Weed’in Sanat Merkezi artık resmi olarak açıktı! İlk konuklar heykelin yapılmasını talep eden Mandol çifti olmuş, ertesi gün de kapılar adamakıllı halka açılmıştı.
“İçeride Weed’in heykelleri mi var?”
Morata oyuncuları Weed’in heykellerine oldukça ilgiliydi. Işık Kulesinin efektlerinin ve Freya Kulesinin avlanmaya daima faydası dokunduğu için oyuncular Sanat Merkezindeki yeni heykelleri dört gözle bekliyordu.
Giriş ücreti genel olarak 10 altın, 100 seviye altı oyuncular içinse 3 altındı. Bu fiyatlar paralı askerler ve emir kulu NPCler için bile geçerliydi. 30 kişi ve üzeri gruplaraysa %50 indirim yapılıyordu. Girişin başlangıcına ücretlerle ilgili bir tabela asılmıştı. Öğrenci ve yaşlı indirimleri acımasızca reddedilmişti. Bununla birlikte Kraliyet Yolunun yaşlı ve öğrencileri normale nazaran çok daha korkutucuydu.
“Bu ihtiyarlıkta da yapılacak hiçbir şey yok…İhtiyar Shin, senin seviyen kaç?”
“360 civarı. Hulhul.”
“Ne çok seviye atlamışsın. Tıpkı aşağı kasabanın bakım evindeki Goo nine gibi desene.”
“Yo yo, ben seviye atlaması zor bir büyücü sınıfındanım. Beni onunla kıyaslayamazsın.”
İhtiyarların çocukları onlarla oynamıyordu, torunları da çoktan büyümüştü. Ama bu tüm günü oynayarak geçirmeleri gerektiği anlamına gelmiyordu. Eğlenceden müziğe, haberlerden tiyatroya hepsini tecrübe etmişlerdi ama Kraliyet Yolu yepyeni bir dünyaydı. Gerçekte sırtları kamburlaşsa ve sağlıkları kötüye gitse de Kraliyet Yolunda yeniden yepyeni bir bedene kavuşabiliyorlardı.
Haddinden fazla boş zamanları olması sayesinde büyükanne ve büyükbabalar her daim rahatlıkla canavar avlayabiliyordu.
“Ama giriş ücreti çok yüksek değil mi?”
“Ne biçim bir Sanat Merkezi 10 altın ister ki?”
Sabahtan beri bekleyen Morata oyuncularının şikayetleri bitmiyordu. Çünkü bu parayı öder de görecek pek bir şey bulamazlarsa pişman olurlardı.
“Neyse, yalnızca 10 altınsa bir kerecik girmekle pek bir şey kaybetmeyiz herhalde?”
“Ehh, Weed’in harika heykellerinin avlanırken bana çok faydası dokunmuştu, o yüzden bunu o faydaların karşılığı olarak görüp içeriye bir göz atacağım.”
Böylece oyuncular biletlerini alarak Sanat Merkezine giriş yaptı. 5 katlı binanın 2 yeraltı katı ve büyük bir bahçesi vardı. Bahçe, dinlenip heykellere bakmak için konforlu bir alandı. Orada aşklarını itiraf eden, canavar avlayan insanların veya çocukların hoşuna giden ayıların bronz heykelleri yer alıyordu.
“Satılık sandviç ve et bulunur.”
“Sanat Merkezi menülerini deneyin.”
Restoranlar da kapılarını açmıştı. Ailelerin yemek yerken rahat edebileceği şeklinde reklamlar yapılıyordu. Ozanların henüz kullanılmasa da ileride kullanabileceği bir sahne de hazırlanmıştı.
“Hadi bir Sanat Holüne bakalım, sonra çıkarız.”
“Hızlıca görüp avlanmaya dönmemiz lazım.”
Çaylaklar ve tecrübeli oyuncular büyük bir kalabalık halinde giriş bölgesini geride bırakıyordu. Geri kalan her şeyi atlayıp Weed’in eserlerini görmek istiyorlardı. B2den ikinci kata kadarki alanda diğer sanatçılara ait sergi alanları mevcuttu. Tanınmış Morata ressamları ve oymacılarının eserlerini sergileyebilecekleri bir yerleri olmuştu. Sanatçılar o ana dek sipariş edilmiş eserlerini satarak para kazanmaya çalışırken şimdi Sanat Merkezinin açılışıyla girişten de para kazanabilir hale gelmişlerdi. Bu da eserlerini büyük bir kalabalığa sergilemeleri ve isimlerini duyurmaları için bir fırsattı.
“İşte benim eserim.”
“Borahum, bu tarafta. Doğudan gelme siyah bir domuz heykeli.”
An itibarıyla Morata sanatçıları büyük bir neşe içerisindeydi.
“Koskoca Versailles Kıtasında sanata bu kadar değer veren başka bir lord daha bulamazsın.”
“Kendisi de oymacı olduğu için halimizden anlıyordur muhtemelen.”
Sanat Merkezinin açılışıyla Morata’nın Şöhreti 60 yükselmişti. Savaş kazanmak ve kültürel aktivitelerin bütünü, şöhreti çarpıcı ölçüde arttırıyordu. Çalışmalarını sergilemek adına seyahat eden Morata’ya bağlı sanatçılar özel muameleler ve ayrıcalıklarla karşılanıyordu.
“Morata’dan çıkma bir ozan mı? Uzun bir yolculuk yapmış olmalısınız. Bizim köyümüzde performans sergilemek ister misiniz? Size olağan ücretinizin 20 katını öderim.”
“Morata’ya ait bir heykelse gerçekten popülerdir ve iyi satar. Orijinal bedeli 7 altınsa ben 5 altın fazlasını ödeyeceğim.”
Kuzey henüz bütünüyle farkında olmasa da sanatçılar bu lütufların bilincindeydi. Fakat Sanat Merkezinin gerçek değeri, eserlerinin takdir görmesini sağlamasıydı. Bir sanat eserinin doğru düzgün sergilenmesi, belirli seçeneklerde ve fiyatta %20 artış sağlardı. Zaman geçse bile mükemmel şekilde saklanır, hasar görmezlerdi. Heykel ve resimlerin etkileri genellikle eklenerek artan etkiler veremese de sanat merkeziyle işler değişmişti. Bir heykel bir diğerinin etkisini arttırıyor, böylece tam anlamıyla takdir edilip eşleştirildiklerinde daha iyi avantajlar sağlıyorlardı. Ayrıca öne çıkan sanatçılar yeni, cüretkar sanat eserleri yaratma fırsatı buluyordu. Oyuncular da çeşitli sanat eserlerini tek bir yerde görmekten yana memnundu ve giriş bedelinin adil olduğunu düşünüyorlardı.
“Ama bayağı boş yer varmış.”
“E daha yeni açılıyor, yapacak bir şey yoktur herhalde.”
“Ama boş yerler olduğuna göre giriş bedelinde bir indirim yapılması gerekmez mi?”
Ayrım gözetmeksizin Morata’nın tüm sanat eserlerinin sergilenmesi mümkün değildi. Sanatçılar yalnızca gönüllü olarak eserlerini paylaştığı için sergideki eser sayısı şimdilik çok azdı.
Derken ziyaretçiler üçüncü kata çıktı. O kat, Weed’in seyahat ederken yaptığı küçük heykellerle doluydu. Her telden, her türden canavar vardı; minyatür şehirler bile mevcuttu. Mesela Rosenheim Krallığının Serabourg Şehri, Grava Dağ Sırası, Lavias’taki Gök Şehri, Özgür Şehir Somren ve Bar Khu Dağları yürüyüş parkuru tasvir edilmişti. Çaresizlik Ovalarındaki Yurokina Dağ Sırası da aralarındaydı. Versailles Kıtasının minyatür versiyonu yaratılmış gibiydi. Her parçayı seyahatleri esnasında yaratmıştı, dolayısıyla aynı ebatta veya kalitede değillerdi ancak canavar, ağaç, köşk ve daha nice eser, izleyicilerin gözlerine takılıyordu. Seyahat ederken taşımakta zorlanacağı için hepsini Sanat Merkezine yerleştirmişti.
“Bu eserlerde muazzam miktarda özveri barınıyor.”
“Amma çok heykel varmış.”
Weed’in heykellerini gören ziyaretçilerin gözleri şaşkınlıkla doluyordu. Bu, bir insanın maksimum potansiyelinin sergilenişiydi. Dördüncü katınsa üçte biri, içini görebileceğiniz bir camla çevrelenmişti. Ve orada oyuncak bebekleri görebiliyordunuz. Doğumdan Ölüme bu heykeller, camların içerisinde sergileniyordu. Yersiz tek bir dikişin dahi olmadığı kusursuz heykellerdi. Büyük bir konsantrasyon ve odaklanmayla yaratılmışlardı. Mesele yalnızca bir çocuğun büyüyüşü değildi. O heykelleri görenler, bu yaşamı deneyimleyebiliyor ve onunla bağlantı kurabiliyordu. Bir insana dair zamana yayılmış olasılıklar ve mutluluk potansiyeli, hayatın kıymetini gösteriyordu. Bir insanın hayatına dair o bebeklere bakmak, yaratılışa dair canlı bir deneyim sağlıyordu. Aile, gözyaşları, acı ve neşenin her biri bu bebekler aracılığıyla doğal bir şekilde taklit ediliyordu. Çoğu ziyaretçi, ilk önce bu eserin açıklamasını okuyordu. Neticede bir eseri tam anlamıyla kavramak için arka planı bilmek önemliydi.
