566.Bölüm – Cennet, Cehennem ve Yabancılar (4)
Uzay Tanrıçasının Geçidinde süzülen devasa uzay gemisi, Umut. O anda Umut’un komuta merkezinde 7 kişi vardı ve eğer başka rütbeli askerler bu odada olsalardı bu kişilerin Umut’un komutasının zirvesindeki en güçlü yedi kişi olduğunu bilirlerdi.
Mareşal Eldian ve Kaptan Orwell dışında burada bulunan 5 Orgeneral Umut’taki en elit kişilerdi ve savaş güçleri binlerce kişilik gruplara eşitti. Şu bilinmeliydi ki, bu binlerce kişi normal askerler değillerdi. En azından 7.Sema Yükselen seviyesinde güce sahip onlarca Albay ve Tanrı gücüne sahip Tuğgeneraller, Tümgeneraller ve Korgeneraller de bu binlerce kişinin arasındaydı. Yani onlar savaş gücü konusunda Umut’un zirveleriydi.
“Neden buraya çağırıldık, Kaptan Orwell?” O sırada 5 Orgeneral arasındaki tek kadın, Yönetim Orgenerali Kalla, sesindeki kabalığı herhangi bir şekilde saklamadan sormuştu. Bunun üzerine yanındaki Bin Yüzlü Orgeneral Bidun da ağzını açmıştı.
“Bu soruyu benim de sormam gerekiyor. Karşı tarafın Tanrılarından birisinden bilgi çalmaya çalıştıktan sonra istediğim kadar tatil yapabileceğim söylendi. Neden bir anda buraya çağırıldım?”
Onların yaşam süreleri bu evrendeki ölümsüzler kadar fazla olmasalar da ilaçlar ve yeteneklerin vücut üzerindeki etkileri sayesinde 300 veya 400 yaşına kadar yaşamak yabancılar için normaldi ve 10 yıllık bir tatil savaşmakla uğraşmayı sevmeyen Bidun için kısa bile sayılırdı.
Yeni bir evrene girdiğinde en sonunda yeteneğini düzgün bir şekilde kullanabilmeye başlamıştı. Umut gemisindeki insanlara bir şey yapamıyordu ancak ele geçirdikleri dünyalardaki yerlilerle eğlenmek Bidun’un oldukça hoşuna gidiyordu.
“Bidun, çeneni kapasan iyi olur yoksa kafanı havaya uçuracağım.” Kaptan Orwell bir şey diyemeden önce Mareşal Eldian gözlerini Bidun’a dikmiş ve soğuk sesiyle konuşmuştu. Bidun ağzını kapadığında ise Eldian’ın gözleri Kalla’ya çevrilmişti.
“Yalnızca astlarınla çevrili olmaya fazla alıştığını görüyorum, Kalla. Eğer o tavrını benim karşımda tutmaya devam edersen seni o astlarından daha beter bir duruma düşüreceğimi bilsen iyi olur.”
Eldian’ın sözlerinden sonra Kalla sertçe yutkunmuş ve gözlerini kaçırmıştı. Gemideki en güçlü kişi Kaptan Orwell olsa da en tehlikeli kişi Eldian’dı çünkü bu duygusuz Mareşal için yalnızca kurallar ve emirler vardı. O ana kadar Eldian’ın herhangi bir şeyden korktuğu veya merhamet ettiği görülmemişti. Eğer bir şey diyorsa yapmaya cesareti olurdu.
“Yeter, Eldian. Generallerimizin ruh halini daha fazla düşürme.” Eldian’ın aksine, Kaptan Orwell’in yüzünde o kadar ciddi bir ifade yoktu ama yine de Umut’taki en güçlü adam olarak sözlerinin doğal bir ağırlığı vardı. Aynı zamanda Eldian’a söz geçirebilen tek kişi de o olduğu için diğerleri de biraz rahatlamışlardı.
“Buraya sizi çağırma nedenim bir savaşın başlayacak olması.” Ama bu sözler daha önceden rahatlayan generalleri bir kez daha ciddileştirmişti. Savaş, nerede olursa olsun rahat bir kelime değildi ve özellikle büyülü bir evrende olduklarını düşünüldüğünde daha da korkutucu geliyordu.
“Direkt olarak büyük bir ordu gönderilmese de Cennet’in tarafından gelen öğrenciler ve uzmanlar daha büyük yerlere saldırmaya başladılar. Büyük ihtimalle bizi yemleyip savaşı başlatmaya itmeye çalışıyorlar. Cehennem tarafı ise… onların savaş başlatmak için bir nedene ihtiyaçları olduğunu düşünmüyorum. Büyük ihtimalle yalnızca liderlerini bekliyorlar.”
“Kara Büyücü, değil mi?” O sırada 5 Orgeneralin arasından bir başkası, Kan Orgenerali Saffas, konuşmuştu. “Ortadan kaybolduğundan emin miyiz? Özel bir arama olduğu için Bidun’u oraya gönderemedik sonuçta.”
“Bidun giremese de oradan çıkan kişiler var ve bazılarını yakalamayı başardık. Habis Lordlar hakkında bir şeyler öğrendik ve Kara Büyücü kendisini Cehennemlerde de göstermiyor. Ama bu onun ne zaman ortaya çıkacağını da anlayamamamıza neden oluyor. Hoh… tehlikeli bir adam.”
Kaptan Orwell başını iki yana salladıktan sonra yeniden ağzını açmıştı. “Küçük güçleri de göz önüne almamız gerekiyor. Bizim tarafımızdan kaçan kaçak grupları ve Cehennem ile Cenneti destekleyen bazı küçük ama güçlü sayılabilecek gruplar da var. Ascher Ailesi Cehennem’i destekliyor ve epey güçlü karakterlere sahipler.”
“Cennette de 9… hayır, eskiden 9 grup olduğu biliniyor. Artık 8 taneler ve Konsey’deki Tanrılar tarafından gözetiliyorlar. Artık 8 olmasının nedeni de Kara Büyücü’nün bir tanesini yok etmesi.”
“Biraz düşünürsek… şu anda Cehennem tarafı zayıf görünse de aslında Cennet tarafından daha güçlü. Cennet 12 Tanrıya sahip olsa da bu Tanrıların birleşik kalacağı kesin değil ve ast güçleri de o kadar güçlü sayılmaz. Belki de Cennet tarafına bir ateşkes isteği gönderip tüm gücümüzle Cehennem’e karşı savaşabiliriz…"
…
Uzay Tanrıçasının Boşluğunda gizlenen görünmez bir geminin içerisinde, Allen özel bir odada bir yatağın üzerinde yatıyordu. Vücuduna o anda birçok serum takılıydı ve bu serumlardaki sıvılar vücuduna dolarken Anna onun yanında duruyordu.
İlk savaşa katıldığı zamanın aksine Anna’ın duruşu farklıydı. Vücudu öncekinden belirgin bir şekilde daha güçlüydü ve Allen’in yanındayken donmuş gibi görünmüyordu. Aksine, o anda kucağındaki keskin nişancı tüfeğini rahat bir şekilde siliyordu.
“Huu…” Allen bir anda gözlerini açtığında bile Anna irkilmemişti. Yalnızca ona bir bakış atmıştı ve sonrasında elindeki silaha geri dönmüştü.
“Sonunda canlı hissediyorum. Heh, o generaller böyle iyi şeylere sahipler ama hâlâ oldukça zayıf kalıyorlar. İlk kez bu yeteneğe sahip olduğum için mutlu hissediyorum.”
Allen gülerek yattığı yerden kalkarken serumun iğneleri vücudundan çıkmışlardı. O anda vücudu öncekinden çok, çok daha yapılı görünüyordu.
“Ve bu bebek bu ilaçlarla doluydu. Herkes kullandıktan sonra bile kendime bu kadar yetebilecek kadar ilaç buldum. Görünüşe göre bu Tuğgeneral oldukça zenginmiş, hehe…”
Bir süre önce Allen 10 yıldır topladığı birçok kaçak askerden oluşan grubuyla birlikte bu küçük uzay gemisini ele geçirmişti. Elbette, küçük dense de bu yalnızca Umut ile karşılaştırıldığında söylenebilirdi ve uzay gemisinin boyutu birkaç şehir kadar vardı.
Buradaki Tuğgenerali öldürüp gemiyi Umut’un sensörlerinden uzak bir yere sürdükten sonra Allen kaçak askerleri Tuğgeneralin zulasındaki eşyalarla desteklemişti. Fiziksel gelişimi artıran ilaçlar birden fazla kullanılamıyorlardı ama konu Allen olduğunda bu değişiyordu.
Allen’in sıfırlama yeteneği iblisleşmeden sonra gelişmişti ve istediği bir zamana geri dönebiliyordu. Yalnızca bu zaman ne kadar geçmişteyse o kadar enerji harcaması gerekiyordu ve artık enerji sıkıntısı yoktu. Ve yeteneğinin süresi geçtikten sonra önceden sıfırlanan şey de geri döndüğünden gelişimi sürekli artmıştı.
Allen ilaç etkisini gösterdikten sonra vücudunu önceki durumuna sıfırlamış ve bir kez daha ilacı kullanmıştı. İlk ilacın etkisi geri döndüğünde yine işe yaramıştı ve bunu keşfettiğinde zuladaki kalan tüm ilaçları vücuduna enjekte etmeye başlamıştı. O anda kendi gücünü kendisi bile bilmiyordu.
“Hehehe… haydi gidelim. Herkese toplanmaları için sinyal ver, Anna.”
“Anlaşıldı.” Geçen yıllarda, Anna Allen’in astı olmaya oldukça alışmıştı. Allen’in astıyken garip bir şekilde ordudaki dâhilere verilen kaynaklardan daha fazla şey kazanıyor, gücü daha fazla artıyordu. Hem, zaten onu takip ettiği için adı kaçak olarak geçmeye başlamıştı yani o anda Allen’in yandaşı olmak zorundaydı. Geri dönme seçeneği kalmamıştı.
Kısa bir süre sonra, Allen binlerce kaçak askerle karşılaşmıştı. Bu askerlerin bazıları güçlü düşmanlardan, bazıları ise yeni ele geçirilen dünyalardaki yüksek rütbeli yabancılardan kaçıyorlardı. Eskiden tek ortak noktaları düşmanlara karşı koyamayacak kadar zayıf olmalarıydı ama artık Allen’in yönetiminde hiçbiri zayıf değildi.
“Hehe… belki de, evrende kaos çıkarma vakti çoktan gelmiştir ha?” Allen bu askerlere bakıp kendi kendine mırıldansa da yakınında olan Anna onu duymuş ve irkilmişti. Görünüşe göre iblisleşen Allen en sonunda gerçek doğasını gözler önüne serecekti.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..