Bölüm 2

avatar
167 0

Makineden Gelen Tanrı - Bölüm 2


Park Soohyun annesi ve babasıyla Namsan Kulesi’ne gitti. Bugün Namsan Kahramanlar Festivali vardı. Her yıl atlanmadan yapılan bir festivaldi. Kahramanlara ait eşyaların sunulduğu, yeni teknolojilerin tanıtıldığı prestijli bir festivaldi.

 

Soohyun aylar önceden ısrar etmiş ve babasından bir söz almıştı.

 

“İnanılmaz.”

 

Her yerde devasa hologramlar ve hologramlar üzerinde bulunan diyagramları açıklıyorlardı. Mana bir bilim dalıydı. Kahramanlar bu gücün kaynağını merak etmese de Park Soohyun gibi niceleri bunu merak etmişti.

 

Bu yüzden Mana bir süre sonra bir bilim dalı haline gelmişti.

 

“Daha eğlenceli şeylere bakmaya ne dersin?”

 

Annesi onu uyarmış olsa da gözlerini bir hologramdan alamamıştı. Bu, devasa bir mana reaktörüydü. Hâlâ prototip olsa da yeni bir çağ açacak bir buluştu. Şu anda otomobillerde elektrik kullanılıyordu. Daha üst model araçlarda ise kaynak olarak mana taşı kullanılıyordu.

 

Mana taşları atmosferdeki mananın madenlerin içerisinde birikmesi sonucu ya da yoğun manaya sahip ortamlarda kristalleşmesi sonucu oluşuyordu. Oldukça değerliydi ve Kahramanlar arasındaki ticaretin para birimiydi.

 

Mana taşı çok değerliydi, yakıt olarak israf edilemeyecek kadar. Çünkü içerisindeki manayı absorbe ederek kullanılabilirdiniz de.

 

“Atmosferdeki manayı kullanarak bize sınırsıza yakın bir enerji sağlayacak. Tabii yapımında yüksek kaliteli mana taşı kullanılıyor. Zira atmosferdeki manayı çekmek için mana taşlarına birkaç rün yazmak gerekiyor.”

 

Park Min-woo gözlüğünü düzelterek açıkladı.

 

“Yeterince büyük bir motorla bir adayı uçurmak mümkün mü?”

 

“Evet. Birkaç ülkenin böyle bir girişimde olduğu haberini duyuyoruz. Ancak bu projeler milyarlarca dolar değerinde olduğu için kararlar kolay verilmiyor. Manayı henüz anlayabilmiş değiliz. Dilini yeni yeni anlıyoruz.”

 

On yıllar süren araştırmalar sonucunda Otoritelerden yola çıkarak mananın davranışlarını belli bir dille anlamlandırmaya başlamışlardı. Tıpkı fizik ve matematikteki formüller gibi mana biliminde de formüller vardı. Ancak bu matematik aracılığı ile değil de ‘rün dili’ adı verilen bir dildeydi.

 

“O zaman önümüzdeki yıllarda bunları bolca göreceğiz, ha?”

 

“Evet. Projenin tamamlanması için harcanan miktarı bir bilsen var ya… Kim bilir, belki yapımına yardım etmek için çağrılırım.”

 

“Çağrılacağına eminim baba, Kore de senden iyisi zor bulunur.”

 

“Hahahahaha!”

 

Park Min-woo oğlunun kafasını okşadı ve hunharca güldü. Ardından karısına baktı. “Keyfim yerinde, bir şeyler yiyelim mi?”

 

“İleride bir yemek standı var. Oraya gidelim.”

 

Soohyun kafasını salladı ve annesinin elini tuttu. Yemek standına giderken etrafındakilere dikkat ediyordu. Kalbi heyecandan patlamak üzereydi, ilk defa bir festivale katılıyordu. Etraf insan kaynıyordu, bu yüzden ilerlemek bile zordu.

 

Min-woo yemek standına vardıklarında etrafa baktı ve kaşlarını çattı.

 

“Ne oldu hayatım?”

 

“Çok garip… Etrafta hiç Kahraman yok.”

 

“Olur mu öyle şey? Festival bizzat hükümet tarafından yürütülüyor. En azından Kahramanlık Bürosu’ndan birkaç Şövalye’nin gelmesi lazım.”

 

Kahramanlar görevlerine göre kendi içerisinde iki türe ayrılırdı. İlki Şövalye idi. Şövalyeler sivil halkı korumakla görevlendirilmiş Kahramanlardı. Aynı zamanda şehir sınırları içerisinde ortaya çıkan tehlikeli canavarları avlamak, zindanları temizlemek ana görevleriydi.

 

Diğer tür ise Avcı idi. Avcılar yerleşke dışındaki vahşi doğada avlanan Kahramanlar’a verilen unvandı. Savaş kabiliyetleri ön planda olmakla beraber sıralamanın büyük bir kısmını oluşturanlar Avcılar’dı.

 

“İçimde kötü bir his var. Soohyun, bugünlük eve gitsek olmaz mı?”

 

Soohyun’un yüzü asıldı.

 

“Mana Reaktörü ve kahraman kalıntıları yalnızca ilk gün sergilenecek. Biraz daha kalsak olmaz mı?”

 

Hayali babası gibi yetkin bir büyü mühendisi olmaktı. Mana Reaktörü ise bu alanın en zirve noktalarından biriydi. Onu yakından görmek ve hakkında bilgi edinmek gelecekte ona pek çok açıdan ilham verecekti.

 

“Lütfen~ On dakikacık daha… Belki de Kahramanlar başka bir yerde nöbet tutuyorlardır ya da trafik vardır?”

 

Min-woo kaşlarını kırıştırdı ve eşine baktı. Kafasını salladığını görünce iç çekti.

 

“Tamam ama sadece on dakika. Hemen ardından eve gidiyoruz.”

 

“Yuppi! Teşekkür ederim!”

 

Soohyun heyecanla babasına sarıldı.

 

“Hahahaha…”

 

Min-woo ve Soo-mi gülümsemekten başka bir şey yapamadılar. Soohyun her ne kadar zeki olsa da sadece 12 yaşındaydı.

 

Ona karşı koymak çok zordu.

 

Soohyun Mana Reaktörü’nün sergilendiği standa gitti ve hakkındaki bilgilere detaylıca baktı. Babasına birkaç soru sorduktan sonra kafasını heyecanla kahramanların kalıntılarına gitti. Bu kalıntılar Büyülü Eşyaların bir tık üstünde bulunan, doğada kendiliğinden oluşan eşyalardı.

 

İnanılmaz değerliydiler.

 

Stantta üzerinde gül işlemleri bulunan kısa bir kılıç vardı. Kılıcın ismi ‘Kanlı Gül’dü. Yakın zamanda keşfedilmiş bir kalıntıydı.

 

Tam bir soru soracaktı ki babasının sesini duydu.

 

“Ohh, kahramanlar bu tarafa gelmişler.”

 

Metalik zırhlara bürünmüş, orta çağ şövalyelerine benzeyen üç kişi kalabalığın arasında dolanıyor, etrafa dikkatlice bakıyorlardı.

 

Min-woo rahatlamıştı.

 

“O zaman biraz dah-“

 

Heyecanla kafasını çevirmişti ki gülümsemesi durdu.

 

Aniden ortaya çıkan bir patlama Namsan Kulesi’ni sarstı. Devasa kule birkaç patlama sesinin ardından devrilmeye başladı. Her şey çok ani olmuştu. Soohyun ne olduğunu anlamamıştı ki sert bir el tarafından kavrandığını hissetti.

 

Babası birden onu ve annesini kucaklamış delicesine koşmaya başlamıştı.

 

Patlamalar devam ediyordu.

 

Aynı zamanda yer şiddetle sarsılıyordu. Sanki dokuz şiddetinde bir deprem oluyordu. Huzurlu festival atmosferi birden cehennemi aratmayacak derece de kaotikleşti. Her yerden yükselen çığlıklar bir kabus gibiydi.

 

Woaaaaar!

 

O esnada ay ışıklarını engelleyen devasa bir silüet Namsan Kulesi’nin harabelerinin üzerine kondu. Elmasa benzeyen pulları metalik yeşil rengindeydi. Korkutucu dişleri bir yetişkinden uzundu.

 

Nefretle etrafa bakarken kafasını gökyüzüne çevirdi.

 

WOAAAR!

 

Dehşete düşüren bir kükremeyle ayakta durmaya çalışan sıradan insanların yere düşmesi bir oldu. Arada birkaç düşük seviye kahraman olan kişin kaçmaya çalıştığı görülüyordu ancak bu nafileydi. Canavar bir kükremenin ardından kuyruğuyla kulenin harabesine vurdu ve moloz yığınlarını etrafa saçtı.

 

Bu basit vuruş en küçük çakıl taşını bile mermiden daha tehlikeli yapmıştı.

 

“Tanrım, TANRIM, TANRIM, LÜTFEN!”

 

Soohyun olanları anlayamamıştı, beyni adeta durmuştu. Annesinin akan gözyaşları ve babasının duaları eşliğinde son hız ilerlemekteydi.

 

Neler oluyordu?

 

Kulenin tepesinde uçan kocaman yaratık da neydi?

 

Bir ejderha mı?

 

Kahramanlar neredeydi?

 

“Bakın! Kahramanlar geliyor!”

 

Festival bölgesinden çaresizce uzaklaşmaya çalışan Park Min-woo bu seslere rağmen odağını kaybetmedi. Çoktan ejderhadan üç yüz metre uzaklaşmıştı. Festival bölgesinden çıkmak için en azından dört yüz metre daha ilerlemesi gerekiyordu.

 

Doğası gereği kibar biriydi Min-woo. Karıncayı bile incitmekten çekinir, elindeki becerileri iyi şeyler için kullanırdı.

 

Ancak kaçarken kaç kişiyi ezdiğini hatırlamıyordu.

 

Ortam tam bir cehenneme dönmüştü ve molozlar yüzünden ölenlerin sayısı yüzü geçmişti. Şu anda durum hakkındaki tek iyi şey molozların onlara ulaşamadan durdurulmuş olmasıydı. Pek tabii molozları durduran geride kalmış sıradan insanlardı.

 

WOAAR!

 

Dehşeti çağrıştıran bu kükreme kahramanların naralarıyla kıyaslanamayacak kadar heybetliydi. Öfkeli canavar ona doğru sıçrayan kahramanlara göz ucuyla bile bakmadı. Ağzını açtı ve Ejderha Nefesi’ni tüm yaşayanların üzerine kustu.

 

“Bir Yeşil Ejderha ile karşı karşıyayız! Onu öldüremesek de…”

 

Crack!

 

Kahramanın cümlesi yarıda kesilmişti. Yeşil Ejderha’nın kuyruğu vücuduna çarpınca tüm kemikleri anında kırıldı. Yerle temas ettiğinde çoktan lapa haline gelmişti.

 

“Gebertin şunu!”

 

Kılıç, mızrak ve hatta yay; çeşitli silahlara sahip beş kahraman Yeşil Ejderha’ya saldırmaya çalıştılar ancak ona çizik bile atamadılar. Sadece Ejderha’yı daha da öfkelendirdiler. Ejderha kanatlarını çırptı ve sertçe yere çarptı.

 

Boom!

 

Molozlar havaya kalkınca Ejdehra kuyruğuyla molozlara vurdu ve yıldırım hızıyla kahramanlara gönderdi.

 

Kahramanlar kenara çekilip çekilmemek konusunda tereddüt etmişti. Sonuçta arkalarında savunmasız siviller vardı. Saldırıyı atlatmayı seçtikleri takdirde arkadakilerin ölümü kesindi. Ancak saldırıyı karşıladıklarındaysa onların ölümü garantiydi.

 

Düşünmeye gerek yoktu.

 

Onlar kahramandı.

 

Hayatta kalmaları gerekiyordu.

 

Bu yüzden kenara çekilip saldırıyı atlattılar, ardından Yeşil Ejderha’ya tekrardan saldırdılar. Bir Ejderha canavarların zirvesini temsil ederdi. Bırak onlar gibi orta seviye kahramanları, üst seviye kahramanlar bile onlara karşı duramazdı.

 

Boom!

 

Molozlar arkalarındaki sayısız sivilin canını aldı.

 

Yüzlerce kilo ağırlığa sahip beton ve demir parçaları bu hızda en ölümcül silahlardan bile tehlikeliydi. Kimisi ezildi, kimisi ise demirler tarafından delindi.

 

“Yardım edin!”

 

“İmdat!”

 

“Kahramanlar!”

 

Feryatlar ve çığlıklar dört bir yandan duyuluyordu. Kan ve et parçaları bir nehir oluşturmuştu. Havaya kalkan toz çevreyi görmeyi zorlaştırıyordu. Hava çarpışan kahramanların ve ejderhanın silüetleri görülüyordu sadece.

 

O sırada Park Soohyun’un gözleri yanıyordu.

 

Karşısındaki manzaraya inanmak istemiyordu.

 

Bir çift demir parçası burnunun dibindeydi, üzerinde sıcak kan ayak parmaklarına döküldü. Karanlığı bile engelleyecek dağ gibi bir vücut ve her şeyden narin gözüken bir çift kol sarmıştı onu. İlk başta ne olduğunu anlayamadı.

 

“An…ne?”

 

Annesinin ağzından sızan kan damlaları küçük yüzünü ıslattı.

 

Göğsünden giren demir parçaları diğer taraftan çıkmıştı. Soohyun annesinin arkasında her şeye rağmen dimdik duran bir silüet gördü.

 

Sırtı tamamen parçalara ayrılmıştı, kan arkasında bir birikinti oluşturmuştu. İç organları gözüküyordu ancak yüzünde hiçbir şey olmamışçasına oluşmuş bir gülümseme vardı.

 

“Ken…di…ni… Suç…la…ma..”

 

Zorlukla bu kelimeleri söyleyince kan kustu. Tüm insanlar arasında en çok hasarı Min-woo’nun kendisi almıştı. Karısını ve çocuğunu etrafa saçılan enerji dalgalarından, molozlardan korumuştu. Ancak son dalga da göğsünden giren demirlere engel olamamıştı.

 

Karısı son anda Soohyun’u itip ona sarılmasaydı, Soohyun şu anda delik deşik olmuş olurdu. Bunu düşününce karısına tekrardan aşık oldu.

 

“Evlat.”

 

Soohyun’un beyni işlemeyi bırakmıştı. Ne olup bittiği hakkında en ufak bir bilgisi yoktu. Ne olmuştu? Annesi ve babası bu kadar perişan haldeydi.

 

Annesine sarılmak istedi ancak bir çift sert elle karşılaştı.

 

“Ejderha Nefesi’ne dikkat edin!”

 

Soohyun vücuduna sert bir darbe yedi ve metrelerce geriye uçtu.

 

“BABA!”

 

Ayağa kalktığında tüm dünyası turuncu renkle doldu.

 

Babasına ve annesine baktığında nazikçe gülümsediklerini gördü. Hemen ardından vücutlarından korkutucu bir alev çıktı. Arkalarından gelen alev dalgası ile çakıştı ve dalgayı ikiye böldü.

 

“ANNE! BABA!”

 

Soohyun alevlere bürünmüş iki silüete koştu. Kıyafetleri ve derisi tamamen yandı, o kadar sıcaktı ki üzerindeki metalik eşyalar bile anında eridi.

 

Yüzü ve hatta gözleri bile sıcaklık karşısında dayanamadı ancak Soohyun çılgınca onlara doğru koştu. Vücudundan akan kanlar anında buharlaşıyordu.

 

“ANNE, BABA!”

 

Tam onlara ulaşacakken bir taşa takıldı ve yere yığıldı.

 

Bir daha da kalkmadı.

 

   

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46886 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr