3. Cilt: Felaket, Bölüm 11 Final

avatar
400 0

Mathias - 3. Cilt: Felaket, Bölüm 11 Final


3. Cilt: Felaket
Bölüm 11 Final

"O çocuk, Fodel mi yani?" Genç büyücünün aklındaki soru, herkesin aklında olan şeydi. Köye gittikleri zaman bulamadıkları çocuk, şimdi onların yanındaydı.

Daylen çocuğa bakarak "Ablacığı onu kurtarmak istiyorsa ne yapması gerektiğini biliyor!" dedi ve elindeki bıçağı onun boğazına dayadı. "Aksi halde biz de ne yapmamız gerektiğini biliyoruz!"

"O kızdan mı bahsediyorsun?" dedi Başkomiser Lander. "Onu neden istiyorsunuz?"

"Bu sizi ilgilendirmez. Siz sadece yapılması gerekene odaklanın." Sarışın haydut önce çocuğu tekrar adamlarına bıraktı, sonra ise "Eee! Yoksa Mari burada değil mi?"

"Biraz kalabalık geldiniz diye her istediğinizi elde edeceğinizi sanmanız ne komik!" Garnizon Komutanı da tıpkı Lander gibi geri durmuyordu. İkisinin de yüzünde ciddi bir ifade vardı. "Sayıdan daha önemli olan güç, bizim birliğimizde sizinkinden çok daha fazla."

"Yapma, Mari!" dedi Daylen. "Bunca kişinin ölecek olmasını umursamamanı anlarım! Ama kardeşinin ölmesini gerçekten de izleyecek misin?" O hala genç kızı arıyordu.

"İstiyorlarsa verelim işte."

"Kim ki bu kız?"

"Hayatımızı riske atmaya değer mi?"

Askerler arasında çeşitli konuşmalar duyuluyordu. Başkomiser, arkasına dönerek "Kesin sesinizi! Boyun eğmemizi mi istiyorsunuz, ödlek herifler!" diye bağırdı. Geri adım atmayacağı açıktı. Çünkü burada bir kere onların üstünlüklerini kabul ediyormuş gibi kızı teslim etmenin tüm krallığa karşı başkentin otoritesini sarsacağı açıktı. Hem onlardan daha güçlülerdi. Neden bunu yapacaklardı ki?

Sarışın haydut yerine geri dönerken "Sanırım Mari burada değil." dedi lidere. Büyücü Kralı olan Jurgan, yüzündeki öfkeli ifadeyle karşısındaki orduya bakıyordu.

"Burada olduğundan eminim." dedi. Ardından çocuğu tutan hayduta dönerek "Onu gökyüzünde bir gezintiye çıkar. Şehrin her yerini iyice göster." diye emir verdi.

"Bir saniye efendim." Sarışın haydut onları durdurdu. "Öncelikle sizden bir şey rica edeceğim."

"Ne istiyorsun, Daylen?"

"Tabii ki de yerleşkeye saldırılmasına neden olanlarla ilgilenmek."

Jurgan ona birkaç saniye baktı. Karşılarındaki tüm düşmanları öldürmek istese de birliğin buna gücü yeterli değildi. Eğer Mari'yi yanlarına alırlarsa, işte o zaman karşılarındakilerin karıncadan farkı kalmayacaktı. "Pekala. O gelene kadar zaman kazandır bize."

"Teşekkür ederim." Sarışın haydut öne çıktı tekrardan. Tüm kalabalığı süzdükten sonra parlayan gözleri bir noktaya odaklanmıştı. Tam da Mathias ve diğerlerinin olduğu yere.

"Siz ikiniz!" diye seslendi. "Beyaz saçlı cızırtı büyücüsü ve onun çamur büyücüsü arkadaşı. Bu gencin hayatını biraz daha uzatmak ister misiniz? Yarım kalan hesabımızı kapatalım, ha?"

Garvin ve Mathias onun sözleri üzerine öne çıkmaya hazırlandılar. Fodel'in hayatı söz konusuydu. Onca kişinin öldüğünü gördükten sonra bir gencin daha ölmesini izlemek istemiyorlardı.

"Ben de oradaydım civciv kafalı!" diye bağırdı Dorian. Fakat sarışın adam ilgisiz bir bakışla karşılık verdi.

"Sen şu kıçının korkusundan kubbenin içinde kalan yağ tulumu değil misin?"

Diğer insanlar şişman büyücüye bakmaya başlayınca o da "O darbeden sonra biraz toparlanıyordum lan sadece!" diye kendini savundu.

"Seni önemsemiyorum! Benim hesabım o ikisiyle." Daylen bunda ısrarcıydı.

"Hey, durun bir dakika." Lonca lideri onların hemen çıkmalarına izin vermedi. "Ne yapıyorsunuz?"

"Onu öldürmelerine öylece izin mi verelim?" Yıldırım büyücüsü, kadının onları durdurmasını hiç beklemiyordu.

"Hayır, aptal. Boş mu çıkacaksınız oraya? Alın şunları." Onlara birer hap uzattı. Oldukça küçük olan bu ilaç, içinde yoğun bir büyü enerjisi barındırıyordu. "Bu Yoğunlaştırma Hapı. Geçici bir süre için büyü enerjinizi daha yoğun hale getirecek. O şerefsizin icabına bakın."

"İşte bu aradığım düşünce tarzı." Genç büyücü hapı yuttuğu gibi öne çıktı. Garvin de hemen yanındaydı.

"Sonunda gelmeniz ne güzel. Burada da pek çok kişi öldükten sonra geleceğinizi düşünmeye başlamıştım."

Bu sözler Mathias'ın aklına köydeki manzarayı tekrar getirdi. "Tabii ya..." diye düşündü. "İşte onca insanın o şekilde öldürülmesini sağlayan adam karşımızda..." Yüzü ciddileşirken kaşları çatılıyordu. "Üstelik dalga geçerek anlatıyor. Kim ondan daha fazla ölmeyi hak edebilir?" Elindeki bıçağı iyice sıkmıştı.

Toprak büyücüsü "Geçen sefer yorgunluğumuzdan faydalanıp 20 kişiyle saldırdın diye pek bir havalanmışsın." dedi. "Gürzümü suratına gömünce de böyle konuşabilecek misin?"

"Saldırılarınız bana ulaşmayacak, aptal. Ama hayatlarınız için yalvardığınız sırada bunları hatırlayacağım."

Mathias daha fazla dayanamayıp ileri atıldı. Ruh demiri çoktan elektriklenmişti. Bıçağı yatay bir şekilde Daylen'ın karnına doğru savururken çekinmedi. Bu kez gerçekten de öldürmek istiyordu.

Fakat sarışın haydut, daha bu saldırı ona ulaşamadan zaten atlatmıştı. Gencin yüzüne dönerek tekme attığı sırada arkasından bir duvar fırladı. Bu duvar da onun sırtına vuracakken hızla kenara kaçıp saldırıyı yine savuşturmuştu.

Yüzüne yediği tekmeyle gerileyen yıldırım büyücüsü, parmağını ileri doğru uzatarak "Çarpma!" diye haykırdı. Hapın da etkisiyle daha da yoğunlaşmış olan saldırı, hayduta doğru ilerlerken o, çevik bir hareketle bundan da kurtuldu ve Garvin'in dibinde belirdi. Avcı bıçağını çekmişti.

Kendisine karşı yapılan saldırıyı engellemek isteyen toprak büyücüsü, elindeki gürzü kullandı. Fakat Daylen fazla hızlıydı ve her hareketi sanki önceden görüyormuş gibi bedenini hareket ettiriyordu. Onun bloklamasını görmezden gelerek koluna bir kesik atmıştı. Birkaç adım geri çekildikten sonra bıçaktaki kana bakarken "Sanırım ağzından çıkanlar sözden öteye gidemeyecek." dedi.

"Çarpma!"

"Anlamsız bir saldırı daha!" Sarışın haydut hızla kenara atıldı ama bir sorun vardı. Üzerinde iki tane enerji ipi duruyordu ve yıldırım büyüsü bu iplerden ilerliyordu. "Lanet!" diye düşündü. "Yine bu büyü!"

İki Çarpma büyüsü, Enerji İpçiklerinden ilerleyerek onun bedenine ulaştı. Kendisini savunmaya vermiş Büyücü Üstadı, hapın etkisiyle de daha da yoğunlaşmış olan bu saldırıdan dolayı acı çekti. Yavaşladığı o anda Garvin, kolundaki kesiğe aldırmadan ağzının üstüne geçirdi gürzü.

"N'oldu lan? Az önce atarlı giderliydin? Ağzına yiyince gürzü birden sustun?" Toprak büyücüsü tekrar ona doğru giderken sağ kolu tamamen kana boyanmıştı. Kırmızı sıvı, gürzüne akıyordu.

Daylen ise kırılan dişini tükürdü. Ağzından kan geliyordu. Yüzünde ise oldukça çirkin bir ifade vardı.

"Ben anladım aslında senin olayını." diye devam etti toprak büyücüsü. "Senin avcı tipi büyülerin saldırı gelince hissetmeni sağlıyor. Bu yüzden de onların yolundan hemen çekilebiliyorsun. Ama Mathias'ın Enerji İpi bir saldırı değil. Büyü kullanılana kadar hasar vermiyor. Bu yüzden savuşturamıyorsun."

Haydutun yüzündeki ifadenin biraz daha çirkinleşmesinden, Garvin'in doğru bildiği anlaşılmıştı. "Şimdi nasıl duracaksın karşımızda?"

Daylen ayağa kalkıp bir elinin tersiyle ağzından akan kanı sildi. "Göründüğünden daha zeki çıktın. Fakat yine de aptalsın. Ne yapacağım belli değil mi?" Aniden bıçağını sıkıca tutan haydut, Mathias'ın yanında belirdi. "Eğer bana sıkıntı olan buysa önce onu öldürürüm!"

Bir anda gelen böyle bir saldırı insanı şaşırtıp öylece durmasına neden olabilirdi. Fakat Mathias da her zaman aptal değildi. Bunun olacağı zaten belliydi. Bu nedenle çoktan hazırdı böyle bir şeye. Onun yatay savurduğu bıçağından kaçmak için eğilirken onun bacağını tutup çekerek düşürmeye çalıştı. Fakat suratına yediği başka bir tekmeyle geri savrulmuştu. Burnu kanıyordu.

"Aptal mısın? Gerçekten böylr bir saldırıyla beni devirebileceğini mi düşündün?" Yüzünde alaycı bir gülümseme vardı. Bu sırada hem krallık tarafı, hem de haydutların tarafı onları izliyordu.

"Amacımın seni devirmek olduğunu kim söyledi?" Yıldırım büyücüsü de ona aynı gülümsemeyle karşılık verirken bir Yıldırım Damgası oluşturup ayaklarının dibine attı. Yerdeki damgaya bakan Daylen, kendi ayağında da bir tane olduğunu fark etti. Gülümsemesi bir anda yok oldu. Geçen sefer düşen iki yıldırımı hatırlamıştı.

"Senden beklenmeyen bir hareket, velet." dedi sakin kalmaya çalışarak. Genç büyücü ise ağzıyla tik tak sesleri yaparak karşılık verince iyice sinirlenmişti. "Öyleyse savaşalım. Nihai Büyü! Avcı Hiddeti!"

Daylen'ın üzerinde yarı şeffaf bir enerji tabakası belirdi. Turuncu ve kızıl arası bir renk olan bu enerji, ondan vahşi bir his yayılmasına neden olmuştu. Haydut, elindeki bıçağı bırakıp doğrudan ileri atıldı.

"Garvin, duvar!" Toprak büyücüsü tam önlerinde bir duvar çıkardı ama öfke dolu bir ses duyuldu.

"İşe yaramaz!" Sarışın adamın tek yumruğuyla duvar paramparça olmuştu. Şu anda onun vuruşları, Eleanor'un darbelerini andırıyordu.

"Lanet!" Garvin bir kubbe çıkararak onu içine hapsetti. Fakat tek bir darbeyle bu kubbe de parçalara ayrıldı. Onun Nihai Büyüsü oldukça büyük bir güç artışı sağlamıştı. Hızla toprak büyücüsünün dibinde bittikten sonra onu kavramak için elini uzattı. O an savaşı izleyen herkes biliyordu ki eğer o el hedefine ulaşırsa, haydut mutlaka galip gelecekti. Fakat k bunu başaramadan yine cızırtı sesleri duyulmuştu.

"Çarpma!" Bu kez üç ip ona yapışıktı ve üç büyü onun bedenine ulaştı. O an bilmiyorlardı ama Daylen, saldırısını arttıran bu büyüyü kullanınca fazlaca bir kanasusamışlıkla dolduğundan savunma konusunda eskisi kadar iyi olmuyordu. Bu nedenle yıldırımlar ona ulaşınca acıyla haykırmıştı.

Toprak büyücüsü çapraz bir duvar daha çıkararak onu kendinden uzağa fırlattı. "Vahşi hayvana döndü resmen."

"Öyleyse ona yanlış avlara bulaştığını gösterelim." Mathias daha o kendisine gelemeden bir kere daha Enerji İpçiklerini kullandı. Bu kez neredeyse kalan tüm enerjisini harcayarak 5 ip oluşturmuştu. Daylen kendine geldiği anda kullanacaktı.

"Garvin, hazır ol. Bitirmek üzereyiz." Gökyüzündeki fırtına bulutu her an yıldırımı düşürebilecek gibiydi. Sadece 10 saniyesi kalmıştı. Sarışın haydut kendine geldiği anda tekrar yakına girmedi. Yayına iki ok yerleştirip bir anda fırlattı. İkili ondan yine yakın dövüş bekledikleri için bu darbeleri atlatamadılar. Mathias omzundan, Garvin ise karnının bir kenarından vuruldu. İki oku aynı anda, beklemeden atınca tam nişan alamamıştı.

İkili biraz gerilediler. Yıldırım büyücüsü omzunda keskin bir ağrı hissediyordu. Okun ucu arkadan çıkmıştı. Toprak büyücüsünün durumu daha kötüydü. O direkt gövdeden darbe almıştı. Bu sırada onları izleyen Eleanor, Eva'ya dönerek "Geçit açmaya hazır ol. Daha fazla yara alacak gibi olurlarsa oraya gideceğim." dedi. Genç geçit büyücüsü pürdikkat savaşı izliyordu ki bir an bile geç kalmasın.

"Şimdi ne yapacaksınız!?" diye haykırdı haydut. Mathias bir an için acıdan dolayı kontrolü kaybedince iplerden ikisi yok olmuştu. Garvin de Daylen'a bakıyordu. "İkinizi de öldüreceğim."

Derken gökyüzündeki buluttan tam onun üzerine yıldırım düştü. Öfkelenip ikiliye odaklanınca savunmayı unutan sarışın adam, acıyla çığlık attı.

"Şimdi, Garvin!" Genç büyücü Çarpma büyüsünü bir kere daha kullanırken toprak büyücüsü yerden bir kubbe çıkardı. Bu kubbe, haydutun belini sarmalamıştı. Onu yerine sabitlemiş gibiydi.

Yıldırımın hap sayesinde yoğunlaştırılmış gücü, destek büyücüsünü yaraladı. Tüm bedeninin uyuştuğunu hissediyordu ve Nihai Büyüsü savunmayı azalttığı için daha fazla hasar almıştı. Üzerini kaplayan enerji yavaşça dağılırken Çarpma büyüleri de ona ulaştı ve tekrar haykırmasına neden oldu. Genç büyücü ona doğru koşmaya başlamıştı.

Daylen bunu fark edince yayını almak istedi ama elinden düşürmüştü. Kubbeyle sarmalandığı için de hareket edemiyordu. Şu anda onu kıracak gücü de kalmamıştı. Son çare gencin saldırısını elleriyle durdurmayı denedi ama uyuşuk bedeni zamanında tepki verememişti. Yıldırım büyücüsünün elektriklenmiş bıçağı, onun tam göğsüne saplandı.

Bıçağın üzerindeki elektrikle de çarpılan haydut, acıyla inlerken gencin yüzüne baktı. Böylesine öfkeli gözleri çok az görmüştü. Ölümü sırasında da karşılaşacağını düşünmemişti hiç. Daha yaşayacak uzun yılları olduğuna inanıyordu.

Ağzından kan gelirken bir elini gencin bıçağı tutan elinin üzerine koyarak ittirmeye çalıştı. Fakat nafileydi.

"Sizin yüzünüzden ölen onca insanın yanına gidiyorsun. Umarım ruhuna işkence ederler." dedi genç. Daylen'ın gözleri kapanıyordu. Cevap veremedi. Genç büyücü bıçağını çekerken tamamen sessizdi.

O ölür ölmez başka bir acılı inleme duyulmuştu. Haydutların tarafından fırlayan bir ok, Mathias'ın karnına saplandı. Birkaç adım gerileyip diz çöken genç, yerden destek alırken haydutların tarafında gözleri parlayan başka birini gördü. "Tabii ya... Başkalarının da gücünü arttırabiliyordu, değil mi?" diye düşündü. O sırada yüzlerce haydut yaylarını geriyordu.

Bir anda önlerinde bir geçit açıldı ve içinden lonca lideri Eleanor fırladı. Hem genç büyücüyü hem de toprak büyücüsünü yakaladığı gibi geri götürdü. Orta mekanda sadece kubbe yüzünden devrilemeyen Daylen'ın cesedi kalmıştı.

"Şifacılar nerede!?" diye bağırdı kadın. Birkaç büyücü oraya gelerek haydutlardan birini öldüren bu iki genci iyileştirmek için büyülerine başladılar. Kimisinin yaralara serin bir his veren şifalı bir rüzgarı, kimisinin tüm yarayı yıkayan şifalı suları vardı. Üstelik bu şifacılar oldukça güçlü büyücüler olduklarından, yaralar hızla iyileşiyordu. Fakat şifa büyülerinin duyuları hassaslaştırması sebebiyle, hissedilen acı çok daha fazlaydı.

"Bu gençleri tanıyor musun?" diye sordu Garnizon Komutanı.

"Kılıçdiş Loncası'nın üyeleri." diye cevapladı Başkomiser.

"O destek büyücüsünün büyüleri fazla sinir bozucuydu. Bir an kazanamayacaklarını düşünmeye başlamıştım. Fakat beklediğimden iyi iş çıkardılar. Özellikle de yıldırım büyücüsü. Onun seviyesinde birine göre fazla güçlü büyüleri var."

"Haklısın, bir büyüde birkaç büyü kullanabilmek oldukça kullanışlı bir yetenek." Başkomiser gökyüzüne baktı. Karabulutlar yavaş yavaş dağılıyordu. "Ayrıca büyük yıldırımı da oldukça iyi sayılır."

Onun sözleri üzerine Garnizon Komutanı da bakmıştı gökyüzüne. "Böylesi büyülere sahip olduğuna göre, oldukça şanslı olmalı."

Onlar konuşurken haydut tarafının morali düşmüştü. Jurgan yumruğunu sıkarken "Dolaşmaya başla." dedi dönüşüm büyücüsüne. Haydutun bir anda bedeni değişmeye, kolları kanat, ayakları pençe şekline girmeye başladı. Tamamen dönüştüğünde dev bir kartal gibiydi. Fodel'i pençeleriyle yakaladığı gibi havalandı.

Fazla yüksekten uçuyordu. Bu nedenle saldırmaları mümkün değildi. Saldırı isabet etse bile çocuğa gelme riski de vardı. Krallık ordusundan kimse bir çocuğu öldürmek pahasına saldırmak istememişti. Fakat Fodel durmadan çığlık atıyordu. Yüksekten korkması yetmiyormuş gibi bir de onu dolaştıran haydut ara sıra pençelerini gevşetip bırakırmış gibi yapınca korkusu artmıştı. Tek istedikleri ise onun sesini ablasına duyurabilmekti.

Bu sırada şehir polislerinin karakolunda olan Mari, onun sesini duydu. Aniden hareketlendiği zaman başında nöbetçi bırakılan şehir polisi onu durdurmuştu.

"Bir yere gidemezsin. Merak etme, Başkomiser halledecektir."

"Hayır, hayır, o benim kardeşim! İstedikleri sadece benim! Kimsenin ölmesine gerek yok. Yalvarırım bırak gideyim. Savaş çıkması için bir neden yok."

"Onlar haydutlar. Örgüt ile her şekilde savaş halindeyiz. Yeni bir şey değil."

"Bu şehirde sevdiğin kimse yok mu?"

Adam biraz duraksadı. "Var."

"Öyleyse onları şehirden uzaklaştır. Bırak beni gideyim. Yalvarırım, kardeşimi öldürecekler!"

Onlar konuşmalarına devam ederken haydut, Fodel'i şehrin her yerinde uçurmuştu. Kızın onu duyduğundan emin olunca krallık tarafı saldırmasın diye uzaktan dolanarak haydutların yanına geri indi. "Görev tamam, lider Jurgan."

"Öyleyse biraz bekleyeceğiz. Mutlaka gelecektir."

"Ablamı neden rahat bırakmıyorsunuz? Sizinle bir alıp veremediği yok ki? İsterseniz onun yerine beni alın. Bırakın artık onun peşini." Genç adam, haydut liderinden yediği bir tokatla susmuştu.

"Aptal velet! Önemin olduğunu mu sanıyorsun?  Sen sadece kızın bizim isteklerimizi yerine getirmesi için bir araçsın. Kendini bir şey sanarak konuşmayı kes. Yoksa dilini keseceğim." Jurgan tekrar önüne dönüp şehre doğru baktı. "Birazdan gelir."

Uzun bir süre geçti. Kimse harekete geçmiyordu. Ayakta boş boş duran insanlar yorulmaya başlamışlardı. Ama kimse gardını indiremiyordu. Herkes diğer tarafı izleyip en ufak hareket için gözlerini açık tutuyordu. Derken siyah saçlı bir kız, ordunun en önünde belirdi.

"Mari!" dedi Mathias. Yaraları yeni iyileşmişti. Hızla koşarak kızın yanına geldi. "Merak etme, onu hala geri alabiliriz."

"Üzgünüm, Mathias." Kızın gözleri yerdeydi. "Belki de sizden hiç yardım istememem ve bu şehre hiç sığınmamam gerekirdi." Herkes onlara bakıyordu. Haydut lideri onu fark ettiği anda bağırdı.

"Mari! Bu kadar beklettiğin yeter artık! Ya buraya gel ya da kardeşine veda et!"

Kız bir adım atmıştı ki genç büyücü onu kolundan yakaladı. "Hey, hey, bir dakika. Ne yapıyorsun sen? Onu kurtarmayı denemeden teslim mi olacaksın?"

"Anlamıyorsun, artık bitti. Sadece şehri olabildiğince çabuk boşaltın. Böylece kayıp çok daha az olacak."

"Onlardan daha güçlüyüz. Kazanabiliriz, Mari. Sırf savaş çıkmasın diye onlara gitmene gerek yok."

"Anlamadığını söylemiştim." dedi kız, acı acı gülümserken. "Savaş çoktan başladı. Bundan sonrası sadece kan can kurtaracağınıza bağlı. Şehri boşaltmalısınız." Kız kolunu ondan kurtardı ve yürümeye başladı. Herkes ona bakıyordu. Dorian ve Mathias da dahildi. Onu loncaya getiren ve söz veren kişiler ikisiyken, şimdi gidişini izliyorlardı. Kimse durdurmayacak mıydı?

"Bizimle kalmak istemiyorsa onu savunmak anlamsız olacaktır." dedi Garnizon Komutanı. Bu kez haklıydı. Eğer kız savunulmak isteseydi, onu sonuna kadar savunabilirlerdi. Fakat kardeşi tehlikedeyken kimse de onu suçlayamıyordu. Savaş başladığı takdirde şüphesiz ki ilk öldürülen kişi kardeşi olacaktı.

"Aferin, Mari. Aferin..." Jurgan, kız yanına gelince konuşmaya başladı. "Hadi, hünerini göster de gidelim." Bıçağını Fodel'in boynuna dayamıştı.

Bu sırada Mathias da loncanın yanındaydı. "Ne dedi?" diye sordular.

"Sadece şehri boşaltmamızı söylüyordu. Kazanamayacağımızdan oldukça emin gibiydi."

"Kazanamayacağımızdan emin miydi?" Garnizon Komutanı ile Başkomiser aynı anda konuştular. İkisi de oraya gelmişti. "Bu kadar emin olmasının sebebi neymiş?"

"Söylemedi." diye karşılık verdi Mathias.

"Hadi, Mari." diye tekrarladı Jurgan. "Başlaman için küçük bir parça mı keseyim?"

"Yapma, Mari." Bu ses kızın bakışlarını kendi üzerine topladı bir anda. Konuşan Fodel'den başkası değildi. "Bir felaket olmak zorunda değilsin. Benim hayatım önemsiz. Binlerce hayatı benim için feda etme. Sana yük olmak istemiyorum artık."

"Fodel..." Genç kız duraksadı. Tekrar önüne dönerken gözleri dolmuştu. "Üzgünüm... En çok değer verdiğim şeyi kaybetmek istemiyorum..."

Genç kız birkaç adım öne çıkarken herkes ona bakıyordu. İki elini de avuç içleri yukarı bakacak şekilde kaldırırken "Nihai Büyü!" diye haykırdı. "Felaket Mirası!"

Felaket Mirası lafını duyan herkes, bir anda beyninden vurulmuşa döndü. İşte bu yüzdendi! Bu yüzden onu bu kadar çok istemişlerdi! Çünkü o Felaket Varisiydi. Bir Felaket Mirası'na sahipti! İşte o an, herkes onun öylece gitmesine izin verdikleri için pişman oldu. Eğer durumu bilselerdi zorla alıkoyarlar ama yine de gitmesine izin vermezlerdi.

"Asla yeterli gücü toplayabileceği kadar sağlıklı bırakmamıştık." diye düşündü Jurgan. Yüzünde bir gülümseme vardı. "Böylece bize saldıramadı. Ama şu birkaç günde, gücünü oldukça toplamış."

"HERKES GERİ ÇEKİLSİN!" Liderlerin emriyle birlikte yüzlerce geçit açılarak tüm askerleri oradan götürdü. Şehrin içine giren büyücüler çıkarabildikleri kadar sivili çıkarmak için durmadan geçitler açıyorlardı. Mari'den yayılan enerjiyi hepsi hissetmişti. O kız bir Acemi Büyücüydü. Fakat Nihai Büyü kullandığında seviyesi bir anda Büyücü İmparatoruna yükselmişti. Bu da demekti ki, bu büyü tek başına 6 seviye gücüne sahipti!!

Aradan birkaç nefeslik süre geçmişti ki şehir hala boşaltılamamıştı. Mari'nin beklediğini gören Jurgan ona tekrar "Neyi bekliyorsun!? Hepsinin kaçmasını mı!?" diye bağırdı.

"Yapma, Mari, lütfen..." Fodel'in sözlerine rağmen kız durmadı. Kardeşinin boğazında bir bıçak varken nasıl durabilirdi ki? Jurgan'ın onu öldürebileceğinden şüphesi yoktu. Eğer burada yaşarlarsa başka bir fırsatını bulunca birlikte kaçabilirlerdi. O zaman Fodel de zarar görmemiş olacaktı. Nasıl geri durabilirdi? Böylelikle ağzından kelimeler döküldü.

"Okyanus Felaketi..."

Bir anda yerden fışkıran sular saniyeler içinde yüzlerce metre boyunda bir dalgaya dönüşmüştü. Sonu görülemeyecek kadar da genişliğe sahip bu dalga, onun ileri doğru ittirmesi ile birlikte şehrin üzerine doğru ilerlemeye başlamıştı.

Mathias, diğer lonca üyeleri, askerler ve şehirden kurtarılabilmiş tüm insanlar uzak bir bölgedeki ormanda, olanları izliyorlardı. Mari'nin gücü hepsini hayrete düşürmüştü. En kötüsü ise şehrin hala tamamen boşaltılamamış olmasıydı. Hem de o kaç kere uyarmasına rağmen... Saldırmadan önce bile beklemişti.

Devasa deprem dalgası binaları yerle bir ederken önüne çıkan insanları da kendine katarak şehir boyunca ilerlemeye devam etti. Karşısına çıkan hiçbir şey kurtulamıyordu.

İlk olarak şehrin surlarını yıkmış, sonra 3. Bölgeyi yok ederek 2. Bölgede ağır yıkım bırakmış ve 1. Bölgedeki yüksek binaları yerle bir etmişti. Merkez bölgedeki malikaneler ve saray bile kurtulamamıştı. Her şey yerle yeksandı. Fakat bu kadarı bile durduramadı onu. Oradan da yoluna devam ederek geçti ve önüne çıkan her şeyi yıkmaya devam etti. Şehrin yarısından fazlası, resmen yok edilmişti.

"Mari... Sen... Ne yaptın böyle?" Mathias şehre bakarken ne diyeceğini bilemedi. Böyle bir şey yapabilmeyi geç, bunu düşünmeyecek biri olduğuna inanıyordu. Kardeşini kurtarmak isteyen masum bir kız... Fakat bu gördüğü...

"Abla... Neden yaptın bunu?" Fodel de yıkılmıştı. Sırf onun yüzünden şehirden çıkmayı başaramayan binlerce kişi dalga sebebiyle ölmüştü. Ablasına yük olmak istemezken, bunca insanın ölüm sebebi olmuştu.

Lider onu başka bir hayduta bırakmış, dalgayı izliyordu. O da kendisini tutan haydutun saldırı karşısındaki şaşkınlığından faydalanarak adamın belindeki bıçağı çekip biraz uzaklaştı ve kendi boğazına dayadı. Bunu gören genç kız hemen ona döndü.

"Fodel ne yapıyorsun? Bırak onu."

"Sana bunu yapmamanı söylemiştim, Mari. Benim yüzümden bunu yapma demiştim."

"Fodel, bırak o bıçağı. Hayatın artık tehlikede değil. İşbirliği yaptım."

"Yapmaman gereken şey de oydu zaten! Yapmaman gereken tek şeyi yaptın!"

Mari başını biraz eğdi. Fakat sonra tekrar kaldırıp ona doğru bir adım attı.

"Yaklaşma, Mari." Genç kız durmuştu. Zaten bunu yapmak istemezken yapmak zorunda bırakılmıştı. Üstüne bir de kardeşinin gözünde canavar konumuna inmişti.

"Babamızın hep ne söylediğini hatırlıyor musun, abla?" Fodel gökyüzüne bakarken soruyordu. Fakat cevabı ona bırakmadan yine kendisi verdi. "Bir erkek, ailesini korumakla yükümlüdür. Yeri geldiğinde tüm yükü omuzlanmalıdır. Ama bir abla da kardeşini korumakla yükümlüdür. O da küçük kardeşinin yükünü omuzlanmalıdır."

Genç kızın gözlerinden yaşlar akarken kardeşi konuşmaya devam etti. "Benim yüzümden bunca insan ölürken ve ölmeye devam edeceği de belli iken, nasıl ben yaşamaya devam edebilirim? Bunu yaparsam onursuz ve gurursuz birisi olarak, babamızın yüzüne nasıl bakacağım?"

"Fodel..." Mari bir adım daha attı. "Bırak o bıçağı." Haydutlar yaklaşamıyorlardı. Ama çocuğu hayatta tutmaları gerektiğinin de farkındalardı. Her şekilde Felaket Büyücüsünü ellerinde tutmak için tek kozlarıydı.

"Sen yükün sana düşen kısmını yeterince yüklendin. Sıra bana geldi." Genç adam kendi boğazını kestiği anda ablası bağırarak ona koştu.

"FODEL!!!" Boğazından bir nehir gibi kanlar akan genç, orada can vermişti. Bunca zaman ablasına yük olması yetmiyormuş gibi, bir de insanların onun yüzünden ölmesi, ona ağır gelmişti. Böyle bir hayatı yaşayarak ablasına hep ayak bağı olmaktansa, ölmeyi yeğlerdi.

Mari kafasını onun göğsüne dayayarak hıçkıra hıçkıra ağladı. Kıyafetlerini sıkıyordu.

Belki de bunu hiç yapmaması gerekirdi. Belki de oradan kurtulunca haydut köyünü yerle bir etmeyi denemeliydi. O an gücünün yeterli olmadığını bile tamamen unutmuştu. Ama en azından deneseydi, kardeşi şimdi hayatta olur muydu? 

"Yazık oldu. Yakalayın!" Jurgan hiç bekletmeden adamlarını onun üzerine yolladığı anda Mari'nin saçları dalgalandı. Deniz mavisi gözleri tekrar büyü enerjisi ve öfkeyle parlarken iki elini de yeniden kaldırmıştı. Bu sahne tüm haydutları duraklatırken Jurgan ellerini ileriye doğru savurmuştu.

"Nihai Büyü: Cehennem Girdabı!" Onun oluşturduğu bir ateş girdabı hızla Mari'ye doğru ilerlerken genç kız bir kere daha konuştu.

"Nihai Büyü! Felaket Mirası: Okyanus Felaketi!" Dev deprem dalgası bir kere daha ortaya çıktığı anda ateş girdabını yutup yok etmişti. Dalga ileriye doğru harekete geçmeden önce genç kız, kucağına kardeşinin de cesedini alarak dalgaya doğru bir adım attı. Ayağı suya değer değmez sanki bir asansörmüşçesine dalganın en tepesine kadar ilerledi. O en tepedeki yerini alınca dalga, daha kendilerine gelip de geçit büyülerini kullanamadan önce tüm haydutları da içine alarak ilerlemeye başlamıştı. Bir kişi bile bundan kurtulamamıştı. En tepesinde kucağında kardeşinin cesedini tutan Felaket Büyücüsü ile birlikte, ufukta gözden kaybolana kadar ilerledi.

Şehirden kurtulmayı başaranlar yüksek ağaçlı ormanın içinden, uzaklaşan dalgaya bakarken şehre kaydı bakışları. Şehir yerle bir olmuştu.

"Gerçekten de Büyücü İmparatoruymuş..." dedi Mathias. "Ve Felaket Mirası varisi..."

"Bu olanlar..." Eleanor şehre bakarken ne diyeceğini bilemedi. "Gerçekten de bizi uyarmayı denemişti."

Oradaki şifacılar dalgadan son anda yaralı olarak kurtarılmış insanlarla ilgilenmeye başlarken onların hemen dibindeki bir ağacın en tepesinde bir genç oturuyordu. Kimsenin ona bakacak hali yoktu. O gencin elinde ise bir karışlık bir kare karton içinde soslu patates vardı. Patatesten bir tane daha ağzına attıktan sonra kendi kendine konuştu.

"Ay ne kadar da dokunaklııı. Bak şimdi ağlayacağım." Kendi söylediklerine gülerken "Aksiyon sahnelerine yüksek puan veririm ama. Yine de dalgayı çok geç attı. Daha fazla insanı öldürebilirdi. Buradan puan kırmazsam haksızlık olur."

Ağzına bir patates daha atmıştı. "Adam benden çocuk yerine kızı getirmemi isteseymiş işler çözülüyormuş. Bir de bana deli diyip kalbimi kırıyorlar." Başını iki yana doğru sallıyordu. "Neyse bari, güçlü kişilerle karşılaşmadığımdan dolayı paranın iki katını almam iyi oldu. 10.000 altın kısa günün kârı olarak iyi bir para."

Tüm yemeğini bitirince elindeki kartonu aşağı atmıştı. "Şunlardan birini mi kaçırsam ya?" diye düşündü aşağıya bakarken. "Birkaç günlük oyuncağım olur." Ama sonra vazgeçti. "En iyisi inimdekileri iyice bitireyim." dedikten sonra kahkaha atarak ağaçtan ağaca zıplayıp ortadan kayboldu. Kahkahaları aşağıdaki insanlardan bazılarının dikkatini çekmişti. Fakat bakınca kimseyi göremediler. Herkes durumun şokunu atlatmaya çalışıyordu.

Hikaye İle İlgili Bilgiler #40

Felaket Mirasları, varislerin Nihai Büyülerini değiştirmeleri ile bilinir. Bu miraslar Nihai Büyüyü muazzam bir saldırı haline getirir. Felaket Varisleri bu gücü öylece kullanmazlar çünkü kontrol edilmesi imkansızdır. Bir kere kullanılırsa geri alınamaz. Hasar alanı çok büyük olduğu için de büyük savaşlarda pek kullanılmamıştır. Çünkü kendi tarafındakilerin de ölümüne sebep olur. Tarih boyunca insanlar Felaket Büyücülerini kullanabilmek için pek çok yolu denemişlerdir. Fakat hepsinin sonu hüsranla bitmiştir. Felaket Mirasları, sahip olan kişilere daima bir yük olmuştur. Onlara ve ailelerine de felaket getirmeleri kaçınılmazdır.

Seviyeler

Acemi Büyücü
Büyücü Çırağı
Büyücü Ustası
Büyücü Büyükustası
Büyücü Üstadı
Büyücü Kralı
Büyücü İmparatoru
Büyücü Atası
Büyücü Azizi
Büyücü Tanrısı






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 47022 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr