Bölüm 17

avatar
111 1

Makineden Gelen Tanrı - Bölüm 17


“Yardım edin!”

 

“Yardım edin!”

 

“YARDIM EDİN!”

 

Soohyun koşarken sert bir şeye çarptı ve yere kapaklandı. Dövülmüş bir köpek misali halsizce yere yığılmıştı.

 

Nefes almakta bile zorlanıyordu.

 

Kısa bir an için dehşet verici yardım çığlıklarını duymuş olsa da bunu önemseyebilecek durumda değildi. Soohyun her ne kadar cesur olsa da bu denli berbat durumda ağlamak istiyordu. Fakat gözyaşları akmıyordu.

 

Bu yüzden hıçkırmaktan başka bir şey yapamadı.

 

Her yer kapkaranlıktı. 

 

Karanlık!

 

Bunu ondan daha iyi kim bilebilirdi ki?

 

Işıktan başka bir şeyin bulunmadığı masmavi gökyüzünün altında dahi karanlıktan başka bir şeye sahip değildi. Hayatını güzel manzaralara bakarak geçirebilirdi fakat o alçak bir canavarın saldırısında her şeyini kaybetmişti.

 

Kadere karşı öfkeliydi.

 

Neden hayatta olduğunu dahi bilmiyordu.

 

Ailesi gibi ateşler içerisinde yok olmayı yeğlerdi, bu acımasız karanlıkta yaşamaktansa. Pişman olmuştu.

 

İntikam mı?

 

Bu kadar zayıf ve başarısızken nasıl intikam almayı düşünebilirdi ki? Devam etmeye bile cesareti yoktu. Tam da şu anda bir daha kalkmamak üzere uyumayı düşlüyorken bu denli güçlü insanlara nasıl karşı durabilirdi ki?

 

Soohyun kendinden tekrar ve tekrar nefret etti.

 

Yaralarından yayılan acıyı unutmuştu.

 

Ruhundaki yaralar daha çok acı veriyordu.

 

“YARDIM EDİN!”

 

Kısa bir süreliğine kesilmiş yardım çığlıkları tekrardan duyulmaya başladı. Soohyun dişlerini sıkarak yerde süründü. Ağaç yüzeyini andıran bir şeye tutunduktan sonra vücudunu doğrulttu. Bu o kadar acı vericiydi ki Soohyun yaptığına pişman oldu.

 

Sol eliyle yaranın olduğu bölgeye dokundu ve çevresindeki kumaşı yırttı. Yanlışlıkla yaraya dokunduğu için boğuk bir çığlık attı. Ardından yaranın etrafını yırttığı kumaş parçasıyla sıkıca sardı. Boğuk çığlıklar atmasına rağmen kendini dizginlemeyi başardı.

 

Aynı işlemi omzuna da uyguladıktan sonra durakladı ve derin nefesler alarak biraz dinlenmeye çalıştı. Çok zamanı yoktu. Biraz soluklandıktan sonra acıyı görmezden geldi ve ayağa kalktı. Elindeki dal parçası sayesinde yolunu bulmaya çalıştı.

 

Biraz daha dinlenip yola çıkmak istiyordu fakat gerçekler acıydı. Çok zamanı yoktu. Goblin ve kurtlar iz sürme yetenekleriyle çok yakında onu bulurlardı. Yaralı bir kol ve güçten düşmüş bir vücutla yapabileceği hiçbir şey yoktu bu durumda.

 

Soohyun grup üyeleriyle daha önceden belirlediği yere doğru ilerlemeye başladı.

 

Böyle bir yenilgi ihtimaller dahilinde bile değildi fakat Soohyun yine de bir toplanma bölgesi belirlemişti.

---

 

Yaklaşık yarım saat sonra Soohyun kurtların ve Goblin seslerinin kesildiğini fark etti. Artık yardım çığlığı atan kimse yoktu. Tabii bunun ne kadar iyi bir şey olduğu tartışılırdı. Nerede olduğunu göremiyor olsa da bölgenin eğiminden doğru yerde olduğunu anlamıştı.

 

Kuru ağaçların köklerine dikkat ederek ilerlemesini sürdürdü. İnsanlar tarafından yapıldığı belli olan birkaç tuzağa da yakalanmadan hedeflediği yere girmeyi başardı.

 

Karşısında dört farklı Mana topu vardı.

 

En büyük Mana kaynağına doğru döndü.

 

Yüksek sesle öksürürken halsiz bir şekilde, “Kaçmasaydın bir şansımız olabilirdi.” dedi.

 

“O şeye karşı mı?”

 

Karşı taraftan soğuk ve tedirgin bir ses geldi. Soohyun göremiyor olsa da Kang Dong-hyun’un ne kadar perişan bir durumda olduğunu tahmin edebilirdi.

 

Soohyun’un canı acıyor, acıyla birlikte vücudunu bir halsizlik dalgası sarıyordu. Şu anda kimseyi suçlayabilecek konumda olmadığını biliyordu. Fakat bu denli büyük bir tehditte onları umursamadan kaçan ve formasyonun dağılmasına yol açan adamı affedemezdi.

 

Derin nefesler alarak kendini sakinleştirmeyi denedi.

 

Fakat nafileydi.

 

Kang Dong-hyun’a doğru yürüdü ve beklenmedik bir şekilde yumruk savurdu.

 

“Eğer bu kadar korkak olmasaydın herkes hayatta olabilirdi!”

 

 Fakat yumruğu havayı yardı.

 

Dong-hyun’a ulaşmamıştı bile.

 

Soğuk gözlerle Soohyun’a bakan Dong-hyun alt dudağını ısırdı.

 

“Bu denli kibirli olmasaydın…”

 

Bunu dediği gibi bacağında bir acı hissetti. Sol bacağı kırılacakmış gibi acırken kendini yerde buldu. Soohyun üzerine çıktı ve sol yumruğunu kaldırdı.

 

“Geber, şerefsiz!”

 

Kalan son gücüyle atılmış yumruk tekrardan hedefi ıskaladı. Bunun sebebi aniden onu havaya kaldıran üç kişiydi. Vücutlarındaki Mana Dong-hyun’a kıyasla az olmasına rağmen hiçte güçsüz sayılmazlardı. Yumruk tam hedefe isabet edeceklerken Soohyun’u omuzlarından kaldırmışlardı.

 

Omzundaki yara acımasına rağmen hiçbir şeyi umursamadan Dong-hyun’a bir kerecik de olsa vurabilmeyi umut etti. Dong-hyun formasyonu terk etmeseydi güvenli bir şekilde geri çekilme imkanları olurdu.

 

Bunu sindiremiyordu.

 

Kang Dong-hyun ayağa kalktı ve üzerini temizledi. Soohyun’a bakarken tedirgin olduğu her halinden belliydi. Kör olmasına rağmen karşısındaki çocuğun her hamlesi ölümcül bir niyet taşıyordu. Öfkeli olacağını biliyordu ancak şu an ki durumun farkında değil miydi?

 

“Bırakın, bırakın lan beni! Geberteceğim bu orospu çocuğunu!”

 

Soohyun çırpınmasına rağmen onu kavrayanlardan kurtulamadı.

 

“Soohyun-ssi sakin olun lütfen.”

 

Boğuk bir ses duydu Soohyun, kim olduğunu anlaması saniyeler sürmüştü. Dişlerini sıkarak sesin geldiği yöne döndü. Karşısındakinin Mana miktarı kendisi ile Dong-hyun’dan sonra geliyordu. Güçlü olduğu kabul edilebilirdi.

 

“Demek hayatta kaldın?”

 

Bu ses Sa Yeong-su’ya aitti.

 

“Şans.”

 

“Ya da korkaklık mı diyelim?”

 

“Düzgün düşünemiyorsun, Soohyun-ssi.”

 

Soohyun’u tanıdıkları bu kısa süre içerisinde nasıl bir kişiliğe sahip olduğu hakkında bilgi edinmişlerdi. Onun her durumda sakin kalabilen birisi olduğunu biliyorlardı. Özellikle onu yakından takip etmiş olan Sa Yeong-su…

 

Şu anki Soohyun’u tanıyamıyordu.

 

Aklına korkunç bir olasılık geldi. Soohyun’un vücudundaki yaralardan özellikle birisine odaklandı. Çok derine inmemiş deliklerden akan kanlar çoktan kurumuştu. Yaraya bastırdı ve Soohyun’un tepkisine odaklandı.

 

Ardından omzundaki yaraya bastırdı.

 

Soohyun irkilerek elinden kurtuldu.

 

“Oho-oho! Ne yapıyorsun lan sen?”

 

Öksürürken ayakta durmaya çalıştı ancak bunda bile çok zorlanıyordu. Sa Yeong-su birden ileriye atıldı ve Soohyun’un omzunu yakalayıp ağzına yakından baktı. Gördükleri karşısında dehşete düşüp hemen ondan uzaklaştı.

 

“Yaklaşmayın!”

 

Sa Yeong-su’nun haykırışı diğerlerini ürkütmüştü, özellikle de Soohyun’u. Sanki bir mikropla karşılaşmışçasına uzaklaşırken diğerlerini de alarma geçirmişti.

 

“Soohyun-ssi, kuduz kapmışsın!”

 

Mana’nın atmosfere dolmasının üzerinden neredeyse üç yüz yıl geçmişti. Bu süreçte tüm canlılar mecburi olarak evrimleşmişti. İnsanlarda Mana Kalbi, Mana Beyni ve Mana Damarı’nın ortaya çıkması gibi bakteri ve diğer mikroorganizmalar da evrim geçirmişti.

 

21. yüzyılın başlarında ilaçlarla kolaylıkla tedavi edilebilen grip evrim geçirmiş ve üst düzey bir hastalık olan Büyü Gribi’ne dönüşmüştü. Kuduz zoonoz viral bir hastalıktı. Yaklaşık kırk yıl öncesinde normal hayvanlardan geçen kuduzun tedavisi bulunmuştu.

 

Fakat Canavarlardan gelen kuduz farklıydı.

 

Yanlarında bir şifacı varsa veyahut beş yıldızlı bir Kahraman’ın seviyesine erişmiş kişilerseler Canavar Kuduzu’ndan endişe etmelerine gerek yoktu. Aksi takdirde ise…

 

Soohyun ne olduğuna anlam veremiyor olsa da Canavar Kuduzu’nun ne olduğu hakkında bilgiye sahipti. Yeterince güçlü olmayan birinin kesinkes yenileceği dehşetengiz bir hastalıktı. Bu hastalıktan kurtulmak için ya çok yetenekli bir şifacı tarafından anında arındırılmak ya da beş yıldızlı bir kahramanın direncine sahip olmak gerekirdi.

 

Durumun farkına vardığında hissettiği dehşet ve öfkeyi nasıl anlatabilirdi ki? Kalbinin paramparça olduğunu hissetti. Ölümün soğuk nefesi hiç olmadığı kadar yakındı. Diğerlerini göremese de onların hüzünle karışık acıma dolu bakışlarını hissedebiliyordu.

 

‘Ah, bunları hak edecek ne yaptım?’

 

Kanlı elleriyle başını ovdu. Şiddetli baş ağrısı düşüncelerini etkiliyordu. Kendisini kontrol edemiyor, hissettiği her canlı varlığa saldırmak için yanıp tutuşuyordu. Fakat kendini dizginlemeliydi. Ölümün nasıl bir şey olduğunu tahmin edemiyordu.

 

Bu, onu korkutuyordu.

 

Bacakları daha fazla bu yükü taşıyamadı.

 

Öfkeliydi, kendine karşı çok öfkeliydi. Kibirli bir şekilde sorumluluk almasaydı, güçsüz bir çocuk gibi davransaydı bunlar çok farklı olurdu. Diğerlerini korunmaya ihtiyaç duyduğuna ikna edip geri planda kalsaydı belki de her şey çok farklı olacaktı.

 

Fakat daha öfkeli olduğu kişiler vardı.

 

Onu en kritik anda tek başına bırakan bu korkaklar sürüsü! Hiç mi onurları yoktu? Çocukları yaşındaki bir kör bir genci canavarlarla kaynayan bir bölge de tek başlarına bırakıp kaçmaya utanmıyorlar mıydı? Henüz umarsızlık tüm varlığını ele geçirmemişti. Büyük öfke ve intikam duyguları içerisindeydi. Dong-hyun ve diğerlerini yok edebilir, sıcak kanlarıyla duş alırken içindeki bu intikam duygusunu tatmin edebilirdi.

 

“Hahahahahahaha!”

 

Ağzında biriken salyalar kahkahası ile birlikte etrafa saçıldı. Sarkastik kahkahaları diğerlerini öyle ürkütmüştü ki bir araya toplanmak konusunda tereddüt etmemişlerdi.

 

Bazen çıplak ağaç dallarının sallanmasıyla bazen de kuşların ilahi sesleriyle kesilen kahkahaları zirveye ulaştığında durakladı. Hepsi, onun dışındaki tüm varlıklar ışığın altında dans ediyor ya da ailesiyle vakit geçiriyordu.

 

O, aynı bir şeytan gibi yanında bir cehennem taşıyordu. Duygularının paylaşılamayacağını bildiği için her şeyi kendine saklıyordu. Kimseye nefret duymamaya özen gösteriyordu. Var olan milyarlarca insan arasında ona acıyacak ya da yardım edecek kimse olmamasına rağmen bu çabayı gösteriyordu.

 

“Kendine gel! Rüzgar Kurdu’nu yanımıza çekeceksin!”

 

Dong-hyun ürkek bir sesle onu uyardı fakat Soohyun onu umursamadı. Artık canavarlar tarafından bulunma korkusuyla kendini dizginlemiyordu. İçindeki tüm öfkeyi dışarıya salabilirdi çünkü sonuçları konusunda endişelenmesi gerekmiyordu.

 

Fakat birden durakladı.

 

Gülümseyerek kafasını kaldırdı ve onlara doğru yaklaşan devasa Mana topuna baktı. Arkasındaki insanlar onun yüzünü görmedikleri için çok şanslıydılar.

 

Soohyun’un onları öldürmemesinin tek nedeni içinde kalan son merhamet parçasıydı. İsteseydi aslanın antilobu lime lime ettiği gibi kollarıyla bacaklarını ayırabilirdi. Fakat artık tüm umudunu yitirmişti.

 

Bir şey hissetmiyordu.

 

Karanlık tüm duygularını yutmuştu.

 

Kederi ve korkusu yoktu artık.

 

“Çok geç.”

 

Devasa bedeni ve kendisine benzeyen onlarca kurtla beraber ağaçların arasından bir şey çıktı.

 

Rüzgar Kurdu.


 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44787 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr