Lee Hyun başta kız kardeşiyle eve gidiyordu. Planı her zaman olduğu gibi dönünce bir takım işlerini halledip Kraliyet Yoluna girmekti. Görevin zamanı neredeyse gelip çatmıştı, ama en kötüsü hazırlanacak zamanının kısıtlı olmasıydı. Yine de o sırada aklında olan şey bu değildi.
'Üniversite mülakatı! Yürü anam yürü. Böyle önemli bir günü geçirmek için hiç de uygun bir yol değil.'
Lee Hyun nefesini tutup cüzdanına baktı.
Sert kağıt parçaları.
Parası suyunu çektiğinden yalnız bu banknotlar kalmıştı.
(D.N: İyi ki bir taksiye bindin :D)
"Hye Yeon"
"Ha?"
"Hadi sinemaya gidelim."
Şimdiye kadar Lee Hyun hayatında hiç sinemaya gitmemişti. Ama her şeyin bir ilki vardı.
"Gerçekten mi?"
Hye Yeon duyduklarını gerçekten de işitip işitmediğini başta anlayamadı.
Kendi abisi! Cebinde akreple dolaşan, asla parasını çarçur etmeyen, hatta otobüse bile binmeyen abisi. Bir çöp dahi almayan, hatta en azından temel okul gereksinimlerine bile para harcamayan abisi!
"Evet, bir film izlemek eğlenceli olurdu."
Lee Hyun'un kararıyla ikili yollarını sinemaya çevirdi.
İçeri girdiğinde donakalmıştı.
"İnanılmaz."
Bu kadar insanı bir araya toplayan bir yer nasıl olabilirdi? Burası farklı bir evrene aitmiş gibi hissetti.
"Abi bak, şu film ilgince benziyor."
"Olur, hadi gidip bir göz atalım."
İşin aslı bu Lee Hye Yeon'un da ilk kez sinemaya gelişiydi. Pek de azımsanmayacak bir cep harçlığı ve kendi parasını kazanabilse de parasını asla dikkatsizce harcayamazdı. Bu böylesi donanımlı bir sinemaya ilk kez gelişiydi.
"Bir sürü film var."
"Son zamanlarda en popüleri hangisi?"
"Şunun her yerde afişi var."
"Hadi gidelim, eğlenceliye benziyor."
Biraz sıra bekledikten sonra bilet sırası onlara geldi. Lee Hyun sadece içeri girmeden önce parayı ödemesi gerektiğini biliyordu. İçeri girebilmek için bilet satın alması gerekiyordu.
"Demek böyle oluyor. Her neyse bunun geleceğini biliyordum."
Lee Hyun yüzünde aniden baskıcı bir gülümseme belirdi. Özgüven dolu bir tane. Cüzdanından 10,000 won çıkarıp uzattı.
"2 bilet."
Sinemaya gelmenin gururu!
Kültürlü bir adam olmanın tatmini!
İlk andan itibaren her şeyine değerdi. Kıymetli parasını harcamak zorunda kalsa da problem değildi.
Kasiyer tatlı bir gülümsemeyle:
"3.30 seansı 2 yetişkin, di mi?"
"Evet."
"İndirimli kart veya kredi kartınız var mı?"
"Ha?"
Lee Hyun şaşırmıştı.
İndirimli kart ve kredi kartı!
Bu kelimeler önemli bir şeyleri temsil ediyor olmalıydı.
"O ne demek?"
"Oh. Evet. MK Capital, Carrier Kart, kredi kartları için indirimli fiyatlarımız mevcut."
"Hmm, indirim ne kadar?"
Lee Hyun tereddütle sordu.
Kasiyer samimi samimi güldü. Ruhuna dokunacak kadar içten bir gülümsemeydi.
"Kişi başı 2,000 won."
"..."
O sırada Lee Hyun'un yüzünde o her zamanki çürük gülümseme belirdi.
7,000 wonluk bilete 2,000 won indirim gözardı edilemezdi.
Toplamda 4,000 wonluk bir indirim demekti.
Ama Lee Hyun'un tek bir kartı bile yoktu.
Kredi kartları genellikle büyük satış mağazalarında kullanılıyordu ki başvuru şartlarını sağlamadığından istese bile alması mümkün değildi.
Borcu ödenmiş olsa da kayıtlar hala gözüküyor ve resmi olarak çalışmadığından ona kart vermeleri söz konusu bile değildi.
Dandik bir cep telefonu bile yokken kredi kartı ne olaydı ki?
"Hye Yeon."
Yardım isteyen gözlerle kız kardeşine baktı ama kafasını sallıyordu, durum onun için de aynıydı.
Ne cep telefonu ne de kredi kartı olan bir liseli.
Lee Hye Yeon abisinin dikkatini çekmek için kolundan tuttu.
"Abi. Sadece bir film, izlemek zorunda değiliz."
O sırada Lee Hyun o filmi izlemek istediğinden emindi.
Geriye dönüp baktığında, ailesiyle oturup bir kerecik dahi olsa film izlediğini hatırlamıyordu.
'Abi olarak kız kardeşimin uğruna yaşıyorum.'
Kalbinde bir acı hissetse de tereddütsüz 20,000 wonu görevliye uzattı.
Ne büyük hareket ama!
"İndirimsiz 2 bilet."
"Güzel bir koltuk bulabilirsiniz umarım efendim."
İki kardeşin kalan zamanda iyi bir koltuk bulmaya gitmeleri kasiyere ilginç gelmişti. 15:30 seansının başlamasına hala 1 saat 20 dakika vardı. Lee Hyun sinemaya girerlerken kız kardeşine eşlik etti. Geniş bir oyun odası, patlamış mısır ve dondurma alabileceğin standlar mevcuttu.
'Nasıl dondurma bu bilet fiyatının yarısı. Mısır da çok pahalı.'
(D.N: Valla ya su bile almıyorum sinemaya gittiğimde)
Buradan bir şey almak çok maktıksız.
Mısır ve kola aldığında biletin fiyatından daha pahalıya geliyordu!
Lee Hyun etrafa göz gezdirince oyun odasını fark etti, kardeşine gösterdi.
"Film saati gelene kadar etrafta biraz takılalım."
"Tabi."
İkisi birlikte içeri girdiler.
Lee Hyun yine bir şok geçirmişti.
'Hepsinin tek seferi 1000 wondan fazla...'
Kraliyet Yolu oyun sektörünün efendisiydi.
Sanal gerçeklikte her şeyi başarabilirdin. Eski bir ekran ve joystickle kontrol edilen basit bir eğlence makinası tek kullanımlık 1000 won tutuyordu. Karşılığında oyunda geçirdiğin vakit hesap edilince paranın hakkını zerre vermiyordu. Burası sadece kısa zamanda parasını israf etmek isteyenler içindi.
'Dolandırıcılar!'
Lee Hyun iç çekti.
Eğlence dünyası kafası rahat oyun oynamasına müsade etmeyecekti.
Şişirilmiş fiyatlar!
Kan ve ter dökülerek kazanılan parayı burada harcamak saçmalıktı.
"Abi hangi oyunu oynayalım?"
"Hmm, hadi şunu bir deneyelim."
Lee Hyun için şu an en eğlenceli olanı kesinlikle en ucuz olanıydı. İki kişinin karşılıklı oynayabileceği basit bir tenis oyunu. Oyun sırasında Lee Hyun'un elleri titriyordu. Oyun oynamak için makinaya para atmak zorundaydı.
Korkuyu gerçek anlamda ilk kez tadıyormuş gibi hissetti.
Acı, berbat bir acı, cebindeki para eridikçe katlanan bir acı!
Muhtemelen en korkunç filmi izlese, onu bu kadar korkutamazdı. Lee Hyun bir oyuna para attı. En ucuz olanı, 500 won, oynuyorlardı. Normalde iki dakika kadar süren oyunu 1 saat boyunca oynayabilmek için güçlü olmalıydı. Ama bu da hemencecik bitti! Para suyunu çekmeye devam ediyordu.
Lee Hyun yüzünde sert bir ifadeyle gülümsedi.
"Bu sıkıcıymış, hadi başka bir tane bulalım."
"Tabi, abi."
Lee Hyun karşılıklı oynamak zorunda olmadıkları bir oyun buldu.
'Bu oyunlar daha mantıklı. Sonraki seviyeye geçtiğin sürece her şey bedava!'
Bir uçak oyunu buldular.
Oyunun amacı bir uçağı kontrol edip, füzelerle düşman uçaklarını yok etmekti. 20. yüzyılda popüler bir oyundu, şimdi bile klasik oyunları keyif alarak oynayanlar mevcuttu.
"Hadi bunu deneyelim."
Lee Hyun oyunun başına geçince sevindi.
1000 wona iki kişi birlikte oynayabiliyordu.
'Bunda bir saat dayanabilirim!'
İlk görev düşman uçak filosuna düzenlenen bir saldırıydı. Gökte gururla süzülüp, düşman uçaklarını bir bir indirirken, dost uçakları da ayırt etmen gerekiyordu. Ama ikinci görevde nereden geldikleri belli olmayan astronotlar vardı. Yüksek hızla hareket eden bir ufo tüm ekranı kaplayan lazer ışınları fırlatıyordu! Füzeler ve elinde ne varsa kullanıyordu ama kazanabilecek gibi durmuyordu.
"Keoheok!"
"Haha! Bu eğlenceliymiş!"
Kız kardeşinin eğlendiğini gören Lee Hyun elinden geldiğince dayanmaya çalıştı.
'Kız kardeşim eğlendiği için.'
Uçak oyununu bir kez oynayıp başka bir oyun aramaya koyuldular.
Resimde yanlış olan şeyi bulun.
İşte uzun sürebilecek bir oyun. Başlangıçta iki kişilik ödeme yapmalıydın. Ardından ikisi aynı anda ekranda neyin yanlış olduğunu arayabilirdi. Seviye 10'u tamamladığında ödül olarak bir peluş ayı kazanıyordun. Ekrana pür dikkat bakan Lee Hyun'un gözleri kan çanağına dönmüştü ama çok kötü aldatılmış hissediyordu. Bu okyanusta inci aramak gibiydi!
Lee Hyun bunu çetin bir meydan okuma olarak kabul etti. Harcadığı paranın karşılığında o ayıyı almalıydı! Ama sıradaki bölüm çok daha zorluydu. Kumun içinde eksik olan yapboz parçasını bulun! Ormanda farklı olan yaprağı bulun! Dünya haritasında eksik olan adayı bulun! 4 ayaklı karıncayı bulun!
Görünüşe göre bu seviye oyuncuları pes ettirmek için tasarlanmıştı. Eğer zaman tükenmeden bulamazsan, paran boşa gidiyordu. Ruhu parça parça sökülüp alınıyormuş gibi hissetti. Başarısız olduklarında harcanan miktar daha da artıyordu. Bu oyun tam anlamıyla bir para tuzağıydı.
Ama Lee Hyun sabırla devam etti.
Parayı çarçur etmek gençliğin zehriydi.
'Ne pahasına olursa olsun seni bulacağım.'
Artık oyuna harcadığı para ayının fiyatını aşmıştı. Ama bir seviye daha geçmeyi başarmıştı. Artık son seviyeye ulaşmışlardı. Lee Hyun gözünü kırpmadan bekledi. Nihayet sıradaki bulmaca karşılarına çıktı...
Samanyolunda eksik olan yıldızı bulun!
(D.N: OHA!)
'Lanet!'
Lee Hyun pes etmeye zorlanmıştı. Bununla birlikte artık çok fazla olmuştu. on binlerce yıldız arasından eksik olanı nasıl bulabilirdi ki!
'Ne biçim zorluk bu!'
Ayıyı kazanabileceğine inandığı için kendini çok saf hissetti. Bunun için tam bir aptal olmak gerekti. İşin kendisinin eğlenceli olduğu zamanlar vardı.
'Sanırım Kraliyet Yolu oynamak için en mantıklı oyun.'
Artık Lee Hyun yeterince basit bir oyun bulması gerektiğine karar verdi. Ama böyle çok fazla oyun yoktu. Eğer iki kişinin birlikte kazanmaya çalıştığı bir oyunsa, fazla sürmeden kaybediyorlardı.
'Daha fazla para harcayamam, biraz daha uzun sürebilecek daha kolay bir oyun yok mu?'
O sırada Lee Hyun bir dans oyunu gördü. Oynamak için küçük bir odaya giriyor, ardından yönergelerdeki hareketleri yapmaya çalışıyordun, tüm yönergeler ekranın ortasında yazılıydı. Bu kazandığın skora göre yarıştığın bir dans müsabakasıydı.
'Bu da zor olacak.'
Lee Hyun'un gördüğü kadarıyla yönergeler gözlerinin önünde beliriyor ve öyle seri biçimde akıyordu ki takip etmek olağan dışıydı. Ellerini saçma sapan hareket ettir, ritmik vuruşları takip ederek ayağını oynat, beden hareketleri bile bir acayipti, ekranda öyle hareketler gösteriliyordu ki.
Dans düellosu!
Epey ilgi görüyordu, öyle ki etrafı liseli genç kızlar tarafından çevrilmiş ilgiyle izleniyordu.
"Oh, sen de denemelisin abi."
"Emin misin?"
Lee Hyun dans konusunda tam bir çaylaktı!(Ç.N: Weed'in de noob olduğu alanlar varmış :D) Pekala biraz daha ileri gidebilirdi. Kız kardeşi özel olarak onu dans ederken (Ç.N: Etmeye çalışırken :D) görmek istiyordu.
"Çok sıra var, 15 dakika falan beklememiz lazım."
Bu sayede biraz zaman kazanabilirdi. Lee Hyun dans etmek için sıranın sonuna girdi. Sırada bekleyenlerin çoğu erkekti. Kolye küpe vs. takan son model saç stillerine sahip gençlerdi
(Ç.N: Apaçilerdi.).
'Şu hödüğe bak.'
'Kendini ne sanıyor?'
'Sadece görmezden gel.'
'Sadece kendini utandıracak.'
Gençler çaktırmadan birbirlerine sırıtıp göz kırptılar. Uzun zamandır zaten dikkatleri Lee Hyun ve Lee Hye Yeon'daydı. Güzelim Lee Hyen Yeon oyun odasına girdiği andan beri herkeste bir heyecan vardı. Sevimli ve çekici bir liseli kız. Ardından onun Lee Hyunla takılıp dandik oyunlar oynayıp gülerken izlediler. Bu herkesin canını sıkmıştı.
'Bu onu tamamen rezil etmek için mükemmel bir yol.'
Sırada bekleyen gençler kasıtlı olarak bahanelerle sırayı terk ettiler. Bu sayede sıra çabucak Lee Hyun'a geldi.
"Abi, iyi şanslar!"
"Tabi, elimden gelini yapacağım."
Lee Hyun küçük odaya girdiğinde tüyleri diken diken olmuştu. Nereden başlayacağı veya hangi dans türünü seçeceğine dair hiçbir fikri yoktu. Bölge ve zamana göre çeşitli danslar mevcuttu, ama bu konuda en temel şeyleri bile bilmiyordu. Nihayet bir tane seçti.
Serbest Still.
Ekstrem Dans.
Şansına oyundaki en zor dans türünü seçmişti. Artık başlamış, ekrandaki sembollere göre oklara basmalı ve ona göre dans etmeliydi. Bu dansı yalnızca en üst seviye dansçılar becerebilirdi.
"Oh adamım, ne amatör ama."
"Akılsız herif, ekstrem dans seçti."
"Bu tamemen utanç verici olacak."
Lee Hyun'un seçimi dışarıdaki ekrandan rapor edilmişti ve herkes bariz biçimde onunla alay ediyordu. Isınma turu bitip gerçek zorluk seviyesi başladığında, panikleyip oradan oraya yabanıl biçimde koşuşturacağını düşünüyorlardı. Dışarıdaki sırada bekleyenler bundan fazlasıyla emindi.
'Bu durumda sırf bu yüzden mahcup olmayacaksın.'
Tüm vücudu aşina olmadığı dans hareketlerini takibe zorlanıyordu, ama el ve ayak hareketleri aynı anda gelmeye başlayınca sorun çıkmaya başladı. Farklı mesafedeki çeşitli oklar hızlandıkça, Lee Hyun'a zor zamanlar yaşatıyordu. Tam olarak doğru hareketi yapmak kolay bir iş değildi. Zihninde şekil aldığı kadarıyla karmaşık hareketleri uygulamaya çalışıyordu. Lee Hyun'u temsil eden karakterin hp barı çabucak azalıyordu. Arka planda dans pistini dolduran bir kalabalık vardı. Lee Hyun'un rakipleri şaşırtıcı dans yetenekleriyle ona üstün geliyorlardı. Sonrasında bir ara Lee Hyun hafifçe değişmeye başladı.
'Dans mı, ben dans etmeyi bilmem ki.'
Nasıl yapıldığını bilmediğin bir şeyi bir anda becermenin mümkün olmadığı bir gerçekti. Ritmi veya müziği hissetmenin ne olduğuna dair hiçbir fikri yoktu. Yalnızca kültürlü bir adamın bu dansı becerebileceğini düşündü. Ama burada mesele bedenini hareket ettirmekti.
'Elimde bir kılıç olduğunu farz et, kılıç olmaması önemli değil. Rakibim bana bir adım geliyor. Ben zıt yönde bir adım atıyorum. Rakibime karşı çıplak elle dövüşüyorum. Rakibim bir yumruk savuruyor. O sırada avuç içimle karşılık veriyorum.'
Birden Lee Hyun'un hareketleri baştan aşağı değişti.
Bedeninin fazlasıyla gergin olduğu söylenebilirdi. Elleri ve ayaklarının nereye gittiği, nerede duduğu belli değildi. Oklar gözüktüğünde ilk saldırmak yerine rakibinin hareketine karşılık vermek zorunda kaldı. El ve ayaklarını hareket ettime amacını gözden geçirmiş ve zincirlerinden kurtulmuştu. Artık tekme atıyor, belini kıvırıp vücudunu yönlendiriyordu. Kollarıyla seri hareketler yapıyordu. Yumruklarını ve dirseğini oklarla savaşırken mükkemmel zamanlamayla kullanıyordu.
Bir yandan da Lee Hyun'un hareketleri ekrandan gösteriliyordu.
"Ne oluyor lan?"
"İnanılmaz."
Hareketler dansla ilişkiliydi. O da müzikle ilişkiliydi. Yönergeleri gözüyle takip etti, kulaklarıyla duydu. Müsabakanın seyri değişmişti. Lee Hyun'un karakterinin hp barında tek bir kare kalmış olsa da bir geri dönüş yaparak rakibine üstün geldi. Her zaman Kraliyet Yolunda olduğu gibi galip oydu; durumu kavrayana kadar sabredip karşılık vermişti.
"Ne çocuk ama!"
Sırada bekleyen gençlerin suratında aptalca bakışlar vardı. Daha az önce ne yaptığından bihaber katıksız bir acemiyken, şimdi bu hareketleri yapabilecek yeterliliğe ulaşmıştı.
Benzer şekilde dans edip butonlara basmak. Ekstrem dans uyum sağlayabilmek ve o ritimle salınmak için fazla hızlıydı. Ama Lee Hyun buna karşılık yeni bir dans uydurmuştu. Vücudu kafa karıştıran bir hızda hareket ediyor, sonu olmayan güzel hareketler sunuyordu.
"Vauuv! Harikasın!"
"Gerçek bir adam."
Liseli ve orta okullu kızlar ona tezahürat yaptılar. Hemen başka meydan okuyucular çıkıp Lee Hyun'un popülaritesini söndürmeye çalıştılar! Ama Weed böyle savaşlara fazlasıyla alışkındı. Hareketlerin nasıl yapılmaları gerektiğine dair bir şeyler de kapmıştı. Vücut kıvrak hareketlerle müziğin akışını takip etmeli ve kendini oklarla eşzamanlı olarak konumlandırmalıydı.
Lee Hyun 10 oyunluk bir galibiyet serisi yakaladı. Aslında bu daha da devam edebilirdi ama filmin saati gelmişti. Odadan ayrılacakları sırada diğerleri ona öfkeyle yüklenip eleştirmeye başladılar.
"Ne demek istiyorsun?"
"Daha yeni geldin."
Hiç tepki vermeden devam etti. O yürürken gözünün içine bakanlar korkup dans etmeleri için onlara yol gösteren bir ok varmış gibi kenara çekildiler. Lee Hyun kız kardeşini bulup onunla konuştu.
"Hadi filme gidelim."
"Hay hay."
Film neredeyse başlamak üzereydi.
Lee Hyun ve Lee Hye Yeon filmi izlemek için yerlerine oturdular. İşin aslı film pek de eğlenceli değildi. Basit bir hikayeye ve tipik bir olay örgüsüne sahip bir Kore filmiydi. Arka sokaklardan adamlar. Arkadaşlıklarının önemi ve kavgaya düşkünlükleri. Ama ikili kendilerini farklı organizasyonların içinde buldular ve ters ilgiler geliştirdiler. Fakat sonra hoş bir kadın belirdi ve iş aşk üçgenine döndü. Çocukluk arkadaşları acı çekiyordu.
Arkadaşlık ve güç. Filmin sonunda ana karakter en çok güvendiği kişi tarafından ihanete uğramıştı. Para ve güç uğruna kadın son bir ihanet gerçekleştirip adamı sırtından bıçaklamıştı. O sırada ana karakter bir temsilciydi.
-Ona vurulduğum doğru. Ama ne kadar sevsem de böyle bir şey mümkün değil.
Ana karakter kanlar içinde yerde yatarken, trajik güzel konuşuyordu. Olayın ortasında dedektif olaya müdahale etti ve ikisi birden düştüler; tahammülü zor bir hikaye. Aşağı yukarı böyle bitti.
"Ne biçim hikaye!"
"Fragman bizi fena aldattı."
"Senarist bunu ayağıyla falan yazmış olmalı."
"Bu kadar basit bir hikaye 2 saat mi sürdü?"
"Pek de iyi değildi."
İzleyiciler bir bir acımasız eleştiriler yağdırıyordu. Filmi çeken stüdyonun iyi şöhreti yüzünden aldatılanlar en sert eleştirileri yapıyorlardı. Ama tüm amaçları abi kardeş film izlemek olan Lee Hyun ve Lee Hye Yeon için sorun yoktu. Para biriktirmek önemliydi ama asla unutmayacakları hatıralar kazanmışlardı. Zorlu bir hayat yaşadıklarından oyun oynayacak(!) zamanları yoktu. O yüzden sinemaya film izlemeye gelmek kendi başına keyifliydi. Filmi eleştirip kendi keyiflerini kaçırmak akıllıca değildi.
"Abi ne düşünüyorsun? Film biraz garipti değil mi?"
Lee Hye Yeon yanındaki koltuğa dönüp baktığında biraz ürkmüştü. Lee Hyun ağlıyordu!
Arkadaşlık ve ihanet. Ne kadar erkekçe bir hikaye. Ekran dövüşlerle dolduğunda Lee Hyun'un vücudu titremeye başlamıştı. 2 saat boyunca filmin içine gömülmüştü. Film bitip jenerik akmaya başladığında Lee Hyun hala kendine gelememişti.
(D.N: Geomchiler bunu da etkilemeye başladı. :D)
"Filmdeki erkek ana karakter çok havalıydı. Ne hikaye. Film gerçekten ilgi çekiciydi."
".........."
Film bitip Lee Hyun ve Lee Hye Yeon dışarı çıktıklarında saat akşam 6:00'ydı.
"Abi açlıktan ölüyorum, hadi eve gidelim."
Lee Hye Yeon konuştuğunda, Lee Hyun kafasını salladı.
"Hayır. Bugün pirinç yemeyeceksin."
Daha fazlası, dışarıda yiyeceklerdi!
Normalde eve dönüp, antrenman yapıp acıktıktan sonra kırmızı biber soslu pirinç yiyebilirlerdi. Ama bugün iş günü değildi veya antrenman planı yapmamıştı. Eve dönüp bu işi bedavaya çözebilirlerdi ama Lee Hyun dışarıda yemekten bahsetmişti. Bu hayli sıra dışıydı. Lee Hye Yeon'un üniversite mülakatı önemli bir hadiseydi sonuçta.
(D.N: Safım benim hala uyanamadı duruma.)
"Ee, nerede yiyelim?""
Lee Hye Yeon sevinmişti. Aslında basit bir film izleyebilmek bile onda şok etkisi yaratmıştı. Filmle kalmamışlar bir de dışarıda yemek yiyeceklerdi, oldukça heyecanlanmıştı.
"Ama nerede yiyeceğiz?"
Lee Hyun ve Lee Hye Yeon sokaktan aşağı doğru yürümeye başladılar. Normalde hiç dışarıda yemediklerinden, nerede yemek yiyebilecekleri konusunda hiçbir fikirleri yoktu. Etrafta yürürlerken Lee Hye Yeon bir binayı işaret etti.
"Buranın çeşnili pirinç kekleri oldukça iyiymiş. Tüm arkadaşlarım buranın lezzetli olduğunu söylüyorlar. Kimbap, tempura, hatta odeni bile iyiymiş."
"Gerçekten mi?"
Lee Hye Yeon bir grup dükkanı gösteriyordu. Lee Hyun'a normal bir yer gibi gözüktü. Ancak kız kardeşine özel bir gün yaşatmak istiyordu. Bu yüzden cesaretini topladı. Şehrin ortalarına yakındılar, şehir merkezine gitmeliydiler.
"Gidilecek tek yer, hadi restorantta yiyelim."
Lee Hyun otelin olduğu yeri gösterdi.
'Otel restoranı gerçekten farklı olmalı.'
Pahalı görünümlü iç mekan, güler yüzlü personel, konukseverlik ve lezzetli görünen yemekleri yiyen insanlar, restoranın lüks atmosferi büyüleyiciydi. Bekleme salonundaki sandalyeler de epey rahattı. Pahalı görünen çok sayıda dekor da bulunuyordu.
'Buraya iki sefer gelmemeliyim, ama hayatta bir sefer de olsa böyle bir yerde yemek yemek hoş olur, özellikle bugün gibi özel bir günde.'
Lee Hyun cüzdanını kontrol etti.
'200,000 wonum vardı, taksi kullandım, sinema ve oyunlar. Hala 130,000 yen duruyor.'
Hiç yoktan pirinç bile yiyebilirlerdi.
Yine de Lee Hyun pozitif düşünmeye çalışıyordu. Istakoz menüsü servis edilmiş bir masa boşaldı. O sırada Lee Hyun aniden masadaki servisin fiyatını düşünmeye başladı.
'Malzemelerin değeri 40,000 won. Emeği ve karı da koyunca 70,000 falan mı eder ki?'
Nereden bakarsan bak bir öğün için 70,000 won harcamak abisinin tercih etmeyeceği ve yahut altından kalkamayacağı bir aşırılıktı. Lee Hyun Kraliyet Yolunda daha sıkı çalışması gerektiğini düşünüp kız kardeşini rahatlatmaya çalıştı.
"Sorun yok, bugün yiyebildiğimiz kadar yiyelim. En azından böyle bir yerde bir kez."
"Yine de çok pahalı gözüküyor... Abi hadi gidip kimbap yiyelim."
Hakikaten, böyle üst sınıf bir restorantta ilk sefer çok ürkütücüydü. Ama buraya rahatlamaya geldiğinden gerginliği kafasından atmalıydı.
'Şu pahalı sanat eserlerine bak, Rosenheim'ın kraliyet ailesi bile bu kadarını karşılayamaz'
Garson birkaç dakika sonra gelip menüyü açık halde önüne koydu.
"Bugün ne yemek istersiniz? Bugün şefin spesiyali acı istiridye soslu omar karidesleri."
"Karar vermek için bir dakika verin lütfen."
"Peki efendim."
Lee Hyun gevşeyip menüye baktı.
Ardından fiyatları kontrol etti!
Bir ıstakoz menüsü 120,000 wondu.
40,000 won maliyeti olan bir yemeği bu fiyata satmak resmen soygundu.
'Niye bu kadar pahalı?'
Fiyatlar Lee Hyun'un nefesini kesmişti. A menüsü nispeten ucuzdu. Onun dışında menü çılgın fiyatlarla doluydu. Bir yemek 200,000 won, şarapla birlikte 300,000 won; eğer ithal şarap istersen de 500,000 wondan daha fazlaydı. Lee Hyun cebindeki parayla ne şarap ne de yemek alabilirdi.
Otel restoranının fiyatları adamı öldürürdü!
Çeşitli servisler ve en kaliteli malzemeler, aşçı da en üst seviyedendi. Pahalı iç tasarım ve yemeklerin fiyatları göz önüne alındığında, sırf pahalı satabilmek için yapılmış olmalıydı. Ama bu durumda Lee Hyun'un tahminlerinin çok üstündeydi.
'Bunu yemeye gücüm yetmez.'
Kalan değerli paracıkları burası için yetersizdi. Git gide kaşları daha da çatılıyordu. İçgüdüsel olarak abi kardeş birbirlerine aynı anda baktılar. Gözleri birbirine kilitlenmişti. Lee Hye Yeon aşırı gergindi.
'Hayır, bizi buraya ben getirdim, pahalı bile olsa, buradan böyle ayrılmayacağız.'
Parası ne kadar az olursa olsun, bu kusurunu açığa çıkarıp fakir gibi gözükmek istemiyordu. Yanında hassas liseli bir öğrenci varken, buradan öylece kalkamayacağı yargısına vardı. Çok şükür A menüsü 120,000 wondu ve 10,000 wonu kalıyordu.
"Hye Yeon, ıstakoz sana uygun mu?"
"Evet ama, emin misin..."
"A menüsünden alacağız."
"İkiniz için de mi?"
"Evet."
"Afiyet olsun."
Lee Hyun'un bilmediği şey menüdeki fiyatların vergi dahil halleri olmadığı, vergi ve bahşişle fiyatın 130,000 wondan daha fazla olduğuydu. Ama bu küçük bir noktaydı. Pahalı olduğundan ikisi paylaşabilirlerdi ama siparişi iki kişilik vermişti. Kişi başı 120,000 ve diğer masraflar olduğundan, gerçek fiyat 250,000 wonun üstündeydi.
"Yemek lezzetli olacak, karnını güzelce doyur."
"Abi, abartmadığına emin misin?"
Lee Hyun cebine hafifçe vurdu.
Yemekleri kısa sürede gelmişti. Taze ve yüksek kalite malzemelerle baş aşçı tarafından hazırlanmış bir yemek.
"Vauuv! Bu gerçekten iyi."
"Evet, tadı harika."
Lee Hyun yemeğin tadını çıkarıyordu. Kraliyet Yolunda olduğu gibi malzeme kalitesi yemeğin tadını büyük oranda değiştirebiliyordu. Gerekli olan becerileri anlayabiliyordu, özellikle deniz ürünleri için kolay hasar alabilir ve iyi saklanması gerekliydi. Maliyeti de pahalı olduğundan çok sık yenemezdi. Yemeğin etkileri ve sağlam yemek dövüşe girerken çok önemliydi.
***
Aynı restoranda okul üniformalarıyla yemek yiyen iki liseli yakınlarında bir masada oturuyordu.
"Voaa! Bu yemek çok lezzetli!"
"Sos da fena değil hem."
"Baş aşçı Fransa'dan gelmiş, yemek dergilerinde sık sık yer veriyorlar."
"Demek öyle."
"Haftaya yine gelelim."
Bu kızlar zengin bir ailedendi ve aynı zamanda gurmeydiler, ara sıra paraya kıyıp böyle bir restoranda yemek yiyebilirlerdi.
Lezzetli yemekler yiyebilmenin verdiği mutluluk paha biçilemezdi!
Bu iki kızın ortak mottosuydu. Okul erken bittiğinde, hobi olarak yemek için böyle yerlere giderlerdi O sırada gözü başka bir masaya takıldı ve yemeğinin keyfini çıkaran Lee Hye Yeon'u fark etti.
"Ah? Bu Hye Yeon değil mi?"
"Evet, farkındayım."
"Oh! Bu abisi olmalı."
Lee Hye Yeon kızların en yakın arkadaşıydı.
Aslında Lee Hye Yeon'un sevmeyen kimse yoktu. Güçlü bir iradeye sahipti, çalışkandı ve yüksek atletik becerileri vardı. Doğuştan lider vasfı dolayısıyla diğer kızlar onun etrafında toplanıyordu. Pinti biri olduğundan bu aslında inanılmazdı, sonuçta alışverişe veya yemek yemeye hiç gitmezdi.
'Lanet olsun, küçük değerli zamanını sadece abisine ayırıyor bu hiç adil değil.'
Isane'nin gözlerinde yaramaz bir ışıltı vardı.
Lee Hye Yeon her zaman abisinden gururla bahsederdi, ama neden olduğunu kimse bilmezdi. Nedenini hala anlayamamışlardı.
Bu mükemmel görünüşlü kız delicesine aşık olmuş gibi abisini takip ediyordu. O festivaldeki abisiydi. Bu kadar sıradan görünüşlü birine neden böyle takıntılıydı ki? Bunun bir şakadan ibaret olduğunu düşünmüşlerdi.
Sonradan para için liseyi bıraktığını öğrenmişlerdi. Lise Festivalinde prensesi için mükemmel bir oyun çıkarıp, bunu da çocuk oyuncağıymış gibi yaparak, tüm dikkatleri üzerine çekmişti. Dar ahşap köprüde süzülerek yürümüş, kendisine uçarak gelen balonları havada haklayıvermiş, sonunda da 3 metrelik duvarın üzerinden bir uçurtma gibi geçivermişti. Prensesini rekor sürede kurtarmıştı. Kapıyı açıp onu kurtardığında tam bir erkek gibi gözükmüştü. Bu olduğundan beri lisedeki kızlar Lee Hyun'un vücuduna ilgi duyuyorlardı. Şimdi Lee Hye Yeon abisiyleydi, bir şeytan bile onların bu anını mahvetmeye cesaret edemezdi.
Isane fısıldadı.
"Hadi onlara katılalım."
"Hye Yeon'un huyunu biliyorsun... emin misin?"
"Sorun yok. Abisinin yanındayken uslu kız olacaktır."
Isane yerinden kalkıp kendinden emin biçimde Lee Hye Yeon'un olduğu yere doğru yürüyüp bir anda onu kucakladı.
"Burada karşılaşacağımızı düşünmezdim! Oturabilir miyim?"
"......"
Bir anda Hye Yeon'un arkadaşları ortaya çıkıp ona sürpriz yapmışlardı.
"Çocuklar!"
Lee Hye Yeon böyle nahoş bir şeyin olabileceğini hiç beklememişti.
Isane hemen Lee Hyun'u selamladı.
"Merhaba, biz Hye Yeon'un sınıf arkadaşlarıyız. Size katılmamız sorun olur mu?"
"Buyurun. Nasıl isterseniz."
Kız kardeşinin arkadaşlarının gelip masaya oturmaları çok önemli değildi. Hatta birkaç yönden daha iyi bile olurdu.
Lee Hye Yeon kaşlarını çatmış masanın karşısında oturup gülen Isane'ye öfkeyle bakıyordu.
"Hye Yeon, sen iyi misin?"
"Sheesh!"
Bu kaçınılmazdı, Lee Hye Yeon buna artık engel olamazdı. Davetsiz misafirlerin mutlu aile tablolarının ortasına dalmalarından hoşnut değildi. Ama yüz ifadesini çabucak düzeltmeliydi. Unuttuğu şey karşısında hala abisinin oturduğuydu. Öfkesini daha sonraya saklayabilirdi.
'Sizinle okulda görüşeceğiz, kendinizi ölü bilin!'
Durum ne olursa olsun Lee Hyun kardeşinin arkadaşlarını görmekten mutlu olmuştu. Gelen çeşitli yemeklerle, dört kişi huzur verici yemeğin tadını çıkardılar.
'Okuldakilerle arası iyi demek.'
Lee Hyun kardeşinin okul hayatının fena olmadığını düşündü. Normalde her gün Kraliyet Yolunda avlanıyordu ve şimdi gergin ruhuna bir dinlenme şansı verilmişti.
"Oh! Çok güzel."
Yemek sırasında yanlarından geçip cam kenarına taşınan buz heykeli izliyordu.
"Şuna bir bakın."
Lee Hyun kafasını çevirip heykele baktı. Zarif kıyafetler giymiş, saçını çifte at kuyruğu yapmış genç koreli bir kadının statüsüydü.
'Fena değil.'
Lee Hyun buzdan heykellerle arası fena olmadığından, heykeldeki becerikli el ve büyük emeği görebiliyordu.
'Enerjik bir havası var ve oldukça kibar. Gerçek bir ustanın ellerinden çıkmış.'
Lee Hyun ve kardeşi heykele bakarken garson geldi.
"Efendim, bir evlilik yıl dönümü organizasyonu nedeniyle biraz gürültü var. Lütfen anlayışla karşılayın."
"Bizim için sorun yok."
Arkada birtakım çalışmalar yapılıyordu. Lee Hyun ve kardeşi yemeğini bitirdi. En son tatlı olarak meyve ve dondurma yediler.
"Ah, doydum."
"Çok lezzetliydi."
Kasaya ödeme yapmaya gittiler. Önce Isane ve Song Miyong ödedi. Sonra sıra Lee Hyun'a geldiğinde cüzdanını çıkardı.
Rubmle! Crash!
// parçalanma efekti
(D.N: Ne oldu ya merak ettim şimdi :) )
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..