Lms 19.10 : Ruh Çağıranlığın Sınırları

avatar
2807 16

Legendary Moonlight Sculptor - Lms 19.10 : Ruh Çağıranlığın Sınırları


Çevirmen : Clumsy-nim



Lee Hyun kahvaltı hazırlar ve evi temizlerken şöyle düşünüyordu: ‘Üniversite mezuniyet belgesinin değeri nedir ki? İnsanlar bir iş bulmak için illa da lazımmış gibi mezuniyet belgesi isteyip duruyor.’

 

Büyük bir şirkette iş bulup her ay maaş, tatillerde ve yıl sonlarında da ikramiye alarak geçirilen bir hayat! Lee Hyun’un çok ihtiyaç duyduğu iş adamı yaşantısı bu değil miydi?!  

 

‘Randevulara çıkmak, aylık ödemelerle araba satın almak, kabalık otobanlardan yaz tatili yolculuğuna çıkmak da.’

 

Üniversite mezuniyet belgesinin kıymeti sınırsızdı. Bununla birlikte iyi şirketlerde güzel işler bulan herkes üniversite mezunu olacak diye bir koşul da yoktu.

 

‘Yüksek notlar almalı ve yabancı dillerde iyi olmalıyım. Ayrıca diğerlerinden daha avantajlı olmak adına birkaç lisans da edinmeliyim. Staj yapmam da gerekecek!’ Tüm bunları düşünmeye devam ettikçe daha da çok iç çekiyor, elinden daha fazlası gelmiyordu.

 

Diğerlerinden büyüktü, üstüne üstlük lise terkti ve yeterlilik sınavına girmişti, dolayısıyla onlar gibi normal yollarla yaşamayı bekleyemezdi.

 

“Üniversiteye gitmenin bu kadar acı verici olacağı kimin aklına gelirdi ki!”

 

Muhtemelen alacağı mezuniyet belgesinin hoş bir duvar dekorasyonu olmaktan öte bir faydası dokunmayacaktı.

 

Tam da Lee Hyun’un kamerasını ve gerekli bir iki notu alıp dışarı çıktığı sıralardı.

 

Seoyoon’un kapının önünde dikildiğini gördü.

 

Yaz tatili daha yeni sona erdiği için havalar hala sıcaktı.

 

Seoyoon’un üzerinde basit bir kot pantolon ve beyaz bir tişört vardı, bu da insana tuhaf geliyordu. Göz kamaştırıcı güzelliğine kıyasla giyim kuşamı tamamıyla normaldi ve bu sayede daha da masum ve güzel görünüyordu.

 

Parti elbisesi içerisinde bir tanrıçayı andırırken günlük kıyafetleriyle bile dikkat çekebiliyordu.

 

Yani çuval giyse yakışacak derecede ışıltılı bir güzelliğe sahipti! Ancak Lee Hyun, onunla kabaca konuşmaya başladı.

 

“Üniversiteye benimle mi yürüyeceksin?”

 

Seoyoon başını hafifçe sallayarak onayladı.

 

Yalnızca üniversiteye onunla gitme arzusuyla Lee Hyun’un evine gelebilmek adına biraz çaba sarf etmesi gerekmişti.

 

Lee Hyun acı bir karşılık verdi.

 

“İyi, nasıl istersen.”

 

Zihninde bir salyangoz geline sahip olma hayali filizleniyordu. Bir salyangozun kendisine iyi davranan çiftçiye yardım etmek adına geceleri insana dönüşüp ev işlerini yaptığı bir Kore masalı mevcuttu.

 

Seoyoon, Lee Hyun’a beslediği gizli sevgiyle ona yemekler yapan masum ve kibar bir kızdı! Fakat Lee Hyun ona her bakışında hayallerinin yıkılmasına mani olamıyordu.

 

‘Benim için yaptığı yemeklerin pek bir anlamı olmasa gerek. Ben ona defalarca yemek yapınca o da aldıklarının karşılığını bunu yaparak vermiş olmalı.’

 

Lee Hyun Seooyoon’la birlikte otobüs durağında otobüs bekleyebilir veya onunla üniversiteye dek yürüyebilirdi. Fakat Las Phalanx’ta avlanmaya başladı başlayalı zaman kazanmak için otobüsle gitme kararı almıştı. Çünkü ruh çağırandan gelen mana tedariklerini yitiren ölümsüzler cesede dönüşüyor veya un ufak oluyordu.

 

Yani daha uzun süre avlanmak ve en az bir ölümsüze daha sahip olabilmek adına otobüse binmesi gerekiyordu.

 

“Ş-ş-şu kıza baksanıza!”

 

“Oha, çok güzel. Hayatım boyunca bu kadar güzel bir kız görmemiştim.”

 

Seoyoon’la bir arada olduğunda izlemeye gelenlerin sayısı öyle çok oluyordu ki yollar tıkanıyordu.

 

Lee Hyun bu ilgiye alışmıştı, yalnızca birazcık rahatsızlık duyuyordu.

 

“Seninle üniversiteye gitmenin çok fazla eksisi var. Sana bakmaya gelenlerin sayısı aşırı oluyor.”

 

Bu sözleri işiten Seoyoon, şapka ve maske taktı. Sonrasındaysa insanlar hayal kırıklığına uğramış iç çekişlerle birlikte kendi yollarına gitti.

 

Çok geçmeden de bekledikleri otobüs geldi.

 

Ancak Lee Hyun otobüs kartını basıp boş bir koltuğa doğru ilerlerken Seoyoon öylece kalakaldı.

 

Ve “Ne? Ulaşım kartın yok mu?” sorusuna başıyla onay verdi.

 

Otobüse binme şansını başka nerede bulacaktı ki? Otobüse ilk binişi olduğu için de ulaşım kartı yoktu. Otobüse binmek için kart gerektiğini bile daha yeni öğreniyordu.

 

Seoyoon bir kağıda şu satırları yazarak Weed’e gösterdi:

 

İlk defa otobüse biniyorum, anlarsın ya…

 

Bu notu okuyan Lee Hyun, Seoyoon’un da bedelini ödedi ve birlikte boş koltuklara geçtiler.

 

“Emm……”

 

“Bir dahakine yanında bir ulaşım kartı taşımak zorundasın, tamam mı? Kartın olursa otobüse de metroya da binebilirsin.”

 

Lee Hyun içtenlikle bu tavsiyede bulundu.

 

Bu sözleri işiten Seoyoon ise bir ihtimal diye düşünerek cüzdanını açtı.

 

İçi inanılmaz çoklukta nakit ve üç kredi kartıyla doluydu. Hem de siyah premium, elmas ve platin kartlar! Yalnızca yıllık ücretleri bile 1000000 won’u aşkın kartlardı, dolayısıyla pek çok faydanın yanı sıra ulaşım kartı opsiyonu da sunuyorlardı.

 

Seoyoon kartları gösterdiği anda Lee Hyun öfkeden titremeye başladı.

 

‘Benim işim iş.’ Seoyoon’un önce ulaşım bedelini ona ödetmesine, sonra da kartlarını göstermesine ne demeliydi! Böylesine korkunç bir şeyi Seoyoon’dan başkası yapamazdı.

 

Üniversiteye vardıkları sıralarda Lee Hyun, ilk dersine girmek için sınıfa yöneldi. Seoyoon da peşine takıldı.

 

“Ne oldu? Sen de mi kapsül mühendisliğine kaydoldun?” Seoyoon yalnızca başını iki defa sallamakla yetindi. Ardından birlikte 3 saatlik uzun bir derse katıldılar ve ılık güneş ışıklarının altında çimenlik alanda bir yemek kutusunu paylaştılar.

 

Seoyoon bir sonraki ders vakti geldiğinde de Lee Hyun’u takip etti.

 

“Acaba şans eseri sanal gerçeklikte sosyal sınıf teorisi dersini de almış olabilir misin?” Seoyoon bu soruyu da başıyla onayladı. Yalnızca Lee Hyun’un aldığı dersleri seçip onlara kaydolmuştu.

 

“Hyung, görüşmeyeli uzun zaman oldu.”

 

“Selam Oppa!” Soon-Jo, Lee Yoo-Jung, Min So-Ra ve Choi Sang-Joon da sanal gerçeklikte sosyal sınıf teorisi dersini aldığı için sınıfta buluşabilmişlerdi.

 

Dersin sona erişinin ardındansa tüm öğrenciler büyük konferans salonunda toplaştı.

 

“Söz verdiğim üzere bugün ödevlerinizi kontrol edeceğiz.”

 

Lee Hyun 300ü aşkın öğrencinin bulunduğu salonun en ön sırasındaydı.

 

‘Sürekli ön sırada oturan bir öğrenciye F vermek zor olur.’ Profesörün beğenisini kazanmaya yönelik bir sıra! Bu düşünceyle Lee Hyun ve Seoyoon, 12 öğrenciyle birlikte en ön sırada oturuyordu.

 

“Öyleyse soldan başlayarak tek tek gelin bakalım.”

 

Diyen Profesör Joo Jong-Hoon, sırayla öğrencilerin kamera kayıtlarını yansıtmaya başladı.

 

Ve kamera, güneşli bir gök ile masmavi bir deniz manzarasıyla birlikte gülen ebeveynler ve yeğenlerin olduğu bir sahneyi oynattı.

 

“Bir tatil köyünde aile gezisi…… Eğlenceli olmalı.”

 

Profesör videoları kontrol ederken kısa yorumlar yapıyordu.

 

“Gönüllü işlerde sıkı çalışmışsın. Kendinle gurur duyuyor olmalısın.”

 

“Tiyatro oyunu izlemek…… Kültürel tecrübe için iyidir.”

 

Öğrenciler epey tatmin edici bir tatil geçirmişe benziyordu. En azından kayıtlardaki durum buydu. Derken sıra Seoyoon’a geldi.

 

Ve ekrana gelen Seoyoon’un tatildeki yaşantısı olunca öğrencilerin odaklanma kabiliyeti hiç olmadığı kadar artış gösterdi.

 

Pencereden içeri parlak güneş ışıkları giriyordu.

 

Seoyoon üzerinde bir yorganla yatakta uyuyordu, çok geçmedense kalktı ve gözlerini ovuşturdu.

 

Yüzünde makyaj yoktu ancak mükemmel bir güzelliğe sahipti ve yüzünde uykuya dair en ufak bir iz taşımıyordu.

 

“Hav hav!” Bir köpek hevesle havlayarak kollarına koşturdu. Ve ekrana, Seoyoon’un kollarıyla sardığı köpeği okşadığı sahne yansıdı.

 

Dik kulaklar, çevik bacaklar ve anlamsızca sallanan bir kuyruk. Bu köpek tanıdık geliyordu.

 

Evet, o köpek Lee Hyun’un verdiği Köpeketiydi.

 

Seoyoon elinde bir havluyla banyoya geçti. Yüzünü yıkamaya kısacık bir süre ayırsa da yüzü, ardında bir hale varmışçasına ışıldıyordu! Tatilinde özel hiçbir şey yaşanmadığı için günlük hayatını kaydetmeye karar vermiş ve bir hemşireden kendisini kayda almasını istemişti.

 

Seoyoon sabah yemek yapmaya uyanıyor, pirinçli omlet ve tavuk salatası yapmak için malzemeleri çıkartıyordu. Güzel omuzlarına dek inen yumuşacık saçlarını bir kenara atıyor ve malzemeleri kesmeye başlıyordu.

 

Tüm sahneler bir reklam filmi gibiydi.

 

Tabaklarda sergilenen yemekler en üst sınıf restoranlarda görülecek güzellikteydi.

 

Pirinçli omlet, salata ve portakal suyu, beyaz bir masanın üzerine büyük bir titizlikle yerleştiriliyordu! Ve Seooyon, kendisini filme alan hemşireyle birlikte yemeye başlıyordu.

 

Lee Hyun’un aklından geçense şuydu: ‘Sabahın köründe niye böyle uğraştırıcı yemekler yapıyorsun ki? Daha ne kadar lezzetli yemekte gözün var?’ Kardeşi olmasaydı o, gayet basit öğünlerle yetinirdi.

 

Seoyoon’un aşçılık becerisi Lee Hyun’a hazırladığı yemeklerle birlikte iyileşmişti ama bunu fark eden yoktu.

 

Köpek de masanın altında yemek yiyor ve Seoyoon yemeğini bitirişinin ardından bulaşıkları yıkamaya geçiyordu.

 

Bulaşıkları yıkarken alnına sıçrayan bir damla suyu silişini izledikleri sıradaysa bir öğrenciden “Vaay!” sesi yükseldi.

 

Seoyoon’un uyanışı, yüzünü yıkayışı, yemek hazırlayışı ve yiyişini filme alarak boşa emek harcanmamıştı. Fakat Lee Hyun farklı bir fikirdeydi.

 

‘O deterjanın yarısını kullansa yeterdi…… Bulaşık yıkarken de çok fazla su sıçratıyor.’ Bulaşıkları yıkamayı bitiren Seoyoon’un videosu sallanan sandalyeye oturup bir kitap açışıyla devam ediyordu.

 

Okuduğu kitabın ismi “Sanat Müzesi Temsilci Günlüğü” idi.

 

Dünyanın her yerindeki sanat müzelerine bir göz atarken sanat eserleri ve sanatçılarla ilgili bilgi edinmenize imkan tanıyan bir kitaptı.

 

Diğer öğrenciler ‘Seoyoon’dan da bu beklenirdi’ diye düşünürken bir kez daha Lee Hyun’un aklından geçenler daha farklıydı.

 

‘Bunlar hep numara.’ Ona kalırsa Seoyoon kamerayı karşısına alınca abartılı bir rol oynamaya başlamıştı. Kitabını okuduktan sonra da kapsüle girmiş, Kraliyet Yolu oynamış, bahçede bir yürüyüş yapmış, duş almış ve yatağına geçmişti.

 

Yatağına uzanıp yorganını üzerine çekip ışıkları kapamasının üzerine yaşanan küçük bir sessizlik sonrasındaysa video sona ermişti.


Profesör, “Günlük hayatını güzel bir şekilde tasvir ettiğin harikulade bir sanat eseri olmuş.” dedi.

 

Bu da Lee Hyun’a büyük bir şok yaşattı.

 

Kendisi kayıt yapmak için Afrika ve Avrupa’ya gidip bin bir zorluk atlatırken Seoyoon sırf günlük hayatını çekti diye iltifat almıştı!

 

“Sıradaki.”

 

Lee Hyun hüsrana uğramış bir suratla asistana video kamerasını uzattı.

 

Daha şimdi Seoyoon’un videosunu izlemişken hiç kimse Lee Hyun’un videosunu pek umursamıyordu.

 

Açıkçası çoğu insanın yalnızca Seoyoon’un videosunu görmeyi beklediğini söylemek abartı olmazdı.

 

Mısır, Afrika ve Avrupa seyahatleri!

 

Dört çeker ciple çöl turu, uçaktan ve otelden paraşütle atlama, bir otomobil, bir motorlu tekne turu, derin deniz maceraları ve hatta ekstrem sporlar! Profesör videoyu bitirişinin ardından uzun bir yorum yaptı.

 

“Profesörler olarak ödev verirken beklentilerimizin bir sınırı oluyor. Ben de böylesine özel bir tatil tecrübe edecek bir öğrenci olacağını hayatta düşünmezdim! Böyle bir ödev vermiş olmasaydım bu öğrenciden haberimiz olmayacaktı, öyle değil mi? Lütfen başka hiç kimsenin yapamayacağı bu denli özel bir seyahati tecrübe etmiş olan Lee Hyun’a bir alkış alalım!” Bazı öğrenciler heyecandan titremeye bile başlamıştı.

 

“Prensesin Şövalyesinden de bu beklenirdi.”

 

“Biliyorsunuz ya, eğitimde de harikaydı zaten.”

 

Ancak Lee Hyun alkış almaktan hiç mutlu değildi.

 

Çünkü evinde sessiz sedasız yemek yemek, arka bahçesinde hayvanlarını beslemek, dojoda eğitim almak ve avlanmak için kapsüle girmek şeklindeki gündelik hayatını yaşayabilmek onu daha mutlu ederdi.

 

Seoyoon ise onu kıskançlık ve hayret dolu gözlerle izliyordu.

 

Lee Hyun onu kıskandırdığı için de pek mutlu değildi. ‘Kış tatilimi ne pahasına olursa olsun evde geçireceğim. Bu tarz bir ödev daha vermelerine imkan yok, hem verseler bile kardan adam yapar geçerim. Daha çok şey kaydetmem gerekirse de komşu çocuklarının kar topu savaşı yapışını çekerim olur biter herhalde.’ Lee Hyun kendi kendine kış tatilini tamamıyla evde geçireceğine söz veriyordu.

 

Geri kalan öğrencilerin videoları büyük oranda basitti, ilgi çekici değildi, dolayısıyla Lee Hyun başını sallaya sallaya uyuyakaldı.

 

Seoyoon ise videoları izlemek yerine düşüncelere daldı. Kış tatilinde uzaklara seyahat etmek istiyordu.

 

Güvenebileceği ve sırtını yaslayabileceği bir arkadaşıyla seyahate çıkabilirse çok hoş olacağını düşünüyordu.

 

***

 

“Hayalet gemi mi? İskelet bir kaptanın yönettiği gemiyi soruyorsanız pek eminim değilim. Sanırım Kuzeydoğuya gidiyordu…”

 

“Buradan epeyce kurutulmuş balık almıştı.”

 

“Çok ucuza bayağıca kurutulmuş elma da almıştı. Fiyat üzerine pazarlık etme becerisi inanılmazdı.”

 

Haven Krallığının Iffia Adasına ulaşmış olan 2. savaş gemisi, bilgi toplamak için izciler göndermişti.

 

Tek başına bir gemi 230un üzerinde oyuncu taşıdığı için de bilgi alınması uzun sürmemişti.

 

“Buradan kuzeydoğu yönünde gidebileceği pek fazla yer yok…… Eğer Neria Denizinden çıktıktan sonra kuzeydoğuya yöneldiyse daha uzak bir denize açılacak demektir.”

 

Versailles Kıtasının doğusunu dolaştıktan sonra güneye geçebilirdi ama durum buysa Neria Denizi kanalından ilerlemesi daha iyi olurdu.

 

“Adaya vardıktan sonra canavar avlamaya mı niyetli ki? Yoksa yalnızca deniz yolculuğuyla ilişkili bir görev mi yapıyor?” Drinfeld Weed’in niyetini anlayamasa da şu an için hayalet gemiyi takip etmeye kararlıydı.

 

Kuzeydoğu Denizine geçtikten sonra bizzat deniz canlıları ve kuşlara hayalet geminin nereye gittiğini sormaya başlamıştı.

 

Hayalet geminin izini süre süre de Platenis Limanına varmışlardı.

 

“Böyle bir yerde gizli bir liman…… tam da Weed’den beklenileceği gibi. Tüm gemiler, tam gaz kuzeye!” Bu emirle birlikte tüm Haven Krallığı savaş gemileri yelken açmıştı.

 

Her bir geminin 16 yelken açışı izlenmeye değer, görkemli bir manzaraydı.

 

Devasa savaş gemileri rüzgarı arkalarına alarak denizlere açılıyordu.

 

Hayalet geminin izi sürülüyordu! O gemiyi takip ederek denizin kuzeyine ilerliyorlardı.

 

Denizin en ünlü korsanı Griffith! Onun yönettiği 50yi aşkın orta boy yelkenli ve kalyon da Platis Denizinde toplaşmıştı.

 

Korsanlar ordular geldiğinde dahi ölümüne savaşabilecek kadar cesur olmalı ve istihbarat toplama konusunda hızlı davranılmalıydı.

 

Dolayısıyla onlar bölgeden ayrılır ayrılmaz Haven Krallığı gemilerinin peşlerine takılmışlardı. “Demek Haven Krallığı donanmasının amirali bizzat geldi, ha.”

 

Griffith ve korsanlarının tek yapması gereken, pek efor sarf etmeden Haven Krallığının gemilerini takip etmekti.

 

“Yani sadece Haven Krallığı donanmasıyla tatmin olmayıp Weed’i avlamak için bize de ulaştılar, ha? Bak sen şu işe. Ama korsanlar olarak gururumuzu ayaklar altına alıp da avımızı kapmalarına izin vermem. Hadi gidelim de şu kıtanın efsanesini avlayalım bakalım!” Griffith’in bu sözleriyle korsanların kuvvetli bağırışları yükseldi.

 

Korsanlar, tedarik ve ekipman bağlamında donanmadan aşağıydı. Ancak aradaki güç farkını sayılarıyla telafi edebilirlerdi.

 

Korsanların gizli bilgi ağı sayesinde Neria Denizindeki tüm deniz adamları, Griffith’in emri altında toplanmıştı.

 

Yılda yalnızca bir veya iki defa gerçekleşebilecek büyük bir buluşmaydı.

 

***

 

Weed ölümsüz ordularına komuta ederek harika bir mekanda avlanıyordu ancak görev için harekete geçirebileceklerinin de bir sınırı vardı.

 

Ölümsüz ordusu temelde ucuz ve güçsüz olduğu için Babalarla çarpıştıkları her seferde çok sayıda ölümsüz feda ediliyordu.

 

“Keşif işi kolay değil.”

 

Ölümsüz ordusu canavarlardan koşulsuz şartsız düşmanca tepkiler alıyordu.

 

Bu nedenle dur durak bilmeksizin savaşmaları gerekiyordu.

 

Weed artık 40 Ölü Şövalye çağırabiliyordu.

 

Mevcut seviyesi, mana onarım hızı ve ruh çağıran yetenekleriyle oluşturabildiği en büyük ölümsüz ordusu buydu.

 

Buna rağmen Babalarla yaşadıkları her çarpışmada 30 ila 50 ölümsüz kaybediliyordu.

 

“Şimdilik Ermeni korsanlarının yöneldiği 7. tepeye gitmeliyiz. Ama en az 20 kez Babalarla çarpışmak zorunda kalacağız…” Bu çarpışmaların her birinde ölümsüz sayısında muazzam bir düşüş gerçekleşiyordu.

 

Çoğunlukla düşük seviyeli ölümsüzler ölse de onların sayısı çok azaldığı takdirde Ölü Şövalyeler bile yitirilebilirdi.

 

“Tair Porsuklarıyla çarpışarak ilerlemeye devam etmekten başka şansımız yok.”

 

4 Babanın toplandığı her noktada alan etkili lanet büyüleri salınıyor, Ölü Şövalyeler saldırıyor, iskelet büyücüler büyülerini gönderiyordu.

 

Bir sürü hortlak ve zombi hücuma geçiyor, ölümsüzleştirilmiş Geyikler Babalara saldırıyordu! Ölümsüz ordusunun bu büyük saldırısı neticesinde de savaşların sonunun galibiyet olmasına rağmen 23 ölümsüz yanıp un ufak olarak bir daha çağrılamaz hale geldi.

 

Baba üstüne Babayla çarpıştıkları için en az 100 ölümsüz, aynı şekilde bir daha çağrılamadı.

 

“Bu gidişle başımız derde girecek.”

 

Diyen Weed, Tair Porsuklarını avlamaya geçti ama 7. tepeye yaklaştıkça Babaların sayısı artıyor ve artık en az 5-6 canavarlık gruplar halinde dolaşıyorlardı.

 

Üstüne üstlük Weed’in kargaya dönüşerek yaptığı gözlemlere göre Babaları geçtikten sonra karşısında Kaos Savaşçılarını bulacaktı.

 

“Yapacak bir şey yok. Onu daha sonra düşünürüm, şimdilik elimden gelen her şeyi yapacağım.”

 

Diyen Weed, son kozu olan Ebedi İstirahat Aynasını çıkarttı.

 

Matallost inanışıyla ilişkili bu öğe, bir ölümsüzün yüksek canlılık, mana ve kuvvete sahip olmasına imkan tanıyordu.

 

“Dayanıklılığından geriye yalnızca 3 kalmış, bu yüzden…… gerçekten dikkatlice kullanıp kırılmadan önce geri almalıyım.”

 

Ebedi İstirahat Aynasını çıkarır çıkarmaz bedeninden siyah ve mavi bir enerji aktı.

 

*Ding!*

 

****

 

- İğrenç bir Liç, Ebedi İstirahat Aynasını kullandı.

Ayaklandırılan ölümsüzlerin canlılığı %25 yükselecek.

Hareketlilik %38 yükselecek.

Hareket etmek adına çeşitli metotlar kullanacaklar. Örneğin dört ayak üzerinde emekleme veya duvardan atlama.

Ölümcül zehirlere sahip olacaklar.

Dirençleri artacak.

İçgüdüleri keskinleşecek.

Toprağı kazıp içine gizlenen ölümsüzler ruh çağıranın mana tedariki olmadan da daha uzun bir süre direnebilecek.

-Artık 5. seviye ölümsüz çağırma yeteneği kullanabilirsiniz.

Bir ruh çağırana itaat edecek bir grup cadı çağırabilirsiniz.

Ruh çağırma yeteneği etkisi %55 gelişti.

Özel beceriler kullanılabilir: Gaddar Mezar, Gece Yarısı Hayalet Çığlığı, Asit Nefesi, Acının İntiharı, Canlılık Transferi.

 

- Ebedi İstirahat Aynasının pek fazla dayanıklılığı kalmadı.

 

****

 

Weed’in canlılığı, manası ve bilgeliği de epeyce artmıştı. Tek başına zeka ve bilgeliği bile 300 artarken maksimum manası ikiye katlanmıştı.

 

“Şimdilik dinlenin millet.”

 

Diyen Weed, ölümsüzlere yaptığı tüm mana tedarikini durdurarak ölümsüz çağırma büyüsünü etkisiz hale getirdi.

 

Ardından zombiler, hortlaklar, iskeletler ve Ölü Şövalyeler hep birlikte yere yığıldı.

 

Geriye yalnızca Ölü Şövalye Van Hawk ve Geumini kaldı.

 

“Yeniden yükselin. Sizleri cehennemin dibindeki işkencelerden kurtaracağım. Sizlere dünyaya hükmetmenize yetecek bir güç bahşedeceğim. Ölü Şövalyeleri çağırıyorum!”

 

Deyip cesede dönüşen iskeletleri kullanan Weed, en az 50 Ölü Şövalye ayaklandırdı.

 

Esasında gerçek bir Ölü Şövalye yalnızca bir şövalyenin cesedini kullanarak ayaklandırılabilirdi.

 

Ve bir Ölü Şövalye çağırmak için yozlaşmış, açgözlü ve adaletsiz bir şövalyenin cesedi kullanılırsa etki daha da büyük olurdu.

 

Ölü Şövalyeler esasında canavarlara ait olan kemikleri kullanılarak ayaklandırıldıkları için bir cezaya mahkum olurlardı.

 

Ama buna rağmen bedenlerinden morumsu kırmızı bir aura yayılıyordu!

 

- Ruh çağıranın yeteneğindeki gelişmeyle birlikte Ölü Şövalyelerin kuvvet ve canlılıkları da gelişti.

 

“En aşağı 270. seviyedeler.”

 

Weed bu kadarından bile gayet memnundu.

 

Seviyelerinin 270 olması çoğu Ölü Şövalyeden güçlü oldukları anlamına geliyordu.

 

Ruh çağıranlar şu sıralar büyük bir çoğunluk tarafından övülseler de yenilmez değillerdi. Evet, ölümsüz orduları yaratabiliyorlardı ancak bireysel olarak kaliteleri düşüktü.

 

Daha ziyade hızlı seviye atlama, seri üretim ve toplu tüketime uygunlardı.

 

“Bize emretme hakkına sahip misiniz bilmek isteriz.”

 

Çağrılan Ölü Şövalyeler Weed’e bu soruyu yöneltti.

 

Weed’in, sadakatlerini kazanmak için gücünü ve liderliğini kanıtlaması gerekiyordu.

 

Weed de gereksiz yere laf anlatmaktansa Ahreupen Kraliyet Mührünü çıkarttı.

 

“İmparator Otoritesi.”

 

Ve kristal kafatasından usul usul bir ışıltı yayıldı!

 

****

 

- İmparator Otoritesini kullandınız.

 

Bir lord veya kral bu yeteneği kullandığında diplomasi yeteneği geçici olarak yükselir.

Otoritenizle bir vatandaşın itirazını bastırabilirsiniz.

Şövalyeler ve soylular vereceğiniz her emre uyarlar.

Vatandaşların sadakati artar.

Liderlikte %150 artış.

Karizmada %150artış.

Savaşla ilişkili olmayan istatistiklerde geçici olarak 40 artış.

Doğrudan savaşa dahil olana dek İmparator Otoriteniz süregelir.

Yeteneği iptal etmeden savaşa dahil olduğunuz takdirde İmparator Otoritesinin etkisi, sahibi değişene dek düzenli bir azalış gösterir.

 

****

 

Bir imparator, ordunun önünde çarpışmazdı!

 

İmparator Otoritesini tam anlamıyla kullanmak için gerekli koşulların sağlanışıyla Ölü Şövalyeler diz çöktü.

 

“Emirlerinize itaat edeceğiz.”

 

Weed şimdilik sadakat sözü almıştı, yani ona kolay kolay ihanet etmeyeceklerdi. Ayrıca ölümsüzlerin lordu olarak onları bizzat ayaklandırdığı için temel süreç çoktan tamamlanmıştı.

 

Weed tatminkar bir gülümsemeyle yeteneği iptal etti.

 

“İmparator Otoritesi iptal edilsin!” deyişiyle kristal kafatasını süsleyen aura yavaşça ortadan kayboldu.

 

“Kasabayı bu halde dolaşırsam bayağı faydası olacaktır.”

 

Weed, Ölümsüz Ayaklandırmayı kullanarak çeşitli ölümsüz tiplerini ayaklandırmıştı. Artık ölümsüzleri çok daha güçlüydü ve seviyeleri de eskisine nazaran %30-40 yükselmişti.

 

“Hadi gidelim!” diyen Weed, ölümsüzlere Babalara doğru ilerlemelerini emretti.

 

“Ölü Şövalyeler, birer taneyi işaretleyin. Ölümsüzler, onları desteklemeye odaklanın!” Hortlaklar ve zombilerse Weed’in yanında kalmakla görevlendirildi.

 

İskelet büyücüler büyü saldırıları gerçekleştiriyor ve Geumini ok atıyordu.

 

Ölü Şövalyelerin ana güç oluşuyla 5 Baba yalnızca ufak bir hasarla yakalanabildi.

 

Ölü Şövalyelerin tehlikeye girdiği anlar da oldu ama Weed son anda onlara canlılığından bahşetti.

 

“İşte şimdi avlanmaya benzedi!” diyen Weed, at olarak kullanabilmek için Babaların cesetlerinden faydalandı.

 

Ölü Şövalyelerin binebileceği dehşet atları!

 

Tair Porsuklarının avlanışının ardından canavarları birazcık yavaşlatmak adına düşük seviyeli ölümsüzleri çağırmış ve sonra da Babaları avlayışının ardından Ölü Şövalye ile cadıların sayısını arttırmıştı.

 

Sadece niceliği değil, niteliği de düşünmesi gereken bir noktadaydı. Derald’ın cadılarının çağrılışıyla savaşta kullanılan büyülerin çeşitliliği ve güçleri artmıştı. Weed’in ölümsüz ordusunun toplam gücü eskisine nazaran bir hayli yükselmişti.

 

“Hücum!” Weed, Ebedi İstirahat Aynasının dayanıklılığı tükenmeden önce olabildiğince vakit kazanmaya gayret ediyordu.

 

Babaları avladığı süreçte ölümsüz sayısı pek azalmıyordu. Onları kullanarak yeni cesetleri ayaklandırdığı için kayıplar çok olmuyordu.

 

“Kemikler gelişsin ve bedeni kaplasın. Kemikten Zırh!” Elinin altındaki yeterli ceset stoku sayesinde Ölü Şövalyeler için büyüyle kemikten zırhlar da yapabiliyordu.

 

Pek fazla dirençleri veya defansları olmasa da Ölü Şövalyeler, o verimsiz zırhlarla daha kolay avlanabiliyordu.

 

“Cesetler üst üste yığılıyor, hiçbir yaşam formu var olmuyor. Yalnızca zamanla şekillenen mezarlar var oluyor. Merhumların Mezarları!” Weed’in savaştığı yerlerde mezarlıklar yükselmeye başladı.

 

Bu, kısıtlı bir alanda ruh çağıran becerilerini ve ölümsüzlerin iyileşme oranlarını geliştiren bir destek büyüsüydü.

 

Weed nihayet Babaların savunma hattını aşmış ve yalnızca kargaya dönüştüğü esnada görebildiği Oymacının Mirasına varmıştı.

 

Çatlak topraklardan 300 metre aşağısı bile görünebiliyor ve oradan lavlar akıyordu. “Temkinli ilerleyin.”

 

Weed canavarlarla savaşıyor, çatlaklardan kaçınıyordu.

 

Las Phalanx’ın Şeytani Ruhu, Daeban Ruhları ve kayıp öfkeli barbarlar! “Şeytani ruhlardan ne kadar kaçınabilirsek o kadar iyi olacak herhalde.”

 

Tair Porsuklarından güçsüz olsalar da ruh çağıranlar için rakiplerin savaş sonrası ardında ceset bırakması önemliydi. Bu nedenle Las Phalanx’ın Şeytani Ruhu veya Daeban Ruhlarından kaçınıyor ve barbarlarla çarpışıyordu.

 

Barbarlar Ölü Şövalyelerle eşit bir kuvvetle çarpışsa da Weed’in lanetleri ve cadıların saldırılarına eşit şekilde karşılık veremiyorlardı.

 

Boğucu çoklukta canavar avlamayan bu hissi anlayamazdı. Weed, manasını maksimuma yükseltmek için Harabe Kulesinde meditasyon yapıyordu.

 

Sırada en zorlu engel olan Kaos Savaşçıları vardı.

 

Babaları homurdana homurdana avlayan Kaos Savaşçıları. Weed onları aşamazsa Ermeni korsanlarının bulunduğu noktaya varamayacaktı. “Öldürün onları!” Bu emirle birlikte ölümsüz ordusu Kaos Savaşçılarına doğru hücum etti.

 

Karşılarında 8 Kaos Savaşçısı vardı! Seviyeleriyse muammaydı.

 

“Çürümüş cesetler, saf ateşle arının.”

 

Kaos Savaşçıları ölümsüz ordusuna baltalarını ve kamçılarını savuruyordu. Kamçıların temas ettiği andaysa zombi, hortlak ve iskelet gibi güçsüz ölümsüzler yüksek ısı nedeniyle eriyordu.

 

Tüyler ürpertici bir saldırıydı.

 

Van Hawk bile üç Kaos Savaşçısının ortaklaşa saldırısına 2 dakika kadar direndikten sonra nihayet geri çağrılmıştı. Ölü Şövalyeler de Kaos Savaşçıları karşısında merhametsizce toza dönüştürülüyordu.

 

İşte Weed’in ölümsüzlerin silip süpürüldüğünü görerek bir lanet büyüsü gerçekleştirdiği sıralardı. İster kaçmak ister savaşmak zorunda olun, rakibi lanetlemek her türlü avantaj sağlardı.

 

“Tink.”

 

Ancak Kaos Savaşçıları bir orada bir burada beliriyordu. Kısa mesafeli ışınlanma kullanarak cadıları ve Ölü Şövalyeleri katlediyorlardı.

 

Weed’in alan etkili lanet büyüleri kullanmaya cüret edemeyeceği kadar hızlıydılar. O anlık bir tereddüde düşmüşken ölümsüz sayısı hızla düşüyordu.

 

“Mööööö!” Sarı Oğlan aceleyle bağırarak koşmaya başladı.

 

“Hadi kaçalım, efendim.” Weed de fazlasıyla hemfikirdi.

 

“Geumini, kaç!”

 

Hızlı Geumini böyle zamanlarda kaçarken Işığın Kanatlarını bile salıverirdi! Daha sonra geri kalan birimleri sayan Weed, yalnızca gömülme zamanı gelmiş gibi görünen 7 zombi, 2 Ölü Şövalye ve 10 iskeletten ibaret olduklarını gördü.

 

Yani ölümsüzler Weed’in kaçışının ardından ruh çağıranın emri olmaksızın gönüllerince çarpışsalar bile durum korkunçtu.

 

Daebet’in etini çiğneyen Kaos Savaşçıları onlara kıyasla gayet iyi görünüyordu.

 

“Böyle olmayacak.”

 

Weed’in ölümsüz sayısını tekrar arttırması gerekecekti.

 

Böylece Oymacının Mirası bölgesinde Tair Porsukları ve Babaları avladı. Ve onları ölümsüze dönüştürdüğünde bir kez daha şansını denedi.

 

“İntikam için geldik. Hepsini gebertin!”

 

Ölümsüzleri toplayan Weed iki kez daha Kaos Savaşçılarıyla çarpışmayı denese de fazlasıyla odaklanmış saldırılarına rağmen yalnızca bir tanesini avlayabildi. Etraflıca bir mağlubiyetti! O bir tanecik Kaos Savaşçısını avladığında da Ölümsüz Çağırmayı kullandı.

 

Bunu yaptığındaysa diğer Kaos Savaşçıları öylesine delirdi ki Weed’in hayatı tehlikeye girdi. Artık geri çekilmekten başka şansı yoktu.

 

“Çok fazla seviye farkı var, yani yeniden doğsam da imkansıza yakın bir iş.”

 

Weed Ölüme Karşı Koyma Gücüyle dirilse bile yalnızca sayılacak ölüm sayısını arttırdığıyla kalacaktı.

 

Ayrıca yetenek yetkinlikleri büyük oranda düşecek ama savaşmaya da bir son veremeyecekti.

 

Bu yüzden olabildiğince kalabalık bir ölümsüz ordusu topladı.

 

“Sadece 3 tane daha öldürür ve lanetlersem galibiyet şansım olabilir.”

 

Gelin görün ki lanetlenemeyecek kadar hızlı hareket ediyorlardı.

 

Ölümsüz ordusunun sayısı hızla düşmeye başlayınca Weed bir kez daha geri çekildi! Dördüncü mücadelesinde de ölümsüz ordusunu yitirişinin ardından pes etmeye mecbur kaldı.

 

Bir ruh çağıran olarak ölümsüz ordusu olmazsa Weed, Sarı Oğlan veya Geumini canından olabilirdi.

 

Şu ana dek var olmuş mesleklerin en iyisi olarak övüleni ruh çağıranlıktı…… Ayrıca bir ruh çağıran tek başına bir ölümsüz ordusuna emir verebildiği için ruh çağıranlar bireysel olarak açık ara en iyi savaşçılardı da.

 

Elbette ki bir sürü para harcayarak paralı asker de tutulabilirdi ama yalnızca seviye ve yetenek olarak bakıldığında en iyi savaş mesleği ruh çağıranlıktı.

 

Tabii seviye ve yetenek yetkinliği uzmanlık seviyesine yaklaşacak derecede yükselirse işler değişebilirdi.

 

Ruh çağıranlar çoğunlukla ucuz ölümsüzleri kullanırlardı.

 

Belirli yöntemlerle kemik ejder gibi varlıklar yaratabilecek yüksek seviyeli ölümsüzlerdi ancak o ölümsüzler bile yenilmez değildi.

 

Saldırı ve savunması yüksek kılıç ustaları o ölümsüzleri yenebilir ve iyi ekipmanlar kuşandıkları takdirde kolay kolay ölmezlerdi de.

 

Yetenek yetkinlikleri yükseltilmesi zor yüksek seviyeli büyücülerin muazzam bir güce sahip olduğu düşünülürdü.

 

Öyle ya da böyle, sözde en iyi meslek olan ruh çağıranlık mensupları bile Las Phalanx’ta özgürce dolaşamıyordu.

 

Weed Kaos Savaşçılarına karşı savaşmaktansa ölümsüz ordusuyla avlanmaya odaklanmakta karar kılmıştı.

 

Takip eden 10 günde 5 defa seviye atladı.

 

- Ebedi İstirahat Aynasının dayanıklılığı 1e indi.

 

Neticede Ebedi İstirahat Aynasının dayanıklılığı limitine ulaştı. Dolayısıyla Weed, aynayı kırılmadan önce çantasına yerleştirdi.

 

- Ebedi İstihbarat Aynasının etkileri ortadan kayboldu.

 

Böylece ölümsüzler ve istatistikleri eski hallerine döndü. Maksimum manaları ve onarım oranları da düştü.

 

Ruh çağıran tarafından kontrol edilmeyen bazı ölümsüzler istedikleri gibi dolaşıyor ve yarıklara düşerek veya canavarlar tarafından kapılarak yok oluyordu.

 

Weed artık 5. seviye ölümsüz çağırma yeteneğini kullanamazdı ama daha önce çağırmış olduğu cadıları elde tutabilirdi.

 

“Yeniden Tair Porsuklarını veya Babaları avlamam gerekecek.”

 

Weed derin düşüncelere dalmıştı.

 

Ruh çağıranlık sayesinde liderliği ve karizması her daim yüksekti. Yine de çeşitli yetenek yetkinlikleri, dayanıklılık ve sabrın yükselmesi adına oymacılığa dönmesi daha iyi olurdu.

 

Hiç değilse 10 heykel yapıp hayat bahşederse şimdiki kadar olmasa da rakiplerini avlamak hiç değilse şimdiki kadar kötü olmayabilirdi. Weed’in canı bu düşüncelerle sıkılırken uzaklardan birileri yaklaşmaya başladı.

 

“Canavarların buraya gelmediğinden emin gibiyim.”

 

Solgun yüzlü ve siyah pelerinli bir adam ile inanılmaz güzellikte bir kız, ufukta belirmiş şekilde Weed’e doğru yürüyordu.

 

Terk edilmiş topraklar, Las Phalanx. İkili oraya, ölümsüzlerin bulunduğu noktaya doğru ilerliyordu.

 

“Bu bölgeyi keşfeden başka oyuncular da mı var ki? Şu kız da Seoyoon’a amma benziyormuş.”

 

Weed Seoyoon kadar güzel bir kızın daha olmasına anlam veremiyordu. Böylesine güzel hiç değilse 5 kız daha olsaydı dünya çapındaki intikam oranları muazzam bir şekilde düşermiş gibi geliyordu.

 

“Özellikle erkekler intihar etmeyecektir.”

 

Ona uzaktan bakmak erkekleri hayatta olmanın mutluluğuyla yakar ve neticede içleri yaşama arzusuyla dolardı.

 

Umutsuzluk kurtarıcısı. Odasından dışarı adım atmayan işsiz güçsüz tipler bile Seoyoon’u pencereden görür görmez dışarı koştururdu.

 

Ölü Şövalye Van Hawk da yan taraftan yorum yapıyordu.

 

“Siyah kıyafetler, uzun boy ve solgun bir yüzle tıpkı Tori’ye benziyor, Efendim.”

 

“Aynen, gerçekten de ona benziyor.”

 

Weed ölümsüz ordusuyla birlikte izleyedururken ikili de onlara doğru ilerliyordu.

 

Kemik ejdere karşı savaşmalarının ardından görüşmeyeli epey olmuştu ve ekipmanları değiştiği için onları öyle kolayca tanıyamamışlardı. Fakat yüzleri net bir şekilde görülür hale geldiğinde anlaşıldığı üzere onlar sahiden de Seoyoon ve Tori’ydi.

 

***

 

Haven Krallığı donanma generali Drinfeld, tamı tamına hayalet geminin rotasını izliyordu.

 

Tanık olan deniz canlılarını kullanarak Deron Denizine ulaşmıştı.

 

“Harika. Deniz hakkında pek bir şey bilmediğini duymuştum, öyleyse bu kadar uzaklara nasıl gelebilmiş ki?”

 

Weed’in beklentilerinin aksine bu denli uzaklaşmış olduğunu gören Drinfeld’in onunla ilgili fikri değişmişti.

 

Weed, Kuzey Işıkları Bölgesine ve Deron Denizi Buzullarına bile ulaşmıştı.

 

“Görevin istikameti neresi ki bu kadar uzaklaşması icap etmiş?” Savaş gemilerinin yemek stoklamak ve dinlemek için birkaç defa durması gerekmişti.

 

Drinfeld haricindeki Haven Krallığı oyuncuları daha önce balıkçılık yeteneği edinmişti. Bunun denize açılanlar için zorunlu bir yetenek olduğu söylenebilirdi ama koca bir filoyu doyurmaya yetecek düzeyde değildi.

 

“Kaptan, hava soğudu!” Buzul bölgesinde seyahat ettikleri sırada pek çok hazırlıksız denizci grip olmuştu.

 

“Gerçekten Deron Denizine geleceğini hiç düşünmemiştim. Tayfanın alacağı hasar büyük olacak.”

 

Drinfeld Haven Krallığı donanmasına liderlik ederek bu denli uzaklaşmayı beklemiyordu. Haven Krallığı gemilerine veya mürettebatına bir zarar gelecek olursa tüm sorunluluğu üstlenmek zorunda kalacaktı.

 

Otoritesini korumak için periyodik sonuçlara ihtiyaç duyarken dikkatli davranmadığı takdirde her şey için suçlanabilirdi.

 

Yardımcı kaptan, endişeli bir şekilde ağzını açtı.

 

“Artık geri dönebiliriz. Weed’i kovalamayı bırakıp geri dönmemiz gerekmez mi?” Ancak Drinfeld kafasını salladı. “Hayır, buraya kadar gelmişken geri dönmek için çok geç. Devam edeceğiz.”

 

Haven Krallığı donanması bu şekilde buzul bölgesini de geride bıraktı. Ve bu süreçte mürettebattan 273 kişi hayatını kaybetti.

 

Bunlar büyük oranda ince kıyafetleriyle yelkenleri ayarlamaya veya yıldızlara bakmaya çıkan kişilerdi.

 

Hayalet geminin deniz canlıları yüzünden yolunu değiştirdiğini duymasalardı hasar muazzam bir artış gösterebilirdi.

 

‘Nereye gidiyor bu herif……’ Haven Krallığı oyuncuları ve Drinfeld’in zihninde çeşitli varsayımlar ve şüpheler beliriyordu.

 

“Bir define adası falan mı buldu ki? Mesela yüksek seviye silahlarla ve altınlarla dolu bir yer falan.”

 

“Denizdeki tüm oyuncuların hayalini kurduğu bir define mi?”

 

“Bence define adası değil de mücevherlerle dolu batık bir gemi arıyor.”

 

“Weed’den bahsediyoruz, belki de Deron Deniziyle ilgili bir efsanenin peşindedir. Efsanevi silahlar veya mücevherlerle kaplı bir taç gibi paha biçilemez bir şeyin yani.”

 

“Hadi neresi olursa gidelim artık!” Bir hayli heveslenmişlerdi. Weed’i takip ettikçe izledikleri rota zorlaşıyor ve yolun sonunda beklemeye değer bir ödül olduğuna inanıyorlardı.

 

Krallığın menfaati uğruna basitleştirilmiş gemilerden oluşan 2. savaş gemisi fırkası diğer krallıkların gemileriyle karşılaştıkça sıklıkla saldırıya uğruyordu.

 

Ekipmanlarını ve hatta görevini çalma arzusuyla dolu halde Weed’i takip ediyorlardı.

 

***

 

Ana kıtanın Morata’yı ziyaret eden tüccarlarının şikayetleri yoğundu.

 

“Önceden transit geçiş vergisi sadece %3tü, ne diye %5e çıktı ki?”

 

“Gerçekten sırf lord diye öylece vergileri arttırabilir mi yani?” Tüccarlar toplanıp şikayetlerde bulunuyor ama Morata oyuncularından herhangi bir pozitif destek gelmiyordu.

 

Çünkü %5 transit geçiş vergisi oldukça düşüktü. Ana kıtada bu oran genellikle %15, %20 ve hatta %35leri buluyordu.

 

Ayrıca transit geçiş vergisi Morata tüccarlarına yönelik değildi, diğer bölgelerin tüccarlarının ödemesi gereken bir vergiydi. Yani Morata tüccarlarının hoşuna giden bir şeydi, dolayısıyla onlardan destek gelmiyordu.

 

“Vergileri bu şekilde arttırabilmesine anlam veremiyorum.”

 

“Bize tepeden bakmasının da bir sınırı var. Morata Lordu bizim arkamızda kimin olduğunu bilmiyor mu? Tüccarlar Birliğimiz ne güne duruyor!” Tüccarlar toplaşıp olay çıkartıyordu. Derken birinin bağırışı yükseldi.

 

“Bu şekilde kendi aramızda konuşmamalıyız. Gelin lordun kalesine gidelim.”

 

“Hadi gidip onunla konuşalım!” Böylece tüccarlar lordun kalesine doluştu. Elbette bunu yapma sebepleri Morata Lordu Weed’in orada olmadığını bilmeleriydi.

 

Kale muhafızlarına sızlanıyorlardı.

 

“Öyle bir anda vergi mi arttırılır, böyle bir şeyi nasıl yapabilir?!”

 

“Bu işin sorumlusuyla konuşmaya geldik.”

 

Ana kıta tüccarlarının şöhret ve otoritesi aşırı düzeydeydi.

 

Muhafızlar onları kibarca lord kalesinin içerisindeki ticaretten sorumlu bölgeye götürdü.

 

“Burası Morata’da kalan tüccarlarla ilgilenilen Ticaret Departmanı.”

 

Tüccarlar bir hışımla içeri daldı. Fakat yerler samanlarla kaplıydı ve dişi inekler buzağılarla meşguldü.  

 

“Ticaret Departmanını bu şekilde dekore eden de kim!? Sorumlu kim ve nerede?!”

 

Ticaret Departmanındaki besleyicinin hemen yanında bir isim levhası yer alıyordu.

 

Morata Ticaret Temsilcisi – Sarı Oğlan

 

Sarı Oğlan an itibarıyla yerinde değildi.

 

“Burada böyle dikilmemeliyiz. Sorumlu kişiye transit geçiş vergileriyle ilgili şikayette bulunmamız gerekmez mi?”

 

“Konuşulacak kişi o olmalı, evet.”

 

Böylece tüccarlar bir kez daha dışarı çıkarak Finans Departmanını aradı ancak oranın temsilcisi olan Geumini de makamında değildi. Vergiden sorumlu başkan yardımcılığı koltuklarıysa Wyvernlere aitti! Ve Wyvernler genellikle kulelerin tepesinde oturuyor, Morata’yı nadiren ziyaret ediyordu.

 

Dolayısıyla Wyvernlerle görüşmek de zordu.

 

Tüccarlar muhataplarını ikna edebilmek adına şöhretlerinden ve iletişim becerilerinden faydalanmak istiyordu ama ikna edebilecekleri hiç kimse yoktu. Elbette Wyvernlerin insanların konuşmasına müsaade edecek kadar sabırlı olup olmayacağı da muammaydı.

 

“Sorumlu hiç kimsenin olmayacağı kimin aklına gelirdi ki… peki ya Morata’daki diğer yöneticilerle görüşmeye ne dersiniz? Morata yönetimiyle ilgili birazcık akıllarına girebiliriz.”

 

“Katılıyorum.”

 

Böylelikle tüccarların temsilcisi Finans Departmanından çıkarak Askeriye Departmanına geçti.

 

Lordun kalesinin onarım ve gelişimine bağlı olarak yeni departmanlar açılmış ve her birine yöneticiler atanmıştı.

 

Askeriye Departmanı yöneticileri – Bingryong ve Anka Kuşu – avlanıyor.

 

Weed, elverişli bir diktatörlük için yönetici koltuklarını hayat bahşettiği heykellere vermişti. Bu nedenle tüccarların hükümet değişikliği konusunda baskı uygulamak adına lobi yapması veya yöneticileri ikna etmesi mümkün değildi.

 

İşte bu, gerçek bir diktatörlüktü! Bolca katkıda bulunan şövalye veya tüccarlar gelecekte yüksek mevkilere terfi ettirilebilirdi ancak Weed şu an için mutlak güçle hüküm sürüyordu.

 

#Hem heyecanlandıran hem güldüren bir bölümdü. Weed tam da sıkışmış ve daha fazla ilerleyemez hale gelmişken Seoyoon’un yanında Tori’yle gelişi bayağı iyiydi. Ama benim en eğlendiğim kısım elbette ki tüccarların departman departman gezip hüsrana uğrayışıydı. Gerçek hayatta resmi bir kuruma girip karşımda bir dolu inek göreceğimi düşünüyorum da… Neyse… Bakalım Seoyoon ve Weed arasında nasıl bir sohbet geçecek ve bundan böyle bizi nasıl bir avlanma macerası bekleyecek, bir sonraki bölümde cevabı görmek ve görüşmek üzere!

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44339 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr