Davay :D
Dağlar Orklarla kaynıyordu!
Ork gözcüleri. Ork şampiyonları. Ork savaşçıları.
Geçmişte Weed pek çok farklı durum içinde bulunmuş ve her ne olursa olsun soğukkanlılığını korumayı başarmıştı, ama şimdi o bile tepkisiz kalmayı başaramıyordu.
'Eğer foyam ortaya çıkarsa - işim biter.'
Weed dağ yamacından tırmanırken terden sırılsıklam olmuştu.
Kendinizi cesur olarak tanımlıyor olsanız da etrafınız orklarla kaplıyken duruşunuzu muhafaza etmek pek de kolay olmuyordu.
Rosenheim Krallığında da orklar vardı ancak levelleri 80 ila 130 arasındaydı. Yani bir şeyler ters gittiğinde onlardan kaçabiliyordunuz.
Burada, Issız Topraklarda canavarlar çok daha güçlüydü. Oyunun en güçsüz canavarlarından sayılan Goblinler ve Koboldlar bile yaşadıkları yere göre farklı dövüş güçlerine sahiplerdi.
Ve bu topraklarda Orklar çocukluklarından beri bölgeleri için savaşıyorlardı. Devasa canavalarla savaşıyorlardı, bu nedenle Rosenheim Krallığında doğanlara göre levelleri ve güçleri çok daha ötedeydi.
Ama en korkutucu kısmı güçleri değil sayılamayacak kadar çok olmalarıydı! Eğer burada bir şeyler ters giderse ve kaçmaya başlarsa binlerce Ork tarafından kovalanacaktı.
Weed’in ‘Issız Topraklarda Orklar tarafından öldürülmeyi’ deneyimlemeye karşı hiçbir ilgisi yoktu. Bu yüzden dikkatleri üzerine çekmemek için uğraşıyordu.
"Chwiiik!"
Weed önünde duran Orklardan biriyle kazara göz göze geldi. 210. Seviye Ork Şampiyonu! Onurlarıyla tanınan bazı şövalyeler bile üstünlüklerini ortaya koymak için diğerlerinin gözlerine bakmaktan hoşlanırlardı ve bu bir Ork Şefiydi.
"Chwiiik!"
Ork Weed’e dik dik baktı, gözleri garezle parlıyordu.
'Başım dertte.'
Orkun kaba davranışı Weed’in yüzünün buruşmasına neden oldu.
'Kendimi açık edemem...'
İlk olarak Weed gülümsemeye karar verdi. Bu daha önce dostça ilişkiler kurma konusunda onu hiç yolda bırakmamış güvenilir bir yaklaşımdı. Harika bir insanlar arası yetenek.
Weed elinden gelen en iyi gülümsemeyi takındı.
Ancak yeni görüntüsüne pek de alışabilmiş değildi, bu nedenle istemeden kaşlarını çattı ve ağzının kenarları biraz seyirdi. Devasa köpek dişleri daha da çok ışıldadı.
Tam o anda Ork Şampiyonu gözlerini kaçırdı!
"Chwik! Chwik! Chwik!"
Korkmuştu! Weed’in sadece görüntüsü bile bir Orc Şefini korkutmaya yetmişti, üstünlük duygusuyla konuştu:
"Gelecek sefere dikkatli ol. Chwiiik!"
"Olurum. Chwik. Chwik. Chwik."
Weed’in dağa çıkma yolunda böyle olaylar birkaç defa daha tekrarlandı. Weed’in korkutucu duruşu ve görünüşü önünde diğer Orklar büzüldü.
Böylece yol boyunda hiçbir sıkıntı yaşamadan Weed Orkların bir canavarla savaştığı yere ulaştı.
"Herkesi öldüreceğim, herkesi! Cwichwik!"
"Chwiiik! Burası bizim toprağımız!"
Birkaç düzüne Ork devasa bir ateş canavarıyla - peygamber devesiyle kırkayak arası bir şey - savaşıyordu! Ateş püskürtüyordu ve ağırlığıyla düşmanlarını eziyordu.
Orklar durmaksızın palalarını savuruyorlardı ancak çabaları düşmanlarının kalın derisini geçmekte pek de başarılı olamıyordu.
Ateş devi 280. seviyeydi - tehlikeli bir düşman. Issız Toraklarda bunun gibi sayısız canavar vardı. İşte bu yüzden bu bölge kıtadaki en tehlikeli bölge olarak adlandırılıyordu!
Weed Orkların savaşını seyretti. İki şeyi sonsuza kadar seyredebilirsiniz derler: yanan ateşi ve gerçek bir savaşı!
'Tüm Orklar ölürse, itemlerine çökebilirim...'
Üstelik Weed’in hiç zırhı kalmamıştı ve orada çıplak durduğu söylenebilirdi.
Weed savaşın sonunu beklemeliydi.
Ateş devi büyük bir hızla hareket ediyor, tüm bedenini kıvırıyor ve yakındaki düşmanlara ateş püskürtüyordu. Orklar arka arkaya hakkın rahmetine kavuşuyorlardı.
Weed bunu sakince izledi, ta ki aklına şu fikir gelene kadar:
'Şu anda bir insan değilim. Benim yerimde olan hiçbir Ork yoldaşlarının ölmesini böyle bir kalpsizlikle izleyemez.'
Weed ileri fırladı ve koşarken düşmüş palalardan birini kaptı.
"Iyahap!"
Dikkati dağılmış devin yanına tüm gücüyle vurdu. Dev bir bina gibi devrildi ve bir toz bulutu yükseldi. Weed, Ork olduktan sonra bile gücünü ve yeteneğini kaybetmemişti!
Ateş devi yeni düşmanının farkına varmıştı. Hızla yerde dönerek toparlandı, ayağa kalkıp yeni tehdide doğru hücum etti. Alevler saçarak hızla yaklaşıyordu!
Weed düşünmeden yükseğe sıçradı ve devin kafasına indi.
"Oyma, Chwiik! Bıçağı, Chwiiik!"
Ork bedeninde de olsa Oyma Bıçağı tekniğini kullanabiliyordu ancak düşük zekası nedeniyle manası hızla tükeniyordu.
Diğer yandan çok daha güçlüydü.
Weed palasını canavarın kafasına tüm gücüyle indirdi ve sadece küçük bir çizik atabildi.
Pala çok keskin değildi ama her vuruşta devin kafasındaki yara biraz daha derinleşiyordu.
"Kuwo-o-o-o-o!"
Ateş devi zıplıyor ve kafasını savuruyor, Weed’i fırlatmaya çalışıyordu.
Düşerse çok kötü bir durumda kalacaktı. Weed bunu bildiğinden dolayı arka arkaya darbeler indirirken bacaklarının pozisyonunu korudu ve dengesinin bozulmasına izin vermedi.
Canavar o kadar debelenmişti ki neredeyse Weed’i başından atıyordu, Weed son anda devin antenini yakalamayı başardı.
"Geber artık, Chwiiik!"
Tabii ki dev canavarın kafasının ucunda sallanmak otobüsteki tutacakları tutmaktan çok daha zordu. Ancak Weed’in eğitimi düşmemesini sağladı. Bedeni üzerinde mükemmel bir kontrole sahipti! Ayak basacak bir yer bulduğununda gücünü düzgünce kullanabiliyordu. Weed devin kafasına bir hamam böceği gibi tırmandı ve darbeler indirmeye kaldığı yerden devam etti.
Diğer Orklar da tepkisiz durmuyorlardı.
"Bize, Chwiik, destek geldi!"
"Chwiiik! Hücuum!"
Orklar canavara silahlarını savurarak saldırdılar.
Ateş devi ateş püskürttü, debelendi ve sıçradı ama Weed ve Orkların birleşik saldırılarının karşısında dayanamadı ve cansız cesedi sonunda yere düştü.
Ding!
Seviye atladınız!
*Yuroki dağlarında bir dev avlamak Şöhretini 1 arttırdı.*
Weed sevinçle bağırdı!
Avlanırken bu başına gelmeyeli uzun bir zaman oluyordu. Önceleri kafasını savaşa gömdüğü zamanlarda sık sık sevinç nidaları atardı.
"Chwiiiik!"
"Chwichwichwiiik!"
Orklar da memnun şekilde bağırmaya başlamışlardı.
Büyük ressamlara layık bir sahne: Weed devin kafasının üzerinde duruyordu ve onun etrafında mutlu nidalar atan bir grup Ork vardı. Dışarıdan bakıldığında imkansızı başarmak için bir araya gelmişler gibi görünüyorlardı!
Her zaferden sonra yapılması gereken önemli bir şey vardı.
Weed ganimeti topladı.
*Ateş Devinin Derisi ele geçirdin.*
Bu malzeme işlendikten sonra zırh yapımı için kullanılabiliyordu. Bundan yapılan zıhlar tabaka çelikten yapılanlara göre çok daha hafif ve sert olacaktı, böylesi malzemeleri bulmak gerçekten çok zordu.
"Teşekkürler! Chwiik!"
"Chwichwichwit, bizi kurtardın."
Orklar Weed’in etrafına toplanıp ona şükranlarını sundular. Onlar çok büyük bir tehlike içindelerken yardımlarına yetişmişti, ona çok minnettarlardı. Ancak böylesi bir anda bile bazı orklar ondan bakışlarını kaçırıyordu.
Böylesi bir yüze alışmak kolay değildl!
Ancak bu tepkiler Weed’e kendini güvende hissetmişti.
//5 altının garezi bu gençler :D
"Chwiik, böyle bir yaratığı mı avlıyorsunuz? Chwiit, Beni de çağırmalıydınız. Dövüşmeye bayılıyorum Chwichwichwiiik! Değerli taşları ve iyi itemleri daha da çok severim."
"Chwii. Kabul ediyoruz. Sen bir savaşçısın. Seninle gurur duyuyoruz, Ork savaşçısı."
Benzerlikler yakınlaştırır - bu kural oyunda bile işe yarıyordu.
Yağmayı ve savaşı seven Orklar, Weed’e hemen ısınmışlardı.
"Seni ilk defa görüyorum. Nereden geliyorsun? Chwiiik!"
"Bilmiyorum. Chwik!"
Weed düzlüklerin uzaklarında bir yerlere üzgün gözlerle baktı. Ve görünebildiği kadar üzgün görünmeye çalıştıysa da ona dışarıdan bakan birisi onun kanla savaşla ve katliamlarla örülü geçmişini düşündüğünü sanırdı.
"1 yaşındayken annem beni bu topraklara bırakmış. Chwik! Bu düzlüklerde yaşadım ve şimdi geri döndüm. Chwiiik! Daha fazlasını sormayın."
"Ne diyorsan o. Chwiik!"
"Hadi ava gidelim. Chwiik!"
"Tamam. Chwik!"
Weed Orkların partisine bir davet aldı ve katıldı.
Her yerde, canavarların arasında bile kendini evde hissediyordu! Weed içinde bulduğu durumu değerlendirip mümkün olan en büyük çıkarı elde etme konusunda bir uzmandı. Bu bedava sunulan pirinç lapası da olsa bedava tren bileti de olsa değişmiyordu. Çocukluğundan beri katlanmak zorunda olduğu farklı zorluklar ona içine tıkıldığı kutunun dışını düşünmeyi ve duruma hızla uyum sağlamayı öğretmişti.
"Wo-o-o-ah!"
"Chwiik, chwiik!"
* * *
Ork köyleri tüm Yuroki dağlarına yayılmıştı.
Katıldığı partideki savaşçılarla beraber avlandıktan sonra Weed onlarınkine davet edilmişti.
"Chwiiik! Bizimle gel."
"Gelebilir miyim? Chwik! Chwiik!"
"Tabii. Ailemiz büyüktür. Chwichwichwik. İyi savaşçılar, chwiiik, iyi karşılanırlar."
"Chwik! Teşekkürler, dostum."
Weed Orkları dağların derinlikleri boyunca takip etti.
Yolları üzerinde insan şehirleri kadar büyük pek çok yerleşkeye rasladılar. Duvarları ya da kaleleri yoktu ama çok sayıda büyük binaları vardı. Böylesi evlerde 10 Ork ikamet ediyordu ve bir yerleşkede 1000’den fazla bina vardı.
Orklar Weed’i böyle bir yerleşkeye götürdüler. Girişte Weed muhafızlar tarafından durduruldu.
"Herhangi birinin girmesine izin yok. Chwiik!"
Weed onlara sakince baktı ve konuştu:
"Bir problem mi var? Chwiik!"
Ork-benzeri bir şeytan! Dünyadaki en korkutucu yüzü ile.
Weed'in görünüşü onun en iyi geçiş kartıydı. Ve yoldaşları da onu savunmaya çalıştılar.
"O bizim dostumuz. Chwiik! Biz beraber çarpıştık. Chwik!"
"Y-yine de izin v-veremem. Chwik!"
"Chwiiik. Önce ismini söylemesi lazım. Chwik! Sonra girebilir."
Muhafız, elleri titremesine rağmen düzgün bir cevap vermeyi becerebildi.
Weed düşünmek için durdu. Ork rolüne tamamen girmesi için yeni bir isme ihtiyacı vardı. Bu konuyu tamamen atlamıştı.
"İsmim Kari... chwi!"
Hızlıca yeni bir isim düşündü - Kari, ancak bedeni yine işini bozmuştu ve Orklar farklı bir şey duydular.
"Karichwi! Karichwi! Chwiik. İçeri gel."
İşte böylece Weed Karichwi olmuştu, Orkların isimleri sık sık '-chwi' ile biterdi.
'İşte böyle.'
Kari ya da Karichwi, onun için fark etmiyordu.
Weed olayı unuttu ve yerleşkeye girdi.
* * *
"Chwiiik! Ucuz satıyorum."
"Chwik! Daha ucuz satıyorum!"
"Chwiit! Ben de ucuz satıyorum."
Ork köyü pek çok yönü ile bir insan yerleşkesine benziyordu.
Orklar dükkanlarında zırh ve silah satıyordu. Çoğu burada bu yerleşkede yapılıyordu, bu yüzden kaliteleri cidden düşüktü.
Ama fiyatları ateş pahasıydı.
"Chwik. Bu paslı çatlamış pala, chwiiik! Onu mu istiyorsun? Herkes onu ister. Sana sadece 60.000 altına veririm. Chwiik!"
//Oha lan ...
Palanın saldırı gücü 20’ydi, 10 puanlık dayanıklılığı kalmıştı ve 60.000 altın istiyorlardı! Pis düzenbazlar. Basit Orklar yüksek fiyat verirlerse hızla zengin olacaklarını düşünüyorlardı. İşte bu yüzden her şeyi uçuk fiyatlara satmaya çalışıyorlardı.
En ucuz şifalı otlar 20,000 altındı, ve en ucuz zırhlar - 50 000. Az çok kullanışlı palalar 150 000 altından başlıyordu.
Weed çok meraklanmıştı, döndü ve yoldaşlarına sordu:
"Chwiik. Cidden bir şey satmayı becerebiliyorlar mı?"
"Chwichwichwi. Hiç görmedim. Chwii. Kabak suratlı aptallar."
"Chwiik. Oh, onlardan hiç hoşlanmıyorsun."
Weed tarafından övülen Ork, silkindi.
"Tabii ki. Chwiik! En azından 2 milyon altın istemezsen hiçbir şey satamazsın!"
"..."
Weed’in dili tutulmuştu.
Ama onu bekleyen daha zor bir mücadele vardı. Köydeki dişi Orklar! İnsan standartlarına göre Weed‘in görüntüsü korkunçtu ama burada popüler görünüyordu.
"Kuvvetli eller. Chwichichwi!"
"Güçlü bir göğüs. Chwichichiik."
"Kalın dişler, bir baltadan bile sert."
"Böyle bir çeneyle yağmur altında boğazı hiç ıslanmaz. Chwiik! Burnuna baksana!"
"Geniş omuzlar ve kaslı beden."
"İdealimdeki erkek. Chwiiiik!"
Kadınlar Weed’e doğru eğiliyorlar ve ilgilerini belli ediyorlardı. Bazılar ona göz kırpıyordu, başkaları ise karşısında göğüslerini okşuyorlardı.
Böyle bir durumda en cesur adamlar bile korkardı. Böylesi ısrarcı bir taciz Weed’in yerleşkeden en kısa sürede kaçmayı dilemesine neden oldu.
Kadın olsalar bile devasa bir güruh halinde davranıyorlardı!
// Beyler bu paragraflar şaka değil hatta eğilmiyolar domalıyolar aslında ben biraz yumuşattım.
"Ne yapıyor bunlar? Chwiik!"
"Kadınlar gücü sever. Sana aşık oldular. Chwiik!" - yoldaşlarından biri kıskançlıkla cevap verdi.
* * *
Orklarla aynı evde yaşamak Weed’e iki yönden işkence ediyordu.
İlki dişilerdi.
Günün ve gecenin her saati onunla sevişmeye çalışıyorlardı. Bir kadının aklına gelebilecek her şeyi deniyorlardı.
Bu reşit olmayan bir oyuncunun başına asla gelmezdi. Ama Weed resmi olarak 20 yaşının üzerindeydi ve oyun hesabı da buna göre ayarlanmıştı.
Yetişkinler için oyunda özel içerikler mevcuttu. Gece hayatı. Sadece yetişkilere uygun zevkler!
Ancak kim bir Orkla yatmak isterdi ki? Weed kesinlikle istemiyordu.
'Bekaretimi böyle kaybedemem!'
Bedeli ne olursa olsun kadınlardan kaçınmaya çalışıyordu.
Ona eziyet eden ikinci şey ise yiyeceklerdi.
Orklar yarı çiğ, neredeyse pişmemiş yiyecekler yiyorlardı. Yüksek aşçılık yeteneği yüzünden iyi yemek bağımlısı olmuş olan Weed yeni kardeşlerinin ağız tatlarına alışamıyordu.
Tatsız arpa ekmeği bunlardan bin kat daha iyiydi. Sık sık arpa ekmeğiyle ilgili rüyalar görüyordu.
Yine de bazen eziyetine ara veriliyordu, mesela, yerleşkeden av için dışarı çıktıkları zamanlarda. Weed hep en önden gidiyordu, palasını göklere kaldırarak onlara önderlik ediyordu.
"Chwiik! Düşman kokusu alıyorum!"
Minotaur Lordu ile karşılaşmışlardı! Baltalı devasa ve boynuzlu bir canavar. Minotaur Lordunun tehditkar bir biçimde silahını sallaması bile Weed’i durdurmamıştı.
"Chwichwi-i-i-i-ik!"
Weed palasını daha sıkı tutarak ileri fırladı. Basit, cahil, saldırgan ve acımasız bir Ork partisini savaşa sürdü.
"Allah, allah , allah, hücuum! Chwi-i-i-ik!"
* * *
Yoon Chunhee her gece Kraliyet Yoluna bağlanıyordu.
Bir çağırıcıydı ve oyundaki ismi Seirin’di. Karakter yaratırken yarı-elf ırkını seçmişti, bu yüzden bir cüce gibi kısa boyluydu.
"Anlaşmamızın gücüyle seni çağırıyorum, Basilisk!"
Çağırma büyüsünü yapmak neredeyse tüm manasını tüketiyordu, ama yanında 3 tane basilisk yardımcı belirmişti. Bu canavarlar kertenkelelere benziyorlardı. Zehirlilerdi ve iyi bir savunmaya sahiplerdi, bu nedenle avlanırken onları hep çağırıyordu.
Basilisklerin yardımıyla o ve partneri 2 sövalyenin hakkından geldiler.
Kadın hırsız son şövalyeyi arkadan bıçaklamayla halletti.
"Phew! Bir şekilde kazandık."
Hırsız alnındaki teri sildi ve Seirin'e doğru yaklaştı.
"İyi iş, kardeşim."
"Sen de iyi iş çıkardın, Lami."
Seirin ve Lami kardeşlerdi ve aralarında 3 yaş vardı.
"Pheew, biraz dinlenelim."
"Tabi. manamı yenilemem lazım."
Yeni keşfedilmiş bir zindanda avlanıyorlardı. Yüksek seviyeleri sayesinde burayı ilk bulanlar onlardı ve şimdi elde ettikleri avantajları tam verimde kullanmaya çalışıyorlardı.
Kız kardeşler yere oturup konuşmaya başladılar.
"Hey! Okul festivalimize gelen adamı hatırlıyor musun? İsmi Lee Hyun’du. Bir arkadaşımın, Hye Yeon’un abisiydi. O seninle aynı yaşta değil mi?
Seirin hafifçe gülümsedi.
"Doğru."
"Onu tanıyor musun?"
"Evet tanıyorum. Kız kardeşiyle de tanıştım."
"Anlıyorum...Ama sen genellikle erkeklerle ilgilenmezsin, ünlü aktörlerle bile. Ve kimseyle de çıkmıyorsun..."
"Onlarla ilgilenmiyorum."
"Yani, onunla ilgileniyor musun?"
"Onunla - evet."
İyi bir ilişkileri olduğundan Seirin asla kardeşinden bir şey saklamazdı, Lami ona soru sormaya devam etti.
"Ondan... hoşlanıyor olabilir misin?"
"Doğru tahmin ettin."
"Voah! İdealinin bu olduğunu bilmiyordum. Yani atletik çocuklardan hoşlanıyorsun, ha?"
Lami de Lee Hyun’un 3 mücadeleyi nasıl geçtiğini ve prensesi kurtarma yarışmasını nasıl kazandığını unutmamıştı. Böyle bir şeyi gören hiç kimse bunu unutamazdı.
Lee Hyun 3 mücadeleyi geçerken fırlatlan balonları o kadar hızlı geçmişti ki izleyenlere bir sihir numarası gibi gelmişti.
"Atletik olduğundan dolayı değil. Hayır, onun öyle olduğunu bilmiyordum."
"O zaman neden ondan hoşlanıyorsun?"
Lami çok meraklanmıştı.
Fitliğinden dolayı değilse ne olabilirdi? Yüzü ve cüssesi bayağı sıradandı ve okulu bitirmediğine dair dedikodular vardı.
"O bir aile adamı. O hep kendinden önce ailesini düşünür ve onlarla ilgilenir. Onun gibi birisiyle evlenirsen hep mutlu olursun. Haksız mıyım?"
* * *
"Yaşamak için ne yapıyorsun?"
Adam ensesini kaşıdı ve kıza cevap verdi:
"Hiçbir şey."
"Vh. Üniversiteye bile gitmiyor musun?"
"Gidiyorum….Ama çok sıkıcı ve sanırım bırakacağım."
"Bu gurur duyulacak bir şey değil… Bu konuda sessiz kalmalısın."
Kız ayağa kalktı. Tam odadan ayrılacakken duyduğu şey durmasına neden oldu.
"Üniversiteye gitmenin ne manası var ki? Her türlü babamın şirketinde çalışacağım."
"Babanın şirketi mi?"
Kız aniden bu çocuktan hoşlanmaya başlamıştı.
O gün kulüpte bulunan kızların en güzeli olduğuna emindi.
"Evet, şey, sadece küçük bir şirket."
"Ne kadar küçük?"
"Küçük bir şehri dolduracak kadar çalışanı var."
"..."
"Satış… ya da her ne diyorlarsa? Her türlü küçük bir şehirle aynı."
"..!"
Kızın nutku tutulmuştu.
Adamın giysilerini inceledi, bayağı doğru gözüküyordu.
'Tamamen marka giyinmiş. Ayakkabıları en son koleksiyondan ve sadece rezervasyonla satılanlardan.'
Çocuk kıza telefonunu verdi.
"Numaranı yaz."
"Ben o tür bir kız değilim."
"Anlıyorum. Bu seninle daha da fazla konuşmak istememe neden oluyor."
Kolayca kızın numarasını aldı.
Kız odayı terk ettiğinde odadaki diğer erkekler heyecanla konuşmaya başladılar.
"Yakıyorsun, Jihoon!"
"Bu sefer 5 dakikanın altındaydı."
Kız göz alıcı bir şekilde güzeldi.
Garson onu ‘nadir bir güzellik’ olarak tanıtmamış olsaydı bile, ona atılan tek bir bakış odadaki erkeklerin aç kurtlar gibi hissetmelerine yetiyordu.
Ancak Choi Jihoon çok tepki vermemişti.
'Zaten yarın onu hatırlamayacağım bile.'
Arkadaşları böyle yaşadığı için onu çok şanslı addediyorlardı ama Choi Jihoon sadece bıkkınlık hissediyordu.
Çok paranız olduğu zaman onu yönetecek kapasitede olmanız gerekirdi. İşte bu yüzden ebeveynleri onun hayatını çocukluğundan beri planlamıştı.
Gelecek neslin varisi olarak arkadaşlarını seçmekte, istediklerini yapmakta ya da istediği gibi yaşamakta özgür değildi.
Çocukluğundan beri hayatını ailesi tarafından kontrol edilen bir robot gibi yaşıyordu.
Ancak evden dışarıya okuması için gönderildiğinde arkadaş edinmeye başlamıştı.
Kendine ait bir hayata bile sahip değildi. Bir tren rayına konulmuş ve ileriye gitmeye zorlanmış bir adamdı. Sevdiğiniz şeyleri yapamadığınızda hayat sıkıcı ve bıktırıcı bir hal alıyordu. Ve Chi Jihoon’un hayatında pek çok kısıtlama vardı.
Ancak boş zamanlarında Kraliyet Yolu oynamaya başladığında kendinin bambaşka bir halini keşfetmişti.
Bu uzak dünyada bir nehir vardı.
Onun tasasız ve başıboş akışını izlemeyi seviyordu, bu nedenle balıkçı olmuştu.
Balıklarla hiç mi hiç ilgilenmiyordu, durmanın ve gerçekten yaşıyormuş gibi hissetmenin keyfini çıkartıyordu.
Diğer oyuncular seviyelerini arttırmaya çalışırken ve item kovalarlarken mücadele veriyorlardı, ama o sadece balık tutuyordu.
Choi Jihoon Balıkçılıkta Usta 3. seviyeye ulaştığında, Kralyiet Yolundaki en iyi balıkçı olmuştu.
Ama bunu umursamıyordu. O sadece balık tutuyordu.
Çok sessiz olması nedeniyle, diğer oyuncular onun kasvetli ve melankolik bir balıkçı olduğunu düşünerek onu rahatsız etmemeye çalışmışlardı.
Ama Choi Jihoon diğerlerinin kendi hakkında düşündüklerinden çok farklıydı. O sadece balık tutmayı seviyordu, suyun akışı tüm endişelerini silip süpürüyordu.
Ve sonra belli bir adam ortaya çıktı.
Balıkçılık yeteneğini olabildiğince hızlı geliştirmek niyetiyle Chi Jihoon’un favori yerlerini işgal ediyordu. Bu adam her şeyi parasal değerine göre yargılıyordu. Her gününü bitmez bir hayatta kalma mücadelesindeymiş gibi yaşıyordu.
//Kim acaba :D
Adamın adı Weed’di.
Choi Jihoon defalarca bu adamın balık tutarken heyecanla güldüğüne şahit olmuştu. En nadir ve önemsiz şeylerde bile böyle davranıyordu, örneğin bir balığın midesinde bir bakır para bulduğu zaman.
Weed böylesi ıvır zıvır şeylere bile genelde mutlu oluyordu.
Onunla balık avında yarışmak keyifliydi. Ve bir noktada Choi Jihoon buna kendini epeyce kaptırmıştı. Her balık tuttuğunda elleri heyecanla titriyordu.
En son ne zaman böyle hissettiğini hatırlamıyordu.
Choi Jihoon Weed’den hoşlanmıştı.
O zamandan beri onun yanında olmaya çalışıyordu.
http://i1.kym-cdn.com/photos/images/original/000/920/672/c21.jpg
Odein Kalesi kuşatmasında onunla omuz omuza savaşmıştı, Basra Zindanında onunla aynı partide avlanmıştı. Weed’in Hwaryeong ile avlanacağını duyduğunda hemen onu bulmuş ve onların partisine katılmak için parti liderine rüşvet vermişti.
"Gitmem gerek. Bir süre beni aramayın. Çok meşgul olacağım."
Choi Jihoon kalktı ve gece kulübünden ayrıldı. Caddede onu taze gece havası karşılamıştı.
O en pahalı kulüplerden bile daha keyif verici bir yer biliyordu.
Kraliyet Yolu.
Zephyr’in heyecan dolu hayatının beklediği yer.
//Bu adamı çok seveceksiniz 2. defa diyorum bak:D
* * *
Dış diyarın dili
Anlamsız hecelerin tekrarı
Söyle söylemek istediğini
Bu dinleyeceğim demek de değil
Şarkıcının sesi hıçkırık gibiydi. Bazen acılı bazen tatlı. Kız, piyanonun alçak sesinin eşliğinde büyülü bir tarzda şarkıyı söylüyordu.
Bazı jestler yasaktır
Diyaloglar neredeyse yoktur
Gözler basitçe bağlıydı
Sonra bana söylediler
Umutsuzluk. Gerginlik. Üzüntü. Sinir. Umutsuz arzular. Etkilenme. Aşk.
Gözlerinizden taşan duygular.
Yediklerimizi seçeriz.
Lezzetli yemek. O zaman gitmek istediğiniz bir sonraki yeri bana gözlerinizle anlatın
Bana dönün ve gözlerime doğru bakın, zihninizi okumama izin verin.
Yanlış anlaşılmanın ve çarpıtmanın olmadığı bir dünya.
Gözlerinizle, çaba göstermeseniz bile sizi daha iyi anlayabilirim.
Asla birbirlerimizin düşüncelerini doğru şekilde anlayamıyoruz.
Yaptıklarımın nedenlerini anlayamayabilirsiniz, bunu kabul ediyorum.
Çünkü ben bile bilmiyorum.
Gözlerimizle gördüklerimiz hatalı ve belirsizdir.
Kelimelerden etkilenmem. Lütfen mutluluğu aydınlatın.
Aynı gözlerinize baktığımdaki gibi.
Çok kısa bile olsa gözlerinizi yüzümden ayırmayın.
Bir bakış, bir yürek..
Böylece yüreğiniz aydınlanır.
Sert çarpık kelimeleriniz yoksa,
Ve de bakışlarınız, size bir şey söylemeliyim.
Gözler ve kulakla duyulan sesler
Girer ve kalbinizi derince kazmaya başlar.
Sadece sözlerle hislerinizi aktaramazsınız.
Bana gözlerinizle konuşun.
Onlar görmeyi seviyorum.
Jeon Hyo Lynn Times Meydanında çıkış şarkısı “Gözlerin Diyaloğu”nu söylüyordu.
Kalabalık soluk almadan dinliyordu.
Yumuşacık ve sevgi dolu gözleri onunla beraber şarkı söylüyormuş gibi gözüküyordu. Onun gizemli ve rüyamsı sesini dinlemek insanı cennette gibi hissettiriyordu. Ve önlerinde canlı ve güzel bir melek dans ediyordu.
Ama seyircileri etkileyen tek şey şarkı değildi.
Jeong Hyo Lynn sadece şarkı söylemeye başladığında, inanılmaz sesi olan bir şarkıcı olarak tanınmıştı ancak ilerleyen zamanlarda diğer yeteneklerini de dışa vurmaya başlamıştı.
Şarkı dansı olmadan tamamlanmış olmazdı. Her hareketi, her yüz ifadesi seyirciye öyle bir keyif veriyordu ki onun için bütün kalpleriyle tezahürat yapıyorlardı.
Jeong Hyo Lynn herkese müzik için doğmuş bir peri olduğunu ilan edermişçesine sahnede zarafet ile hareket ediyordu.
Ve tüm medyanın onu adlandırma şekli de böyleydi.
Uluslararası ‘Sahnenin Perisi’ turnesini bitirdikten sonra Kraliyet Yoluna bağlandı.
'Bundan sonra seviyemi yükselteceğim. Ve kesinlikle yeni bir dans deneyeceğim.'
Kraliyet Yolunda mesleğini dansçı olarak seçmişti. Böylesi muhteşem bir sesle harika bir ozan olabilecek olsa da dans etmeyi daha çok seviyordu.
'Ben maceralar istiyorum, dikilip şarkı söylemek değil. Canavar pataklamanın nasıl hissettirdiğini denemek istiyorum.'
Diğer insanlara göre o, zarif ve masum bir periydi. Ama aslında ailesindeki 5 çocuğun en büyüğü olarak yetişmişti. Sık sık isyankar davranırdı, bazense bir erkek fatma gibi.
Tabii ki ozanlar da avlanabilirdi. Ama dansçılık mesleği ona gerçek bir savaşta bulunma imkanı veriyordu. Dahası farklı stillerde dans edebiliyordu yani kimsenin onun hareketlerini tanıması gibi bir ihtimal yoktu ancak şarkı söylerken ortaya çıkması çok daha kolaydı.
Bu nedenle, bir dansçı olmuştu ve Kraliyet Yolu macerasına başlamıştı!
Şansına kimse onu tanımamıştı. Kendini gizlemeye çalışıyordu ve hatta karakterini gerçekten daha çirkin yapmıştı.
// Anlayacağınız kız tam bir taş.
* * *
"Biz de bir seyahate mi gitsek?!"
"Bu doğru. Burada sadece avlanıyoruz, sıkıcılaşmaya başladı."
"Piramit inşaatından bahsetmiyorum bile."
Zephyr, Hwaryeong, Mapan, Pale, Surka, Romuna, Irene ve Mayron bir araya gelmişlerdi.
// Weed’in ektiği herkes :D
Her türden meslekte birileri vardı, bazıları oyunda pek de popüler değildi. Aralarında canavarlarla savaşmak için uzmanlaşmış gerçek savaşçılar ya da paladinler yoktu. Ama nadir meslekleri onlara zor durumlardan kurtulmak için farklı seçenekler sunuyordu.
Yüksek canlı Zephyr ve keşiş Surka yakın dövüşten sorumluydu. Çok sayıda canavarın saldırdığı zor durumlarda Hwaryeong onları dansıyla uyutuyordu. Aynı zamanda dansıyla partisindekilerin statlarını da arttırıyordu.
Pale ve Mayron yaylarıyla uzaktan ok atıyorlardı, yanlarında yıkıcı büyüler yapan Romuna yer alıyordu. Rahibe Irene tüm parti üyelerine destek sağlıyor ve onları iyileştiriyordu.
Tüccar Mapan’ın bile bir işi vardı. İkincil meslek yeteneği olan ‘Talih Kuşu’, canavarların düşürdüğü ganimeti arttırıyordu.
"Peki, nereye gidiyoruz?" Pale herkese sordu.
Şaşırtıcı bir şekilde cevap partinin en sessizi sayılan Irene’den gelmişti.
"Ruhlar Gölüne gidelim!"
"Orası bizim için fazla zor değil mi?"
Bu yeri kazara öğrenmişlerdi.
Pale'in babası burayı Kraliyet Yolu dünya turu sırasında kendi başına keşfetmişti.
"Oh, ne güzel bir manzara! Suya bir bakmalıyım!"
Pale'in babası seyahatine bir ara verip biraz yüzmeye karar vermişti. Gerçek bir koreli, böylesi olağanüstü bir nehir vadisinde en azından ayakkabılarını çıkartıp ayaklarını suya sokma fırsatını asla kaçırmazdı.
Ve sonra, yüzerken bir göle açılan bir patika keşfetmişti. Ve tabii ki döndükten sonra bunu Pale’e anlatmıştı.
O zamanlar Pale’in partisinin ortalama seviyesi 130 civarında olsa da babasının yüzdüğü bölgeyi tehlikeli canavarlar mesken tutmuştu. Yaptıkları ilk savaştan sonra bedenlerini arkalarında bırakarak hızla geri çekilmişlerdi.
Bu nedenle onları bu gölde ne tür görevlerin, hazinelerin ya da tehlikelerin beklediğini bilmiyorlardı.
"Üstesinden geliriz. Şimdi çok daha güçlüyüz."
"Şey, bu doğru olabilir..."
"Hadi bir deneyelim!"
Yeni deneyimler beklentisiyle hepsi de gölden yana rey verdiler. Weed’den her zaman her türlü güçlüğe hazır olmayı öğrenmişlerdi, erzak ve şifalı ot stokladılar ve yola çıkmadan önce ekipmanlarının bakımlarını yaptırdılar.
* * *
Lee Hye Yeon buna inanamıyordu.
Kore Üniversitesinden Lee Hyun’un ilk aşamayı geçtiğine dair bir bildiri gelmişti. Tabii ki bu sadece ilk aşamaydı, geçmesi gereken bir mülakat vardı ancak yolun yarısı çoktan arkada kalmıştı.
"Oh, bu harika!"
Bildiriye memnun bir şekilde bakıyordu.
Kendi üniversite fonunu part-time çalışarak ve burs bularak temin edebilirdi. Ama ya abisi….
Lee Hye Yeon abisiyle bu konuda konuşmaya korkuyordu. Bunu pek çok sefer yapmak istemiş ancak cesaretini toplayamamıştı. Ya abisi bunun para israfı olduğunu ve mülakata gitmeyeceğini söylerse ne yapardı? Konu Hyun olunca bu gayet mümkündü...
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..