3-Dünya

avatar
425 1

Lucas - 3-Dünya


Doğan güneşin ilk ışıkları suratıma çarparken uykumdan uyandım. Rahat yatağımdan dir çırpıda fırlayıp dolaptan aldığım bir çift kıyafeti giymem de yine aynı hızla olmuştu. Bugün, büyük ve önemli bir gündü.  

Sekiz yıl, ilk geldiğim günden beri sekiz yıldır Rockherd hanesinde yaşıyordum. İnsanlar ve ortama çoktan alışmış, büyü gücünü kullanmayı da öğrenmiştim. Yürüyecek uzun bir yol vardı önümde ve pes etmemi engelleyen bir iradem.  

Kıyafetlerimi giyinip omuzlarıma çarpan saçlarımı topladıktan sonra odamın kapısını açtım. Suratıma vuran güneş gözlerimi kısmama sebep olmuşken sağımda ayakta duran bir hizmetçiyi fark ettim. Kadın korku içinde titriyordu, artık buna alıştığımdan suratına biraz yaklaştım. 

“Böö” 

Kadın bu aptal şeye bile küçük bir hıçkırık atıp geri geri yürüdü, gerçekten ne korkaklardı. 

“Dur, odamdaki kıyafetler yıkansın ve odamı tekrardan silin. Pislikten nefret ettiğimi biliyorsundur.” 

Sözlerim kadını daha ne kadar korkutabilirdi bilmiyorum.  

“Peki efendim.” 

Geldiğimden beri buralardaki korkaklığa alışamamıştım. Gerçi bütün bu korkuyu yaratan kişi benim. Hala o günleri hatırlıyorum. 

Altı yaşına gelene kadar Krun beni bütün Rockherdlerden saklayıp bizzat kendisi büyüttü. Bir yılda bana öğrettiği bütün o aptal büyü şeylerini kolayca öğrenmem onu şaşırtmış olsa da bana bu kadar kolay gelen şeylere neden şaşırdığını anlayamıyordum. O zamanlar Kurn’un yeteneksiz olduğunu bile düşünmüştüm.  

Altı yaşıma bastığımda ise diğer bütün ailedeki yaşıtlarım gibi ortak eğitim almak için akademiye yazıldım. Hala devam eden eğitimi de akademide alıyorum. 

Akademiye gidene kadar da neden Krun’un bana şaşırdığını anlayamasam da Krun beni piçi olarak tanıtıp akademiye soktuktan sonra bu şaşkınlıkların sebebini anladım. Diğerleri, en nazik söylemle bile bir grup köpek kadar yeteneksiz ve işe yaramazdı. Gerçi ben de fazla yetenekli olabilirim.  

Bu yetenek farkı sadece biraz daha iyi seviyesinde olsaydı bile ailenin beni kabul edeceğine emindim. Lakin geçen 8 yılın ilk dört yılı beni sadece Krun, iki ata ve ailenin yargıcı kontrol edebiliyordu. Dört yıl önce Liana’yı evlendirmeye çalıştıklarında öfkeyle bu evliliği bozduğumda sadece onlar beni dizginleyebilmişti demek daha doğru olur gerçi. Son dört yılda ise hiçbirinin baskısı altında bir eksiklik hissetmiyorum, savaşmadan bilemem ama galiba en az onlar kadar güçlüyüm.  

Kısaca bütün ailenin yönetimini, sistemini ve güç dengelerini bozmam, Krun ve Liana gibi bazı yakınlarım dışında herkesi hem rahatsız ediyor hem de korkutuyor. Düşüncelerini umursamayacağım kadar küçük olan bu böceklerle dalga geçmek de oldukça komik oluyor gerçi. 

 Koridorlarda yürürken Krun’un odasına gidiyordum. Bugün büyük gündü, o güne kadar görebildiğim en büyük turnuvanın yapılacağı gündü. 

Rockherd ailesi, İnpala imparatorluğunun altındaki on bir aileden birisiydi. Gücü bu on bir aile arasında ortalardaydı ki bu kıtanın güneyinde büyük bir güç sayılmalarına yetiyordu. İnpala imparatorluğu ise Beyaz Deniz’in güneyinde tek başına devasa bir kıtayı kaplayan bir devdi. Dünya çapında rakibi olabilecek imparatorlukların sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıdaydı. Bu küçük dünyanın hakimlerinden birisi olarak da altlarındaki krallıklarının güçlü olmasını istiyorlardı. 

Her beş yılda bir, İnpala imparatorluk ailesi ve imparator atalarının inşa ettiği Beyaz Aslan Arena’sında on bir aile ve bizzat imparatorluk ailesinin de katıldığı bir turnuva düzenliyor ve bu turnuvalar gelecek beş yılda imparatorluğu kimin yöneteceğini ve kaynakları edinme sırasını belirliyordu.  

İmparatorluk ailesi daha önce hiç yenilmemişti, bunun sebebi bütün kıtanın kaynaklarının önlerine serili olmasıydı ama tek sebep de bu değildi. Hangi aile, karşılayamayacakları büyüklükteki imparatorluğu yenme cürretinde bulunabilirdi ki? Daha öncesinde yüz yılda bir kere gelecek ve bin yılda bir gelecek yetenekler ortaya çıksa da hiçbiri tek başına bütün imparatorluğu karşısına alacak kadar iyi değildi ve hepsi de kazanabilecekleri turnuvayı hayatları için kaybetti.  

İmparatorluk ailesi birinci sırayı her zaman aldığından ikinci sıra en büyük krallığı belirliyordu. Krallıklar arası güç farkı da inanılmaz seviyelerde olduğundan sıralama çok nadir değişir ve bu değişim üst sıraların alt sıralara müdahalesi ile olurdu.  

İmparatorluğu saymazsak Hong Krallığı bu kıtadaki en büyük güçtü. Atalarından kalan bir büyü metodu sayesinde inanılmaz bir kas gücüne ve dayanıklılığa sahiplerdi.  

Coke Krallığı ise Hongların tek rakibiydi, güçleri birbirinin zıttı olan bu iki krallık rekabetlerinde kendilerine rakip olabilecek güçte bir krallık olmasına rağmen iki büyük hükümdar gibi kıtayı yönetirdi. İmparatorluk iç meselelere çok az karışır ve yıllık kaynaklarını toplayıp sadece gözlerini diktikleri şeyleri aldığından kalan bütün işler bu iki krallık tarafından hallediliyordu. Hong’lar ve Coke’ler de imparatoru rahatsız etmemeleri gerektiğini bildiğinden sınırları aşmıyor ve diğer krallıklara savaş ilan edip aşırıya kaçamıyordu.  

Kalan dokuzun ise üçü dip klanlar ve beşi ortalama krallıklar olarak ayrılıyordu. Rockherd hanesi geçen turnuvada rakipleri olan Osnam hanesine kaybetmeleri yüzünden beşinci sıradan altıncı sıraya gerilemişti ki bu onlara büyük bir darbe olmuş yani bana bu şekilde anlattı Liana.  

Bütün bu on klanın dışında imparatorun bile dokunmaya çekindiği ve turnuvalara katılmaya bile gerek duymayan, güneyin de güneyindeki buzdan topraklarda yaşayan Vertiga Krallığı vardı. Bu krallığın gücü konusunda diğerleri bilgi sahibi olmasa bile güçsüz olmadıklarını biliyorlardı. Vertiga Krallığına bağlı Vertiga Kuzgunları bütün kıtayı kaplayan ve sadece özel şeylerin alınıp satıldığı bir ticaret ve istihbarat ağına sahipti. Her yerdelerdi ama kimse onların gücüne dair bir bilgi sahibi değildi. Tahminler ise Coke ve Hong ailesi seviyesinde oldukları yönündeydi, güneyin de güneyindeki dillere destan Buz Surlu Şehir İkargon’u başkentleri olarak kullanıyorlar ve bütün buzulu kontrol ediyorlardı. Sadece imparator emrederse güçlerini bir şeyler kazanmak için kullanıyor, imparatorluktan hiç kaynak almıyor ve güneyin buzunda kaynaklarını kendileri kazanıyorlardı.  

İşte, bugün bu turnuvanın olacağı gündü, Beyaz Aslan Arena’sının bulunduğu Beyaz Aslan Şehrinin en büyük dağında kurulu bir malikanede bir haftadır ikamet ediyorduk.  

Krun’un odasına ulaştığımda içeriden bağırışlar duydum. Liana ve iki abisi tartışıyordu.  

“Baba, o piçin de turnuvaya katılmasına izin veremezsin!” 

“O PİÇ DEĞİL!” 

Liana sekiz yıldır beni sokaktan bulduklarını saklıyordu. Ergil ve Liana dışında bunu bilen tek kişi Krun’du ve o da ikisine susma emri vermişti.  

Liana’nın iki abisi ve iki kardeşi vardı. Kardeşlerinin birisi üç yaşında bir kız, diğeri ise Lianadan iki yaş küçük bir erkekti. Bunlar kraliyet soyundan sayılan kardeşlerdi ve diğer cariyelerin çocuklarını eklersek yirmi dört kardeşlerdi.  

İki abisinin büyük olanı Orn, küçük olanı Ronga’idi. İkisi de ben dışarıdan bir piç olarak görüyor ve benden nefret ediyorlardı. Gözlerinde bunu görsem de Liana için onları öldürmemiştim.  

Kapıyı çalmadım, Krun kapıyı çalmamı gerektirecek birisi değildi, kimse de olmayacak.  

“Benim gibi bir PİÇ’in neden katılması sorun Orn, kıçına şaplak atmamdan mı korkuyorsun yoksa? HAHAHAHA”  

Odaya girdiğim gibi sözlerim de benimle girmişti. İçeridekilerin yüzleri de birbirinden farklı hallere girdi ki umurumda değildi.  

“Liana, turnuva kurallarında piçler giremez yazıyor mu? Ben okuduğumda bu kural yoktu çünkü yeni mi eklediler ?” 

Liana’ya dönerek söylediğim sözler gözlerinin parıldamasına sebep olmuştu. Benimle yaşıt olan bu kız krallığın incisi ve güzel prensesiydi. Benim için ise biraz aptal bir oyun arkadaşı.  

“Kurallardan eminim, Lucas’ın katılmasını engelleyen bir şey yok!” 

Altından sesiyle söylediği bu sözlerde geçen Lucas, bendim. Eski adımı unutmuştum, kendime eski efsanelerde okuduğum birisinin adını verdim. Bizzat yaratıcının iradesini kontrol etmiş ve tanrıları katleden Lucas.  

“Bir piçi turnuvaya çıkartıp ondan büyük olan ikinci prensi çıkartmadığımız zaman bütün dünya bizi kahkahalar atarak izleyecek. Politik olarak bu hiçbir şekilde yapılmaması gereken bir şey Krun, emin misin?” 

Arkamdan gelen ses sevdiğim bir sesti. İki atadan kadın olan, Luna’nın sesi. Luna Teyze üçyüz yaşına yaklaşıyordu, büyüsü sayesinde nefes kesici görüntüsü gözlerimi her seferinde alsa da beni asıl etkileyen zekasıydı. Kendime yakın görebildiğim zekilikte birisiydi ve gözlerinin arkasını okuyamadığım nadir kişilerdendi.  

Krun, masasında oturup sessizce bizi izliyordu, Luna Teyzenin gelişi ile bir başka sevdiğim kişi de gelmişti. 

“Lunacığım, Lucas katılırsa ikinciliğimiz garanti olacak. Bütün dünya gülse bile ne fark eder ki?” 

Defran, iki atadan diğeri. Aynı zamanda Luna’nın eşi olarak Rockherd ailesinin iki ölümsüz sütunuydular bu çift.  

“Defran amca!” 

Diğer üçlü saygılı bir şekilde başlarını eğse de ben öylece durdum. 

“Çocuk, saygı gösterip başını eğmelisin. Büyüğünüm ben senin değil mi?” 

“Defran amca, başımı eğmeyi sevmediğimi biliyorsun. “ 

Eğilmeyeceğimi bilen Defran amca daha fazla üstüme gelmedi.  

“Lucas, turnuvaya katılmak istiyor musun?” 

Krun sonunda konuşmuştu. Manevi babam gibi olan bu adama içten içe duyduğum saygı yüzünden bu cümleye cevap verirken daha da dikkatli ve ciddiydim. 

 “İstiyorum!” 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46887 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr