Kör olmasına rağmen iğrenç kokuyu iliklerine kadar hissedebiliyordu. Canavar Araştırma Enstitüsü tarafından 3 Yıldız olarak nitelendirilmiş olsa da Rüzgar Kurtları kendine bölgelerinde 4 Yıldız ve üzerinde güç sergileyebiliyorlardı.
Soohyun ölümünün kesinleştiğini anladıktan sonra içindeki bir şeylerin değiştiğini fark etti. Öncesi kadar korkmuyordu. Tüm öfkesinin ve hırsının anlamsız olduğunu anlamıştı. Bu durumdan sağ çıkması imkansızdı.
Ama diğerlerinin korkusunu hissedebiliyordu. Korkudan titreyen bacaklarını, dengesizleşen nefeslerini ve delicesine atan kalplerini. Korkmaları çok normaldi. En başından beri hayata karşı umutluydular. Soohyun gibi çaresizliğe düşmemiş ve karanlığa mahkum edilmemişlerdi.
“Ani hareket yapmayın.”
Devasa kurt doğrudan Soohyun’a bakıyordu. Ezici bakışlarını hisseden Soohyun vücudunun baskı altında daha hızlı çöktüğünü fark etti.
“Ufak ve yavaş hareketlerle yanıma gelip beni kaldır. Sakın gözlerine bakma.”
Sa Yeong-su’nun bulunduğu bölgeye doğru seslendiğinde kaba ellerin onu koltuk altlarından tuttuğunu hissetti. Kokusundan kim olduğunu anlamıştı.
“Mr. Kang, hayatta kalmam imkansız. Buradan kurtulsam dahi yeterince hızlı müdahale edilemeyeceğinden acı içinde öleceğim. Ama sizin bir şansınız var.”
“Ne düşünüyorsun?”
Kang Dong-hyun bunu söylerken şiddetle titriyordu. Nasıl yapacağını ya da yapabilecek mi diye sormamıştı. Bu sorular anlamını yitireli uzun zaman olmuştu. Bu canavarı bir dakika dahi oyalayabilecek bir yolu varsa hepsinin kurtulma şansı vardı.
Daha sonradan bu canavarla yüzleşmek zorunda olsalar da o zamana kadar yeterince güçleneceklerine dair bir inanca sahipti Kang Dong-hyun.
“İşaretimle birlikte buradan koşarak uzaklaşmaya başlayacaksınız. Arkanıza bakmayın ve yüz metre uzaklaştığınızdan emin olun. 3 saniyeniz var.”
Kang Dong-hyun kafasını sallayarak onay verdi. Dikkatli bir şekilde ellerini çekerken gözünden yaşlar aktı. Dudaklarını ısırarak pişman bir şekilde söyledi.
“Özür dilerim.”
“Artık hiçbir önemi yok.”
Soohyun bunları ifadesiz bir şekilde söylemiş olsa da sesindeki öfke belirgindi. Şu anda tamamen mantığıyla hareket ediyordu. Duygusal bir insan hiç olmamıştı. Artık yaşaması imkansızdı, bunu kabul edip anı kurtulmalı ve diğerlerinin yaşama şansını birazcık daha artırmalıydı.
Dong-hyun yavaşça geriye doğru çekildi ve diğerlerine de planı anlattı.
Rüzgar Kurdu buraya ayak basalı çoktan beş saniye olmuştu. Sakince Soohyun’a baksa da yanındakiler onun kadar sakin değildi. Orman Kurtları uluyarak düz bir çizgi halinde yaklaşmaya başladı. Dikkatlilerdi, zira Soohyun canavarların yarısı kadarını tek başına öldürmüştü.
Soohyun vücudundaki Mana’nın neredeyse tamamını parmak uçlarına odakladı. Yavaşça ellerini şakaklarına kaldırdığında arkasındaki dört adam tereddüt etmeden koşmaya başladı.
“3 Yıldızlı bir Rüzgar Kurt’u. Orman Canavarları arasında dahi başa çıkılması zor bir canavarsın. En büyük özelliğin ne gücün ne de hızın. Zekan seni bu denli zorlayıcı yapan şey.”
Kurtlar artık daha fazla dayanamıyordu. Diğerlerinin kaçmasıyla birlikte kurtların da Soohyun’a doğru atılması bir olmuştu. Parmaklarına odakladığı Mana ile şakaklarını deldi ve parmaklarındaki tüm Mana’yı bir anda serbest bıraktı.
“Fakat ne olmuş bu kadar güçlüysen?”
Rüzgar Kurdu’nun içgüdüleri tehlike alarmı verdiğinde tüyleri diken diken olmuştu. Kızıl gözlerini dolduran korku öylesine dehşetengizdi ki bacakları hareket etmedi.
Her şey için çok geçti.
BOOM!
Turuncu alevler ilk önce Soohyun’un kafasını patlatıp tüm vücudunu eritti. Çığ gibi yayılan Ejderha Alevi Orman Kurtları’nı saniyesinde kül edip Rüzgar Kurdu’nu yuttu.
Bir saniye sonra bölge de toz zerresi bile kalmamıştı.
---
Ejderha Alevi’nin etkisi yüz metre öteden bile hissedilmişti. Kang Dong-hyun ve diğerlerinin vücudunda 1. Derece yanıklar oluşmuştu. Korku ve dehşetle arkalarına bakarken hepsinin aklından farklı şeyler geçiyordu.
Sa Yeong-su gözünden akan yaşı parmağıyla sildi.
“16 yaşındaki bir çocuğu ikinci kez ölüme terk ettik.”
“Çok düşünme.”
Kang Dong-hyun onu teselli etmekle uğraşmadı. Arkası dönükken ne düşündüğünü anlamak zordu.
---
Geçen zaman uzun, çektiği acı ise katlanılmazdı. Soohyun uzun süredir karanlık tarafından yutulmuş halde sessizce bekliyordu. Sanki bir kazanın içine konmuşçasına kaynayan başı onun içindeki tüm yaşama isteğini yok ediyordu.
‘Demek öldüm…’
Ailesi hiçbir zaman inançlı olmamıştı, bu yüzden Soohyun herhangi bir inanca bağlı değildi. Bu onu güçlü yaptığı kadar da zayıf yapıyordu.
Ölümden sonraki yaşama inanmadığı için rahatlıkla bencil olabiliyordu fakat belirsizlik duygusu da onu endişelendiriyordu.
‘Annemle babam sadece karanlığa bakıyor, ha?’
Her yer karanlıktı.
‘Öldükten sonra bile körüm.’
Bir süre geçti.
‘Üzmedi değil.’
Tam o esnada vücuduna sert bir şey dokundu. Bir tahta gibi kuru ve sağlamdı ancak dokunuşu çok zayıftı. Fakat Soohyun o dokunuşu iliklerine kadar hissetmişti.
‘Ne oluyor?’
Ölü olduğuna göre hiçbir şeyi hissedemiyor olmalıydı. İkinci bir hayatı mı vardı yoksa? Siktir, onda da mı kör olacaktı?
“Böyle bir durumda bile rahat olmana aklım ermiyor doğrusu.”
Monoton bir ses ona çokta uzak olmayan bir bölgeden yayıldı. Soohyun göremiyor olsa da bu sesin kaynağının ona uzak olmadığını hissedebiliyordu. Oldukça garip bir ses tonuydu. Maskülendi fakat bariz bir öfkeyle dolup taşıyordu.
“Hayatımı sen mi kurtardın?”
Kurumuş dudaklarından çıkan bir cümle ile öksürük krizine girmesi bir oldu. Yaralarından sızan acıyı ruhunun derinliklerinde hissetti. Soohyun vücudunun çoktan işinin bitmiş olduğunu fakat garip bir şekilde hayatta olduğunu fark etti.
“Nereden baktığına bağlı olarak evet.”
“Teşekkür ederim o zaman.”
“Bunun için henüz erken.”
Sesin tonu değişmişti, öncekine kıyasla çok daha yumuşak ve buyurgandı. Soohyun göremese de sesin sahibinin gülümsediğini hissetti.
“Öncelikle sana ait olan şeyleri geri vereceğim.”
“??”
Soohyun çok uzun zamandır boş olan göz yuvalarının delicesine acımasıyla çığlığı bastı. Bu nasıl bir acıydı? Göz yuvaları katran döküyorlarmışçasına acıyor, yanıyordu. En sonunda acıya dayanamadı, nabzı durdu ve bilincini kaybetti.
Fakat saliseler sonra vücudu yüklü miktarda elektriğe maruz kalmışçasına birden titredi. Oksijen aniden ciğerlerine dolunca gözleri birden açıldı.
Tüm acısını unutup havaya boş boş baktı.
Işık gözlerini bir mızrak gibi deliyor ve yakıyordu, çığlık atmak istemesine neden olacak kadar acı vericiydi. Fakat o gözlerini açık tutmayı başardı.
Ne kadar olmuştu?
Kaç sene bu güzellikten mahrum kalmıştı?
Uzun bir süre sonra kendini topladı. Vücudunu tekrar hissetti ve bununla birlikte acıları da geri geldi. Fakat şu anda tarifsiz bir mutlulukla dolup taşıyordu.
Gözleri gözyaşlarıyla kaynıyordu.
Acı ve mutluluğun karışımıydı bu.
“Bu kutlu haberin kutlamasını yapmak için zaman olacaktır elbet, fakat şu anda bunu bir kenara koyman gerek.”
Soohyun daha önceden duymuş olduğu sesin tekrardan ortaya çıktığını duyunca kafasını çevirdi. Sesin geldiği yöne baktığında midesindekileri çıkarmamak için kendini zor tuttu. Karşısındaki şeye baktığında kalbindeki öfkenin tekrar gün yüzüne çıktığını hissetti.
Zarif sayılabilecek adamın kolları ve bacakları kopmuştu. Bu uzuvlarının olması gereken yerler acımasızca dağlanmıştı. Gözleri oyulmuş, gözlerinden akması gereken kanlar oyuklarda toplanmıştı. Kalbinin olması gereken yerde bir delik vardı ve deliğin etrafında parçalama izleri vardı. Gövdesi siyah renkli zincirler ile arkasındaki devasa kayaya tutsak edilmişti.
“Sen… nasıl?”
Soohyun adamı incelerken vücudundaki gücü yavaşça geri kazanıyordu. Acısının büyük kısmı ortadan kaybolmuştu. Bu yüzden vücudunun kontrolünü alması saniyeler sürmüştü. Sürünerek adama doğru yaklaştığında adamın ağzı tekrardan hareket etti.
“Ölümle yaşam arasındaki ince çizgide dans ettin ve buraya kadar gelmeyi başardın. Seni tebrik ederim insanoğlu.”
“Sen… de kimsin?”
Devasa kayaya zincirlenmiş ve ölümcül bir işkence maruz kalmış biriyle karşı karşıyaydı. Üstelik en son hatırladığı şey parmak uçlarına topladığı Mana’yı şakaklarına aktarıp uyuyan Ejderha Manası’nı zorla uyandırmaktı.
Öldüğünü bile fark edecek zamanı bile olmamıştı.
Şimdiyse bu adamın karşısındaydı. Gözleri iyileşmiş, vücudundaki yaraların çoğu kapanmış ve kalbindeki garip duygular yok olmuştu. Bunlar birisinin sevinçten çığlık atacağı durumlar olmasına rağmen Soohyun durumdaki gariplikten dolayı bunları bir kenara bırakmıştı.
“Çok zamanım yok. Bu yüzden aklını kullanıp beni dinlemeye özen göster. İlk önce tıpkı düşündüğün gibi ben bir Tanrı’yım.”
Soohyun kaşlarını çattı ancak duruma o kadar da şaşırmadı.
“Karşılaşmamız tesadüf değil, değil mi?”
“Haklısın. Seni dolaylı ve doğrudan buraya yönlendirdim. Karşılaşmamız kaderin değil, planlarımın bir parçası.”
Soohyun düşündü. Aniden gözlerini kazanmasının bir nedeni vardı. Bu adam her kimse bir şeyleri değiştirebilecek güce sahip olduğunu kanıtlamıştı. Bu ayrıca onu istediği öldürebileceğini gösteriyordu. Sadece bu konuya odaklanmasının en büyük nedeni buydu.
“Sen bir Tanrı isen, burada ne işin var? Veya gerçekten bir Tanrı mısın? Her şeye gücü yettiği söylenen Tanrı isen bu duruma düşmüş olduğuna bakılırsa bir Tanrı değil, bir sahtekarsın.”
Adam güldü. Soohyun'un sözlerine cevap verirken ki ses tonu pişmanlık ve kederle doluydu. Tabii bu Soohyun'un dikkatinden kaçmamıştı.
“Prometheus kimdir bilir misin?”
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..