SEZON1 -6: HÜZÜNLÜ KARA TOPRAKLAR

avatar
370 0

KARA ŞÖVALYE - SEZON1 -6: HÜZÜNLÜ KARA TOPRAKLAR


  “Elf kızının açılış ücreti yüz risal! Var mı arttıran?”

   Kalabalıktaki aç gözlü herifler hunharca ellerini kaldırırken fiyatı ikiye, üçe, dörde katlarlarken köleyi satan tüccarın yüzünde tatminkâr bir ifade vardı.

   “Dört yüz!”

   “Sekiz yüz elli!”

   “Bin altı yüz!” 

   Aç gözlü kalabalığı oturduğu yerden izleyen genç kadın, elindeki kırmızı şarabını keyifle yudumlarken göz ucuyla yanındaki genç kıza baktı.

   “Genç prens ne dedi haberi görünce?”

   “Heyecanlanmış gibi. Fakat, küstah sözleri ve saldırgan tutumları yetmezmiş gibi sizi ve Kara Bağ’ı tehdit ediyor.”

   “Ya, demek öyle. Herhalde bizim sayemizde eski gücünü aldığını unuttu. Neyse, bunlar dışında planlar ne alemde? Şeytanların öldürüldüğünü duydum ve onu öldürenin Kara Şövalye diye anıldığını...”

   “Bu konu hakkında bir bilgim yok. Ne prens ne de şehirde iblislerden söz edilmiyor. Sanırım, askeriye bu durumu gizlemeyi seçti.”

   Kırmızı şarabından bir yudum alırken bacak bacak üstüne attı. Ve bu yüzden üzerindeki tuvaletin yırtmacı iyice kalçasını açık etti. Beyaz ve kusursuz cildini gören erkeklerin aklında pis düşünceler uyandırmasına rağmen hiçbiri buna kalkışacak cesareti kendilerinde bulamıyorlardı.

   “Anlıyorum. Beklendik bir şeydi. Sonuçta, Tümgeneral ve Orgeneral kolay düşmanlar değiller. Osweld Hanedanlığı'nı saymıyorum bile. Kraliyetin dört hanedanlığa ayrılması gerçekten hiç iyi olmadı. Hepsi, o piç Orgeneral yüzünden. Kraliyet elden gitmesin diye ana gücü dörde böldü. Keza yakınlarımızda hiçbir ülke olmadığından bunu yapması oldukça işine geliyor. Fakat...”

   Yüzünde kurnaz bir gülümseme oluşurken kırmızı dudakları gülümsemesine ayrı bir cazibe katıyordu.

   “Eninde sonunda Twanya Krallığı yerle bir olacak. Ve biz İblis Doğanların doğuşu başlayacak.”

   “Benden istediğiniz başka bir şey var mı? Diğer ortaklarımız da İblis Kapılarını açtılar. Şu an, için oldukça zayıf olsalar da birkaç aya durdurulamaz bir seviyede güçlü olacaklar.”

   “Evet, Kiiroi. Kesinlikle durdurulamaz olacaklar. Eğer, o iki güçlü iblis ölmese her şey çok daha güzel olurdu. Lakin, bu planımızın tam anlamıyla çöp olduğu anlamına da gelmiyor. Senden de şu an için bir isteğim yok. Git, güzelce dinlen.”

   “Teşekkürler efendim.”

   Kiiroi, tam yerinden kalkarken bir anlığına duraksayarak kadının yanına sokuldu.

   “Efendim, size aklıma takılan bir soru sorabilir miyim?”

   “Tabii. Sor bakalım.”

   “İblisleri tutan kapının üzerinde tuhaf motifler vardı. Çarmığa gerilmiş aslan kafalı insan ve onun etrafında dans eden kurt kafalı diğer insanlar. Bunun ne demek olduğunu biliyor musunuz?..”

   Kiiroi'nin anlattıkları olgun vücutlu kadının ilgisini çekmişe benziyordu. “Demek onlardan bahsediyorsun. Aslına bakarsan tam olarak ne olduğunu biz de bilmiyoruz. Lakin, binlerce yıldır söylenene göre Dünya'nın kurtuluşu için idam edilmesi gereken birini anlatıyormuş. Yani... öyle bir şey. Neyse, bunları pek kafana takma. Önemsiz ayrıntılar, hepsi bu.”

   “Anladım... O zaman ben kalkayım.”

   Kiiroi, kadının yanından kalkarak odasına giderken bir çığlık sesi ve ardından sarsıntılar duyulmaya başladı. Kalabalık korku içinde sessizliğe büründüğü sırada girişe doğru giden uzun koridorun öbür tarafından bir ses yankılanarak herkesin kulağına ilişti.

 

   “İblisi öldür. Kiiroi Hinata... öldür.”

  

   “Bu ses...” diyerek korkudan soluğu kesildi genç fahişe Kiiroi'nin.

   Sesin sahibi çok geçmeden gün yüzüne çıkarak kara zırhlı figür herkesin gözlerine ilişti. İnanılmaz heybeti ve yıkıcı gücüyle herkesin korkulu rüyası olmaya geliyordu.

   Açık arttırmadaki kalabalık odalara kaçışarak kafeslerdeki Elf köleleri oldukları yerde bıraktılar. Ancak, el köleler demir kafeslerden tutulduklarından hiçbir yere kaçamıyorlardı. Sadece, durdukları yerde Kara Şövalyenin kendi canlarını almamasını için Tarnı'ya dua ediyorlardı.

   William, açık arttırmanın gerçekleştiği salonun ortasına ağır adımlarla yaklaştığında başını kaldırarak etrafı camlarla çevrili kırmızı bir oda gördü. Ve o odadaki avını...”

   “KİİROİ! HİNATAAAĞ!”

   Hışımla havaya sıçrayarak kılıcını sırtından çekti ve başının tepesinde silahını gezdirerek tam cama indirdiği sırada mekânın sahibi kadın iki eliyle saldırının önüne geçerek camın tam önünde büyü halkaları ortaya çıkardı.

   “İblis Fedası!”

   Kara Şövalye, büyü halkasına saf fiziksel gücüyle darbesini indirdiği gibi ufak kırmızı şimşekler çaktı ve tüm saldırı kadının astlarına aktarılınca bedenleri parçaladın.

   “Lanet ol-”

   William, hiç beklemeden kılıcını sağ eline alarak sol yumruğunda kara enerjiyi topladı ve büyüye karşı dirençli cama indirdiği gibi cam tuzla buz olurken William'da odanın içine düştü.

   Karşısında, tüm heybetiyle duran Kara Şövalyeyi gören kadın, “Demek sen o bahsedilen herifsin,” dedi. “Düşündüğümden daha coşkulusun...”

   Kara Şövalye, kadının dediklerini umursamadan gözüne kestirdiği Kiiroi'ye doğru yürümeye başladı. Korku içinde ölümünün adım adım kendisine geldiğini gören Kiiroi cübbesini üzerinden atarak koşmaya kalkıştı. Lakin, basit bir çelmeyle yüz üstü yere düşünce göz yaşları içinde yalvarmaya başladı.

   “Lütfen, beni öldürme! Bunu ailem için yapıyorum. Hepsi... hepsi onları kurtarmak içindi.”

   Kadın, ölmek üzere olan genç rahibenin doğruyu söylediğini gayet iyi bilse de intikam arzusuyla taşan birine karşı hiçbir işe yaramayacağını da gayet iyi biliyordu. En iyisi bu duruma kayıtsız kalarak olacakları izlemekti.

   Kara Şövalye, kızcağızın gözlerindeki korkuyu ve endişeyi çok net görebiliyordu. Yalan söylemediği her halinden belliydi. Her şeyi gerçekten ailesi için yapmıştı. Çaresizce suç işlemiş bir insanı öldürmek William'a göre bir şey değildi. Zamanında kendisi de büyük hatalar yapmıştı.

   Zırhı, bedeninin içine girerek yok olunca kadın genç ve yakışıklı bir adam gördüğü için oldukça şaşırmıştı. William, şefkatli elleriyle genç kızın saçlarını okşayarak ayağa kaldırdı.

   “Doğruyu söylüyorsun ve eminim çok da acı çekmişsindir. Kim bilir her gece kabuslarına giriyordur. Lakin, artık geçti. Her şey yoluna girecek. Sadece, bana ailenin nerde olduğunu söyle. Bende hepsini kurtarayım. Buna gücümün yeteceğini biliyorsun değil mi?”

   “E-evet... b-biliyorum... Ailem... yerinde tutuluyor. Zaten, bir annem bir de babam var.”

   “Anladım... O zaman, senin gibi bir iblisi dünyaya getirdikleri için onları da öldürmeliyim.”

   “He?..”

          

                   PAAT!!!

 

    Kiiroi, şaşkın gözlerle adama bakarken William genç kızın kafasını tek eliyle çoktan patladı vermişti...

   Yüzü kızın kanıyla kirlenen genç, yüzünü silecek bir el bezi ararken kadın gence kendi mendilini uzattı. William, hiç düşünmeden mendili alıp yüzünü temizledikten sonra deriden yapılma hafif zırhlı kıyafetinin de kanlar içinde kaldığını anladı.

   “Sanırım, bu şekilde gezmek başımı ağrıtacak...”

   Kadın, meraklı gözlerle araya girerek, “Eğer isterseniz size temiz kıyafetler sağlayabilirim,” dedi.

   “Ha?.. Bunu neden yapacaksın ki?”

   “Aslına bakarsanız gücünüzle baş edemem. Ve... beni öldürmemeniz için bir iyilik yapıyorum diyelim.”

   Kadının, sözleri bir dolandırıcıya ait gibi gelmemişti kulağına.

   “E, madem öyle diyorsun. Tamam, olur.”

   “Güzel. O zaman, benimle gelin lütfen. He, bu arada benim adım Anna Blood. Peki, siz kimsiniz?”

   “Ben, William Black.”

    Kadın göz ucuyla genç adama bakarken içiden, “Black...” diye soy adını tekrarladı. Ve en sonunda erkek kıyafetlerinin olduğunu odaya vardıklarında William yeni kıyafetlerini çok garipsemişti.

   Üzerinde siyah bir kaban, altında kot pantolon, kabanın içindeyse beyaz bir tişört... bu kıyafetler genç adama oldukça yabancıydı.

   “Bunlar... neyden yapılma böyle?”

   “Sanırım, ilginizi çekmeyi başardım. Bu kıyafetler tamamen benim eserlerim. Fiziksel ve büyü saldırılarına karşı dirençleri var. Yani, zırhınız olmadan da saldırılara bir ölçüde dayanabileceksiniz. Bir nevi B planınız gibi...”

   “E, iyi madem. O zaman, ben gideyim artık. Flame'yi bekletmezsem iyi olur. Daha, şu kızın ailesini geberteceğim.”

   Genç adam Anna'nın yanından geçecekken, “Flame?” diye William'ın sözünü tekrarladı. “Daha demin siz... kurucumuzun ismini mi?..”

   “Evet, dedim. Flame Hentroka’ydı sanırım. Onunla bir ittifak kurdum da... Neyse, bunu herkese gelişi güzel söylemezsen iyi edersin Anna.”

   William, girdiği mekândan elini kolunu sallayarak çıkarken içinde bir huzursuzluk vardı.

   “Neden bu kadar kolay oldu? Başım ağrıyacakmış gibi duruyor...”

   Genç adam mekândan çıktıktan sonra Anna kırmızı odasına geri döndü ve yerde yatan Kiiroi'nin cesedine göz ucuyla baktıktan sonra yeni bir bardak alıp kendisine taze bir kırmızı şarap doldurdu.

   “Kiiroi'yi öldürmenin bedeline iyice hazırlanmışsındır umarım Flame Hentroka...”

...

 

   Bhor, suyunu bitirdikten sonra mektubu kuşağının arasına sıkıştırdı ve tekrar yola koyuldu. Atıyla birkaç saat daha ilerledikten sonra pek fazla rastlamayacağı bir manzarayla karşı karşıya kaldı. Yirmi metre önünde bir kervan yağmalanıyordu, üstelik yağmalayanlar sıradan çapulcular değillerdi. Hepsi tam teçhizatlıydı ve sayıları yirmi yirmi beş kadardı.

   [Asker kaçakları?..]

   Bhor, atıyla yavaş yavaş olay mahaline doğru ilerlerken tahmin ettiği gibi asker kaçağı olan soysuzlar kervanı yağmalıyorlardı. Ve yeni gelen korkusuz sivili görünce onun da yanına sokuldular.

   “Hey, babalık... buradan geçmek için bize güzel bir ücret ödemeye ne dersin?”

   [Peki, ben, senin kelleni g*tüne s*ksam nasıl olur?] (Bhor)

   “Hey, beni duymadın mı? Sökül altınları sökül.”

   Bhor, istemsizce tüm altınını soysuzlara verdikten sonra herifler güle oynaya Tümgeneral Bhor'u serbest bıraktılar ve yaşlı adam tekrar yola koyuldu.

   [Minimum karışıklık çıkarmalıyım. Eğer, varlığım buralarda gündem olursa niyetim anlaşılır. Anakarta’daki özel loncamı toplayacağımı bilmemeliler.]

   Ne kadar istese de halkın istikbali için kendi egosunu içine gömdü ve yoluna devam ettiği sırada soysuzlardan biri, “İlerde bir taverna vardı. Genç bir aile işletiyor. Çok da güzel bir kızları vardı...” diye ağzından pis sözler döküldü.

   “Ya, öylemi o zaman hemen oraya gidelim. Sonuçta, onları kötü insanlardan koruyoruz. Kızlarının bizi eğlendirmesini istemek en doğal hakkımız öyle değil mi?”

   Bhor, öfke dolu gözlerini soysuzların üzerine cellat gibi diktiği gibi içi ürperen soysuzlar bir anlığına yaşlı adama baktılar lakin Bhor sadece yolunda yavaş yavaş gidiyordu.

   Atının eyerini sıkıca kavrayarak gözlerinden yaşlar akarken içinden lanetler okuyordu. “Her şey... halkın huzuru için.”

 

...

 

  Çapulcular ve zayıf soytarılar Movay ve dört askeri tarafından katledilirken sadece korkmuş sıçan sürüsü gibi etrafa kaçışıyorlardı.

   “Hahaha! Nereye kaçıyorsunuz?”

   Gençlik ateşiyle kavrulan Movay ciğerlerinde büyüyü yaktı ve düşmanlarının üzerlerine ateş kusarak önlerini kesti.

   “Kaçın, kaçın! Ormana doğru kaçın!”

   Movay yumruğunu alevle kaplayarak hızla ileriye atılarak yumruğunu bir düşmanın kafasına geçirdi ve yumruğundaki alev kükreyerek oluşturduğu basınçla düşmanın kellesini kopardı. Yanan düşman kellesi diğer bir düşmanın kafasına çarparak boynunu kırdı.

   “Khahaha! İşte ben buna bir taşla iki kuş vurmak derim.”

   Sayıları çok olsa da güçsüz kişilikleri, eğitimsiz saldırıları ve kötü ekipmanları yüzünden beş kişiyle baş edemiyorlardı. Ama Movay’ın askerleri de az değildi. Önlerine çıkan her çapulcuyu ipe dizerek ilerliyorlardı. Bir yandan kelleler havalarda uçuşuyor diğer bir yandan da düşmanlar Ejder Doğan Movay'ın kurbanı oluyordu. Saldırılardan kolaylıkla kaçınan ekip birkaç saatte doğuyu tamamen temizlemeyi başarmışlardı.

   “Askerler! Sıra kuzeydeki kolezyumu kontrol etmek. Üç kişi burada kalsın biride benimle beraber kolezyuma gelsin. Kuzeyi alalım derken buradan olmayalım. Patrick Tavernası ve Kolezyumun çevresini hakimiyetimize aldığımızda Onbaşı Alexander von Falkenhausen'den haber bekleyeceğiz. Ondan sonraysa zaten destek ekipleri gelecek ve Düveyn Kasabası tamamen temizlenmiş olacak. Hadi!”

   “ĞHAAA!!” 

  

   Movay ve bir astı Kolezyum'a doğru ilerlerken Onbaşı Alexander Paralı Asker Tavernası'nda zor zamanlar geçiriyordu.

   [Lanet olsun... Bu piç kuruları gerçekten çok güçlü. Üstelik sayımızda çok az. Sadece ben ve altı astım var. Fakat, karşımızda kimliğini bilmediğimiz yirmiye yakın paralı asker var. Kimi kılıç kimi mızrak kimiyse ok veya büyülü uzun menzilli saldırılar kullanıyor. Sanki, beraber çalışmaya alışıklarmış gibi...]  (Onbaşı)

   Etrafı sarılan Alexander ve astları birbirlerine sırtlarını vererek bir çember oluşturdular ve arkalarını güvence altına aldılar.

   “Asker! İşaret verdiğimde benimle beraber hücum edeceksiniz ve bu çemberden kurtulacağız. Anlaşıldı mı?!”

   “Anlaşıldı komutanım.”

   “Anlaşıldı onbaşı.”

   “Anlaşıldı Onbaşı Alexander.”

   “Anlaşıldı komutanım.”

   “Anlaşıldı komutanım.”

   “Anlaşıldı komutanım.”

   “Güzel... O zaman... HÜCUUM!!”

   Alexander, büyücü kılıklı cılız görünümlü paralı askerlerden birinin üzerine koşarken parmak uçlarından güç alıp ileriye atıldı ve öfkeyle kılıcını savurdu. Lakin, başka biri Onbaşı'nın önüne geçerek saldırısını engelledi.

   “Bu kadar kolay değil.”

   Kılıcına ağırlığını koyarak düşmanın kılıcını yana düşürdü ve kılıcını sol eline alıp sağ yumruğunu düşmanın yüzüne geçirdiği gibi yüzünde bir ateş topu patladı. Yalpalayarak birkaç adım geri düşen Onbaşı'nın astları saldırıyı yapanın kellesini alırken birkaç kişi daha buna engel olmak istedi, ancak diğer astlar ilerleyişlerini engelledi.

   Onbaşı, kısa süreli afallamanın ardından kendisine gelerek ekibiyle beraber çemberin içinden çıktı ve düzgün bir pozisyon alarak, “Falanks Savunması!” diye emir verdi.

   Paralı askerler mızrak olmadan Falanks Savunması'nı nasıl yapacaklarını merak edermişçesine seyirci kalırken askerler sırayla Onbaşı'nın önüne set çektiler. Ve kılıçlarını mızrak gibi tutarak büyülerini silahlarına aktardılar. Silahları, büyü eşliğinde parıldayarak cisim değiştirdi ve birer mızrağa dönüştüler.

   “Twanya Krallığı'nın özel hücumu No.03 hücum!”

   Askerler bir anda birbirlerinden ayrılarak etrafta koşuşturmaya başladılar, paralı askerler ne yaptıklarını pek anlayamasa da düşmanlarının bu hareketine engel olmak için tüm güçleriyle saldırdılar ve Onbaşı o anda içinden, “Yemi yuttular,” diye geçirirken parmaklarını şıklattı.

   Ortam bir anda kör edici bir ışıkla kaplanırken herkes ışığın kaynağının nerden geldiğini merak ediyordu, fakat bunu bilmelerine imkân yoktu. Sadece, geçici körlüğün etkileri geçince etraflarına bakabildiler ve gördükleri manzara karşısında şoka uğramışlardı.

   “Adalet Sancağı Arthemis...”

   Mızraklı askerler bilinçsizce yerde yatarken her birinin mızrağı tutan kolları parçalanmıştı. Artık, sadece tek kollu işe yaramaz askerlerdi. Lakin, paralı askerlerin tam ortasında duran Twanya Krallığı'nın sancağının heybeti her şeyin sona erdiğini haber ediyordu.

   “Siz, suçlular adalet tanrıçası tarafından yargılanacaksınız. Geberin... ARTHEMİS!”

   Sancağın tepesinde beliren kadın sureti altın sarısı gözleriyle paralı askerleri tepeden izliyordu. Hayattan kalan paralı askerler ne yapacaklarına karar vermeye çalışırken içlerinden biri rahat adımlarla sancağa doğru ilerlemeye başladı.

   Onbaşı kollarını göğsünde birleştirerek oldukça rahat tavırlarla başını yana yatırdı.

   “Hey, sen. Ne yapmaya çalışıyorsun? Eğer, daha fazla yaklaşırsan ölecek-”

   Paralı asker, elini havaya kaldırarak parmaklarını büktü ve havada yakaladığı şeyi sertçe aşağıya çekip yere vurmasıyla ani bir basınçla zemin parçalara ayrılarak, gök yüzünde kara bulutlar toplandı. Kara bulutlar, kendi eksenleri etrafında dönerlerken tam ortada kalan paralı askerin tepesinde bir boşluk vardı. O boşluktan, inen siyah bir cisim yere çakılınca her yer de şiddetli şimşekler çakılmaya başlandı.

   Arthemis'in sancağıyla kırmızı renkteki sancak birbirleriyle çakışınca ortaya çıkan güç her iki tarafı da geriye doğru itmeye başladı. Lakin, tek bir kişi ayakta kalabiliyordu. Kimliği bilinmeyen paralı asker...

   Onbaşı, kılıcını çekerek kaşlarını çattı ve düşmanının yapacağı hareketleri tüm dikkatiyle beklemeye başladı.

   [Sancağı kendi iradesiyle dikti. Bizse, askerlerin fedası sayesinde zar zor dikebilmiştik. Lakin... o fedakarlıklar sadece bir sancak için değildi.]

   Onbaşı, tüm gücünü açığa çıkararak üzerinde inanılmaz bir baskı hissetmeye başladı. Paralı askerse aynı şekilde kana susamış aurasıyla maskesinin altından gözlerini Onbaşı'ya dikerek kaçınılmaz büyük savaşa başlamanın eşiğine getirdi.

...

   “Lanet olsun. Kara Göz'den hâlâ haber gelmedi. Şimdi, ne yapacağım ben? Ortalık her geçen gün karışmaya devam ediyor. Hele, şu son gazetede yazanlar... iyice uçuk şeyler. Kara Bağ'ın yeni bir ittifak kurduğuyla ilgili zırvaları... gerçekten bu haber basını nasıl bu bilgilere ulaşıyor? Akıl sır erdiremiyorum.”

   Küçük otel odasında sıkışıp kalan dedektif silahını belinden çıkararak masanın üzerine koydu ve geçmişi gözünün önüne geldi.

   “Seninle az iblis kanı dökmedik Froji... Ve görünen o ki bu sefer iblisten daha fazlasını dökeceğiz. Bu sefer ki, savaş çok daha çetin ceviz olacak. Ve eğer kazanan tarafta olamazsak ölürüz, arada kalırsak yine ölürüz. Tek çaremiz kazanmak. Ve bu yüzden de en uygun anı bulduğumuz da krallığın kıçına tekmeyi basacağız. Tıpkı Draak Prestanya Black'ın arzusu gibi...”






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46887 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr