Lms 6.4 - Otel V’nin Restoranı

avatar
8374 17

Legendary Moonlight Sculptor - Lms 6.4 - Otel V’nin Restoranı


 

Çeviri: Şamil Çevik Düzenleme: Kharsmi

 

(D.N: Millet bölüm 23 sayfa baya zor olmuş olmalı çevirmek. Şamil için bol bol yorum istiyorum. Gerçi genel olarakta yorum sayısını artırsanız fena olmaz :D Herkese iyi okumalar.)

 

Günün erken saatlerinden beridir restoranda yöneticiler ve çalışanlar oradan oraya koşuyor, VIP müşterilerine uygun bir ortam hazırlamaya uğraşıyorlardı. Kore Cumhuriyeti’nin en varlıklı insanı. Kendi geleceğini sıfırdan inşa etmiş başarılı bir adam. Akşam yemeği rezervasyonunun sahibi genel başkan Kang idi. Restoranda her zaman eleştirecek bir şey bulunabilirdi ama bu seferin özel olduğunu baş aşçılar da yöneticiler de gayet iyi biliyordu.

 

Söylentilere göre, genel başkan Kang, kırkıncı evlilik yıldönümlerini kutlamak için bu akşam yemeğini ayarlamıştı. Oteldeki hazırlığın sebebi buydu.

 

Genel başkan Kang’ın eşi sanata düşkündü, bu sebeple tüm duvarlar sanatsal nesnelerle süslenmiş, zemin yepyeni halı ve kilimlerle döşenmişti. Ülkede, hatta dünya genelinde meşhur bir grup mini bir konser için hazırlanmış, merasim için büyükçe bir pasta yapılmış ve bin mumla bezenmişti.

(D.N: Lms'nin yazarı olay betimlemeyi seviyor :D)

 

Yemek meselesinde, hazırlıkların kusursuz olacağı sözü verilmişti. Her malzeme tazeliğinin sağlanması için dünyanın dört bir yanından özel olarak hava yoluyla getirtilmişti. Şu an en önemli husus bu evlilik yıldönümü kutlamasıydı.

 

Genel başkan Kang’ın eşinin gençlik zamanlarındaki güzelliğini vurgulamak için, dünyaca ünlü bir heykeltıraş buzdan bir heykel hazırlamıştı.

 

Buzlar içinde güzel bir kadın!

 

Buzdan heykel, kuzey kutbunun arktik buzları kullanılarak yapılmıştı. Yüzeyi beyaz bir mücevher gibi parlıyordu. Sırf yüz kısmının buz kullanılarak yapılması 20 günden fazla sürmüştü. Buzun yüzeyinde en küçük bir pürüz bulmak mümkün değildi. Gösterişli şamdanların altında ışık yumuşak dalgalar halinde kırılıyordu.

 

“Çok güzel.”


“Böyle bir şeyi sevgili eşi için ancak başkan Kang gibi birisi düşünür.”


Otel çalışanları etkinlik için hazırlık yaparken bu duruma fazlasıyla imreniyorlardı. Genel başkan Kang yemeğini bu güzel buzul kadının hemen önündeki masada yiyecekti. Ancak heykelin taşınıp masanın yanına yerleştirileceği sırada heykel arabanın üstünden kayıp yere düşmüş, düşünce de parçalara ayrılmıştı.

 

Orada bulunan müdür gözlerine inanamamıştı.

 

“Bunun olmasına nasıl izin verdin?”


“Üzgünüm.”


“Üzgünüm mü, söyleyebileceğin tek şey bu mu?”


Heykelin kırılması hadisesi yüzünden genel müdür bile aranmıştı. Otelin genel müdürü olayı ilk ağızdan dinlemek için derhal orada bitivermişti. Genel müdür heykelin halini görünce kendini kontrol edemeyip yere kapaklanmıştı, durum ümitsizdi.

 

Heykelin boynu kırılmıştı. Burun ağız ve gözlerde onarılması mümkün olmayacak düzeyde hasar vardı. Buna ilaveten başka çeşitli yerlerde de kırıklar vardı ki az önceki güzel buzdan kadının silueti bile zorlukla tanınabiliyordu.

 

“Genel başkan Kang’ın öfkesini nasıl dindirebiliriz, çok önemli bir müşteri. Hizmetimizden memnun kalmayacak. Sadece söylentiler bile otelin değerini büyük oranda düşürecek ve bu bizim sonumuz olacak.”


“Tamir etmek için elimizden geleni yapacağız…”


“Tamir? Buzla ne yapabilirsiniz ki? Merasim iptal, şeflere sınırlarını zorlayıp en mükemmel yemekleri sunmalarını söyleyin. Umalım ki Genel Başkan hizmetimizden memnun kalıp bu hatamızı affetsin.”


Genel başkan sorunu çözmek için elinden gelen her şeyi yaptı. Ama çalışanlar arasındaki gerginliği engellemek mümkün değildi.

 

“Bu etkinliği Genel Başkan Kang için hazırlıyoruz. Tüm oteli onun istediği gibi dekore ettik, sakin olun.”


“Bunu nasıl yaptık, hem de son anda?”


“Gerçekten, bunu kendi kafanıza göre iptal edemezsiniz Genel Başkan Kang bunu kabullenmeyecektir, müdürüm.”


“Ahh.”

 

Genel müdür derin bir iç çekti. Müşterilerine her zaman ince bir hizmet sunardı; şimdi kadın otuzlarının sonlarındaydı. Otel için çok zorluğun üstesinden gelmişti ama bu boyutta bir aksilik ilk defa başına gelmişti. Ve bu seferki müşteri Genel Başkandı, daha azı değil.

 

Sadık eşlerin temsilcisi olarak adlandırılan birisi, eğer kırkıncı evlilik yıldönümünün mahvedildiğini öğrenseydi, bunu ses etmeden anlayışla karşılamazdı, daha çok yakıcı bir ateşe benzerdi tepkisi. Genel müdür düşündü.

 

‘Bunu telafi etmenin bir yolu olmalı. Daha kötü olamaz, o yüzden bir şeyler denemeliyim.’


“Bir heykeltıraş bulun! Bir saatimiz var. Heykeli Kang Bey gelmeden bir an önce tamir ettirmeliyiz. Her neyse kırılan parçaları gövdeye geri tutturmaya çalışın.”


“Ama sadece yarım saatimiz kaldı.”


Lee Hyun ve Lee Hye Yeon kargaşayı izliyorlardı. İlk başta buz geldiğinde çok güzel bir heykel olduğunu düşünmüştü. Sonrasında heykel düşüp kırılınca cümbüşler birbiri ardına kopmuş, restoran çılgına dönmüş bir karmaşaya boğulmuştu. Etrafta yürüyen müdür, etrafta yürürken dağılmış buz parçalarının üstünden zıplıyordu.

 

Soruna sebep olan çalışan ne yapacağını bilemiyordu; yüzü bembeyaz kesilmişti, gözyaşları boşaldı.

 

Olanları izlerken kendini kötü hissedince kaygısızca yorum yaptı.

 

“Ah, abim, abimin mesleği heykeltıraşlık. Neden onlara yardım etmiyorsun?”


Efsanevi Ay Işığı Heykeltıraşı. 

//harbiden oymacı çevirisini hep yadırgasam da böyle de tüm havası kaçıyor :D

(D.N: Sanki hayırlı traşlar demek gibi oluyor :D)

 

Bu Kraliyet Yolundaydı ve Lee Hyun bu konudan kardeşine çok az bahsetmişti. Lee Hye Yeon ise asla unutmazdı. Tabi yakınlarındaki çalışanların böyle bir cümleyi kaçırmaları düşünülemezdi.

 

“Misafirlerimiz. Hah, misafirlerimizden biri heykeltıraş mıymış? Öyleyse lütfen bize yardım edin, birazcık bile olsa.”


“…..”

 

Lee Hyun hiçbir şey söylememişti. Ama personel kardeşinin dediklerini duymuş, onları duyan genel müdür de hemen yanlarına koşmuştu. Lee Hyun’un ilk gördüğünde çok genç olmasından dolayı şüphe etmişti. Lakin bu durumda bu risk alınmaya değerdi. Gerçek hayatta bir heykeltıraş bulmak pek kolay değildi. 30 dakika içinde bulmaksa hiç mümkün değildi, ama bir tanesi Hızır gibi yetişmişti.

 

Genel müdür yalvarmaya başladı.

 

“Lütfen bize yardım edin, lütfen.”


“Sizden buz heykeli onarmanızı rica ediyoruz.”


Çalışanlar.

 

Artık kaçınılmazdı; Lee Hyun’un bu kadar kişinin ricasını geri çevirmesi mümkün değildi. Başkasının sebep olduğu kazadan nasıl mesul olabilirdi ki? Ama kız kardeşi izliyordu. En azından kız kardeşinin önünde insancıl davranmalıydı.

(D.N: Weed kız kardeşinin yanında insan taklidi yaparken :D)

 

***

 

Bay ve Bayan Kang tam 30 dakika sonra sekreteriyle birlikte otele geldiler. Bay Kang’ın inatçı bir ihtiyar olduğu yüzünden okunabiliyordu. O ve eşi geleneksel Kore kıyafetleri giymişlerdi. Yemek servisi başlamaya hazırdı, müdür onları güler yüzle karşılayıp buyur etti.

 

“Umarım iyi zaman geçirirsiniz.”


Mekânda yüzün üzerinde şamdan yanıyordu.

 

“Teşekkür ederim, her şey konuştuğumuz gibi değil mi?”


“Evet, kısa sürede getirirler.”

 

Bugün Bay Kang inanılmaz derecede iyi huyluydu. Sebebiyse eşinin memnuniyetiydi. 40 yıllık evlilik boyunca birçok şey yaşamışlardı. Bugün burada tüm bunları yâd etmek istiyorlardı.

 

Bay Kang yerine oturup öyle konuştu.

 

“Çabucak planladığımız gibi başlatın. Yemeği şimdi alalım; Karımı şaşırtmak istiyorum."


“Tabi efendim, derhal.”

 

Onlar yiyip içerlerken müdür soğuk terler dökse de dostça gülümsemesinden taviz vermemişti. Yemek harika, personel neşeli ve güler yüzlüydü, grup da çalmaya başlamıştı. Yemek başladığından beri, karısına sorarken de Genel Başkan Kang’ın yüzünde muğlak bir gülümseme vardı.

 

“Eğlenceli değil mi?”


“Evet. Memnunum. Restoranın atmosferi çok hoş.”


Başkan eşinin yanıtıyla belli belirsiz kafasını kaşıdı. Ne iş yaparsa yapsın karısı için ilk tanıştıkları gençlik zamanlarından farkı yoktu. 40 yıl boyunca mutlu evliliklerinden aldığı itici güçle kendini mesleğine atamıştı. Bayan Kang’ın solgun yüzü hafifçe kızarmıştı. Gülümsemesi yüzündeki tüm kırışıklıkları ortaya çıkarmıştı.

 

“Ama bu yaşımızda böyle bir yere gelmek biraz utandırıcı.”


“Sen hala gençsin. Daha sık dışarı çıkmalıyız.”

 

Gitgide ortamın havası daha da iyiye gidiyordu.

 

‘Ama hazırladığım şey ne zaman başlayacak? Yüzündeki şaşkınlığı görmek istiyorum…’


Genel Başkan Kang göz ucuyla sekreterine işaret etti. Hâlbuki oteldekileri heykeli yemek başlamadan masanın önünde görmek istediğine dair bilgilendirmişti. Ama ortada heykel hala ortada değildi.

 

‘Neden bu kadar sürdü?’


Çorbalarını bitirip ana yemeğe geçecekleri sırada nihayet heykel gözüktü. Ama bu sadece insan boyunda iri bir buz kütlesinden ibaretti!

 

Kapıdan geçirebilmek için heykeli eğmek zorunda kaldılar. Heykeli taşıyan çalışanlar onu Bay ve Bayan Kang’ın yemek yediği masanın hemen önüne yerleştirdiler.

 

‘Bu ne!!’


Bay Kang’ın kaşları öyle çatılmıştı ki memnuniyetsizliği yüzünün her tarafından anlaşılabiliyordu. Dünyaca ünlü bir heykeltıraşın çalışmasını sipariş ettiğine emindi. Burada yanlış bir şeyler dönüyordu.

 

‘Böyle bir hata şimdi olmamalıydı.’


O sırada masanın altındaki halıyı fark etti. Aceleyle temizlenen halı hala ıslaktı.

 

‘Mümkün değil… Kırıldı mı?’


Bay Kang öfkesinden ayağa fırlamak üzereydi.

 

O sırada Lee Hyun çıkageldi. İçinde çekiç ve keski de dahil birkaç yontma aleti taşıyordu. İlk önce heykeli onarmaya çalışmıştı. Ama darbenin etkisiyle çatlaklar tüm heykeli kaplamıştı. Heykel doğru düzgün ayakta bile duramıyordu. Boyun kopup yüz fazlaca darbe aldığından eski haline getirmek zaten imkânsızdı. Hal böyle olunca otel kalan zamanında bu buz kütlesini tedarik etmişlerdi.

 

Bu bir heykel değil, tam anlamıyla bir buz kütlesiydi.

 

Lee Hyun elinde aletleriyle buzun önünde durdu. Buzun yüzeyindeki soğuk buhar hayli belirgindi. Bir oymacının iyiden daha fazlasını yapması için gereken esas etmen kullanılan malzemeydi.

 

Lee Hyun eldivensiz olarak buza dokundu. Fazla soğuk olabileceği söylenmişti. Dokunulmamış ve gururlu bir buz parçası!

 

‘Çok da farklı hissettirmiyor.’


Morata vilayetinde kullandığı buzdan daha farklı hissettirmiyordu.

 

‘O zaman yapabilirim.’


Gerçek hayatta heykel yaptığı ilk sefer olacaktı.

 

Gergin bir andı. Daha önce denemediği bir işe girişiyordu, ama elinden geleni deneyecekti.

 

Caen! Caen! Caen!

 

Buz kütlesini yontarken figürü kafasında oturtmaya çalışıyordu. Bayan Kang’ın geçmişte nasıl göründüğünü bilemezdi. Elinde ne bir fotoğraf vardı ne de kırılan asıl heykele hatırlayacak kadar dikkatli bakmıştı.

 

Burun ve yontulan gözler ve burnun oranlarıyla görüntü çabucak biçimlenip bir kadın yüzüne dönüştü. Hafızasında referans olacak hiçbir şey olmadığından; Bayan Kang’ın şu anki halini yontmaya başladı. Bir oymacı modelini tanımalıydı. Bayan Kang yüzündeki kırışıklıklardan dolayı utanır mıydı? Zaman geçtikçe yaşlanmanın getirdiklerinden insan utanabilirdi. Gençken güzel olan kadınlar bunun sonsuza dek sürmesini diler, ama zamanın getirdikleri hüsrandır. Kendisini 40 yıldır seven kocasıyla yaşamıştı. Gençliğini kaybettiği için ağlayacak birinin profilinden hayli uzaktı.

 

Zamanla kazandığı bu kırışıklıklardan utanmamalıydı. Sevgili kocasıyla sadakat ve muhabbet üzerine bina ettikleri kırk yıllarını geçirmişlerdi. İşler her zaman yolunda gitmemiş; bazı zorluklar yaşamış, çocuklarını büyütüp gelecek için yetiştirmişti. Pek de kolay bir hayat yaşamış değildi.

 

Yaşadığı zorluklar bir yandan onu ödüllendirmişti. 40 yıl boyunca geçirdiği her gün evlenmeden önceki zamanlarından muhakkak daha mutluydu. Birlikte yemek yedikleri şu sırada, büyükannenin yüzündeki kibar gülümsemesi görülebilirdi, bunu heykele dikkatlice ince ince işledi, her ince ayrıntısını.

 

Lee Hyun’un heykele yaptığı nazik dokunuşlar çok sayıda insanın ilgisini çekti. Otel ve restoran personeli gergin gergin izliyordu. Bu oymacıyı öne sürüp işi ona emanet etmişlerdi. Ama içleri rahatlamış değildi. Az beride Lee Hye Yeon ve arkadaşları da onu izliyorlardı.

 

***

 

O anda, Başkan Kang öfkeli ve sandalyesinden kalkmak üzereydi. Otelin bu münasebetsiz hazırlıklarını eleştirmek üzereydi ki Lee Hyun aniden heykelden iri parçalar yontmaya başlayınca biraz daha sabretti. Öfkesi biraz bile dinmemiş olsa da eşi ilgiyle izliyordu. Karısının kırkıncı yıldönümleri için görmesini istediği şey çoktan mahvolmuştu. Sadece burayı terk etmek istiyordu.

 

‘Peki, neler yapacağını görelim. Ama işleri daha berbat ederseniz hepinizi pişman ettiğime emin olacağım.’


Bay Kang çok huzursuzdu, ama heykel git gide şekil aldıkça, bu memnuniyetsizlik de uçup gitmişti.

 

Eşinin şimdi olduğu haliyle bir heykeli.

 

Kalbinin güzelliğini yansıttığını hissediyordu.

 

Böyle bir çalışmaya hayran kalmamak elde değildi.

 

“Bir tanem.”


Bay Kang eşinin elini tuttu. Yaşlandıkça kırışmış olsa da her zaman tuttuğu o tanıdık ellerdi bunlar.

 

‘Bu tuttuğum eller uğruna yaşamasaydım, hayatım anlamsız olurdu.’


Bay Kang kafasını sağa sola salladı.

 

‘Başka bir kadınla asla şimdi olduğum kadar mutlu olamazdım.’


Saçları zamanla beyazlamıştı, eski güzelliğine kıyasla daha soluktu. Ona bakınca ne kadar çok zaman geçtiğini anlayabiliyor ama bu hiçbir anlam ifade etmiyordu.

 

Hatta şu an her zaman olduğundan daha hoştu.

 

***

 

Bay Kang ve eşi sabırla heykelin tamamlanmasını beklediler.

 

Yemeğini bitiren bazı müşteriler bile heykelin son halini görmek için geri dönüyorlardı.

 

“Biraz limonata almaz mıydınız?”


“Buyurun size biraz meyve getirdim, lütfen rahatınıza bakın.”

 

Personel müşterilerine atıştırmalıklar ikram ediyorlardı. Boş kaldıklarında da gözlerini dikip heykelin gidişatını izliyorlardı.

 

“Oh, bu bir heykel.”

//Kim böyle bir tepki verir lan?


“Öyle güzel yontulmuş ki bunun sadece bir dekor olduğuna inanamıyorum…”


Heykele bakanlar onun bir amatör olmadığını anlayabilirlerdi. Lee Hyun yonta dursun alnı terden batmıştı. Oymakta olduğu buzun yüzeyi de ıslanmaya başlamıştı. Buzun erimesine engel olmak için restoranın sıcaklığını düşürmüş olsalar da Lee Hyun terlemeye devam ediyordu. Böyle bir heykel yapmanın cazibesi. Eline kılıç aldığı zaman kendini tümüyle buna veriyordu. Sanatsal bir yapıt ortaya koymak için de her şeyiyle kendini işine adaması gerekliydi.

 

İçinde dolup taşan duygularla, elleri heykelin üzerinde ilerlemeye devam etti. Artık teknikleri takip edip konsepti oluşturma faslı geçilmiş, heykeli gönlünden geldiği gibi tıraşlıyordu.

 

“İnanılmaz.”


“Bu işi daha iyi bir heykeltıraşa verdiğimizi düşünüyorum.”

 

Personel önceki kırılan heykelin Lee Hyun’unkinden çok daha yüksek seviyeli olduğunu belirtiyorlardı. Lee Hyun besbelli hassas el işlerinde yeterince iyi değildi. Ama seviyeleri arasındaki fark sadece birkaç adım kadardı. Önceki heykelle kıyaslanamazdı. Aslında heykel kaba ve tamamlanmamış hissettiriyordu. Ama Lee Hyun içindekileri döktükçe heykel meydana çıkmaya başladı.

 

İyi bir heykelin kendi duygularını dışarı yansıttığı söylenir. Bu bakanlara en iyi çalışmasını tamamlamış, gülümseyen genç bir heykeltıraşı hatırlatıyordu. Lee Hyun buna ulaşmak için elinden geleni yapmıştı. Bayan Kang’ın cazibesinin vücut bulmuş hali olan bir heykel yapmak. Ama onun yaptığı bu heykel, bu özelliklerden ıraktı. Bir insan heykeli yapacak beceriye henüz sahip değildi. Daha çok yolu vardı.

 

Diğer taraftan Bay Kang eşine duyduğu kırk yıllık sevgiyle birlikte Lee Hyun’un yaptığı heykelin yaşlı gözlerine baktı. Bu heykelin anlattıklarını en iyi o anlayabilirdi. Bu heykelin barındırdığı duygular onların kalplerinden geliyordu.

 

Bir heykeltıraş sanatsal çalışması. En iyi heykeltıraşın yüksek seviyeli çalışması olmasa bile.

 

Nihayet heykel tamamlanınca restoranda çok gürültülü bir alkış koptu. Misafirler, personel ve hatta müzisyenler bile beğenilerini geri tutmayıp hep birlikte alkışlıyorlardı.

 

İnatçı genel başkan Kang’ın gözlerinden yaşlar akıyordu. Bir ömür boyu aşık olup kırk yıl birlikte yaşadığı kadın onu izliyordu.

 

Kendi heykelinin önünde, Bayan Kang hiç olmadığı kadar mutluydu.

 

***

 

Lee Hyun’un terden her tarafı sırılsıklam olmuş, tam anlamıyla tükenmişti.

 

Bay Kang aniden Lee Hyun’un elini tuttu.

 

“Teşekkür ederim, bu harika, hayatımda gördüğüm en güzel heykel. Bundan sonra da bu kadar güzelini görmeyeceğime eminim.”

 

Bay Kang’ın yüzünde geniş bir gülümseme vardı. Söylediği şeyde gerçekten samimiydi. Ama Lee Hyun kafasını salladı.

 

“Yanınızdaki bayan bu heykelden çok daha güzel değil mi?”


Lee Hyun’un nihai yağ çekme tekniği!

 

Lee Hyun’un içgüdüleri eski haline dönmeye başlamıştı.

 

Heykeli tamamladığı gibi aklı başına geldi.

 

‘Şimdi başka ne yapabilirim?’


Birkaç saattir heykelle uğraştığından her tarafı ağrıyordu. Buzla uğraşmaktan elleri neredeyse uyuşmuştu. Kraliyet Yolunda bu kadar zaman harcasaydı bir başyapıt ortaya koyabilirdi.

 

Statlar ve şöhret!

 

Bu gerçek hayatta heykel yaptığı ilk seferdi ve yetenek puanlarını artırma imkanını kaçırmıştı.

 

‘Hayır, daha bitmedi.’


Lee Hyun o zaman fark etti.

 

Neresinden bakarsan bak, Bay Kang bir iş kodamanıydı. Sekreteri ona eşlik ediyor ve otelin genel müdürü üzerine titriyordu. Bay Kang’ın heykel dolayısıyla olan iyi ruh halinden faydalanabilir miydi? Lee Hyun’un böyle bir fırsatı kaçırması ihtimal dahilinde bile değildi!

 

Bay Kang’ın yaptığı olumlu yorum ve eşinin neşesi. Eğer güler yüzlü ihtiyar bir çift hayal edecek olsaydın en mükemmeli onlar olurdu. Heykel için sıkı çalıştıktan sonra, bir tutam yağcılık da ekleme fikri çok iyi geliyordu.

 

Bay Kang iyi bir ruh halindeydi. Eşine onun iltifatından daha büyük bir övgü sunması daha da neşelenmesine sebep olmuştu. Lee Hyun Bay Kang’la sımsıkı tokalaştı.

 

“Çok teşekkür ederim. Evlilik yıldönümüm için harcadığınız bu emek benim için çok önemli.”


Bay Kang Lee Hyun’un yaptığı şey için minnettardı. Böyle zamanlarda alçak gönüllü bir şeyler söylemek gerekliydi.

 

“Hayır, itiraf etmeliyim ki ben sadece sizin gibi saygın birinin eşi için heykel yapmış bir heykeltıraşım. Özel bir şey yapmadım. Dahası otele ve size bana bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim.”

 

Tevazu ifade edilebilecek en yüksek erdemdir. Mütevazı olmamak sorunlara sebebiyet verebilir, anahtar kelime tevazudur! Görüşlerini paylaştıktan sonra dostça bir atmosfer oluşmuştu.

 

O boşlukta otelin genel müdürü öne çıktı.

 

“Bay Kang bu çalışma aslında önceden planlanmamıştı ve bu beyin bu hadiseyle hiçbir ilişkisi yok. İşin aslı bugün otelimizin müşterilerinden biriydi.”

 

“Genel müdür, ne diyorsunuz? Bu adamın evlilik yıldönümümüzü kutlamak için geldiğini düşünmüştüm.”


“Şey… mesele şu ki heykeli hazırladığımız sırada bir kaza meydana geldi.”


Genel müdür hazırlık sırasında buzdan heykelin nasıl kırıldığını dürüstçe anlattı.

 

“Öyle minnettarım ki…”


Bay Kang söyleyecek söz bulamamıştı.

 

Neredeyse mahvolmak üzere olan evlilik yıldönümleri unutulmaz bir hatıraya dönüşmüştü. Ardından Lee Hyun ağzını açtı. Zamanlama çok ince seçilmişti.

 

“Eğer söyleyecek başka şeyiniz yoksa heykeli alabilir misiniz, efendim?”


“Ne demek istediniz?”


“Bu sizin için sadece bir heykel olabilir, ama benim için tamamladığım çok mühim bir sanat eseri. Ayrıca çok memnun kaldığım bir çalışma. Eğer burada bırakırsak korunamayıp çöpe gideceğinden korkuyorum, en iyisi sizde kalması.”


“Bu…”


İnsanların heykellere estetik değeri nasıl biçtikleri, nasıl düşündükleri çoğunluk için muammaydı. Düşüncelerinin açık olması gerekmiyordu. Ama bu paha biçilemez ifadeden sonra, Kang çifti bunun atılamayacak bir hazine olduğunun farkına varmış oldu.

 

Bayan Kang eşini sertçe dürttü. Normalde sessiz olan tutumunu bu sefer bozmuştu. Bayan Kang akıl ermez bir kadındı.

 

‘Eğer doğru yoldan sormasaydım, her şey berbat olabilirdi.’


Heykeli eve götürmeyip burada bırakmak tam bir densizlik olurdu.

 

Bay Kang kafasını salladı.

 

“Bu büyük bir hata olurdu. Bu heykel bizim için çok değerli ve bunu uzun süre korumak isterim. Hmm oyduğun bu buzdan heykeli satın almalıyım.”

 

Başkan cüzdanını çıkarıp içinden bir çek uzattı.

 

Lee Hyun anında reddetti.

 

“Bunu para için yapmadım, bunun siz ikinizi mutlu ettiğini görmek benim için yeterli. Sadece siz ikinizin böyle aşkla birbirinize baktığınızı görmek. Dürüst olmak gerekirse size imreniyorum değerli büyüklerim. Heykelimin evinizi süsleyeceğini düşünmek, bir rüyanın gerçek olması gibi.”

 

Uygun tevazu kelimeleri dosdoğru ağzından çıkıyordu.

 

Son damlasına kadar inanılmaz bir yağcılık yeteneği!

 

Yağcılık yapmanın en önemli noktası istediğin şeyi elde edebilmekti.

 

Eşinin karşısında böyle bir ağırbaşlılık göstermek hayli etkileyiciydi.

 

Bay Kang bir çek daha çıkardı.

 

“En azından samimiyetimin bir göstergesi olarak bunu al.”

 

“Hala bu konuda isteksizim… Bu heykel bir hediye, ama sizinle geçirdiğim bu zaman için teşekkür ederim. Kutlamanızın değerli bir parçası olabildiğim için.”

 

İkinci red.

 

Lee Hyun mütevazılık sınırlarını aşıyordu.

 

“Bu kadar utanmaz olamam. Para konusunda hakkını aldığına emin olmalısın. Eğer kabul etmezsen bu yaşlı adam minnettarlığını nasıl ifade edebilir? Ödenmemiş bir borçla buradan ayrılmayı kabul edemem.”

 

Bay Kang ısrarla elindeki çekleri uzatınca Lee Hyun artık almak zorunda kaldı. Hemen her çekteki sıfırların sayısını tespit etti. Miktarı onaylayıp aynı zamanda paranın hesabını yaptı.

 

5,000,000 won değerinde iki çek.

 

‘Her zamanki gibi paranın kokusu ruhumu ferahlatıyor.’

(D.N: Ohhh! :D)


Genel başkan normalde bu kadar çok para mı harcıyor? 10 milyon.

 

Sonrasında Bay ve Bayan Kang restorandan ayrıldılar. Görünüşe göre Kang çifti evlilik yıldönümlerinde harika bir akşam yemeği geçirmişlerdi.

 

İşini bitirdikten sonra onu uzun zamandır bekleyen kardeşinin yanına döndü.

 

“Üzgünüm. Çok beklettim mi?”


“Hayır, abi. Gördüğüm şey çok iyiydi.”


Lee Hye Yeon’un iki arkadaşı da gözlerini dikmiş ona bakıyorlardı. Hayranlık ve şaşkınlıkla bakan saygı dolu gözler.

 

Lee Hyun kardeşini alıp eve dönmek üzereydi. Tüm müdürler girişte toplanmıştı. Lee Hyun hesabı ödemek üzereydi ki genel müdür engel oldu.

 

“Buna gerek yok. Bize bu kadar yardımcı olan birinden neden para alalım ki? Sanatınız harikaydı ve bizim için gerçekten çok önemli bir şey yaptınız. Eğer otelimize veya restoranımıza tekrar uğramak isterseniz kesinlikle sizden bir ücret talep edilmeyecek. Ayrıca bu size eşlik eden insanlar için de geçerli.”

 

“Ama…”


“Bu bizim ikramımız, lütfen kabul edin.”


Kodaman Kang’dan sonra en küçük fırsatı bile kaçırmıyordu; her kuruşuna değerdi. Eğer Bay Kang öfkelenip oteli terk etseydi, onunla iş yapan kimse buraya bir daha uğramazdı. Bunun sebep olacağı zarar hiçbir şekilde telafi edilemezdi.

 

***

 

“Bir, iki.”



“Kılıcın gücü zayıf. 100 alt vücut hareketi daha!”

 

Chung Il Hoon dojoda kılıç eğitimi vermekle meşguldü.

 

‘Kraliyet Yolunun bu sonuçları fena değil.’


Modern zamanlarda gerçek bir kılıç dövüşüne girmek nadirdir. Özellikle bu dojodaki eğitmenler için çok daha zordu. Normal insanlar ise ellerine kılıç almazlardı.

 

Daha aşağı kademelerden daha iyi olduğu çok adaletsiz bir pozisyondaydı.

 

Sahip olduğun gücü kullanmadan zapt etmek çok zordu.

 

Kılıç eğitimi alan öğrenciler bu soruna takılıyorlardı. Böyle düşünen insanlar böyle organizasyonlara katılıyorlardı.

 

‘Kraliyet Yolu bizim yegane çıkış noktamız.’


Canavarlarla savaşıp daha da güçlenmek, bu kılıç eğitimi alan birini en çok eğlendirebilecek şeydi. Günlük olarak kendini tatmin etmek, ama sadece bu da değildi, kılıç becerilerinde fark edilebilir bir değişiklik de vardı. İnsanlara karşı kavgadan kaçınabilmek ve çeşitli canavarlara kılıç çekmek. Temellerin üzerinden geçmek için harika bir fırsat, bizim için böyle bir cennet olabileceğini asla tahmin etmezdi.

 

Uzun zamandır, insanlarla kavga etmek riskliydi. Ama Kraliyet Yolu içlerinden geldiği gibi ellerinden geleni yaparak dövüşme imkanı veriyordu.

 

Zırrrrrrr! Zııııırrrrrr!

 

Telefon çaldı.

 

Chung Il Hoon sessizce telefonun ahizesini kaldırıp alçak sesle konuştu.

 

“Eğitmen Chung Il Hoon, buyrun.”


Chung Il Hoon’un hayali, güzel ama iyi bir kadınla tanışıp evlenmekti. Eğitmenin sahip olduğu en büyük hayali bir sürü kadının önünde güvenilip gücünü göstermekti.

 

Telefonun öbür ucundaki ses iyi bildiği birisiydi.

 

“Kardeş, ben Lee Hyun.”


“Oh hey! İşler nasıl gidiyor?”


“Yemek için dışarı çıkmayı düşünüyordum.”


Chung Il Hoon şaşırdı.

 

Pinti Lee Hyun dışarıda yemek yiyordu, böyle bir şeyi hayal dahi edemedi.

 

“Dojodakileri mi soruyorsun? Çin restoranına mı gideceğiz? Kızarmış meyveli börek iyi olurdu, bir tane bile olsa minnettar olurum.”

//dampling İngilizcesi merak edenler buyursun.Sanırım bizim halka tatlısı gibi fastfood havasında yenen bi tatlı.


“Hayır, dışarıda yiyeceğiz.”


“Gerçekten mi? Nerede olabilir.”


“Otel V’nin yerini biliyor musun?”


“O-otel?”

 

Chung Il Hoon kekelemeye başladı.

 

“Yerini biliyorum ama neden oraya gitmek istiyorsun?”


“Otel V’ye gelin, ben ısmarlıyorum.”


“Peki, peki anladım!”

 

Lee Hyun fikrini değiştirmeden acele edip çıkmak için hazırlandı.

 

Gerçi Lee Hyun’un sözüne güveni tamdı.

 

“Tüm dojo birlikte gelin. Bu gerçekten nadir bir fırsat. Huhuhu.”


Chung Il Hoon tüm eğitmen ve öğrencileri arayıp otele gelmelerini emretti. Sessizce baduk oynayan usta da onlara katılmaya karar verdi. Sonuçta dışarıda yemek gibi sıra dışı bir şey yapıyorlardı. O da diğerlerine katıldı.

(D.N: Baduk Go'nun korece ismi)

 

“Burada toplanıyoruz demek…”


“Evet, otele gitmek için.”


“Lezzetli olacak mı merak ediyorum. Eğer işlek bir yerse oldukça iyi olmalı.”


“Oh, usta da bizimle.”


“…..”

 

Ahn Hyun Do, eğitmenler ve öğrenciler otele doğru yürüdüler. Bu tabii ki ağırbaşlı bir yürüyüş değildi.

 

Çabuk ve hayat doluydu!

 

Öğrenciler bütün yolu koşar adım gitmişlerdi. Tek bir kişi bile geride kalmadan otele vardılar.

 

“Bu, bu…”

 

Güvenlik görevlileri onları zapt etmeye çalıştı ama rüzgar gibi koşuyorlardı. Çok geçmeden asansöre vardılar. Ama asansörün önü insan doluydu.

 

Öğrencilerin gözleri şiddet doluydu. Ahn Hyun Do sakince konuştu.

 

“Bugünün çocukları hep böyle, hala merdivenler var, hadi onu kullanalım.”


“Çok doğru usta!”

 

Ahn Hyun Do başı çekerek, merdivenlerden otelin 20. Katındaki restorana çıktılar.

 

Lee Hyun onları bekliyordu.

 

“Hoş geldin usta.”


“Evet, evet, çok açım yemek nerede?”


“Gelin burada servis ediliyor.”


“Beleş yiyebilir miyiz?”


“Tabii ki hepsi ücretsiz.”


“Sen gerçekten favori öğrencimsin.”

 

Restoran müdürü çalışanlara Lee Hyun’un kalabalık bir grupla geleceği bildirmişti. Onlara en iyi servisi sunmaları istenmiş, şeflerin ellerinden gelenin en iyisini göstermeleri söylenmiş, çalışanlar hazır bekliyordu.

 

Ama kapı açıldığında Ahn Hyun Do, eğitmenler ve peşinden gelen öğrencileri gördüklerinde tüm personelin yüzleri griye döndü.

 

500’den fazla adam vardı!

 

Herkesi masalara buyur edip siparişleri aldılar.

 

“B- buyurun şarabınız. 99 burgonya imalatı."


Klink Kling!

 

Tüm pirinç şarabı bittikçe korkudan iki büklüm olan personel bardakları tekrar dolduruyordu.

 

“Çok lezzetli, bir bardak daha!”


“……”


“Izgara et, buraya 50 porsiyon daha!”


“Yemek çok lezzetli ama çok bekletiyorlar!”


“Hadi bayılana kadar yiyelim. Her şey ücretsiz!”

 

Eğitmen ve öğrenciler antrenmandan çıkıp geldikleri için açlıkları hat safhadaydı. Bellerindeki kuşakları gevşetip tereddütsüz yemeye devam ettiler.

 

Sonrasında Ahn Hyun Do sandalyesinden kalktı.

 

“Herkes dinlesin. Bizim gibi dövüş sanatlarında pratik yapanlar için, çok fazla yemek iyi değildir.”

 

Müdür ve personel gözlerinde umutla Ahn Hyun Do’yu izliyorlardı. Ama sözünü bitirdiğinde hüsrana uğramış hissettiler.

 

“Adam başı 10 servis daha yiyebilirsiniz.”


“Usta!”

 

500 kişiye onar servis daha!

 

Adam başı bir servis 7,000 wona geliyordu. İçlerinden geldiği gibi yediler. Yemekler et büfesi gibi gidiyordu, bu yüzden artık restoranda malzeme kalmamıştı.

 

“BURP! Şimdi doydum.”


“Lezzetli, iyi yedim.”


Servisi bitiren çalışanlar yorgunluktan yere kapaklanmak üzereydi. Sadece bir an önce buradan gitmelerini istiyorlardı.

 

Ama tek bir kişi bile yerinden kalkmamıştı.

 

‘Neden hala bekliyorlar?’


Choi Jong Bun yüzünde utangaç bir ifadeyle sordu.

 

“Tatlı ne zaman gelecek?”


Hemen peşine Masang Bum Do da konuştu.

 

“Her gün burda yiyebilsem harika olurdu.”



“……”

 

***

 

Lee Hyun ve Lee Hye Yeon film izleyip restoranda yemek yedikten sonra eve geldiler. Bu gerçek anlamda dışarıda birlikte zaman geçirdikleri ilk seferdi.

 

İkisi de yorulmuştu.

 

‘5 saat boyunca kılıç sallamayı tercih ederim.’


Lee Hyun kafasını sağa sola salladı.

 

‘Evet, diğer insanlar dışarıda takılıp boş boş gezebilir ama bu benim için çok zor.’


Film izlemenin zor bir şey olduğunu düşünüyordu. Ve etrafta gezip tozmaktan çabucak yorulmuştu. Ek olarak otelde yonttuğu heykel, buzdan bir heykel yapmak gerçekten zor bir işti. Ve bir ara eserini satamamaktan korkmamış değildi.

 

Ama bugünün işini tamamlayıp nihayet eve dönmüştü.

 

“İyi geceler abi.”


“Sana da, iyi uyu.”

 

Kız kardeşi uyuyunca dışarı çıkmak için tekrar giyindi. Normalde duş alıp oyuna girebilirdi ama gitmesi gereken başka bir yer vardı.

 

Hastaneye gitmek için otobüs kullandı, varınca gece nöbetindeki hemşireyi bulup onunla konuştu.

 

“Büyükannem nasıl?”


“Şu an uyuyor. Kanser hücrelerinden dolayı ağrı kesici ilaçlar veriyoruz. İçeri girebilirsin ama uyanması zaman alabilir.”


“Sorun yok, içeride beklerim.”

 

Lee Hyun kapıyı açıp içeri girdi.

 

Hastane odası küçüktü. Büyükanne yatakta uzanmış uyuyordu. Vücuduna çeşitli medikal aletler bağlanmıştı. Lee Hyun başucundaki sandalyeye oturup büyükannesinin elini tuttu.

 

“Güzel haberlerim var.”


“…..”


Büyükanne sadece ağır ağır nefes alıp veriyordu, besbelli uykudaydı.

 

Kalp ritmini ölçen aletin ekranında istikrarlı bir görüntü vardı. İlaçların etkisi yüzünden muhtemelen 7 saat kadar uyanmazdı.

 

“Hye Yeon’un bugün üniversitede mülakatı vardı. Ama bazı aksilikler oldu geçip geçemeyeceğinden emin değilim. Ama bu yine de iyi bir şey değil mi?”


“…..”


“19 oldu bile. O günden beri 14 yıl geçmiş. Peşinden domuzcuğunu sürükleyip anne babamız nerede diyen kız şimdi gerçek bir hanımefendi oldu.”

 

Büyükanne uyurken Lee Hyun konuşmaya devam etti.

 

“Aslında o günden beri çok şey oldu, benim tek dileğim onun mutlu bir hayat yaşaması. Zorlu günlerimiz oldu, yiyecek bulamadığımız zamanlar oldu. Bir keresinde bir boğaz eksiltmek için Hye Yeon’u yetimhaneye göndermeye kalkmıştın.”

 

Uzun zaman önceydi, kız kardeşi yetimhaneye gönderilmek üzereydi. Ama karşı çıkarak üç gün üç geçe hiçbir şey yememiş, kız kardeşinin gönderilmesine karşı çıkmıştı.

 

“Büyükanne bir gün pişman olacağımı söylemiştin. Gerçekten zor yemek bulduğumuz, bazen öğün atladığım oldu. O zamanlarda arada Hye Yeon’dan nefret ettiğimi düşündüğüm oldu. Hye Yeon yüzünden okula zar zor gidiyordum. Ona o olmasaydı daha mutlu olacağım gibi çirkin sözler söyledim.”

 

Büyükannesi kız kardeşini pek sevmiyordu. Onun yüzünden Lee Hyun sıklıkla acı çekip azar işitiyordu. Sürekli ıvır zıvır şeyler için söylenip dururlardı. Bu yüzden de kız kardeşinin yoldan çıktığı olmuştu.

 

“Pişman değilim, eğer o zamana dönebilseydik kararım değişmezdi. Çünkü biz bir aileyiz.”

 

Uyuduğu için cevap veremiyordu ama bu konuşma Lee Hyun’un içini rahatlatmıştı. 10 yıldır içinde tuttuğu şeyleri söyleyip kurtulabilmişti.

 

Lee Hyun eve dönüp kapsülüne girdi ve Kraliyet Yoluna bağlandı.

 

***

 

Yuroki sıradağları ve Karanlık Elf Kalesi!

 

Parçalanmış duvarlar tamir edilmiş ve Orkların erzakları taşınmıştı. Liç Shire emrindeki ölümsüzler ordusuyla savaşmak için hazırlanıyorlardı. Weed giriş yaptığında çıkış yaptığı zamanki gibi insan formunda Elf şehrinde belirmişti. İnşaat her yerde devam ediyordu.

 

“Chwiik yararlı!”



“Chwichiwiit. Biz Orklar sıkı çalışıyoruz, biz iyi Orklarız.”



“Şu duvarı daha da yükseltin!”



“Ne kadar yüksek olmasını istiyorsun? Chwiik!”



“Daha yüksek, daha yüksek! Chwichichiwiiit, gökyüzüne ulaştırın!”

 

Bir Ork kendinden daha büyük bir kaya taşıyordu. Çok sayıda taş istiflenerek bir kule inşa edilmişti.

 

CHRASH!

 

“Chwieeg!”



“Kkwaeeg. Orklar kurtarın beni!”


Yığılan taşlar bir dokunuşla yuvarlanıp altında kalan Orku ezmişti. Karanlık Elfler Orklardan biraz daha farklıydı. Zekalarıyla birlikte, tek yaptıkları göz devirmekti.

 

“Bu Orklar sıkı çalışıyor.”


“Daha çok eğleniyor gibiler.”


“Biz Elfiz, güç olarak eşit değiliz.”


“Doğal olarak öyle.”

 

Karanlık Elfler işten kaytarıp bir şeyler tüttürüyorlardı.

 

Weed geçici olarak ayrılmıştı ama 5 dakikalık yokluğunda her taraf dağılmıştı ve şimdi tamirat işlerine baştan başlamaları gerekti.

 

Kaya parçaları düzensiz olarak şehrin her tarafına yayılmıştı ve ihmal edilen malzemeleri toplama yarışına girişilmişti. Orklar kalenin bir bölümünü yakıp yok etmişlerdi. Elfler ızgarada pişirdikleri yemeklere tuz atıyorlardı. Genelde Elfler can almayı sevmediklerinden et yemezlerdi ama Karanlık Elflerin böyle tripleri yoktu. Karanlık Elfler kararmış tenleriyle düşmüş Elfler olarak görülürlerdi. Diğer elfler onlara ırklarının sürülmüşleri olarak muamele ederlerdi.

 

“Bu tuzun gücü sizi yabanıl Orklar.”


“Aslında bunu biz de keşfettik, biraz tuz serpip yiyince lezzetli oluyor.”


Ölümsüzlere karşı savaşmak uğruna Elfler ve Orklar dramatik bir uzlaşmaya varmışlardı. Birlikte içip kızarmış et yiyorlardı. Planın aksine bir sürü Ork ve Karanlık Elf pazar alanında toplanmış aylaklık ediyordu.

(D.N: Aradığım fantastik dünya :D Birde tavla öğreteceksin şunlara miss :D)

 

Bu tembelleri toplayıp ölümsüzler ordusuna karşı savaşmak…

 

Weed’in kafası zonkladı, kendini hasta hissediyordu.

 

“Kaptan, bizler görevimizi tamamladık.”

 

Burenin peşine Becker, Hosram ve Dale da belirdi, kraliyet şövalyeleri ve rahipler de tabi.

 

‘Ama bu adamlar çok az, umut var mı acaba? Görev başarısız olsa bile bu adamları sağ salim Rosenheim’a geri götürmeliyim. İtibar puanlarını geri alıp bu puanlarla eşya alabilirim!'


Para bağışı ve bağlar!

 

Weed için bu askerler her şeyden daha önemliydi.

 

Teğmen konuştu.

 

“Emrettiğiniz gibi erzakı buraya taşıdık.”


“Aferin.”

 

Buren’e baktığında güvenilirliğini hissediyordu.

 

Buren ve diğerleriyle ilk kez tehlikeli bir görevi birlikte tamamlamaya çalıştıkları Litvart mağarasında tanışmışlardı.

 

Buren’de sadakat ve güven vardı!

 

Buren’in bahsettiği erzak önemsizdi. Neredeyse hiçe yakındı. Savaş silahları, bıçaklar, gürzler ve birkaç çeşit daha silah. Neredeyse hepsi işe yaramaz şeylerdi, değerli olan tek şey Weed’in satmak için yapıp biriktirdiği içkilerdi.

 

Weed Yuroki dağlarına geldiğinden beri içgüdülerine ters davranmamıştı. Ekşi orman meyveleri toplamıştı! Su yılanları ve değerli medikal bitkiler!

 

Yüksek kaliteli malzemeler ancak alkol çözeltisine dönüştüklerinde değer kazanıyorlardı; eğer ölmeden birden fazla kez içebilirsen ancak o zaman gerçek tadını anlayabilirdin. Hayır belki de daha fazla içmek adamı öldürmeyebilirdi.

 

Şafakta topladığı temiz çiğ ile çeşitli içecekler damıtıyordu. Şimdiye kadar şişelerce alkol üretmişti.

 

“Benim şarap şişelerim nereye gitti? Henüz taşınmadı mı? Öyle olmalı değil mi?”


“Şey…”


Buren kem küm ederek Orkları gösterdi.

 

“Onlar hepsini içti; durdurmaya çalıştım ama…”

 

O sırada Weed’in aklından bir düşünce geçti.

 

Issız Diyarlarda alkol olmamalı. Orkların alkol hazırlamaları imkansız. Bu yüzden bu lanet olası orklar Weed’in likörünü içmiş olmalılar.

 

“Lezzetli. Chwiik!”



“Snif snif! Bu koku da ne?”

 

Açık ve kristal kadar temiz şarap Orkların çirkin burunlarına akıyordu.

 

“Keoheok!”


Weed kan kusmak istedi, eti parçalanıp yeniyormuş gibi bir acı hissetti.

 

Kendi elleriyle hazırladığı içkiler.

 

Ne zaman bir şişe daha hazırlasa umutla bekliyordu.

 

‘Lütfen bana para kazandıracak kadar iyi ol.’


Fermente edip sattığın içecekler sayesinde iyi para kazanabilirdin.

 

Tam olarak olgunlaşması birkaç ay alıyordu. Ama azmedip hepsini teker teker hazırlamıştı.

 

Tüm boş zamanlarını değerlendirip yüzlerce şişe likör hazırlamıştı. Elde ettiği değerli malzemeleri bu likörler için harcamıştı. Tüm birikimi yok olmuştu. Uçup gitmişti.

 

“Ahhh!”


Weed üzüntü içinde inledi!

 

Kurutulmuş eti bile şu an Elfler ve Orklar çiğniyordu.

 

Onları kurutup saklamak için çok uğraşmıştı.

 

Artık hiç alkolü yoktu ve et dolu sepetler de boşaltılmıştı.

 

‘Alkol ve yiyecek biriktirmeye yeniden başlamalıyım.’

 

Weed’in hala umudu vardı.

 

Sonuçta onlar Weed’in askerleriydi.

 

“Benim hatam üzgünüm. Orkların ısrarına dayanamadım… *hic*!”


Buren meseleyi anlatırken şiddetli bir hıçkırık tutmuştu. Bu sırada Weed askerleri kontrol etti. Zar zor ayakta duruyorlardı ve yüzleri kızarmıştı. Aşırı içmenin belirtileri gözüküyordu.

 

“Bu…”


Artık her şey açığa kavuşmuştu.

 

Buren ve Becker erzağı taşıdıkları sırada likörleri keşfetmişlerdi.

 

“Bu alkol!”


“Bununla ne yapacağız?”


“Ne mi yapacağız, şu an kaptan benim.”


“GULP! Lezzetli gözüküyor.”


“Sence bir yudum fena olmaz mı?”


“Sizler, nasıl…”


“Hadi ama yapalım şunu.”

 

Kediye ciğer emanet etmekle bir askere savaştan önce alkol emanet etmek aynı şeydi.

 

İlk başta hepsi sadece birer yudum almıştı.

 

“İçimi çok yumuşak boğazdan akıveriyor.”


“Vauuv! Çok lezzetli.”

 

Tek bir yudum bile bağımlılık yapıyordu.

 

Sonra askerler işlerine devam ettiler ama içkileri akıllarından çıkaramıyorlardı. Ardından korkularını hatırladılar.

 

“Orklar içti dersek işe yarar bence.”


“Hadi bunları Orklara verelim..”

 

Sonuç olarak Weed’in küçük zulasını ifşa ettiler!

 

“Böyle şeyler olurken bir de ölümsüzlerle savaşmam gerekiyor.”


Weed iç çekti.

 

***

 

İnternette bir curcuna kopmuştu.

 

İnsanlar sabah akşam Kraliyet Yolu internet sitesine giriyorlardı.

 

Şeref listesiyle ilgili raporları ağızları açık takip ediyorlardı.

 

-Hadi o Orkun kimliğini açığa çıkartalım.



-Özel bir büyülü eşya olabilir mi acaba dönüşmesini sağlayan?



-Belki de bir büyücü tipi. Sonradan ruh çağıranlık öğrenebilen bir türü vardır belki.

 

Büyücüler çaresizce bu konuyu takip ediyorlardı.

 

Yeni bir meslek açılması, yeni büyüler öğrenebilecekleri anlamına geliyordu.

 

Büyü büyücüler için çok değerli olduğundan ne pahasına olursa olsun daha fazlasını istiyorlardı.

 

Büyücüler Kraliyet Yolunun sahibi Unicorn şirketine binlerce mesaj gönderiyorlardı.

 

-Lütfen bize görevin ilerleyişi hakkında bilgi verebilir misiniz? Bu mesleği seçebilmek için ne yapmamız gerekli?

 

-Ruh çağıran mesleğinin ayrıntılarını paylaşın lütfen.


Unicorn şirketinin cevabı sadeydi.

 

-Bu mesaj genel merkezin kararıdır: Görev hala devam ettiğinden bu oyuncumuza karşı saygısızlık olur. Bu konuda daha fazla ayrıntı veremeyiz. Eğer meslek kullanıma açılırsa zaten gerekli bilgiyi öğreneceksiniz. Eğer görev başarısız olursa mesleğin ayrıntıları kamuya açıklanmayacak.


Unicorn şirketi gizliliği bahane ederek görev hakkında ayrıntı vermeyi reddetmişti.

 

Hal böyle olunca sabırsız kullanıcılar çeşitli oyun sitelerine üşüştüler.

 

KMD Medya, CTS Medya, On-stations, Digital Medya, LK Game.

 

Kullanıcıların geri bildirimleri hem yerel hem de uluslararası kötüye gidiyordu.

//Sanırım oyuncular bunu niye yayınlamıyorsunuz gibi isyanlarda bulunuyor.

 

***

 

KMC Medya’nın yapımcıları bir toplantı düzenlediler.

 

Normalde bu toplantıya genç yardımcılar ve içerik üreticileri katılıp özgürce kendi düşüncelerini sunarlardı. Mevcut programları değerlendirip yeni fikirler üretmeye çalışırlardı.

 

Ama bugün özel bir şeyler oldu.

 

Diger yayın istasyonlarının başkanları bu toplantıda yer alıyordu.

 

“Forumlarda çılgın bir curcuna hakim. Yönetici Kang, neler oluyor?”

(D.N: Yine mi sen :))

 

KMS Medya yöneticisi internet sitesine girip kullanıcı değerlendirmelerine göz gerdirdi. On binlerce mesaj vardı ve bu değerlendirmelerin ortak özelliği tek bir görevin yayınlanmasını istemeleriydi.

 

“Şefer Listesinde yeni bir film var.”


“Eee? Bir video nasıl bu kadar karmaşaya yol açabiliyor?”

 

Bu zaman sürecinde, onun yayın istasyonu kullanıcı sıralamasında ilk sıradaydı; ama onun gözünde mesele bu değildi.

 

Yönetici Kang utangaç bir biçimde kel kafasını kaşıyarak cevap verdi.

 

“Görünüşe göre bir görev.”


“Ne görevi? Sadece bir görev için bu kadar insanın böyle heyecanlanması aşırı!”

 

Yönetici kafasını sağa sola sallarken genç bir yönetici sandalyesinden kalktı.

 

“Şimdi konuyu incelemeye başlayalım. Yönetici için hazırlanan kısa videoyu gösterin.”


Konferans salonunda yüksek seviyeli bir gösterim teçhizatı kurulu, tüm oda ses sistemiyle donatılmıştı. Ön duvarda video gösterimi başladı. Bu nitelikte bir oda yayın istasyonları için normaldi.

 

Video boyunca, yönetici, içerik üreticileri veya organizatörler, hiçbiri ağızlarını açamamışlardı. Uzun süren sessizlikten sonra yönetici konuştu.

 

“Bu, bunu yakaladığımızdan emin olmalıyız.”

 

“Tabii ki, müdürüm.”


Yönetici Kang ve diğer tüm organizatörler aynı fikirdeydi.

 

Önlerindeki görkemli savaşa ek olarak, birinin Orka dönüştüğü gizemli bir görev de vardı. El değmemiş diyarlarda bir görev. Bunlar tek başına yayınlamak için yeterliydi. Yönetici Kang ihtiyatla konuştu.

 

“Diğer istasyonlar bize kolay kolay müsaade etmezler. Muhtemelen çeşitli teklifler gidecektir.”


“Zor olacak mı demek istiyorsunuz?”


“Tam olarak değil. Yayın istasyonlarının birbirleriyle yarışması doğaldır, anlaşma şartlarını iyi düşünmeliyiz.”


Problem her zaman paraydı.

 

“Bu iş için çok fazla para harcamamız mümkün değil.”


Yöneticinin sözlerinden sonra grupta ağır bir sessizlik oluştu.

 

En başından beri KMC Medya’nın çok güçlü bir sermayesi olmamıştı.

 

İzleyici sayıları fazlaydı, ama daha genç bir şirket olduklarından gelirlerinin büyük kısmını büyümeye ayırıyorlardı. Yönetici Kang dikkatlice şanslarının uçup gitmesine izin verdi.

//son cümleden ben de hiç bi halt anlamadım.

 

“Beyler, bu sene yayın gelirlerimiz fena değil biliyorum… ama iyi kar yapabileceğimizi düşündüm.”


“Öyle olsa da diğer teklifleri aşacak kadar paramız yok ve bu bizim için fazla riskli bir yatırım.”


Yönetici Kang’ın sözlerinin sonucunda organizatörler depresifleşmişti.

 

Sıkı çalışmak için ne kadar çabalasan da gerçeklik gelip seni bileğinden yakalıyordu. Çok fazla rakipleri olduğundan küçük bir yayıncı olarak bütçeleri onlara sıkça engel oluyordu.

 

KMC Medya’nın mottosu.

 

Yalnızca daha az para harcayabiliyorsan eğlencelidir!

 

Umutsuzca hayatta kalmaya çalışıyorlardı.

 

Organizatörler iç çekti.

 

‘Ama ileri gitmek için daha fazla yatırım yapmalısın…’


‘Bu önemli bir karar, kendi kendini kandıran CTS Medya’nın çöküşü gibi olabiliriz.’

 

Ama Müdür gülümsüyordu.

 

“Ne olursa olsun bunu yapacağız.”


“Gerçekten mi?”


“Teşvikle birlikte bir kontrat. Depozito fazla olsa bile başarısız olmayacağız. Eğer iyi reklam yapıp en iyi performansımızı ortaya koyarsak bu yayın çok başarılı olur.”


Bu sıralar, Kraliyet Yolunun reytingleri çok yüksekti. Dahası oyun yayıncılarının izleyici sayısı her geçen gün başarılı şekilde artıyordu. Ve reklam gelirleri de orta düzeyde bir artış gösteriyordu.

 

“İzleyici oranları %5’ten daha fazla artacak. Kontrata göre yayın sırasında belli bir yüzdeyle reklam verilecek ve görev videosunu anasayfadan indirmek ne kadar tutacak(fiyat) biri söyleyebilir mi?”

 

KMC Medya hala küçük bir istasyondu ama bu onlar için imkansız değildi.

 

Departman Müdürü Kang alnındaki teri sildi.

 

“Hadi beyler bir kontrat oluşturmamız lazım.”


***

 

Şeref Listesindeki bir videonun izlenme sayısı belli bir seviyeyi geçtiğinde Unicorn şirketi video sahibine cüzi miktarda bir ödeme yapıyordu. Eşya satıyor olmasaydı bu şekilde para kazanması güçtü.

 

“İnsanlar izledikçe bana para ödeyecekler, ama bunun için fazladan çaba göstersem de bir şey değişmeyecek… Biraz düzenleyebilsem izleyici sayısı biraz artabilirdi.”

 

Artık biraz geçti ama Lee Hyun video düzenleme programını keşke alsaydım diye düşünüyordu. Şimdi bile Unicorn’un insan kaynakları bölümü yönetiminde bir curcuna vardı.

 

“Diğer kullanıcıların da göreve dahil olmalarına izin vermeli.”


“Oh, bu harika olurdu.”

 

Chang Yun-Su, insan kaynakları departmanı şefi yönetim odasındaydı ve videoyu gören insanların tepkilerini değerlendiriyordu. Unicorn şirketinde terfi alabilmek için oyuna aşina olmak çok temel bir gereksinimdi.

 

“Görev süreci epey ilerledi, olaylar düşündüğümüzden daha hızlı gelişiyor.”


“Sorun ne öyleyse?”

 

“Balkan görevinin doğuşu zar zor görev zincirinin ikinci aşamasına geçmiş olsa da iyi oldu. Eğer genel resme bakarsan, ama bu…”


“Ama?”


“Şimdilik görev oyunun gidişatını çok fazla etkilemeyecek, ama ölümsüzlerin güçleri şahlanmaya devam ederse, mevcut gücün üstüne, ana kıtadaki herkes kısa sürede etkilerini hisseder.”

 

NPC istilası ve ünlü kale ve şatoların sahiplik hakları, aynı zamanda madenler, köyler ve iş yerlerinin hepsi değişime uğrayacaktı. Loncalardaki oyuncular kuşatma için birleşip ordu oluşturup sahip oldukları yerleri geri almaya çalışacaklardı. Merkez Krallığa yakın olsun veya olmasın hepsi kullanıcıların eline düşmüştü; aslında şu an ana kıtanın büyük çoğunluğunu oyuncular yönetiyordu.

 

“Ama tüm bunların Balkan Göreviyle ne ilgisi var?”


Meraklı bir takım lideri Chang Yun Su'ya soruyordu çünkü oyunun tarihini en iyi bilen oydu. Olasılıkları sıralarken evdeymiş gibi ellerini kenetleyip oturmuştu ve yüzünde geniş bir gülümseme vardı.

 

“İlginç olacak. Balkanın tam olarak geri dönüşü ve ölümsüzlerin güç ve kuvvetleri, bu açıdan bakılınca ölümsüzlerin öfkeleriyle birlikte oldukça ilginç olacak.


“Şey, evet.”

 

“Ölümsüzlerin saldırısına uğrayan köy ve kaleler. Bir ölümsüz tüm o cesetlerle bir kaleyi kolaylıkla kuşatabilir. Öfkeleri hem saldırı hem de savunmada işe yarayacak ve yeni cesetlerle birlikte daha da büyüyecekler. Sadece bu kadar değil, aklınızda bulunsun ölümsüzler karşı saldırıları kolaylıkla bastırabilirler.”


“Ölümsüzler bir kaleyi tamamen işgal edebilirler mi?”

 

“Bu kadar olasılıklar üzerinden konuşmak yeterli. Ölümsüzler tüm kıtadaki onlarca canavar türünden sadece biri. Ölümsüzlerin işgal ettiği krallıklar yok olup gidecek. Eğer oyuncular onları temizlerlerse, bu büyük bir fırsata dönüşebilir.”


“Yani risk ve fırsat birlikteler.”

 

“Evet, bu hikayenin ödülü henüz elde edilmedi, kuzeydeki topraklar şu an ölümsüzlerin elinde ama… Göz ardı edilirse zorluk seviyesi giderek artacak ve belki ölümsüzleri sıklıkla görür hale geleceğiz.”

//Bir insan evladı bu bölümü neden tek seferde yazar? Finaller bitti zaten artık rahat rahat çeviririm :D

 

 





Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46881 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr