Dünya üzerinde birçok kıta, kıtaların içinde yüzlerce imparatorluk, milyonlarca krallık ve milyarlarca insan bulunuyordu. İnsanların yanı sıra bir sürü çeşitleriyle, kurt adamlar, elfler, ejderdoğanlar, cadılar ve daha bir sürü farklı ırk bulunuyordu. Irkların aralarında çatışmalar olsa da, bir şekilde yaşayıp geçiyorlardı.
Dünya üzerindeki en büyük kıta Engin Kıta'ydı. Engin Kıta'da Norant adı verilen, yüksekliği dudak uçurttan bir dağ vardı. Bilinen en yüksek dağ oydu ki, çağın en ileri teknolojileriyle bile çıkılması imkansızdı; öyleki en güçlü enerjisel teknikler bile bu dağın yüksekliğine yeniliyordu.
Norant Dağı, oldukça yüksek ve her tarafı kar ile kaplı bir mekandı. Çok soğuktu. Eğer bir insan oraya koyulursa birkaç dakika içinde hayatına veda ederdi. Norant Dağı'nda hiçbir canlı yaşamazdı.
Orada hiçkimse yaşamasa da, o gün o dağda bir grup bulunuyordu.
Bu grubun diğer gruplardan ayırt edici bir yönü vardı, bu grubun her bir üyesisin göz alıcı zırhları vardı.
Zırhlar parlak bir metalden yapılmıştı ve her bir şr üyenin zırhı farjlı renklere bürünmüştü. Norant'ın yukarısından gelen soğuk ışıkla hepsi parlıyordu. Her biri ayrı bir Güneş'ti sanki.
Her bir zırh, farklı bir şeyi sembolize ediyordu. Aralarında turuncu ve sarı rwnkleri arasında gidip gelen, en çok göze çarpan zırh, azmi sembolize ediyordu. Ona bakan bşr insan o zırhın bir aslanı tasvşr edilerek yapıldığını henen anlayabilirdi.
Bu grup yaklaşık on kişiydi ve dağın en üst sınırlarına ulaşmışlardı. Tepesine yakın bşr yerde, diz sayılabşlecek bşr alan vardı ve hepsi o alanda bulunuyor, kimisi yavaş yavaş geziyor , kimisi de düz alanın sınırına yaklaşıp aşağıya bakıyordu. Tabi o kadar uzaklıktan neyi görebileceklerse.
Grubun lideri olduğu anlaşılan zırhlı ise o düz alanda dimdik duruyordu. Tek yaptığı şey karşısında bulunan mağaraya bakmaktı. Mağaranın girişinin etrafı kara bulanmışken, dışarısı o kadar beyazken içerisinin zifiri karanlık olması tam bir zıtlık örneğiydi. Fakat grubun lideri bunu umursamıyor gibi görünüyordu.
Liderin zırhı, diğer zırhlılardan daha soğuk bir hava yayıyordu. Sanki insan ona baksa, soğuk bşr rüzgar tarafından esir edilecekti.
Zırhı, her bir ayrıntısına kadar dikkatlice işlenmişti. Zırh tamamiyle tek bir motifti. Zırhı döven kişi, tek bir motifi ele almıştı ama aldığı motifi, tüm ayrıntılarına kadar metale işlemişti. Kaba saba şekil vermelerin ayıbını birçok ince ve estetik dokunuşlar örtüyordu ve nihai sonuç, çoğu kimsenin rüyalarında bile göremeyeceği güzellikte olan, nadir bir zırh idi. Bu zırh ve bunun gibi diğerleri, kimliği belirsiz demirciler tarafından dövülür ve miras yolu ile sonraki nesile bırakılırdı.
Liderin zırhı ise çok çok açık mavi ve gri renklerine bürünmüş, ışık vurunca oldukça parlak, vurmayınca bile kendini hissettiren bir metaldendi. Kimliksiz demircinin ele aldığı motif ise, aslan, kaplan veya benzeri bir hayvandı. O kadar göz alıcıydı ki o motife uygun bir kılıf sığdırmak zordu. Zırhın en dikkat çekici yeri baş kısmıydı. İnce metal bir çubukla oyulmuş yiz hatları ve noksan dokunuşlar, zıehın diğer kısmına kıyasla daha özenli ve yavaş bir biçimde işlenmişti. Ayrıca, bu motifte bir göz unsuru yoktu. Gözler için kaska çöktürülmüş siyah bir kısım vardı. Bu kısım gözlerin bulundukları yerleri birleştiriyor, zırhta uzun ince bir çizginin oluşumunda katkı sağlıyordu.
Çok fazla ayrıntıya gitmezsek, zırh sinirli ve kedimsi bir yaratığa benziyordu. Sivri dişleri ağzının arasından kendisini gösteriliyordu.
Az sonra, lşderin baktığı mağaanın girişinde, bir insan belirdi.
Ağır adımlarla, her saniyeyi sindire sindire ilerliyordu. O ka merhaba yavaş bir biçimde ilerliyordu ki, insan bu yavaşlıkta kendini kaybedebilirdi.
Adam uzun süren bir yürüyüşün ardınsan mağaranın ağzına gelmişti. Karşısında gördüğü bir takım zırhlı arlıkla karşılaşınca şaşırmadı. Çünkü onları bekliyordu ve birkaç yıldır devam eden bekleyişi bu gün son bulmuştu.
Lider bu anı bekliyormuş gibi anında kafasını ona çevirdi.
Adamın saçları uzun ve ağarmıştı, kırışmış yüzü hayatla ne kadar yüz yüze geldiğini ispat ediyordu ve mavi gözleri, bir okyanusun enginliği ile parlıyordu.
İri yarı bir cüssesi vardı, ellerinin teki yoktu. Onun yerine bir avuç uzunluğunda bir dal parçası vardı.
Giydiği kıyafetler tipik bir eşkıyanın giydikleriydi ve bu öldürücü soğuk yüzünden donmaya başlamıştı. Buna karşılık, yaşlı adam oldukça rahat gözüküyordu.
Adam da aynı şekilde zırhlı lidere baktı ve hafifçe gülümsedi. Biraz daha ilerleyip grubun birkaç adım ötesinde durdu.
"Hoşgeldiniz, sefalar getirdiniz... Sizi hangi rüzgar buraya attı?"
Lider, otoriter bir tavırla, "Bunu biliyor olman lazım."
"Bilmek mi? Haha, Dağ bile sizi unutmuşken benim sizi hatırlamam biraz garip olurdu."
Tavrını korumaya çalışırken, "Benimle dalga mı geçiyorsun?" diye bağırdı, "Ne istediğimi biliyorsun! Taşlar, bana taşları ver."
İhtiyar adam kaşlarını biraz çattı, "Biraz yavaş ol, delikanlı," dedi, "Taşlar için gerekenleri yerine getirmen gerekir..."
Sonra işaret barmağını kaldırıp yüzünde muzip bir ifade yerleşti, "Ayrıca, taşlar tek bir sahibe verilmez."
"Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?"
Zırhlıların lideri, elini kılıcını çekmek üzere beline götürdü.
İhtiyar "Biraz sakin ol, delikanlı. Eminim ikimizde kavga çıkartmak peşinde değiliz."
"Taşları ver." Zırhı içinden çıkan bu ses, son bir uyarıydı.
Bir sessizliklik çöktü, zirveye ramak kalmış düzlükte. Zırhın derin siyah boşlukları, mavi gözlü ihtiyarı tehdit ediyordu. Diğer zırhlar ise çıt çıkarmıyor, az sonra olacakları bekliyorlardı. İhtiyar adam ise bu delikablıların nereden düştüğünü tahmin etmeye çalışıyordu.
Yer sallandı.
O kadar ani oldu ki bua sarsıntı, zrıhların hepsi, aynı anda sallanıp ses çıkardı. Bu kuvvetli sallantı karşısındaki zırhlılar teker teker düşmeye başladı. En önde duran ise kılıcını çekip yere sapladı. Bu sayede kılıctan destek alıp ayakta durmayı düşünmüştü ki, yanılıyordu. Sllantı yüzünden yere sapladığı kılıcını bile doğru düzgün kavrayamadı.
Bu seslere dağ da katıldı. Bu şiddetli sallantı, aniden oluştuğu gibi aniden yok oldu. Bu da bir uyaırydı. Dağ tarafından.
Bu sallantıdam etkilenmeyen sadece mavi gözlü ihtiyar adam ki, gözlerini zıerhlılardan en öndekine dikti. Bakışı bir dalganın kayaya vurmasını gibiyd, "Gördünüz mü? Norant Dağı bile size taşları vermek istemezken buraya gelip kılıç çekmenşn bir anlamı yok! Çıkın gidin işinize."
"Ha... Hayır." diywrek karşı çıktı, lider. Kılıcını kavramayı yeni başarmıştı ve doğrulmaya çalışıyordu, "O kadar yolu boş ellle dönecek değilim..."
Düz ve kararlı bir duruş sergiliyordu. Bir an için kimse onu yıkamayacağını düşündi herkes . Sarsılmaz bir kaleyi andırıyordu ki gözleri ve sözleri bu duruşu tamamiyle destekliyordu.
"Ya o taşları verirsin," dedi oldukça net bir şekilde. Sonrasında da tam olarak şunu ekledi, "Ya da o taşları ben bizzat kendim alırım.."
"Pekala, delikanlı." diye cevap verdi, tuhaf giyinimli, mavi gözlü ihtiyar, "İstediğin gibi olsun. Ben Norant Dağı ve taşların gardiyanıyım. Ve tam da şuanda, sen ve şu arkandaki demir böcek sürüsünü ezecek olan, Gamirez Regi!"
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..