LMS 13.8: Cüce Krallığı

avatar
4124 23

Legendary Moonlight Sculptor - LMS 13.8: Cüce Krallığı


Çeviren: AFMbey-nim

Düzenleyen: Gandalf

 

 

“Ders bitmiştir…”

 

Öğrenciler sınıftan çıkan profesörü selamlamak için ayağa kalktılar ve sınıfta sadece rahatlamak ve gevşemek isteyen öğrenciler kaldı.

 

“Vhevvv.”

 

“Son dakikada yetiştirdim.”

 

O gün sanal gerçeklik ile alakalı sınav(quiz) vardı. Bir hafta önceden çalışmaya başlayan ve yorgun düşen öğrenciler sızlanarak sıranın üzerine yığıldılar.

 

Lee Hyun ise hala en ufak bir yorgunluk belirtisi göstermemişti. Diğer öğrenciler de sanki gerçeği biliyormuş gibi şöyle düşündüler:

 

‘Sanal gerçekliğin temellerini iyi biliyor olmalı’

 

Lee Hyun un konuyu daha önceden bildiğini düşündüler.

 

Ders/sınav sanal gerçekliğin muhtemel gelişimi ve prensipleri üzerineydi. Bunun yanı sıra, sınav sanal gerçeklikte yaşamanın ve ölmenin kişinin sinirlerini nasıl etkilediği üzerineydi. Diğer öğrenciler Lee Hyun’un sınıfı tekrarladığını ve konuyu önceden bildiğini sandılar, Lee Hyun ise sınava çok çalışmaya gerek kalmadan soruları cevaplamıştı.

 

Versailles kıtasında yaşadığı sayısız anılar, kahramanlar, şehirlerin yerleri, itemler, büyü ve aklına kazıdığı yetenekler. Bunları bilen Lee Hyun bu seviyedeki bir sınavı gözü kapalı yapardı.

 

“Sınav bitti, Royal Road’a bağlanalım mı?” Öneri Min Sura’dan geldi, o da bir süredir oynamak istiyordu.

 

Choe Sang Jun kabul etti.

 

“Eğer kapsül odasına gitmeyi düşünüyorsan ben de varım. Kiralık kapsül var, hadi gidelim.”

 

İnsanların Royal Road’a bağlanabildiği kapsül odasının popülerliği oldukça yaygındı. Üniversitede çok sayıda kapsül vardı.

 

Öğrenciler konuşmayı sürdürdü.

 

Lee Yu Jeong:

 

“Oyuna bağlamanmak yerine sanal gerçeklikte macera yaşamak ile alakalı verilen ödevi yapalım.”

 

“Off! Daha yeni sınavdan çıktık ve şimdi de ödev var.”

 

Ödevleri sanal gerçeklikte bir macera yaşamaktı; Royal Road oyunundaki bir zindanı araştırmak.

 

Yedi kişilik takımlar halinde keşif yapmak. Ödevin süresi 2 aydı.

 

Ödevin alternatifi olarak vize sınavına girmeyi tercih edebilirlerdi ama takım üyeleri zaten Versailles kıtasının farklı bölgelerinde oyunu oynuyorlardı ve ödevi bitirmek için bol vakitleri vardı.

 

Lee Hyun c grubundaydı.

 

“Her neyse, kapsül odasına gidelim, sonrasına bakarız.”

 

Choe Sang Jun’un önerisi üzerine arkadaşları çantalarını kaptılar ve oyun için hazırlanmaya başladılar.

 

“Ben… yapmam gereken işlerim var.”

 

Lee Hyun oradan çıkmak istedi ama Min Sura onu yakaladı ve gitmesine izin verecek gibi görünmüyordu.

 

“Oppa* da bizim grubumuzda ve bizimle hiç kapsül odasına gelmedin. Hadi gel bizimle.”

 

// Kızların kendinden büyük erkekler için kullandığı tabir, okulu bırakıp tekrar geri döndüğünü düşündükleri için Lee Hyun’a oppa diyolar.

 

“Doğru, eğer aynı gruptaysak işbirliği içinde olmalıyız, hadi gel beraber kapsül odasına gidelim”

 

Lee Hyun kapsül odasına gitmek istemiyordu.

 

Oda Royal Road’a bağlanmak için pahalı bir alternatifti.

 

Lee Hyun insanların evlerinde istedikleri zaman oyuna bağlanmak yerine kapsül odasına para ödemelerini anlamakta güçlük çekiyordu.

 

***

 

Tenefüs vaktiydi, kapsül odası öğrencilerle doluydu.

 

“Yedi numarayı aç lütfen.”

 

// Vay be adamların üniversitelerinde internet kafe var. :)

 

“Bugün de gelmişsin. Royal Road mı oynayacaksın?”

 

Choe Sang nazikçe kafa salladı.

 

“Evet, her zaman kullandığım kapsül boş mu?”

 

“Evet boş.”

 

İstediği kapsülün boş olması Royal Road’a bağlanmak için iyi bir fırsattı ve bazen de oyuna katılmak için derse girmezdi.

 

Min Sura’nın gözbebekleri büyüdü.

 

‘Derse katılımı çok zayıf, ayrıca sınav notları da çok düşük olmalı.’

 

Arkadaşları Choe Sang Jun’a acıma duygusuyla bakıyordu ama Lee Hyun farklı düşünüyordu.

 

‘Çok kıskandım.’

 

Kapsül odasının müdavimi..

 

Kapsül odasının saatlik ücreti 5000 Wona kadar çıkabiliyordu.

 

Lee Hyun’un kapsül odasının müdavimi olacak kadar harçlığı olmuyordu.

 

‘Bu zengin züppeleri gibi değilim ben.’

 

Lee Hyun Sang Jun’un cesaretine ve hırsına hayran kaldı.

 

Kapsül odasında özel amaçlar için olan kapsüller vardı. Odadaki ana ekran bu kapsülde oynayanların oyun ekranını yayınlıyordu.

 

Siyah Aslan Loncası’ndan olan Choe Sang Jun kendinden emin bir şekilde kimliğini açığa çıkardı ve bu sayede kapsül odasına çok sayıda insan gelmeye başladı.

 

“Ooooooo.”

 

“Yeni zırh.”

 

Choe Sang bağlandıktan hemen sonra gelen görüntülerin ardından heyecan çığlıkları yükselmeye başladı.

 

“Su elementalisti zırhı. Sadece 280 Level ve üstü olanlar için. Zırh seti 1.4 milyon Won’dan fazla eder”

 

Bu zırh seti birçok üst düzey oyuncuların tipik olarak giydiği bir şeydi.

 

‘Sang Jun bizim grupta ve bu sayede zindan keşfi görevini kolayca yapabiliriz.’

 

‘Çok rahatladım. Artık rahat rahat hazırlanabiliriz.’

 

Lee Yu Jeong 200 Levelde olan bıçak ustasıydı ve Min Sura’nın nasıl bir oyuncu olduğunu bildiği için biraz tedirgindi. Min Sura çekirdekten yetişme bir büyücüydü ve dövüşlerde pek yardımı dokunmuyordu. Ama şimdi, Choe Sang Jun’u görünce rahatlamıştı.

 

Lee Hyun görevliye yaklaştı.

 

Görevli: “Sen de mi Royal Road oynayacaksın?”

 

Lee hyun kafa salladı.

 

Evet. Lütfen bana bir kapsül ayarlayın.”

 

Kapsül kiralamak parayı çarçur etmek gibi bir şeydi ama bir kere olaya dahil olmuştu, artık geri dönüşü yoktu. Ayrıca aptal gibi görünmekten iyiydi.

 

Lee Hyun parayı kullanıp kullanmama konusunda kararını verdi. Harcadıı paradan daha fazlasını Royal Road’da biriktirebilirdi.

 

Lee Hyun’un yanındaki kapsülde Lee Yu Jeong ve Min Sura vardı.

 

“Hadi bakalım Oppa, görüşürüz.”

 

“İyi eğlenceler.”

 

Kapsül odasında para harcamak!

 

Lee Hyun başını eğdi ve kapsüle girdi.

 

***

 

Weed oyuna bağlanmıştı ve Morata’daydı. Morata’da bir karmaşa vardı. Ortalık yeni başlayan oyuncu kaynıyordu ve hepsi de av grupları arıyordu.

 

“Level 1. Sınıfsız oyuncular buraya gelsin.”

 

Birisi bir el işareti yapsa onlarca insan ona doğru gidiyordu.

 

“Tavşan yakalamak için eleman arıyorum.”

 

O ânda 100’den fazla başlangıç seviye oyuncusu orada toplanmıştı. Dövüş kıyafetleri dahi giymemiş bu oyuncular bir araya toplanmış ve giriş kapısının önüne gelmişlerdi.

 

Gerçi bu manzara bir tüccarın rüyası gibi birşeydi.

 

 “Kamp yapmak için ateş yakmalıyız. Çakmak taşı olan var mı?”

 

“Bizdeki bu kuvvet olduğu sürece kurtlarla bile baş edebiliriz.”

 

Başlangıç seviye olmalarına rağmen,oyuncuların sayısı aşırı fazlaydı.

 

100’den fazla kişilik çaylak takımı…

 

Sadece başlangıç seviye oyunculardan oluşan grupların hepsi avlanmaya gitti.

 

Weed’in Lord modunda olduğu zamandan bu yana gerçek hayatta bir haftadan fazla vakit geçmişti. Oyuna bağlandıktan hemen sonra Cüce krallığına gitmeye niyetlenmişti ama askerlerin eğitimleri biraz geri kalmış gibi görünüyordu.

 

“Ven, Stam, Yuple.”

 

“Emredin Lord’um.” Askerler Weed’in yanına geldiler ve aynı anda selam verdiler.

 

“Siz diğerlerine liderlik etmelisiniz.”

 

“anlaşıldı Lord’um.”

 

“Emredersiniz Lord’um.” Askerler kararlılık ve itaat içinde yanıtladılar...

 

***

 

Weed bu askerlerle 4 hafta önceden Versailles kıtasında avlanmaya gitmişti ve tabii ki bu av onun için yeterli olmamıştı. Askerler sadece tilki, tavşan veya şehrin dışındaki kurtları yakalıyordu. Sonra da birkaç   tane kolay zindana gidiyorlardı.

 

Bu basit zindanlarda koboltlar, hilekarlar, aslanlar, iskeletler ve hortlaklar vardı.

 

Bu zindarlarda Weed mücadele ve çarpışma yeteneğini göstermişti.

 

“Masum halkımızın iyiliği için kılıçlarınızı kınından çıkartmak konusunda tereddüt etmeyin.”

 

“Emredersin!”

 

“Saldırın! Dinlenmeden saldırın. Şunu unutmayın, şehrin güvenliği için birsürü canavar avlamalısınız.”

 

Weed askerlere liderlik etti ve dur durak bilmeden avlandılar.

 

Askerlerin güvenini kazanmak için önceden de yapmış olduğu iyileştirme ve aşçılık yöntemlerini kullanmasına gerek kalmamıştı.

 

Kobolt’u gebertmek için böyle yapın.”

 

Weed oyma bıçağını kullandığında Kobold’u belinden biçti ve Kobold’un rengi hemen griye döndü.

 

“Waayy bee!”

 

“Bu adam kesinlikle tam bir lord!”

 

“Böylesi bir gücü varken şövalye kardeşliğinde önemli bir şövalye olmayı hak ediyor.”

 

Gerçekte, Morata’da halihazırda askere çağrılmış şövalyelerin levelleri 10 bile değildi. Askerlik kurumu dağılmıştı, askerler Lord’a sadıktılar ve gücüne itaat ediyorlardı ve bu bile Weed’in askerlerin güvenini kazanması için yeterliydi.

 

“Kılıcın dayanıklılığı neredeyse hiç kalmadı. Nasıl tamir edilir bilmiyor musun?”

 

Weed alaycı bir bakış attı ve askerleri azarladı. Azar yiyen askerler başlarını öne eğdi.

 

“Affedersiniz efendim.”

 

“Getirin bakayım kılıçlarınızı.”

 

Aslında Weed askerlerin kılıçlarını bazen tamir ediyordu ve sadece ölmeye yakın askerleri bandajlıyordu.

 

Askerlerin bakışları değişti. Gözleri parıldadı.

 

‘Lordumuzun yapamayacağı şey yok. Elinden her iş geliyor.’

 

‘Şehri korumak için iyi kararlar alabilen askerlere dönüşmeliyiz.’

 

Sadakat hızlıca %100’e çıkmıştı.

 

Ven, Stam ve Yuple en hızlı gelişen kişilerdi, levelleri 30 civarındaydı.

 

Avlanma yolunda Kestirme yollardan ilerledikçe verilen mola sayıları da azalıyordu.

 

Mızrakçıların, kılıç kullananların, kalkan savunmasının ve okçuların koordineli bir şekilde çalışması hızlı sonuç vermişti ve ilerleme katediliyordu.

 

İkinci hafta…

 

Weed askerleri zindanın daha da derinliklerine ilerletti.

 

Gece kamp yaptıkları sırada canavar sürüsü saldırdı. Weed açısından önemli bir şey değildi, çocuk oyuncağıydı ama askerler için ölüm kalım mücadelesiydi.

 

“Saldırın!”

 

“İskeletler çok güçlü!”

 

“Bu canavarlar şimdiye kadar savaştığımız canavarlara hiç benzemiyor, çok güçlüler.”

 

Askerlerin sızlanmalarını dinleyen Weed arka tarafta oturuyor ve dikiş yapıyordu. Hobi olarak Mapan’ın getirdiği kumaşlardan elbise dikiyordu.

 

Yine de askerlere göz kulak olmaktan tamamen vazgeçmemişti, tehlikeli bir durum olursa anında müdahale ederdi.

 

Eğer mevcut durum kılıcını çekip savaşmayı gerektirmiyorsa askerleri sadece emir verip yönlendiriyordu.

 

“Kılıç kullananlar, mızrak kullananlar siz geriye çekilin. Biraz dinlenin. Kalkan kullananlar hizaya geçin ve düşmanı geri püskürtün. Okçular, gümüş kaplı okları fırlatın!”

 

Weed askerlerle tek tek ilgileniyordu ve onları ölmekten korumaya çalışıyordu. Savaşta hayatlarını riske atmalarını önlemeye çalışıyordu.

 

Işık Kulesi ve Freya Rahiplerinin kutsamasının etkisiyle askerlerin gelişimi her bir avdan sonra hızla artıyordu.

 

“Saldırın! Dinlenmek yok. Savaşın. Sadece tüm düşmanlarınızı öldürdükten sonra bir dakikalığına dinlenebilirsiniz.” Weed askerleri gaza getirirken Aslan Kükremesi yeteneğini kullandı

 

Askerler eğitimin zorluğu nedeniyle daha da güçleniyordu ve Popülariteleri de artıyordu.

 

Nihayet haftanın sonunda hepsi tam donanımlı asker haline geldi.

 

Ven, Stam ve Yuple’ın levelleri 60’ı geçmişti ve savaşlarda ayakta kalabilirlerdi. Ayrıca artık kendi kararlarını kendileri verebilirlerdi.

 

Centurion rütbesine yükselmişlerdi.

 

// Eski Roma’da 83 kişilik bölük komutanı.

 

“Morata’yı savunmak için daha fazla askere ihtiyaç var. Bundan böyle sizler asker olmak isteyenlere rol model olacaksınız.”

 

“Emredersiniz!”

 

4 haftalık eğitimin neticesi olarak Weed askerlere bu konuşmayı yaptı.

 

Disiplinsiz askerler…

 

Aşırı zorlu bir eğitimden geçmişlerdi ve bir asker olarak nasıl savaşılacağını öğrenmişlerdi.

 

Bu Morata için etkili bir tedbirdi.



 

Deneyimli bir eğitmenin otoritesi

 

Lordları tarafından direkt olarak eğitildikleri için askerler koşulsuz şartsız Morata lideri Weed’e kendilerini adadılar.

·         Liderlik etkisi kalıcı olarak %3 arttı.

 

“Sizin yolunuzdan gelenleri koruyun kollayın. Onlarla bir olun ve şehre sahip çıkın.”

 

“Emredersiniz efendim!”

 

Bu askerlerden sonra Weed göreve 1000 asker daha aldı. Çünkü Morata’nın çevresi genişlemişti ve daha fazla askere ihtiyaç vardı.

 

Sürekli ticarete yatırım yapmak Morata ekonomisini coşturmuştu, şimdi sıra orduya yatırım yapmaya gelmişti.

 

Morata’nın toprakları Rosenheim Krallığı topraklarının yarısı kadar olmuştu. Bu yüzden artık daha fazla askere ihtiyaç vardı.

 

Her şeyden öte, barışı korumak Lord’un en önemli görevlerinden biridir.

 

Bunun sonucu olarak teknolojik gelişmelere, konut gelişimine, mahsül gelişimine ve sanayileşmeye yapılan yoğun yatırımlar minicik bir oranda azaltıldı.

 

Muhtemel sonuç şuydu ki: Weed şeytani bir Lord’un vergi oranlarını ayarlayarak sömürü yapma hayaline her geçen gün bir adım daha yaklaşıyordu.

 

***

 

Bu dört haftalık sürecin ardından Weed Morata dışındaki bir tepeye doğru yola koyuldu.

 

“Wyvern1, Wyvern2, Wyvern3!” Weed 3 tane Wyvern’i çağırdı.

 

(DN: Küçük bir hatırlatma yapalım, bunlar Weed’in oymaya çalıştığı Wyvernler. Onları canlandırmıştı ve onlar da sürekli nasıl kötü oyulduklarından şikâyet ediyorlardı. Hatta onlara Wy1, Wy2, Wy3, Wy4, Wy5 ve Wy6 diyordu.)

 

Morata dağlarının tepelerinde 6 tane nokta belirdi. Bu noktalar giderek büyüyor ve süratle ona yaklaşıyordu.

 

Wyvern grubunun yanı sıra ışıl ışıl parlayan Geumini Wyvern1 in sırtındaydı. Weed Wyvern’lerin iyi göründüğüne sevindi.

 

“Hepiniz sağ salim geldiniz!”

 

Weed rahatlamış görünüyordu. Gözlerinde parası boşa gitmeyen kişilerde olan bakış vardı.

 

Wyvernler yere iner inmez paytak paytak yürüyerek Weed’in yanına geldiler ve Weed’i kibarca dürttüler.

 

“Usta, seni görmek ne güzel.”

 

“Biz de seni çok özledik”

 

Todeum’dayken Weed’in Liderliği ve Karizması yeterince artmamıştı. Ama Wyvernler için Weed sahipten öte aile gibiydi. Weed’e bir Babaya duyulan saygıyı ve samimiyeti gösteriyorlardı.

 

“Hey çocuklar. Bakıyorum da biraz kilo almışsınız.”

 

“Kkyark?”

 

Wyvernler gözlerini kırptılar ve kafa salladılar. Anlamamazlıktan geliyorlardı

 

Aslında bir ara şişmanlamışlardı ve tembelleşmişlerdi. Daha sonra uçmakta zorlanmaya başlamışlardı. Genelde zeminde kalıp zeminde avlanıyorlardı.

 

Kuzeydeki soğukların azalmasıyla beraber Wyvernler çok sayıda canavarla mücadeleye girmişlerdi.

 

‘Avlanmak ciddi iştir.’

 

‘Hayatta kalmak zorundayız.’

 

Wyvernler yaratılışları gereği uçan yaratıklardı ve sırtlarında ok atan Geumini varken  hava savaşlarında etkililerdi.

 

Wyvernler kuzeydeki canavarların güçlü olduklarını anlamışlardı. Bu yüzden bulundukları yeri savunma mantığı ile savaştılar: Morata topraklarını.

 

Wyvernler ilk doğduğunda levelleri 323 civarındaydı. Ölümsüzler ordusuna karşı savaşmışlardı ve Kuzey Keşfi görevinde de Kemik Ejderha ile savaşmışlardı.

 

Weed ile yan yana girdikleri mücadele ve savaşların ardından da levelleri 360 civarına yükselmişti.

Kanatları parlar hale gelmişti. Bedenlerinde yara izi vardı ve bu da dış görünüşlerine gösteriş katıyordu.

 

“Yani kilo almışsınız dediysek de obez oldunuz demedik. Yanınınızda ben yokken zor zamanlar geçirmiş olmalısınız.”

 

Weed dikkatli bir şekilde Wyvernlerin yaralarını bandajlamaya başladı.

 

“Kkyakkkyakkkyak!”

 

Weed Wyvernlerin vücudunu sararken Wyvernler mutlu oldu ve şükranlarını gösterdiler.

 

Weed’in Wyvernler’e Kuzey soğuklarından korunmaları için Kurt derisinden yaptığı kıyafet paramparça olmuştu.

 

Zırh giymeyen canavarlarla kıyaslanırsa kurt derisi kıyafetler Wyvernler’e ciddi oranda artı sağlamıştı. Büyükçe canavarlara karşı kritik zaferler alırken bu kıyafetlerin ciddi yardımı olmuştu.

 

Weed yırtık pırtık olan kurt derisi kıyafetleri toplarken:

 

“Belli ki çok büyük badireler atlatmışsınız. Daha çok yiyin, enerji toplayın.”

 

Sevinen Wyvernler Weed’e karşı çok büyük sempati gösterdiler. Weed’in eve dönüşüyle beraber eziyet ve cefanın da geldiğini sanmışlardı ama mevcut görüntü gayet iyiydi.

 

‘Sahip insanlık öğrenmiş.’

 

‘Onun kaba ve zalim bir sahip olmadığını biliyordum.’

 

Wyvernlerin Weed’e olan sempatileri aşırı derecede yükselmiş gibi görünüyordu.

 

Wyvern3 arkasını döndü ve sırtını işaret ederek:

 

“Usta, eğer binmek istersen atla sırtıma. Gitmek istediğin bir yer var mı?”

 

“Var, hadi gidelim buradan.”

 

Weed hemen Wyvern3’ün sırtına atladı.

 

“Güneye doğru gidiyoruz. Yolculuk zamanı!”

 

Wyvern’in her kanat çırpışında Weed gökyüzüne daha da yükseliyordu. Gün ışığı giderek kayboluyordu ve yıldızların arasında karanlık gökyüzünde uçuyorlardı.

 

Kureungreung-kwagwagwang! Kwangkwang!

 

Uçtukları yerde aniden bulutlar birikti ve şimşekler çakmaya başladı ve sağanak yağmur yağıyordu.

 

Bu soğuk havada Weed ve Wyvernlerin vücutları sırılsıklam olmuştu.

 

Sinir bozucu yağmur şakır şakır yağmaya devam ediyordu ve bazı ışıl ışıl parlayan kalelere ve şehirlere yağıyordu.

 

Zeminde ise ıslanmış otlar rüzgarla beraber bir o yana bir bu yana sallanıyordu, yağmur nehri yükseltiyordu. Yükselen nehir taştı ve balıkçıların olduğu yere ilerledi.

 

Avlanan oyuncular ve maceracılar ovalara kaçışıyordu.

 

Wyvern’in sırtına binmiş Weed bu esnada dikiş yapıyordu. Artık kurt derilerinden Wyvernler için yeni bir zırh yapıyordu.

 

İhtişamlı doğa ananın romantik şartlarına aldırış etmeden çok çalışıyordu!

 

Weed’in düşüncesini ve mantığını sadece weed anlayabilirdi.

 

‘Aceleci olmaya gerek yok, adım adım ve çok çalışarak diktiklerimin sayısı artacak ve bu yolculuk zevkli olacak! Asıl zevk bu işte, 10 yıllık oyuncak bebeklerin sahte gülücüklerinde olan değil. Bu kadar yüksekte kalbim zevkten ve coşkudan küt küt atıyor. Böyle çok çalıştığımda zamanın nasıl akıp gittiğini anlamıyorum gerçekten.’

 

Weed’in bu doğuştan gelen mizacı ve huyu mükemmel bir şekilde tecrübe ile bütünleşmişti ve böylelikle şu anda yorucu işlerde bile zevk duyuyordu.

 

“Şu Mubain Kalesi mi?” Diye bağırdı Weed Wyvern’in sırtından.

 

Zeminde sivri uçlu mızrakların ve duvarların olduğu bir kale vardı: Karayılan Loncası Lordu Crescendo’nun işgal ettiği kale.

 

Burası bir krallığın başkenti filan değildi ama birçok oyuncu metropollerde olduğu gibi buraya toplanmıştı. Buradaki oyuncuların sayısı Rosenheim krallığının Serabourg şehrindekilerden kat ve kat fazlaydı. Mubain şehri Somren Özgürlük Şehri gibi kalabalık bir yerdi.

 

“Usta, varmak istediğimiz yer burası mı?” Wyvern3 sordu.

 

Weed kafasını salladı:

 

 “Hayır. Varmamıza çok az kaldı.”

 

“Peki usta.” Wyvern3 uçmaya devam etti.

 

Mubain şehrinden ve birkaç başka şehirden geçtiler. Ama weed Wyvernlere o yerlere inmelerini söylemedi.

 

‘Oymacılık yeteneğinin sırrı. Tanrıça Freya’nın ilhamına göre aşağı inip insanları kontrol etmeden direkt varmak istediğim yere gitmeliyim.’

 

Weed durup soruşturma yapmanın ve ne olup bittiğini öğrenmenin sıkıntı olacağını düşündü. Bu yüzden direkt olarak varmak istediği yere yöneldi.

 

3 saat daha uçtular.

 

Mubain Kalesini geçeli yaklaşık 5 saat olmuştu.

 

“Usta, artık çok zorl… zorlanıyorum. Başkasının sırtına mı binsen?”

 

“Az daha dayan.”

 

“Daha ne kadar gideceğiz?”

 

“Varmak üzereyiz.”

 

Wyvern3 kanatlarını son gücüyle çırpıyordu ve kanatlarının tepesi aşırı titriyordu. Bu da yorgunluğun maksimum olduğunu gösteriyordu.

 

Galiba ilk defa Wyvernlerin kanat gücü bitmek üzereydi. 2 saat daha geçti ve Wyvern3 resmen bitkin haldeydi.

 

“Usta, lütfen biraz dinlenelim!”

 

“Birazdan varacağız.”

 

1 saat daha geçti.

 

“Gerç…gerçekten bittim tükendim. Kardeşlerimden birinin sırtına binsen olmaz mı?”

 

Diğer Wyvernler uzakta uçuyorlardı. Başlarına gelecek olanı bildikleri için Wyvern3 yorulmaya başladığı andan itibaren ondan uzaklaştılar. Bu gibi durumlarda Wyvernler gayet zeki davranırlardı.

 

Atlar ve Wyvernler aniden çok hızlanabilirler ama dayanıklılıkları da düşüktür. Uçuş mesafesi uzun olmasının yanı sıra, sırtlarında Weed’i taşımak çok zor olurdu.

 

“Madem varmamıza az kaldı o zaman neden oraya varmak için bu kadar telaş yapıyorsun?” Wyvern’in ses tonu giderek azalıyordu.

 

Eğer Wyvern3 Weed’i ailesi gibi görmeseydi  ona çoktan ihanet etmişti.

 

Çocukların ailelerinin ikiyüzlülüklerine katlanmalarının sebebi budur!

 

Bu yüzden Wyvern3 biraz daha sabretti ve nazikçe tekrar sordu:

 

“Usta ne kadar kaldı?”

 

“Çok az yolumuz kaldı.”

 

“…”

 

Weed’in ağzından yine aynı kelimeler çıkmıştı.

 

Eğer gerçekten çok az yolları kalmış olsaydı Mubain’den çıktıktan hemen sonra varmış olmaları gerekirdi. Mubain’den sonra 4 saat daha uçmuşlardı.

 

Karadaki dağlar ve dağlık araziler devasaydı. Sık ağaçlı ormanlar, dağlardaki tüneller ve bu dağlarda gezinmekte zorlanmayan Cüceler vardı.

 

Canlı yeşil renkteki dağların gökyüzünden görüntüsü nefes kesiciydi ama Wyvern3’ün gözleri artık yorgunluktan kayıyordu.

 

“Sadece 2 saatimiz kaldı, sonra oradayız.”

 

“…”

 

***

 

Ovalarda veya nehir kıyılarında bulunan krallıkların aksine Thor Kralığı alışılmadık şekilde 3 tane sıralı dağın olduğu yerdeydi: Norn Dağı, Ulta Dağı ve Saigorn Dağı.

 

Bu cüce krallığı 600 yıllıktan daha fazlaydı. Alanında uzman kişilerin olduğu krallık..

 

Altın, gümüş, platinyum, kehribar, safir, yeşimtaşı, elmas, malahit gibi sayısız değerli taşın olduğu, bunun yanı sıra demir, bakır, gümüş ve mitril gibi minerallerin olduğu bir yer.

 

Bu malzemelerden cücelerin oyma ve rafine etme yetenekleri ile cüceler Thor Krallığının şanına yakışır ürünler yapıyorlardı.

 

Mizaçları gereği cücelerin doğuştan El işçiliği yeteneği vardı. Çok fazla ve verimli metale sahip oldukları için cücelerin birçoğu Demirci olmuştu ve kılıç, zırh vs yapıyordu.

 

Cücelerin yaptığı ürünler her yerde premium değerde satılabilirdi. Ticaret deneyimlerini kullanmaya ve Pazarlık yapmalarına bile gerek kalmıyordu

 

Bu yüzden Tüccarlar Thor Krallığını sürekli ziyaret ederler.

 

Fakat Thor Krallığının cüceleri en ufak bir zindelik ve canlılık göstermiyorlardı. Onların tek hataları buydu: Zinde ve canlı olmamak.

 

 

 


(DN: Bir bölümün daha sonuna geldik. Gayet güzel bir bölümdü, Lee Hyun’un üniversitede geçirdiği anları da koyması güzel olmuş yazarın. Neyse, bir sonraki bölümde görüşmek üzere. Hatamız varsa affola.)

 

 

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43991 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr