Bar Khu Sıradağlarından geçen yolcular ve kervanlar sadece kısa süreliğine kamp yapardı. Rosenheim Krallığındaki hakiki bir kafa dinleme mekanıydı, insan yoğunluğu yok denecek kadar azdı.
“Ne kadar uzak, o kadar iyi. Bu yöne gelerek çok büyük bir fırsat yakaladık, şimdi sadece birkaç gün içinde hedefimize varmış olacağız.”
“Bu bayağı bir iş demek.”
Halman güldü.
“Hepsi senin sayende, Margaux.”
“Bunu dümdüz söylemelisin, Levi. Tüm bunlar sen o kızı öldürdüğünde başladı.”
Halman, Margaux, Levi, ve Gran, Briton Konfedarasyonunda ünlü oyunculardı. Diğer oyuncuları öldürüp ekipmanlarını alma zevki için yaşıyorlardı. Bu kötü şöhretli dörtlü daha çok ‘Dwichigi’ diye çağrılıyordu.
Bir ay kadar önce Bulutun Korkusuzları adlı loncayla araları açılmıştı. Briton Konfederasyonundaki en büyük 10 lonca arasındaydı ve aynı zamanda Kıtadaki en geniş loncaydı, 6,000i aşkın üyesi vardı. Loncanın inanılmaz bir etki alanı vardı. Briton Konfedarasyonunda en yüce olduklarını iddia ettiklerinde sorgulanmayacak kadar.
Bu Dwichigi‘nin dört üyesinin de o alanda kalmak istememesi anlamına geliyordu.
Açıkcası aranıyorlardı ve bu konuda ellerinden hiçbir şey gelmiyordu.
En çok arananlar listesinde olduklarından dikkatlerini sakince avlanmaya ve brendiyle sarhoşken level atlamaya vermişlerdi, ta ki Fearless isimli bir oyuncuyla karşılaşıncaya kadar.
“Çık buradan. Burası bizim bölgeniz.”
“Bu kızın neyi var?”
“Ne kadar da su katılmamış bir saçmalık!”
Dörtlü doğuştan kötü ahlaklıydı. PK sembolünü temizlemek için ya tapınaklara parasal bağış yapmanız gerekiyordu ya da uzun süre avlanmanız. Bu yüzden onların PK sembolü üstlerinde gözükmüyordu.
Dört kafadar sarhoş bir şekilde saçmalarken avlanma sahasının onun olduğunu iddaa etmeye devam etmişti. Sonunda da bu olay Levi’ye yetmişti.
“Bu kadar, bu kaltağı öldüreceğim!”
“Fearless, sana bana bulaşmamayı öğreteceğim, benimle teke tek düello yap!”
Normal olarak diğerlerinin bu işe karışmaması gerekiyordu. Avlanma alanı yeterince geniş olduğunda, yemek yerken ateşin sıcaklığını paylaşmak yabancıları soğukta bırakmaya göre daha tercih edilesiydi. Onlar o kızı katletmiş, dört kişi tepesine çökmüşlerdi.
Kötü şöhretli Dwichigilerin hepsi saldırı pozisyonuna kaymıştı. Brendinin etkisinin yanında dördünün seviyeleri diğer oyuncuların aksine gözle görülür bir biçimde düşüktü. Bir grup olarak düzen içinde saldırıyor ve hızlı saldırılara yoğunlaşıyorlardı. Tabii ki diğer oyuncu yeterince kolay bir şekilde boşu boşuna ölmüştü.
Bundan sonra bir harita elde etmişlerdi.
Cücenin unutulmuş mezarı: |
“Bu da ne?”
Dördünün kahkahaları kesildi. Bir hazine haritası bulmuşlardı, eşsiz bir item.
O zamandan beri, durmaksızın Bulut loncası tarafından takip ediliyorlardı. Ancak o zaman Bulut loncasının bir üyesini öldürdüklerini fark etmişlerdi.
“Holy shit! Sizi lanet moronlar(cyka). Eğer o kızın lanet bulut loncasından olduğunu söyleseydiniz asla ona saldırmazdım!”
“Kendimizi bitirtmeden onlarla olan işimizi halletmemiz lazım.”
“İşte bu yüzden suçluyuz!”
“Her halükarda bir süreliğine arazi olmalıyız.”
İki hafta boyunca insanlardan ve yüksek yoğunluklu alanlardan kaçınarak yaşamışlardı. O ana kadar Bulut loncasının onları yakalama çabaları bir parça bile azalmamıştı. Düzinelerce kez ölümün öpücüğünden kıl payı kaçmışlardı. Dörtlünün seviyeleri 220 civarındaydı ama ölümden ancak derin deneyimleri sayesinde kaçınabilmişlerdi. Bu krizi tersine döndürecek bir şeyler yapmak zorundaydılar.
Halman sonunda konuştu.
“Bu garip.”
“Ben de öyle düşünüyorum, sen katılmıyor musun?”
“Tüm bir lonca sadece bir üyesini öldürdüğümüz için bizi kovalıyor olamaz.”
“Evet, bu kadar geniş çaplı aramaları normal olamaz.”
“Dur bir dakika, ya o kızdan aldığımız haritayla ilgiliyse?”
“O da ne, Cücenin unutulmuş mezarı…”
“Harita çok özel olmalı. Bu i*neler bizi istemiyor, onlar haritanın peşindeler.”
“Hehe”
“Öyleyse haritadaki hazineyi biz bulmayı denemeliyiz.”
O zamandan beri dörtlü, haritanın gizemlerini keşfediyordu. Haritanın arka planını araştırmak için diğer krallıklara geçip eski kitaplarda araştırmış, haritanın mısralarının manasını yorumlamışlardı. Sonuç olarak da Bar Khu dağlarına gelmişlerdi.
//Adamları takdir ettim, haydutlar ama akıllı haydutlar. Dörtlü dediğimin ingilizcesi ‘the four’
“Sadece bir kişi mezara girebilir.”
“Evet, fakat bir alternatif ne olacak? Daha önemlisi aramızda hiç kolcu yok, yani tuzakları etkisiz hale getiremeyiz.”
“Bu….”
“Bu iş bir bedenin yanmasıyla kendi kendine çözülecek.”
“Bu sayede tüm süreç sorunsuz gidecek, bir kişinin yıldırım çarpmasıyla ölmesi gerekse bile. Öyleyse…aramızdan kim ölüme gidecek?”
Açıkçası, hiçbiri ölmek istemiyordu. Diğerleri gibi dörtlüden hiçbiri kurban olmak ve zindandaki çukurun dibinde ölmek istemiyordu. Sonra Gran ışıldayan bir gülümsene takındı.
“Ölmek için kim seçilecek?”
“Kim?”
“Benim kurban olmamın hiçbir yolu yok, nereyi işaret ediyorsun?”
Gran'ın işaret ettiği yerdeki bir şey onların dikkatini çekti.
Çünkü o ne kendisini ne de aralarındaki birini işaret ediyordu. Gran dağların aşağısına doğru bir noktayı işaret ediyordu. Bu sırada Weed ve Mapan’ın yük arabası gıcırdayarak yaklaştı.
“Vauuv… S.A, benim ismim Mapan, böyle bir mekanda insanlarla karşılaşmayı beklemiyordum.”
“Ben Gran ve bunlar Levi, Halman, şu da Margaux.”
“Tanıştığıma memnun oldum.”
Dörtlünün hepsinin yüzlerinde kocaman gülümsemeler vardı, Weed ve Napan’ın gelişiyle şad olmuşlardı.
“Bar Khu Dağları insanlar için olan bir mekan değil, buraya çok uzun yoldan gelmiş olmalısınız…siz ikinizi bu ücra topraklara getiren nedir?”
“Evet, biz ticaret için geliyoruz.” Mapan öne çıkarak cevapladı.
“Ticaret için mi? Öyleyse siz ikiniz tüccarsınız, değil mi?”
“Evet, Ben bir tüccarım ve burada ki Weed ise bir oymacı(oyucu :)) ”
“Oh, Anlıyorum.”
Gran’ın kocaman bir gülüşü vardı. Halman, Margaux ve Levi de gülmemeye uğraşıyorlardı.
‘Bir Oymacı!’
‘Ne çeşit bir aptal oymacılığı meslek olarak seçer ki?’
Bunlar onların düşünceleriydi ama Weed ve Mapan’a davranışları tamamen nazikti. Çünkü hala çözülmesi gereken bir sorunları vardı. Dörtlü için düşünceli soruları Gran soruyordu. Brendinin etkisi altındayken insanları neredeyse daha iyi okuyabilirdiniz.
“Her neyse, anlıyorum. Ama Baruk Dağlarını geçerken canavarlarla karşılaşmış olmalısınız. Canavarlara karşı nasıl savaştınız?”
“İşte buradaki Weed sayesinde….”
Mapan tam açıklamak üzereydi ki Weed onu kenara çekti.
“Weed?”
Weed Mapan’ın tüm hikayelerini ifşa etmesini engellemeye çalışıyordu. Bir şeylerin doğru olmadığını fark etmişti. Bu sırada Gran onlara gözlerini devirdi ve güldü.
“Şey, bana anlatırken rahat olabilirsin. Zor değil miydi?”
Aslında Weed’in bu 4 gezginin bir şeyler gizlediğine dair bir hissi vardı.
Versailles Kıtasının genelinde insanlar ne kadar çok sayıda olsa da Canavarların Cenneti farklıydı. Burada neredeyse hiç insanla karşılaşmazdınız.
Genellikle, dağlar gibi yoldışı yerlerde insanlarla karşılaşırsanız memnun olurdunuz, belki beraber yemek bile yerdiniz. Ve eğer aynı doğrultuda gidiyorsanız bir süreliğine beraber yolculuk ederdiniz ama bu insanlar çok fazla mutlulardı.
Ayrıca Mapan onların sınıflarını söylediğinde buna çok memnun olmuşlardı.
Weed doğal olarak onların dizilişini gözlemlemişti. Gran önde duruyor, arkasındaki ikisiyle konuşuyordu ve sonuncuları da arkalarını kolluyordu.
‘Onlar Haydut.’ diye düşündü Weed.
Eğer canavarların Versailles Kıtasındaki tek risk olduğunu düşünüyorsanız kesinlikle yanılıyorsunuz. Aksine, böyle mekanlarda karşılaşılan oyuncular çok daha tehlikelidir.
Weed Mapan’a normal davranmasını söylemişti.
“Ben bir oymacıyım ama eşsiz bir yeteneğe sahibim.”
“Ne tür bir teknik?”
“Bir çeşit bağırış. Canavarlar sesi duyduğunda kaçıp gidiyorlar. Görmek ister misin?”
“Evet, Merak ettim.”
Weed aşırı güçlü yeteneği Aslanın Kükremesini kullanmak için manasını topladı.
“Khu heng!”
Mapan anında ellerini kulaklarına yerleştirmişti ama dörtlü Weed’in yeteneğini bilmiyordu ve hazırlıksız yakalanarak sersemlediler.
“Lanet!”
“Bu nasıl bir saçmalık, sadece sesiyle…….!”
Gran ateşli davranışları olan Margaux ve Levi’yi bastırdı. Genişçe gülümserken de Weed’e göz kırptı.
“Ne kadar da görkemli bir kükreme. Hrmm, bu bana bir şeyler hatırlattı. Uzun süredir bölgede hiçbir şey göremiyordum, tahmin ediyorum ki canavarların kıtlaşmasının nedeni budur.”
Aslanın Kükremesi Yeteneği.
Weed Gran ile parti kurmadığından liderliği artmamıştı.
Ek etkiler de gözükür değildi.
Tek hissettikleri gürültülü bir sesti.
“Evet, canavarlar bu sesi duyduklarında tereddüt ediyorlar o sıradaysa ben kaçıyorum.”
Dörtlü Weed’in açıklamasının ardından güldü.
Dörtlü konuşmaya ihtiyaç duymadan anlaşmışlardı, gözleriyle iletişim kuruyorlardı.
Gran ciddi bir yüzle Mapan ve Weed’e dönüp konuştu.
“Şu ana kadar güvenle seyahat etmeniz için bu numara işe yaramış olabilir ama Bar Khu dağları gerçekten tehlikeli bir yer. Bu karşılaşmamız kader olabilir, bundan sonra size eskortluk edeceğiz. Bu teklifimizi tamamen iyi niyetimizle yapıyoruz, yani reddetmeniz için bir sebep yok. Sizinle seyahat etmekten çok memnun oluruz, haha.”
“Haha! Eğer böyleyse neden reddedelim ki??”
Mapan gürültülü bir kahkaha attı. Güçsüz bir tüccar olarak 4 güçlü savaşçıyla bir grup oluşturmak kötü bir fikir değildi.
“Sizinle çalışmak bir zevktir.”
Weed anlaşmayı sessizce kafa sallayarak onayladı. Durumun daha da kötüye gittiğini fark ediyordu, 4’ünün gözünde o, takip etmekten başka bir şey yapamazdı…şimdilik.
Maceranın, keşfedilmemiş diyarları ziyaret etmenin, yeni tanıştığın yolcularla kamp yapmanın keyfi... Güvenilir takım arkadaşlarına arkanızı yaslayabilirdiniz. İyi anlaştığınız arkadaşlarınızla avlanmak Kraliyet Yolunun zevklerinden biriydi. Weed başkalarıyla beraber avlandığı zamanlardan hoşlanıyordu. Çok uzun süreler boyunca oynadığından hep yalnız olması mantıksız olabilirdi, yani diğer oyuncularla birlikte seyahat etme fikrine sıcaktı.
Ne yazık ki içinde bulundukları durumda tehlikeli görünen 4 adamla ilgili fikirleri farklıydı.
Kağnının etrafında dörtlü, canavarlarla dövüşme pozisyonunu üstlenmişti, göz ucuyla Weed ve Mapan’ı gözlemliyorlardı.
Dördü düşüncelere dalmıştı. Dün bir arada yolculuk etmeye başladıklarından beri onların kötü doğasından çoktan haberdar gibiydi. Bu sırada Weed değerli taş çıkardı. Dwichigi dörtlüsü dikkatlerini ona odakladılar ve biri sordu.
“Ha? O bir mücevher mi?”
Margaux derin merakını anında dışarı vurmuştu. Mapan gülerek yanıtladı.
“Evet, Weed şu aralar mücevher işliyor.”
“Oh, mücevher işlemeciliği değil mi?”
“Hayır.”
“Vauuv, bu taş…. devasa!”
Margaux’un genç gözlerinden açgözlülük fışkırıyordu.
Weed Zahab’in oyma bıçağını sıkıca kavramıştı. Fakat dörtlü şimdilik bir kavga başlatmak için yeterince motive değildi.
‘Sıradan bir mücevher için saldırmanın bir mantığı yok, daha iyi bir şeyin ortaya çıkmasını ummalıyız.’
Dörtlü şimdiden entrikalarını kurmuştu, Mapan’a ve Weed’e baktıklarında sabit fikirlerinin etkisinde kalıyorlardı.
Weed ve Mapan'sa şeytana pabucunu ters giydiriyordu!
Şu anda kandırılmış numarası yapmakla meşgullerdi!
“Hazırlanıp bir şeyler yemenin zamanı geldi.”
“Bize eskortluk ettiğiniz için çok teşekkürler ama… soğuk yemekler… olmasa daha iyi.”
“Haha, hayır, sadece izle.”
Weed ve Mapan dörtlünün düşürdüğü ganimetleri onlara vermek zorundaydı.
“Burada soğuk sunulan çeşitten kalitesiz yemekler yok.”
“Yoldaşlar, aynı yola gitmiyor muyuz? Öldürdüğümüz canavarların ganimetlerini paylaşmamız çok doğal.”
“Öyle yapalım o zaman.” Dörtlünün gözleri cinnetle yanıyordu.
‘Bu nasıl bir utanmazlık…‘
Mapan genişçe gülümsedi. Weed’inse bu duruma şüphesi daha da arttı.
‘Sebepsiz iyilikler ha… böyle bir şey olamaz. Bize saldıracaklarsa niye bu kadar saçmalığa katlanıyorlar?
Genellikle karşılıksız hediyeler veren insanlar çok iyi insanlar olurdu. Weed bu ganimet paylaşımında durumun çok ama çok ters gittiğini fark etmişti. Garip görünmemek için çok fazla uğraşıyorlardı. Öbür türlü Weed durumu dışarı yansıtmazdı. Aslında onların kafalarındaki şüpheleri Mapan sayesinde örtbas ediyorlardı. Mapan, dörtlünün iyiliğine gerçekten inanıyordu.
Ertesi gün grup, karşı taraftan düzinelerce metre ayrık olan kanyona vardı, aşağıdaki vadiyi yoğun bir sis sarmıştı.
Köprüyü geçmek, ilk gördüklerinde düşündükleri kadar zor değildi.
“Ne köprü ama! Göründüğünden birkaç kat daha sağlam.”
Ancak Mapan yük arabasını sürmeye çalıştığında Gran önüne geçti ve ilerlemesini engelledi.
“Beyler, beyler. Sizler maceracı mısınız yoksa değil misiniz? ”
“Ne?”
“Ben her macera kadar bu mükemmel manzaranın da keyfini çıkartıyorum. Aşağıda bir şeyler olmalı, buradan inebiliriz. Biraz bu yolda gitmekle ilgilenir miydiniz? Ne dersiniz?”
Mapan Gran’ın sözleri konusunda tereddütlüydü. Versailles kıtası hakkındaki her şey iyi yapılmıştı. Ormanlara girebilirdiniz, hatta dağlara çıkabilirdiniz, bir arabada ya da vagonda seyahat etmenize gerek yoktu. Köprüyü geçmek, kanyonun dibine inmekten çok daha kolaydı ve daha akla yatkındı. Dörtlünün demin önerdiği şey kulağa hiç de doğru gelmiyordu.
Bu sözlerden sonra, Mapan bir şeylerin garip olduğunu hissetti.(Sonunda amk)
“Şey, bu gerçekten gerekli mi…?”
Mapan’ın niye reddettiğini anlamak için filozof olmaya gerek yoktu. Her tüccar daha güvenli yolu seçerdi. Dörtlüyse bu fikrin tamamen karşısındaydı.
Seueuk!
Halman, Margaux ve Levi ellerini kılıçlarının kabzalarına yerleştirmişti. Weed ve Mapan ise tuzağa düştüklerini çoktan fark etmişti.
Bir tüccar ve bir oymacı… Böyle bir durumda olayı daha da germeye gerek yoktu, tabii bunun için hazırlanmışsanız. Şimdi yaptıkları sadece onları biraz daha itmek oluyordu. Mapan’ın şiddetli itiraz anı ve tehdit!
“Madem orada bir şeyler var, hadi gidelim. Kulağa hoş geliyor.”
Derken Gran, Weed’in sözleriyle onaylanmış oldu.
“Haha! Sizin de geleceğinizi biliyordum. Çok ilginç olacak.”
Gran ve geri kalanlar ellerini kabzalardan çekti. Halman gülümsedi.
Weed ve Mapan arabadaki yolculuklarına devam ederken Dwichigi dörtlüsü önden gidiyordu. Kanyonun eğimi çok dikti ve arabanın tekerleri birçok defa sıkıştı. Açıkçası dörtlünün yardımları olmasaydı kanyonun dibine asla varamazlardı. Gran ve Halman önden iterken Levi ve Margaux arkadan çekiyordu.
“Tüm bunlar için çok üzgünüm.”
“Haha! Hiç de değil Mapan. Bu kadarcık iş bizim için çocuk oyuncağı!”
Gran ve Halman araba onlarınmış gibi davranıyordu. Yakında bunun gerçek olabileceği ihtimal dahilinde bulundurulunca biraz samimi olmanın bir zararı olmaz diye düşünüyorlardı.
“Oh, burada bir patika olduğunu düşünüyorum…” Gran yolu gösteriyordu. Oraya buraya gidiyor, bazen de aynı yola geri dönüyordu.
“Ah, manzara buradan çok daha iyi gözüküyor. Bu yolda geri gidersek daha tercih edilir olabilir.”
Gran kanyondaki alanı pek çok defa taramıştı.
Weed’in etrafını temizlemesiyse zaman almıştı!
“Vuaa! Buradaki şey kızıl şifalı ot. Şuradaki ise mavi seylan bitkisi…!”
Bar Khu dağlarında şifalı otlar olduğu raporlanmış ve onların kanyonun dibinde olduğunu duymuştu. Bol güneş ışığı çeşitli şifalı otların kök salmasını ve düzensizce büyümesini sağlıyordu. Weed onları hevesle çıkartıp çantasına yerleştiriyordu.
“Ne yapıyorsun?”
“Ne yaptığımı düşünüyorsun? Yabani otları temizliyorum.”
Weed etrafta dolaşarak onları oyalıyor ve rotaları olması gerekenden daha da fazla zaman yiyordu.
“Cyka Blyad!”
“O adamı kendi ellerimle öldüreceğim!”
Dördünün alınlarındaki damarlar atıyordu.
Birkaç saat sonraysa Mapan ve dörtlünün suyu çıkmıştı.
“Hey Gran. Mekanı doğru hatırladığına emin misin?”
“ Hemen ilerde mi?”
“Bir dakika bekle, çok fazla dikkat çekiyoruz. Weed mesele değil, kolayca bir ahmak olduğunu görebilirsiniz. Ama şimdi Mapan denen adam sürekli bizi izliyor, benim sinirlerime dokunmaya başladı.”
“Tamam. O zaman onunla devam edelim!”
Margaux arabaya yaklaştı.
“Hey Mapan, şu heykelciklerle ilgileniyorum aslında. Weed’e benim için güzel bir şeyler yapmasını söyleyebilir misin?”
Diğer tarafta, Levi Gran’ın sonraki hareketini bekliyordu. Bu arada Gran, haritasından şu anki konumlarıyla mezarın yerini karşılaştırıyor ve gözleri ışıldıyordu.
‘Şey, sonunda başardık. Sadece biraz geçmişiz!’
//Şu ana kadar anlamayanlar varsa tek tırnağın içine ‘düşünce’ yazılıyor, çift tırnak içine “konuşma”.
“Şimdi, bu yöne gidelim.”
Gran ve dörtlünün kalanı arabayı geldikleri yöne doğru çevirdiler.
Çalılar ve ağaçların arasında arandılar ve sonunda mezarın girişindeki anıtı buldular. Dördünün içinde sadece birisi gülüyordu.
“Ha? Öyleyse bu höyük bir zindan mı?”
“Bir cücenin mezarı mı?”
“Hadi ama! Biz çok şanslıyız. İçeri girme zamanı geldi. İçeri girmezsek orada ne olduğunu asla göremeyiz.”
“Mapan, Weed! Doğal olarak ikiniz önden gidiyorsunuz, değil mi?”
//Bakalım cumaya kadar kaç bölüm yetişecek. İngilizceye çeviren arkadaşı bi güzel s*****m ben. Adam yer isimlerini eşya isimlerini felan değiştiriyor. Eğer yavaş çeviriyorsam onun yüzünden.
//Hayko da kayserili beyler
//Bu bölüm 8 sayfaydı. 3.3 13 sayfa olucak.
//235 bölüm kaldı.
//Ben wertyul, sabah uykunuz açılsın dedik, iyi mi yaptık bilmem ama bugün bu son bölüm değil bekleyinnn……….
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..