Ayrıca bu eserden başkalarına bahsedebilmeleri için de açıklamasından bilgi edinmeleri gerekliydi.
- Bu sergi değersiz mimar Pavo ile sanat vekili Gaston tarafından hazırlandı. İsmini vermek istemeyen samimi ve mütevazı bir sanatçının eseridir. Umudumuz kalbinizde sıcacık ve değerli duygular bırakacak, ömür boyu hatırlanacak bir eser olması yönünde.
Bu tanıtımın sonundaysa ilk seyircilerine ait olması muhtemel bir not yer alıyordu.
‘Ben, doğmamış kızı için bu eseri sipariş etmiş olan adamım. Dürüst olmak gerekirse oymacıdan bu talepte bulunsam da gerçekten yapılabileceğini düşünmemiştim. Yalnızca uçan kuştan medet umduğum bir dönemdi. Ödülse yalnızca 1 bakırdı. Oymacı, bu eseri benim ve karımın hayatından yola çıkarak yaptı. Ancak bu eser, bizlerin üzerinde büyük bir etki bıraktı. Bunu görene dek hayatın fazla acımasız ve mantıksız olabileceğini düşünüyordum. Benimle yaşamın içerisindeki bu anı paylaştığınız için sizlere teşekkür ederim.’
Seyirciler, oyuncak bebekleri saygıyla izliyordu. Doğal bir şekilde takdir ve minnettarlıkla inceliyorlardı.
*Ding!*
****
Bilinmedik bir isme sahip efsanevi bir heykel gördünüz. Sanat güneşi.
Yalnızca olağanüstü olarak adlandırılabilecek bir eser. Kimliği bilinmeyen bir Oymacı, yeteneklerini sergilemek adına doğum ve ölüm temalı bu heykeli yaptı. Bu heykele bakmak, gözlemcilere hayatın nimetlerini gösterecek.
Bir günlüğüne Sağlık, Mana ve Canlılık yenilenme oranları %32 artış gösterecek.
Sağlık ve Mana + 36%.
Tüm istatistikler +24.
Bunların yanı sıra Çeviklik ve Cesaret gelişecek.
Hareket hızı %36 yükselecek. Uzun mesafeli yolculuklarda bu etki kuvvetlenecek.
Yaşam sevincinin tadına varılması sayesinde Canlılık kalıcı olarak 500 artacak.
Bilgelik ve Zeka kalıcı olarak 2 artacak.
Bu eseri tam anlamıyla idrak etmek adına sıklıkla ve dikkatle gözlemde bulunmak gereklidir.
****
Sanat Merkezinin birinci ve ikinci katındaki ziyaretçiler, üçüncü kata akın etmeyi sürdürüyordu. Üçüncü kattakiler de ilerliyor ama dördüncü kattaki hiç kimse oradan ayrılmak istemiyordu. İçeri girmek isteyen kişilerden bir sıra oluşmuştu. Doğumdan okula başlamaya, evliliğe, çocuk sahibi olmaya, ölüme dek uzanan ve başa dönen heykelleri inceliyorlardı. Hayatta sığınılması mümkün olmayan en kıymetli şeyler mutlulukla dolu saatlerdi. Hayata bakakalırken o saatler tıpkı parlak, kıymetli mücevherler gibi geçip gidiyordu. Hiç kimse ilk kimin başlattığını bilmese de alkışlar bir hayli şiddetlenmişti.
“Sevgilim, burada yaşamak ister misin?”
Delfina, kızının heykellerine baktıktan sonra bu öneride bulunmuştu. Ana Kıtaya geri dönse bile heykeller sayesinde kendisini neşelendirebilecek kıymetli hatıralar edinmişti. Ardından endişeli bir şekilde, “Burası hoşuna gitti mi?” diye sormuştu.
“Evet, buradaki halkın enerjisini hissedebiliyorum. Hem macera da var. Ana Kıta durmadan savaşan loncaların yetkisi altında. Siyasi istikrar göz önüne alınınca kuzeydeki çatışmalar ufak kalıyor. Loncalar da yeni. İnsanlar bir sürü sefer ve keşif görevi veriyor. Ortalık yeni ürün ve avlanma sahası kaynıyor ve gerçekten çok güzel bir yer. Sanırım buraya yerleşmek ve eskiden olduğu gibi birlikte avlanmak isterim.”
Böylece Morata’nın eteklerinde iki katlı taş bir eve taşınmışlardı. Morata’da çok sayıda kulübe olduğu için kiracılık yoğundu. İlk defa insanlar gruplar halinde ev sahibi olabiliyordu. Taşınan insanlara dair ilk işaretler yeni kiracılar için düzenlenen yemekli partiler oluyordu. Elleri dolu gelen herkes, yiyecek bir şeyler alıyordu. Manzaralı evler şaşırtıcı derecede popülerdi. Yağmur yağdığında tavan çatlayıp sızdırsa bile manzaraları harikaydı. Fakir işi bir kulübeye sahip olmak inanılmaz romantikti. Kadınlar Sanat Merkezinden çıkıp gözyaşları içerisinde evlerine dönüyordu.
***
“Sancak!”
“Böyle devam ederse çarpacağız!”
“Yavaşla!”
Las Phalanx’a acı bir soğuk çökmüştü. Bu sert soğukta etrafta yüzen iri buz parçaları, tehlikeli bir deniz yaratıyordu.
“Başınızı dik tutun. Gemi hasar görürse suya düşer ve donarak ölürüz!”
“Fractal, o buzul nerde?”
“10 saniye sağımızdan geçiyor.”
“İskele tarafına dönmeye hazırlan. Buzulu geçer geçmez yelkenleri rüzgara göre ayarla.”
Denizciler henüz binlerce buzula denk gelmemişse bu yalnızca Tanrının lütfu sayesindeydi. Doğa harikaları hem güzel hem de tehlikeliydi. Daha önce hiç tatmadıkları derecede tehlikeli bir seferdi.
*Möööööö!*
Geri kalanlar yaklaşan buzulları izler ve tam anlamıyla paniğe kapılırken Weed, Sarı Oğlan ile huzur içerisinde oturup balık tutuyordu.
“Sanat Merkezinin ziyaretçi sayısı çılgınca artıyormuş.”
Pavo’nun raporuna göre günlük ziyaretçi sayısı 25,000i aşkındı. İnsanlar içeri girebilmek için daha şafak vaktinde sıraya diziliyordu.
‘Bir bağlamda Sanat Merkezi demek para demek. Bu seferki inşa masrafı hatırı sayılır ölçüde düşüktü. Diğer ressamlar, oymacılar ve sanatçıların da kar payı alması gerekiyor ama yine de bunun büyük bir artısı olduğunu söylemeye lüzum yok. Ve kızın yaşam heykeli istatistikleri kalıcı olarak arttırdığı için kuzeydeki oyuncular hiç değilse bir defa ziyarete geliyor. 10 altın çaylaklar için büyük bir yük anlamına gelse de gelişmeleri uzun sürmeyecek. Ve geliştiklerinde de avlanma öncesi Sanat Merkezine daha sık uğramaya başlayacaklar.’
Çaylakların ihtiyaç duyduğu dikili deri zırhlar zanaatkarlara para kazandırıyordu. Bu da gelir ve ticari vergiler için önemli bir kaynaktı. Bununla birlikte tek bir parça sanat eseriyle BÜYÜK paralar kazanmak mümkündü. Versailles Kıtası tarihinde ilk defa bir arazinin sanata dayalı bir gelir yapısı vardı. Buna bir devrim demek dahi abartı olmazdı.
“Sağlam sanatın gücü.”
Büyük sanatçıların isimleri 1-2 çağ boyunca tarihe yazılırdı. Daha çok ziyaretçi daha çok eser, daha çok eser de daha çok para getirirdi. Güzel bir şeydi. İyiydi. Fantastikti. Olağanüstüydü. Oymacılık mesleği zehir değildi! Buzdağları üzerine üzerine gelirken bile Weed’in kahkahaları kesilmiyordu.
“Ayda bir gelen daimi müşteriler olursa fiyatı 13 altına çıkarıp daha çok para bile kaldırabiliriz.”
“HaHaHaHaHaHaHaHa.”
Delice kahkahalar atarken çene kemiği kafatasından düşme konusunda ekstrem bir tehlike taşıyordu. Geumini ve Sarı Oğlan nispeten normal görünürken hayalet mürettebattan hiç kimse o kemikli omza yaklaşamıyordu.
“İyi iş, efendim.”
“Okyanus siz hariç herkese mezar yeri.”
Her ne kadar bunu banyo olarak düşünmesi mümkün olsa da hayalet mürettebatın içinden Weed’i denize atmak geçiyordu.
“Kueh, Maria’yı buraya dek getirdi, artık tek yapmamız gereken gücümüzü göstermek.”
“Deniz dediğin derindir. Şöyle kayıverip kaybolabilir bence.”
“Kaptan!”
“Kaptan, şimdi sizi denize sunacağız!”
Uzuun bir seferin sonunda hayalet mürettebatın sadakatinin geldiği nokta buydu! Ama kendilerinden fazlasıyla üstün liçi yakın zamanda adam edemeyeceklerdi. Sol taraf darbe almıştı! Bir buzdağı geminin yan tarafına saplanmış ve derin bir delik açmıştı. Gövdenin su altında kalan kısmına denk gelmemiş olsa da hayalet geminin durumu yol aldıkça daha da kötüye gidiyordu. Hye, gövdenin durumunu kontrol ederek şöyle dedi:
“Kaptan, hedefe ilerleme işini askıya almamız gerekebilir. Süzülen buzdağlarının sayısı giderek artıyor; büyük bir buzdağının gemiye çarpması ve anında batmamız kaçınılmaz görünüyor.”
Bir buzdağına çarpabilecek olmak başlı başına yeterince korkutucuydu. Bir de denizde süzülen irili ufaklı buz kütlelerine çarpmak hasarı iyice çoğaltıyordu. Çelişkili bir biçimde gemiye yapışan deniz yosunları, daha fazla hasar almalarını engelliyordu.
“Öyleyse ne yapmalıyım?”
Kahkahalar atan ağız, işte bu soruyu sordu. Sanat Merkezinin giriş ücreti sağ olsun Weed, cennette olduğunu hissediyordu.
‘Gemi battığında buzulların üzerinde yürüyebiliriz. Bu bölge koca bir su kasesi gibi. Elbette ölümsüzlere denk gelme ihtimali de var. Buralar Morata’daki buz fırtınasından çok daha haşin.’
Zorlu yollarda pozitif düşünmek daha iyi olurdu.
“Buzdağları mütemadiyen denizden geliyor, yani er ya da geç durmak zorunda kalacaklar.”
Bir yandan gülerken de şöyle dedi:
“Ee, bu karaya yaklaştığımız anlamına gelmiyor mu? Haritaya bakarsanız araziden akan büyük bir nehir göreceksiniz. İşte o nehir yoluyla Las Phalanx’a ulaşabiliriz.”
“Orası da donmuş olmayacak mı?”
Kuzeye gittikçe buzullar büyüyordu. Yakalandıkları soğuk, denizin donduğunun kanıtıydı. Öyleyse elbette ki nehir de donmuş olacaktı. Yani gemiyle ilerlemektense yürümek daha iyiydi.
“Yürüsek daha iyi olmaz mı?”
“Kaptanın aklından neler geçiyor bilmiyorum.”
“Donmuş nehirde yelken açılmaz ki.”
Weed’in hızlı kararının arkasındaki mantık şuydu: ‘Las Phalanx’a deniz yoluyla gidilemiyorsa kara yoluyla gidilir. Nehrin üzerinde paten yapmamız gerekse bile!’
“Nehre gidiyoruz.”
Böylece hayalet gemi rota değiştirerek anakaraya yöneldi. Artan buzdağı sayısıyla meşgul olsalar da süzülen buz kütlelerinden kaçınmak için doğru zamanlamayı kavrıyorlardı. Ancak en nihayetinde hedefe ulaştıklarında karşılarında donmuş bir nehir bulamadılar. Yoğun, beyaz karlar toprağın üzerinde dağ misali yükselmiş ama nehir ısrarla donmamıştı. Hayalet geminin etrafındaki sıcaklık her nedense çok daha fazlaydı. Weed şefkatle Sarı Oğlana seslendi.
“Sarı Oğlan, susadın mı?”
Sarı Oğlansa bir duraksama sonrası başını sallayıp onayladı. Ve nehrin ılık ılık akan suyunu kokladı.
“Teşekkürler, efendim.”
Ardından kafasını kendisine uzatılan kovaya daldırdı ve suyu içti.
“Glug, glug, glug, glug... kya, bu suyun tadı güzelmiş.”
Suyun rengi hafiften sarı olsa da Sarı Oğlanın Weed’e çevrili gözlerindeki kırgınlık pek azdı.
“Bu suyu içmek güvenli, değil mi? Öyleyse Las Phalanx’tan mı geliyor yani?”
Las Phalanx’a dikkatli bakıldığında volkanik bir bölge olduğu görülebiliyordu. Sarı renk de volkanlardan geliyordu.
“Sülfürün tadı fena değildir.”
“İyi, şimdi geminin su depolarını doldurabiliriz.”
Sarı Oğlanın raporu sonrası Weed, fıçılara su doldurulmasını emretti. Las Phalanx’tan akan donmamış nehir onları yavaşlatacak olsa da artık buzlardan kaçınmaya gerek kalmaması harikaydı. Üç denizci, pruvada toplandı.
“O, bu bölgeye gelen bir canavar.”
“Peki bu bölgedekilerin seviyesi ne civarda?”
“Bilmiyorum ama başlangıç düzeyinin yakından geçmedikleri kesin. Görünüşe göre burada hiçbir şey normal değil.”
Boynuzlu ve tüylerle kaplı bedenleriyle canavarlar, oldukça korkutucuydu. Baltalar ve buzdan silahlarla etrafta koşturan vahşi kabilelerden kanlı cinayet feryatları yükseliyordu. Avlanmak için burada karaya inmek isteyen oyuncuların kafayı sıyırmış olması gerekirdi. Canavarların seviyesi bile insanı geri döndürmeye yetecekken bir de soğukla savaşmak zorunda kalıyordunuz.
“Pervasızca çarpışmaya lüzum yok.”
Weed, canavarları izleye izleye yanlarından geçiyordu. Elde ettiği yüksek kaliteli derinin izolasyona bir hayli yardımı dokunacaktı. Ganimet toplama imkanı da vardı ama buzda kaymanın bu denli kolay olduğu bir yerde savaşmaktan kaçınmak daha iyiydi.
“Zamanında Bingryong’a bindikten sonra savaşamamıştım.”
O yolculuk sonrasında soğuk almış ve Seoyoon’un bakımına mecbur kalmıştı. Yani hava savaşı ihtimal dışıydı.
“Aynı hatayı tekrar etmek istemem.”
Weed arada bir beliren balıkları tutmaya odaklanarak hayalet geminin ilerlemeye devam etmesi emrini verdi. Las Phalanx’a yaklaştıkça sıcaklık yükseliyordu. Buharlar bir anda çıkıveriyor, etraflarını bir sis misali sarıyordu. Soğuğa mani olan doğal bir sauna gibiydi. Güneşin parıldayışıyla da gökkuşakları çıkıyordu.
“Hah, milyarlarca gökkuşağı!”
“Çok susadım.”
Uzun süreli donma yüzünden güçten düşen denizciler çılgınca susamıştı. Sık sık akıtmaya başladıkları terleri ikame etmek için su içiyorlardı. Hye, artık gına gelmiş bir şekilde, “Daha fazla dayanamayacağım. Bu semptomlar yüzünden bittim tükendim.” dedi.
Ölümsüzlüğün avantajlarına sahip olmayan üç denizci için bu sıcaklık dayanılmazdı.
“Tsk, içler acısı.”
Acınası denizcilerin durumuysa Weed’in kaşlarını çatmasına, alnının kırışmasına yol açıyordu. Elinin altındaki o denizciler sayesinde gemi oldukça hızlı ilerliyordu.
“Ehh, yaşamamıza yetecek kadarını yapıyorsunuz, açgözlü olduğunuzu sanmıyorum.”
“Ee, öyleyse burada durabilir miyiz?”
“Lütfen hiç değilse bir kez olsun nehre demir atmamıza izin verin.”
“Semptomlar kötüleştikçe kötüleşiyor. Tükendik artık.”
Weed, üçlüye baktı. Her şeyden önce, avantajlı ölümsüzlere ayak uydurmaya çalışarak geçirdikleri günler sonunda bedenleri terden sırılsıklam olmuş ve bir deri bir kemik kalmıştı. Üç denizci, zayıf dayanıklılık istatistikleri yüzünden sıcağı yenmek için mücadele veriyordu.
“Tsk, güçsüzler.”
Weed’in alnıysa daha da kırışıyordu. Üç denizci, gemiyi hasar almaktan korudukları için o ana dek pek değerliydi.
“Ehh, buraya dek ulaşmamızı size borçluyuz. Birazcık bencilliği mazur görebilirim. Bir müddet buraya demir atabiliriz. Ve gemiden inebilirsiniz.”
“Yani geri dönebilir miyiz?”
“Gemi demir attığında çıkıp etrafa bir göz atabilirsiniz.”
“Anlaşıldı. Kaptan!”
Üç denizci hızla demir attı. Bu sırada Weed dedi ki:
“Buza da güzelce demir attınız. Öyleyse hadi gidip birazcık serinleyin bakalım.”
“Oh, çok teşekkür ederiz.”
Önce Hye ve Fractal gemiden indi, sonra da Board Mir onlara katıldı.
‘Hele sen bir karaya in, hemen kaçmaya hazır olacağız.’
‘Bu işi sana bıraksaydık hayatta gemiden ayrılamazdık.’
Üç denizci çoktan karar vermişti. O ana dek bu gemide bir sürü kötü şey yaşamışlardı, keyifleriyse çok az olmuştu. Onlar olmasaydı hayalet gemi herhangi bir yere gitmekte çok zorlanırdı.
“Bizi ararken geber git.”
“Bırakalım da sonrasında adamakıllı çile çeksinler.”
Üç denizci dualar ede ede buzullara iniş yaparken onlar buza adım atar atmaz Maria’nın yelkenleri açıldı, Sarı Oğlan tarafından ısırılmalarıyla da karayla olan bağları koptu. Ve hayalet gemi uzaklaşmaya başladı! Weed, kaptan koltuğunda dümeni çeviriyordu. Sefer sırasında denizcilik yeteneği 7 seviye ilerlemişti. Şu anda hayalet gemiyi rahatlıkla kullanabileceği bir düzeydeydi. Normalde yalnızca balık tutan Kaptan, şimdi arsızca hayalet gemiyi kullanıyordu!
“Gemi neden hareket ediyor?”
“Oh dostum, Kaptaaan!”
Büyük zulümler gören mürettebatsa feryat etmiyordu. Onlar gemiyle birlikteydi.
‘Bizsiz gidemez ki.’
“Kaptan, yol buradan. KI hie hihi.”
“Biz kaçıyoruz. Ne kadar yardımınızın dokunduğunu hesap etmek mümkün değil. Teşekkür ederiz.”
*Ühühü*
Giderek daha çok hayalet denizci beliriyor ve pis cümleleri duyuluyordu.
“Ne oluyor lan? Terk mi ediliyoruz?”
Peki ya hayatlarımız ne olacak?”
Üç denizci ayakları alev almışçasına koşturuyordu. Buzulların üzerinde hayalet geminin peşi sıra ilerliyorlardı.
“Lütfen kurtarın bizi!”
“Lütfen bizi de alın, bundan böyle ne derseniz yaparım!”
Katı kalpli üç denizci bu şekilde haykırıyordu. Ve failler ilk defa kurbana dönüştüklerini hissediyordu.
Weed ise onlara şu şekilde bağırıyordu:
“Endişelenmeyin. Sizi terk etmeyeceğiz. Siz benim gemimin denizcileri değil misiniz? Deoreol ailesini geride bırakmaz.”
“Gerçekten mi?”
“Teşekkürler kaptan!”
Ama gemi durmuyordu. Neticede Weed, tatlı sözlere kanacak biri değildi. Hele hele tek gözlü liç korsan Kaptan, böyle gereksiz numaraları hiç yutmazdı.
“Siz burada bekleyin, ben ileride geri döneceğim.”
“Ama burada bir sürü canavar var!”
“Gemide beklememiz daha güvenli olur!”
Weed bu sözleri usulca duymazdan geldi. Çünkü gizli bir amacı vardı.
“Ne zaman geri döneceksiniz…Ne!”
“HAHAHA şimdi sizi anlıyoruz! Sizi suya da atabilirdik ama bir daha asla gemiye binemeyeceğinizi görmek çok eğlenceli. Kueh Ha Ha!”
Böylece mürettebat anlaşması sona erdi ve çok geçmeden de hayalet mürettebattan yeni bir yardımcı kaptan çıkarak Weed’in önünde beline dek eğildi.
“Emredersiniz, kaptan. Ki hihihi dümeni ben devralıyorum.”
***
Sisli bölge, gökkuşağı bölgesi derken nihayet Las Phalanx görünmüştü! Dağlardan dumanlar ve lavlar püskürüyordu.
“Sonunda geldik.”
Weed hızlıca bölgedeki canavarları gözlemlemek için yola koyuldu. Ve kısa bir tekne gezintisi, bilinen türlerden çok daha fazla canavarı açığa çıkarttı. Donuk beyaz tenleriyle etrafta dolaşan tüylü ayılar, beklenmedik şekilde kükreyen, semsert iskele babalarını anımsatan leoparlar. İri baltalarını kuşanmış halde gölgelerin içerisinde avlarını bekleyen Kaos Savaşçıları. Alev devlerinin olduğu yerden fışkıran lavlar, bedenleri büyük oranda lavlardan oluşan devler vardı! Arazinin dışındaki çatlak bölgelerden buharlar çıkıyordu. Orada da semendere benzeyen ateş iblisleri ve ateşe maruz kalan farklı canavarlar yaşıyordu.
“Genel bir fikir edindim sanırım. Ermeni korsanları donmayan nehirde belirebilir.”
Etrafta Ermeni korsanlarına dair bir belirti yoktu. Weed, hayalet gemiye demir attırarak canavarları kontrol etmek adına iple alçaldı. İşte tam da o anda,
*Ding!*
****
Maceraperestler Las Phalanx’a vardı.
Kahraman maceraperestlerin yaşaması veya ölmesi bir kumar gibi. Yalnızca Versailles tarih kitaplarının bir kısmı olarak kalan bu arazi, pratikte unutuldu. Yeryüzü tanrıçasını ziyaret etmediyseniz unutulmaktansa buradan ayrılmayı tercih etmelisiniz.
Faydalar:
Şöhret +800.
Bir hafta boyunca 2 kat tecrübe ve öğe düşme oranı. Katledilen ilk canavar, en iyi öğeyi düşürecek.
Madenlerin toprak tanrıçasının lütfu üzerinizde olacak.
Topraktan yükselen yumuşak ve kutsal bir enerjinin kuşatışıyla birlikte yeryüzü tanrıçasının kutsayışına sahip olacaksınız.
Mana onarım hızı %40 yükselecek.
Konsantrasyon artacak ve büyülerde başarısızlık ihtimali büyük oranda düşecek.
Düşman saldırılarının %38i toprak tarafından çekilebilecek.
Düşmanların defansının düşmesine yardımı dokunabilir.
Beş günlük süreyle on lütuf hakkı.
Ölümsüzlükten ötürü dindarlık kalıcı olarak 35 azaldı.
****
Yeryüzü tanrıçası tarafından kutsanmıştı. Genellikle tanrıça kutsayışları belirli ırklar arasında ayrım yapar ve bir hayli zayıflardı. Refahtan mahsul bolluğuna, düşmanların mağlup edilmesine dek yardımları dokunabilirdi. Etki gösterme bağlamında Freya, biraz dezavantajlıydı. Fakat yeryüzü tanrıçasının bahşettiği kutsamalar son derece uzun süreliydi.
“Beş gün boyunca acayip faydası dokunacak.”
*Ding!*
****
Las Phalanx’a yeni bir rota çizildi.
Öncülük nedeniyle Saygınlık +360.
Tüm istatistikler +12.
Macera başarılı geçerse tüm istatistikler + 3.
Denizcilik yeteneği yetkinliği yükseldi.
“Denizleri genişleten Hayalet Kaptan.” unvanı alındı.
Açık okyanus uzantılarındaki hız +7.
Seyahat ettikten sonra bile umudunuzu yitirmediniz. Yeni adalar, harabeler ve kayıp hazineler keşfedildikçe şöhret daha da yükselecek.
Krallar ve Soylular yolculuğunuzu destekliyor.
+20 Karizma ve Liderlik.
Denizde iyi şeyler gerçekleşme olasılığı arttı.
Sınırlamalar:
Başlangıç Düzeyi 5. Seviye Denizcilik ve üzeri.
Yalnızca denize mahsus.
****
Weed, bir kez olsun ödüllerden memnun kalmıştı. Çatlakların arasına bakınarak hızlıca bedenini hareket ettiriyordu.
“Mağara! Bir mağara bulmalıyım.”
Güvenli bir sığınağa sahip olmak, keşfin ve avlanmanın temeliydi.
***
Kara Aslan Loncası, Kızıl Paralı Asker Şefleri, Kızıl Ejder Loncası, Çekiç ve Örs Loncası, Pro-Am Paralı Asker Birliği ve daha başka 89 büyük, prestijli lonca bir toplantı gerçekleştiriyordu.
“Öyleyse hepiniz hegemonyacı bir ittifakın oluşmasında hemfikirsiniz. Karşı çıkan var mı?”
Tüm önemli loncaların efendilerinin buluştuğu bir toplantıydı! Ve bütün prestijli loncalar başlarıyla bu soruyu onaylıyordu.
“Biz onaylıyoruz.”
“…Karşı çıkmamız için hiçbir sebep yok.”
Hegemonyacı bir ittifak. Yani Versailles Kıtasının tüm prestijli loncaları tek bir çatı altında birleşmeye çalışıyordu.
“Önümüzdeki ay resmi beyanımızı yapacağız. Umudumuz bir haftanın ardından bireysel hükümlerin verilmesi yönünde. Bu işi sizlere emanet ediyor olacağım.”
Tüm lonca efendileri mutlu mesut gülümsüyordu. Bu hegemonyacı ittifaka dahil olan tüm loncalar egemenliğe hazırlanmış, olası dış tehditleri yok etmeleri adına silahlandırılmıştı; güvenli bir molaydı! İttifak, loncalar arasındaki tüm düşmanlığı ortadan kaldırmış olmasa da büyük bir çoğunluğu perde arkasında hallolacaktı. Bu sayede ittifaka dahil olmayan tüm loncalar bir loncaya veya kaleye saldırmakta zorlanacaktı. Hegemonyacı ittifakın bir parçası olmayan tüm gruplar tam ölçekli bölgesel genişlemeler başladığında hayatta kalmakta zorlanacaktı. Bir bölgeye saldırıp galip gelme kapasitesine sahip iki üç prestijli lonca vardı, onlar da Ana Kıtada asla tutunamazdı. Bu ittifak savunma için çok daha elverişliydi, çünkü rakipler bir loncayı bireysel olarak indirme gücüne sahip olsalar da takviye kuvvet geldiğinde işler değişecekti. BardRay ve Hermes Loncası, en baskın ve prestijli lonca olarak bu İttifakın başını çekiyordu. BardRay hegemonyacı ittifakın başkanı olmuş ve Haven Krallığına münhasır haklar verilmişti. Versailles Kıtasına turizm için gelen pek çok sıradan oyuncu vardı. Prestijli loncalar da avlanma, öğe ticareti ve ticari vergilerin haklarını üstlenebilecek konumdaydı. Dört bir yandan yükselen kadehlerin sesleri işitiliyordu.
“Bu yıl, Hegemonyacı İttifakımızın üstünlük kuracağı yıl!”
Prestijli loncaların efendilerinin bardakları bir nebze daha yükseldi.
“Versailles Kıtasına!”
“İttifakımızın üstünlüğüne!”
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..