“Deniz!”
“Tamamdır! Öyleyse önce temeli inşa etmekle başlayalım!”
Ipia Adasında işe koyulan acemi denizciler, kıyı şeridinde bağrışıyordu. Denize uygun bir sal yapmak için odun kesiyorlardı. Fakat Ipia’daki tüm hevesli denizcilere yapılması gereken bir uyarı vardı! Kereste üretimi epey maliyetliydi. Önce dağlardaki ormanlara gidip bizzat ağaç kesmek, sonra da bir sal yapmak için o odunları dağdan aşağı sürüklemek gerekiyordu.
“Bir kez balıkçılık yeteneği geliştirdim mi yakaladığım şeyleri yerim, olur biter. Sonra da uzak denizlere yelken açarım.”
Fakat çoğu denizcinin düşünce tarzı farklıydı.
“O adada korsanlar oluyor. Eğer gömülü hazinelerini bulursam… fufufu.”
“Büyük bir toplantı yapılacaksa elbette ki denizde olması gerekir!”
“Risk dediğin denizde alınır!”
Çaylak oyuncular!
İlk başta çoğu, düğümlenmiş sarmaşıkların bir arada tuttuğu kütüklerden oluşan boktan sallarla denize açılırdı. Maceralarına atılırken yelken olarak da bir bez parçası kullanırlardı!
Bayrak direklerinin üzerine kazılı pek çok isim mevcuttu.
Yanlara yazılı olanlar da bir o kadar çoktu.
En İyi Ipia Nakliyesi.
Versay Kıtası Denizcilik Federasyonu.
Balleroy Şatosu Okyanus Barış Heyeti.
Bu yazıların bulunduğu araçlar birer saldan ibaret olsa da isimleri büyük arzuların göstergesiydi.
Surka dalgın dalgın iç çekti.
“Bu ada gerçekten çok canlı.”
Denize bakan bir tavernada oturmuş portakal suyunu yudumluyordu. Zephyr de yakınlarında oturmuş, yalnızca gözlerini çevirerek kadınları inceliyordu. Kendisini durdurmaya çalışsa da gözleri her defasında yeniden bilinçsizce gezinmeye başlıyordu.
“Güzel bir tatil mekanıymış… atmosfer hoş.”
100 metre çaptaki tek bir kadını bile gözünden kaçırmıyordu.
‘Hmm, kalçaları vücuduna göre birazcık kalın. Saçları omuz hizasında. Duruşuyla askeri eğitim almış birini andırıyor ve yükseğe tekme atabilirmiş gibi görünüyor. Anladığım kadarıyla minyon bedeninin üstesinden gelmek için sağlam bir eğitim almış.’
Kadınları derinlemesine analiz ediyordu!
‘Bu da sadece o kadının yalnız olduğunu gösterir.’
Onun için kadınlarla arkadaş veya sevgili olmak basit bir işti. Önce yalnız görünen bir kıza bir içki ısmarlar ve sonra da… içgüdüleri devreye girerdi. Böylece o kızı arkadaş olarak eklemek, hatta belki de bir akşam yemeğine çıkarmak gayet kolay olurdu.
Ancak Zephyr’in poposu sandalyesindeki yerini koruyordu. Bir iki kelimeyle rahatlıkla baştan çıkarttığı o kısa süreli sevgililerden gına gelmişti. Artık gerçek bir yoldaş istiyordu. Görünüşü, akademik geçmişi ve maddi gücü pek çok kadının hoşuna gidiyordu. Tasarımcı elinden çıkma kıyafetlere, yabancı marka bir arabaya, birinci sınıf otellerde üyeliğe ve lüks saatlere sahipti. Fakat sevilmek için servetini kullanmaktan usanmıştı. Kendisini bir sahtekar gibi hissediyordu ve insanların yalnızca sahip olduğu şeyler hatırına kendisine yaklaşmasından yorulmuştu.
Kalbe dokunulmadığı sürece bir anlamı yok demekti.
‘Yalnızlıklarına kısa bir süre için şifa olsam da devamı asla gelmiyor.’
Zephyr, gerçekten sevebileceği bir kızla tanışmak istiyordu. Hayatı sevdiği biriyle paylaşmadıkça gerçekten mutlu olabilecek biri var mıydı ki? Tabii ki yoktu. Fakat insanları da tanımadan yargılayamazdınız.
'… Ne yapmak isterdim...'
Randevularda baş başa vakit geçirmek güzel olurdu ama başkalarıyla grup olarak çıkmak da kulağa hoş geliyordu. Acaba yalnızca birlikte vakit geçirmek problemi çözer ve daha yakın hissetmelerini sağlar mıydı?
Zephyr, bu karmaşık düşüncelerin ortasında bile gözlerini kadınlardan ayırmadan içeceğindeki tarçını karıştırıyordu.
“Peki ya şu? Hoş görünüyor ama boynu kendiliğinden hareket ediyor gibi… tsk!”
Bu şekilde kendi kendine mırıldanıyordu.
“Bu yüzden iş görmez.”
Hwaryeong, Maylon ve Romuna üçlüsüyse etrafı izlemekle yetiniyordu. Bardaklarındaki gazlı içecekleri yudumluyor, dünyayı umursamadan dinleniyorlardı. Ipia Adasında yaz tatilindeydiler! Ve buranın tüm Kraliyet Yolunun en dinlendirici, en iç rahatlatıcı yeri olduğu söyleniyordu.
***
Weed Ipia Adasının hemen dışındaki bir teknenin üzerindeydi. Oradan yalnızca plastik bir örtü ve bir bayrakla birlikte yüzen tekneleri izliyordu.
“O küçük sandallara bayağı güveniyorlar sahiden.”
Acemi kullanıcılara acıyordu, çünkü kendisinin kullandığı araç, sıradan bir sandaldan çok daha fazlasıydı! Ağaç kütüğünden yapılı bir Kore kanosuydu! Bununla bir Kraken bile öldürebileceğini hissediyordu! Adını güçlü bir deniz yaratığından almıştı! Gemi inşa yetenekleriyle inşa ettiği ilk gemiydi. Hayalet gemiyi ancak başlangıç düzeyindeki denizcilik yeteneğini 7. seviyeye taşıdıktan sonra adamakıllı kullanabilecekti. Şu anda altından kalkamayacağı kadar büyük bir gemiydi, onu yönlendirmeye çalışsa bile yanlış yöne sürüklendiğiyle kalırdı. Yeteneğini yükseltmek için daha ufak bir tekneye ihtiyacı vardı, dolayısıyla tek kişilik bu kano bir harikaydı.
-Denizcilik yeteneği yetkinliği yükseldi.
Yalnızca denizde sürüklenmek bile yeteneği arttırıyordu. Weed, adanın etrafında dolanıp manzarayı ve etrafı izleyerek 3. seviyeye yükselmeyi başarmıştı. Yetenek seviyesi yükseldikçe de kanoyu daha rahat, daha hızlı kullanıyor ve dalgaların etkisi azalıyordu. Kütükten yapılı kanoyla düşük yetenek seviyeleriyle de kolayca baş edilebiliyordu. An itibarıyla Weed, Ipia Adasındaki pek çok limandan birine dönüyordu.
****
-Uzun süreli gemi yolculuğu sayesinde yetkinlikte %13 artış gerçekleşti.
Denizcilik yeteneği artık Başlangıç Düzeyi 4. Seviyede.
Ekstra %2 ivmelenme kazanıldı.
Zorlu hava koşullarında alabora olma riski %5 azaldı.
Dayanıklılık istatistiği %15 yükseldi.
****
Denizcilik yeteneği 4. seviyeye çıkmıştı!
“Bu yetenek çok hızlı yükseliyor!”
Weed’in keyfi oldukça yerindeydi. Oymacılık ve benzeri üretim yeteneklerine kıyasla son derece hızlı bir büyüme oranıyla karşı karşıyaydı. Yetenek kısa bir sürede gelişmişti fakat Weed, asla denizci olmamak konusunda kararlıydı.
“Gemim hasar görürse yetenek daha hızlı yükselir mi ki? Bence gemiyi batırırsam yetkinlik kazanırım…”
Bu düşünceyle yakınlardaki bir mercan kayalığına bakarak öfkeyle kürek çekmeye başladı!
Geminin dayanıklılığı sıfıra ulaştıkça gemi onarım yeteneğini kullanıyordu. Ağaç dallarının etrafına çubuklar ve kopuk ip parçaları bağlıyordu. Tuttuğu balıklarla beslenip yağmurlu havalarda taze su topluyordu ve Ipia Adasındaki bu uzun yolculuk neticesinde küçük kanosu her an parçalanmaya hazır hale gelmişti. İşte böylece, çok da kısa olmayan bir sürenin sonunda limana döndü!
****
Deoreol’a ait gemi battı.
Şöhret 35 azaldı.
4 yük deniz yosunu kaybedildi.
****
Hemen yeni bir tekne yapabilirdi. Ucuz, kütükten bir kano olduğu için eskisini kurtarmaya çalışmanın bir faydası yoktu. Yine de alışıldık bir çaylak gemisi değildi.
“Denizcilik yeteneğim 4. seviyede. Artık küçük, hızlı tekneleri kontrol edebileceğim.”
Harika bir denizci olmak için denize açılma becerilerini geliştirmek çok eğlenceliydi. Artık yüksek kalite bir tekne alabilir, mürettebat tutabilir, biraz daha yelken açabilir ve bir okyanus seferine çıkabilirdi. Adeta gerçek bir düştü!
Ancak Weed’in profesyonel denizcilik kariyeri burada sonlanacaktı. Yalnızca Ipia Adasında kısa bir tatilin tadını çıkartmayı amaçlamıştı. Kız kardeşi birkaç günlük izin keyfi sürsün istemişti.
Bununla birlikte okyanus gerçekten son derece çekiciydi. Farklı renklerde sularda farklı cins balıklar görülebiliyordu. Bazı noktalarda sular öylesine berraktı ki balıkların geçip gidişi izlenebiliyordu. Mercan resifleri ve balıklar gizemli ve parıltılı ışık efektleri yaratıyordu. Bir müddet yelken açınca ıssız adaları keşfetmeniz bile mümkündü.
Deniz ticareti, çoğu kullanıcının gözden kaçırdığı oldukça karlı bir ticaret şekliydi. Bilinen ticaret yollarının büyük bir çoğunluğunda tek bir yolculukta sağlam paralar kazanılabilirdi.
İnsanlara nakliye hizmeti verilerek de iyi kar edilebilirdi. Kıtanın etrafını gemiyle turlamak, yürümeye kıyasla çok daha hızlı bir seçenekti! Bir Versailles atasözü şöyle derdi: “Topraklara ilk adım atanlar kaslı maceraperestler olacak. Arkalarındansa tüccarlar gelecek.”
Versailles Kıtasında tüccarların iş yapmadığı tek bir nokta dahi yoktu. Gerçek bir güçten bahsedilmese de kıta boyunca bol miktarda mal alım satımı yapan tüccarların sahip olduğu güç görmezden gelinemezdi. Denizden faydalanan hevesli tüccarlarsa denizcilik yeteneklerine aşina olarak bir avantaj elde ederlerdi.
“Onları destekleyen tüccarlar olmadıkça prestijli loncaların çok uzun süre dayanamayacağı kesin.”
****
Hwaryeong ve diğerleri, Weed’le Denizcilik Loncasına gitmek yerine bara gitmiş ve orada kulaklarına Zahab’la ilişkili bir görev çalınmıştı. Kalan Matallostlarla ve Nifhlheim İmparatorluğuyla ilişkili görevler de...
Ipia Adası kendine has biralarıyla pek çok kişinin ilgisini çekiyor, sahilde sıklıkla barbekü partileri veriliyordu. Ancak Weed’in aklındaki amaç farklıydı. O, Niflheim İmparatorluğu göreviyle ilgili bilgi toplayacaktı.
Ipia Adasının yalnızca devasa bir tatil beldesi olduğu söylense de öyle çok kişi tarafından ziyaret ediliyordu ki artık önemli bir liman halini aldığı söylenebilirdi. Ve tüm limanlarda bir taverna bulunur, en çok bilgiye de oranın garsonları sahip olurdu. Deniz görevleriyle ilgili bilgi elde etmek için onları “cezbetmek” gerekirdi. Barlarda garsonlara edilen muamele, sıklıkla rekabet doğuran hassas bir çekişme konusuydu.
“Elimde hiçbir bilgi olmadan hayalet gemiye binmem anlamsız olacak.”
***
Korsan Adası Croix, Ipia Adası yakınlarında yer alıyordu! Savaşçı ve rahiplerle dolu avlanma gruplarını taşıyan ufak balıkçı tekneleri gezinip görev tamamlıyordu.
“Çok fazla sıkıntı çekmemişsindir umarım.”
“Yok canım. Sizinle konuşmaktan keyif aldım.”
“Shank’s, işte sana vaat edilen 3 altın.”
Croix çok tehlikeli bir avlanma sahasıydı, çünkü ilk yarısı hisarın etrafına inşa edilmiş çeşitli savunma araçlarına sahip bir korsan üssüydü. Ve diğer yarısı da canavarlarla doluydu!
Yalnızca 340 ve üzeri seviyedeki oyuncular buradan sağ çıkabilirdi. An itibarıyla oyuncular, dar ama güvenli bir sahil şeridinde toplaşmış, Croix’i keşfedip dikkatlice avlanabilmek adına grup üyesi arıyordu!
Derken denizde eski püskü ama etkileyici görünümlü, yedi yelkenli bir gemi belirdi. Bu gemi, korsan Deoreol’ün hayalet filosuydu. O geminin üzerindeki tek gözlü, tek kollu, tek bacaklı bir korsansa bir elinde para çantası, diğer elinde de koca bir bayrak tutuyordu.
“Tiiviiiiiiit! Pap pap pap pap. Haaa! Düşman işgali!”
Adanın korsanları bu manzaraya hızla karşılık verdi. Alarm nidalarıyla borazan sesi acil durumu duyurdu ve avlanmaya niyetli oyuncular hayretler içerisinde oturup kaldı.
“Ne yapmalıyım?”
“Ne yapabilirsin ki, o salaklar ölene kadar oturup bekleyeceksin işte.”
Genelde hiçbir oyuncu Croix Adasına saldıracak kadar delirmezdi. Croix, en kötü şöhretli korsanların bir kısmının toplanma mekanıydı. Öyle ki burada avlanmak bile oyuncular için gurur kaynağıydı.
“Ahmak piçler.”
Korsanlar deniz kıyısındaki yuvalarını korumak adına sıra sıra dizilirken oyuncular gülerek izliyordu. Eski püskü gemi, yönünü değiştirmeden dümdüz ilerliyordu. Kaptan koltuğunda Geomchi3 otururken dümeni ikinci kaptan Nickey kullanıyordu. Bu esnada Nickey, beline dek mütevazı bir şekilde eğilerek, “Geçici Kaptan! Bu hızla kıyıya çarparız. Yavaşlamak ister misiniz?” dedi.
Geomchi3 ise kafasını salladı.
“Tam gaz devam.”
“Hay hay kaptan.”
Yön değişmeden dümdüz ilerliyorlardı! Bir kordona demir atılmıştı. Croix Adasındaki palalar ve kancalı halatlar taşıyan akıncılarsa hayalet geminin varmasını bekliyordu.
"Uaaaaah!"
Derken Geomchi, Hayalet Geminin gövdesindeki delikten dışarı fırladı.
Ünlü Korsan Adası Croix’e ayak basma operasyonu başlıyordu!
***
Ipia Adası limanında 20yi aşkın bar vardı. Çok sayıda ünlü tatil mekanı da olsa da uzun bir seferden dönen denizciler dinlenmek ve yorgunluklarını klasik mekanlarında bira içerek atmak isterlerdi. Söz konusu mekan, mayoyla oturmaya izin verilen, liman ve sahilin yakınında rahat bir bardı. Denizciler sessiz atmosferinden ötürü genellikle orayı tercih ederlerdi. Hwaryeong da o hoş atmosferinden ötürü Weed’e orada buluşmak istediğini söylemişti ve barın adı, “Limanda Bekleyen Kız” idi.
“Buyurun, bir bardak biranız ve kurutulmuş deniz yosunu atıştırmalıklarınız. Bahşiş bırakırsanız çok seviniriz.”
Weed sipariş vermeyi tamamlayarak sakin müziklerin çaldığı bara oturdu.
“Ortam fena değilmiş. Zephyr ve diğerleri de henüz gelmemiş.”
Weed, kemikli parmaklarıyla tuttuğu bir parça deniz yosununu çürümüş dişlerinin arasında çiğniyordu. Bir ölümsüze dönmüş olmasına rağmen yiyeceklerin hoş koku ve tatlarını alabiliyordu. Normal şartlarda bir iskeletin tat duyusu olmamalıydı fakat Heykel Dönüşümünün etkileri sayesinde gerçek bedenini etkin bir şekilde maskeliyor ve böylece insan bedeninin bazı avantajlarına sahip olmayı sürdürüyordu.
Heykel Dönüşümünü öğrendiğinde maskelenmiş bu özellikleri yitirip yitirmeyeceğini bilmiyordu ama şimdilik tat ve kokuların keyfini sürebiliyordu. Bir yandan birasını yudumlayan Weed, bir yandan da etrafta dönen hikayeleri dinliyordu.
“İyi ki Ipia Adasına gelmişiz. Seneye yeniden gelmeye çalışacağım.”
“O zaman yılbaşında Oze ve diğerlerini davet edelim.”
“Palowin’in takımı Berwick filosunu bu zindana dek takip etmiş. Orada da gerçekten büyük bir görev yaptıklarını açıklamışlar ve şöhret ödülü bir harikaymış.”
“Biliyorsun ki Brent krallığına büyük paralar karşılığında peynir taşıyabilirsin.”
“… Gerçekten öyle mi düşünüyorsun?”
“Bilgi küçük bir kaynaktan geldi ama rekabet büyük olabilir bence.”
Çeşitli mesleklerden oyuncular ve tüccarlar özgürce konuşup hikayelerini paylaşıyordu. Onları dinlemek fayda edebilir, aynı şekilde onlara faydanız dokunabilirdi. Paylaşılacak bir sır yoksa da grubu dinleyebilirdiniz. İstihbarat toplarken içki masraflarını ödemekse adettendi. Weed de ağır bir cüppe içerisinde barın tam ortasında oturarak pek çok kişinin sohbetine kulak misafiri oluyordu. Yaklaşık 10 dakikalık casusluğun sonundaysa şunu duydu:
“Ama Morata’ya her gidişimde lordun meşgul olduğunu duyuyorum. Gitmeden önce yüzünü bir görebilmek isterdim.”
Bu cümleler mekandaki tüm kulaklara ulaşmış olmalıydı, çünkü yeni konuşmalar başlıyordu.
“Bir heykel görevine dahil olmak için nereye gidiliyor?”
“Savaş Tanrısı Weed’in Matallost görevi… sizce o görevi yalnızca kiliseyi kurtarmasına yardım eden oyuncularla mı paylaşıyor?”
“Duyduğum kadarıyla başlangıcın bir parçası olan tüm oyuncular o göreve de dahil olmuş ama özel bir hakları yokmuş, yani isteyen herkes katılabiliyormuş.”
“Savaşçı meslekleri için iyi bir tecrübe kaynağı aslında. Malum, tek bir görevden böyle kolay tecrübe kazanmak büyük organizasyonlarda sık rastlanılan bir şey değil.”
“Yüzlerce insan bir görev için güçlerini birleştiriyor ha… kulağa eğlenceli geliyor.”
Weed, yalnızca ince kemiklerden ibaret olmasına rağmen ansızın omuzlarını dikleştirdi. Matallost görevini tamamlayan oyuncular sıradaki görevin de üstesinden gelmeye kararlıydı. Kraliyet Yolunda büyük bir görevin parçası olmak kolay bir iş değildi, aynı zamanda eğlenceli de bir tecrübeydi.
“Morata Lordunun para kazanma konusundaki takıntısının eşsiz olduğu kesin. Çoğu tüccardan daha çok ticarete atılmıştır.”
“Oh, bu arada, bu akşam gerçekleşecek Hairen Benti performansını duydunuz mu?”
Konu hızla değişmişti. İçerken diğer bölgelerin lordlarıyla ilgili derin sohbetler yapmanın anlamı yoktu.
“Ana meydanda devam eden şovu mu kastediyorsun?”
“Nihayet ana meydana ulaşmış mı? Bu gidişle katılımcı sayısı bayağı çok olacak.”
“Çok iyi bir şov.”
Hairen Benti, kadın bir ozandı. Morata’da şarkıları ve danslarıyla sansasyonel bir popülerlik kazanmıştı. Kültüre yapılan daimi yatırımlar sayesinde ozanlar canla başla çalışıyordu. Versailles Kıtası genelinde Morata temalı pek çok şarkı söyleniyordu. Morata eğlenceli maceralarla dolu bir mekandı ve içerisinde sağlam bir ticaret merkezi barındırıyordu.
Morata’yla ilgili hikayelerin kuzeyin uzak noktalarındaki Ipia Adasına ulaşmış olması, kasabanın gelişmekte olduğunun kanıtıydı. Zaten Weed'in görevlerinin her yayınlanışında barlar daima bu konudaki konuşmalarla canlanıyordu.
“Pardon, bakar mısınız!”
Diyen Weed, çalışanlardan birine seslendi.
“Buyurun efendim?”
Ve iki örgülü bir garson koşturarak yaklaştı.
"Şu masadaki ozanlar da bana sesleniyor sanırım… size hesabınızı verip geçebilir miyim?"
“Yo yo. İki tutam daha deniz yosunu getirin lütfen. Hesabı sonra yapacağım.”
“Aaah! Peki efendim.”
Weed, garsonun kötü tavırlarını görmezden geliyordu. Yakınlık az olunca böyle şeyler yaşanıyordu. Weed hem bir yabancı hem de iskeletti, dolayısıyla dört içecek bile ona yeterli korumayı sağlamıyordu.
“Teşekkürler.”
Weed, deniz yosunlarını alırken elini kibarca sallayarak kötü tavırlı garsona teşekkür etti. Çok geçmeden de mantosunu savura savura kadın çalışanlara doğru ilerledi. Bu sırada gerilmiş lobları buruş buruş oldu.
“Siz kızlar, heykellerden hoşlanır mısınız?”
Samimiyet geliştirmeye çalışıyordu! Weed, oyuncuların meraklı gözleri altında garsonlarla konuşuyordu. Burası deniz kıyısında bir bardı ve garsonlarla dostane ilişkiler geliştirmek görevler için gerekli bilgiler edinmesini sağlayabilirdi. Diğerleri de çalışanların ne gibi bir bilgi verebileceğini merak ederek beklenti içerisinde izlemeyi sürdürüyordu.
“Benim adım Delia, “siz kızlar” değil ve heykellerden de nefret ederim!”
Fena halde reddedilmişti! Weed’in bir başyapıt çıkartırken bile bu kadar çaba sarf etmesine gerek kalmıyordu. Bu şekilde yakınlık geliştirmek zorundaysa görevi için gerekli bilgiyi edinmesi epey zaman alabilirdi. Tabii ki zor diye pes edecek değildi. Öyle olsaydı eğitmenin öğle yemeklerini kendisiyle paylaşmasını veya Morata kıdemlisinin yüzünde yalnızca teslim olmuş bir bakışla tatlı patateslerini vermesini nasıl sağlayabilirdi ki?
Weed, kemikli parmaklarıyla masaya vurarak tatlı tatlı, “Güzel bir kızsın.” dedi.
“Bir iskeletten böyle bir övgü almak beni mutlu etmiyor.”
“Peki nasıl erkeklerden hoşlanırsın?”
“Kısa saçlı erkeklerden hoşlanırım. Saçsız erkeklerdense nefret ederim.”
Bir iskeletin kederi! Tek gözlü, delici görünüşüyle Delia’nın fena halde antipatisini kazanmıştı.
‘İskeletler güzel değil mi ki?’
Havalı değil miydi? Bu kılığının harika olmaması mümkün müydü? Şu kadınların zevklerine hiç anlam veremiyordu. Tamam, kafatasındaki çatlak kısım, açık bir kafaya dair nahoş bir görüntü çiziyor olabilirdi. Zaten görünüşü Ork Karichwi’nin kadınlar üzerindeki çekici etkilerinden sıyrılmış olduğu için artık yaklaşımını değiştirebilirdi.
Konuşarak yakınlık sağlanamayacağı varsayımı altında, gönül almanın özel bir yolu daha vardı.
‘Hediyeler.’
Kadın çalışanların gönlünü almanın en hızlı yolu buydu! Fakat hediyelerin sağladığı yakınlık uzun süreli olmazdı. Verilen hediye yeterli olmazsa da yakınlık anında düşerdi.
‘Ve sonra da hediye verdiğine pişman olursun.’
Bunu düşünen Weed, doğrudan sormakta karar kıldı.
“Nasıl hikayelerden hoşlanırsın?”
“Hmmm… Macera hikayelerine, bilhassa denizle ilgili olanlara düşkünümdür. Ama muhtemelen bir iskeletin anlatacağı hikayeler ilgimi çekmeyecektir.”
Weed, deniz ve çevresiyle ilişkili bir macera düşündü.
“Deniz çevresinde pek çok büyük maceraya atıldım.”
“Tamamdır, sana ilginç bir hikâye anlatacağım.”
“Zaman kaybı olacağa benziyor.”
“Zamanında Rosenheim Krallığının belli bir maceraperestini işitmiştim...”
Kadın çalışanın gönlünü kazanmak, diğer çalışanları etkilemek ve barı daha coşkulu hale getirmek için anlatılacak bir maceranın başlangıcı yapılmıştı.
*Kkiruru!*
Fakat Weed tam da o maceraperestin hikayesini anlatmak üzereyken omzuna altından yapılı bir kuş kondu. Ve Altın Kuş, safir gözlerini Delia’ya dikti. Elmas taçlı, tatlı bir şeydi ve mükemmel bir zamanlamaya sahipti!
Barın konukları Altın Kuşu şaşkınlık içerisinde izliyordu. Daha önce böyle bir şeyi hiç işitmedikleri için tüm kullanıcıları afallatmıştı.
“Oh Tanrım! Bu gizemli kuşu sen mi yetiştirdin?”
“Evet.”
- “Limanda Bekleyen Kız” barının çalışanı Delia’yla arkadaşlığınızın gücünde hafif bir artış gerçekleşti.
“Ona dokunabilir miyim?”
“Elbette.”
Dokunmanın hiçbir maliyeti olmadığı için boool bol dokunabilirdi. Delia bir parmağını usulca Altın Kuşun üzerinde gezdirdi.
“Böyle kuşların var olduğunu bilmiyordum. Büyük bir maceraperest olmalısın!”
- “Limanda Bekleyen Kız” barının çalışanı Delia’yla arkadaşlığınızın gücünde kayda değer bir artış gerçekleşti. Pejmürde iskeletin gördüğü muamele büyük oranda iyileşti! Böylesine büyük bir yakınlık fırsatını kaçırdığınız takdirde pişmanlık duyacağınız kesin.
Weed, ara sıra Versailles Kıtasında talihsizlikler yaşasa da şu anda denizde maceralara atılma hayalini gerçekleştiriyordu.
Bununla birlikte artık orta boy bir yelkenliye sahip olabilir hale geldiği için ufak çaplı talihsizliklerden yana endişe duymasına gerek yoktu… El koyduğu hayalet gemisindeki talihsizliklerin ardı arkası kesilmiyordu. Artık alışkanlık haline gelmiş su sızıntılarından, korkunç hava filtreleme sisteminden, resiflerde dolanan yosunlardan, pis denizci grubundan ve tek bir kelimeyle herhangi bir deniz canavarının ağzına atlamaya hazır haldeki meslektaşlarından bahsetmeyeyse gerek dahi yoktu.
Weed’in denize açılmasının tek sebebi, Altın Kuşun denizin ötesini işaret etmiş olmasıydı. İpeksi sesli Altın Kuşu kaçırmaya dünden razıydı. Evet, atmosfer belirgin iskelet temasını koruyor ve Weed’i beklentileriyle bir başına bırakıyordu.
“Altın Kuş bir yerleri işaret ediyor, haksız mıyım? Bunu yapması normal mi?”
“Maalesef henüz bilmiyorum. Fakat Niflheim İmparatorluğunun yıkımıyla bir bağlantısı olduğuna eminim. Daha önce bu ismi hiç işitmiş miydin?”
“…Niflheim İmparatorluğu mu dedin? Bu konu çok eski isimleri kapsıyor ve ben onlar hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Ama Kuzey Denizinden söz ediyorsan Büyükbaba Thira’yla konuşmalısın, sıklıkla kuzeye yelken açardı. Bana sormadan önce onunla konuşman daha uygun olmaz mıydı?”
“Onu nerede bulabileceğimi sormam mümkün olur mu?”
“Adanın doğusundaki İmparatorluk Villasının yakınlarında yaşıyor. Onunla gün ışığında evinin önünde karşılaşmak daima daha kolay oluyor.”
Weed, bir önseziye kapıldı.
Bazen en ufak bir ipucu bile büyük şeylere yol açabilirdi. Tabii bahsi geçen Thira’nın Niflheim İmparatorluğuyla ilgili hiçbir şey bilmiyor olması da mümkündü. Fakat Weed, ödeme gerektirmeyen bir bilgi olduğu için bunu bir hediyeymişçesine kabullendi.
Ve omuzlarını iyice yaydı.
“Hepsini şansıma borçluyum!”
*Kkiruru!*
Altın Kuş da Weed’le birlikte kahkaha atıyordu! İmparator gibi usta oymacıların elinden çıkan heykeller gerçekten eşsiz oluyordu ve aralarında huzur verici bir bağ oluşmuştu.
‘Bunun gibi bir Hayat Bahşedilmiş heykel cidden nadir bulunur. Bu kuş, yenmem gereken düşmanlardan çok daha zeki.’
Weed, bir yandan da iri kuşların şekilsel yetersizliklerini düşünüyordu.
‘Gerçi şekil konusunda pek çok verimsizlik mevcut. Evet güzel görünüyorlar, kanatları da göz kamaştırıcı ama ayakları yazı yazmaya da yemek yemeye de bir şeyler taşımaya da uygun değil.’
Weed yemek yemek ve bir şeyler taşımanın geometrisi üzerine kafa yorarken,
“Hyeong-nim, ilk sen gelmişsin.”
Zephyr, elinde bir oltayla barda belirdi.
Yoldaşları Ipia Adasında ayrı yollara gitmişken Zephyr, vaktinin bir kısmını barda içki içerek geçirmişti.
“Tekrar hoş geldiniz, efendim!”
Delia coşkulu bir misafirperverlik sergiliyordu!
“Bayım, harikasınız! Koskocaman bir balık yakalamışsınız!”
Zephyr’in taşıdığı paketlerden birinin içerisinde nadir bulunur çeşitli balıklar yer alıyordu.
“Benim gibi büyük bir balıkçı için bu kadarı çocuk oyuncağı!”
“Oh, daha önce hiç böylesine büyük bir Güneş Balığı görmemiştim.”
Kadın garsonlar Zephyr’in etrafında kümeleniyordu!
“Bu bir Tarçın Balığı değil mi? Bunu satmak isterseniz size kendi ellerimle bir tuzlu aperatif tabağı hazırlayacağım.”
“Ayrıca güzel deniz yosunlarım, deniz kabuklarım ve bazı tıbbi dergilere göre faydalı olabileceği söylenen tozlaşmış incilerim de var.”
“Hoş olabilir!”
“Balıkçı beyefendi, buyurun, oturun. Herhangi bir sorunuz veya ihtiyacınız var mı?”
Zephyr’in garsonların gözündeki popülerliği inanılmazdı.
‘Herife bakın… deniz yosunu sipariş etmesine bile gerek kalmadı.’
"Herhangi bir sır keşfettin mi?"
"Tarçın."
Bu esnada Yurin, etrafta dolaşmak için resme ışınlanma yeteneğinden faydalanıyordu.
"Oh Yurin, tarçın kullanmayı çok severim.”
Ve Zephyr’in düşüncelerine yanıt verircesine hızlıca orada belirmişti.
“Ah ha, ne hoş bir sistem.”
Neden bir anda orada belirdiğini soran yoktu. Ancak tam da o saniyede Zephyr’in aşk hayatına kara bulutlar çökmüştü; gerçekten ağlamak istiyordu.
***
Ipia Adasında, mehtaplı bir gecede verilen partide dostlar sohbet ederek içki içiyordu. Ve Hwaryeong, nemli hava eşliğinde çeşitli ülkelerde bestelediği şarkılara dair hikayelerini paylaşıyordu.
“Eyfel Kulesini ilk görüşümde 16 yaşındaydım.”
“Eyfel Kulesi… Fransa’daki çelik yapıyı mı diyorsun?”
“Weed, sen Eyfel’i ne zaman gördün?”
“Bu yaz tatilindeki gezimde. Fotoğraflarını görmek ister misiniz? Başka seyahat fotoğraflarım da var.”
Fransa, İtalya, Hollanda, Almanya, İngiltere! Weed Hwaryeong’la her biri hakkında konuşabiliyordu.
“Yurtdışını gezmenin tadı bir başka…”
“Hey, benim grubum yüzünden sürekli seyahat etmem gerekiyor ama seyahat ederken de elimden gelenin en iyisini yapıyorum! Bu arada İngiltere’nin kıyı şeridi gerçekten küçük ama daha canlısı da yok, haksız mıyım?”
Hwaryeong, performansları geniş alanlar gerektirdiği için yalnızca büyük şehirlere gidiyor, dolayısıyla kırsal bölgelerin büyük bir çoğunluğunu görme fırsatı olmuyordu. Yeteneğiyle uyumlu grubundan bahsetmekse gözlerinde yaşlar birikmesine yol açıyordu.
"Şu anda gidebilecek kadar vaktimiz var mı sizce?"
Bellot'un yüzü kıpkırmızı kesilmişti.
Mapan'ın gözleriyse bir şeyler beklercesine çılgınca sağa sola kayıyordu, bir müddet sonra da başını sallayarak onay verdi.
Elinde zarifçe tasarlanmış bir set oyun kartı vardı.
O kartları ve manzaraları Yurin resmediyordu.
Hoş bir ortamda alkol alıyorlardı! Harika bir parti için mükemmel bir topluluktu!
“Bahsi açıyorum, 10 altın.”
“Epey büyük bir sonuç olacak. Bahislerden dönmek yok.”
***
Da'in, sönmekte olan ay ışıklarının altındaki plaj partisindeydi.
“Keyfin yerindeymiş gibi duruyor.”
Weed, etrafını çevreleyen dostlarıyla mutlu görünüyordu. Bu, Da'in’in hastane odasında hayal ettiği bir manzaraydı.
‘Ameliyattan önce bu dünyadan sonsuza dek ayrılıp ayrılmayacağımı bilmiyordum… korkuyordum, bu yüzden seni ne kadar sık düşündüğümü itiraf etmek istemiyordum.’
Bu delilikti. Aklın söylediği her daim kalbin kabul etmek istediğiyle bir olmazdı.
‘Ah, Kraliyet Yolu pek ilginç değildi. Bir daha ne zaman bağlanabileceğimi bile bilmiyordum. Başından beri ailem ve dostlarımın tek yaptığı endişelenmekti. Kendimi öylesine yalnız hissediyordum ki. Sadece sessizce ameliyatımı olmak istiyordum. Bu yüzden son ana dek sana bundan bahsetmedim. Ama en sonunda cesaret buldum, çünkü ortada samimi bir itiraf olmasa bile birinin beni sonsuza dek hatırlayacağını biliyordum. Ben de başka sıkıntılarla seni endişelendirmeksizin o özel kişi olarak kalmak istedim. Ve sana nasıl bir hikaye anlatacağımı bilemediğim için lanetli görünümümü kasten değiştirmedim.
Üzgünüm.
Ama şu var ki Weed, artık yakın dostlarınla gerçekten mutlu görünüyorsun. Seninle adamakıllı konuşamadığım için üzgünüm. Ve bu saatten sonra benden hoşlanıp hoşlanmadığını sormam mümkün değil. Seninle bir kez daha karşılaşmak benim kaderimmiş. Harika bir düşün içerisindeydim. Bu dünyaya kazıdığın anılarımızla beni gerçekten mutlu ettin.’
“Ama hiçbirinin bir önemi kalmadı. Weed, sen mutlusun ya, artık benim de içim rahat. Bu bir başkasını da sevebileceğin anlamına geliyor, öyle değil mi? Muhtemelen böylesi en iyisi olur… ama… şimdi öyle söylesen de… seninle kalmamda… bir sakınca yok, öyle değil mi?”
Da’in’in gözyaşları usulca ışıldıyordu. Ancak başka bir yere doğru ilerledikçe o yaşların yerini yavaş yavaş canlı kahkahalar alıyordu.
“İlk aşkın… Neticede ilk aşkın bendim, haksız mıyım?”
#İngilizce çeviri kaynağı
değiştiğinden beri bazı bölümleri anlayıp mantıklı bir şekilde aktarmak
zorlaştı. Bu bölüm de bayağı konudan konuya atlamalıydı, sürekli ben mi bir
şeyleri atlıyorum diye kontrol etmekten paranoyak oldum. Her şeye rağmen olabildiğince
düzgün bir metin çıkarmaya çalıştım, umarım okurken rahatsız eden bir kısım
olmamıştır :)
Bu arada bölüm Da’in’in ağzından öyle bir konuşmayla bitti ki kız öldü mü,
gitti mi ne oldu pek çözemedim. Ama İngilizce bölümün altındaki yorumlardan anladığım
kadarıyla ameliyatı başarıyla tamamladıktan sonra hayatında yeni bir sayfa
açmış ve bu sayfayla birlikte Weed’i ve serimizi -en azından şimdilik- terk
ediyor sanırım. Ben hevesle aşk üçgeni, hatta dörtgeni beşgeni falan beklerken
bir adayımızı kaybettik bile. Hadi bakalım bizi şimdi neler bekliyormuş, bir
sonraki bölümde görüşmek üzere!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..