ama bir anlığına evrenin o anki durumunu görmeyi başarmıştı.
“Pu!” Kader Tanrıçası bir ağız dolusu kan kusup yere yığılırken gözleri dönmüştü. Bilincini kaybettiği oldukça belliydi. Kader Tanrıçası yere düşmeden önce hemen onun yanında beliren Baş Tanrı onu tutmayı başarmıştı.
“Hah… demek bir ipucu bile alamıyorum.” Baş Tanrı mırıldanırken az önce onun döndüğü yerde süzülen bir şey onun yanına doğru uçmuştu. Eğer Kader Tanrıçası uyanık olsaydı bunun parlak beyaz bir taç olduğunu görebilirdi.
“Dokuz Taç’tan yalnızca ikisi kaldı. Birisi Kan Kanatlı Ankalara, diğeri ise Kutsaldoğanlara ait. Ve Dokuz Taç arasında karşı karşıya geldiklerinde en çok karmaşa yaratan taçlar da bu ikisiydi. Bakalım, sen Kara Büyücü’yü saklandığı yerden çıkarmaya yetecek misin?”
Baş Tanrı’nın sözleri bittiğinde beyaz taç titremiş ve bir ses çıkarmıştı. Eğer o anda odada hisleri yerinde olan tek kişi aşırı güçlü olan Baş Tanrı olmasaydı ve daha zayıf birisi veya diğer tanrılar olsalardı bu taçtan yayılan kibirli ve gururlu hissin kendi kalplerini ezecek kadar yoğun olduğunu hissedebilirlerdi.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..