6. Cilt: iSyAnQaR
Bölüm 9
"Eee, kim açıyor kapıyı?" Gürzünü elinde tutan Garvin, diğerlerine baktı. Sonuç olarak kapının önünde beklemek bir işe yaramayacaktı. Zaten yorulmuşken bir de bekleyerek zaman kaybetmek istemedi.
Eleanor, birliğin en önünde dururken önce zırh eldivenlerini düzeltti, sonra ise ellerini kapıya dayayarak tüm gücüyle ittirdi. Fakat kapı oynamadı.
"Sarayın girişi öylece açık durmaz." dedi Prens Mival, onun bu hareketi üzerine. "Tabii ki kilitli."
Kadının yüzünde şüpheli bir ifade oluşmuştu. "İsyankâr içeri nasıl girdi o zaman?"
"Nereden bileyim? Ben gördüğümde çoktan birilerini öldürmeye başlamıştı."
"Bizzat gördün yani?"
"Evet, genç bir erkeği kontrol ediyor."
"Her neyse." diye konuyu fazla uzatmadan kapattı lonca lideri. "İçeri nereden gireceğiz?"
Etrafına bakınan sarışın genç, bir parmağıyla gelmelerini işaret ederek bir yöne doğru hızla yürüdü. Herkes de onun peşinden gitmişti.
"Tam casus gibi hissettim, ha!" Mathias dirseğiyle toprak büyücüsünü dürttü. Ardından Aryn'e dönerek "Sen de tam hırhız gibi hissettin, değil mi lan?" diye sordu.
"Sana söylemiştim, ben o tür bir hırsız değilim."
"Hırsız demedim ki zaten, pis hırhız."
Elinde yıldırım büyücüsününkine oranla daha ince bir hançer tutan Büyü Hırsızı, bakışlarını başka yöne çevirdi. Mathias ile girdiği her tartışma gereğinden çok daha fazla uzuyordu ve şu an görev için heyecanlıyken moralini bozmak istemedi.
"İşte buradan." Prens, düz bir duvarın önünde durdu. Herkes taşlara bakarken O, ileri doğru bir adım attı ve bir anda duvarda sanki suya dalmış gibi dalgalanmalar olurken içeri girdi.
"İllüzyon." dedi Tavon. "Akıllıca."
Herkes onun peşinden içeri girince çok da geniş olmayan bir tünelde olduklarını gördüler. Meşaleler yerine kristaller kullanılmıştı aydınlatma için. Her işe kristallerin kullanılması genç büyücünün bu kristallerin nereden geldiğini sorgulamasına sebep oldu. Yani hiç tükenmiyor muydu bu kristaller? Yine de fazla durmadı üstünde.
Diğerleri gibi ilerlerken kadının konuşmasını duydular. "Büyük ihtimalle tünelin dışı asker kaynıyor olabilir. Gardınızı düşürmeyin. Öldürmeden önce bayıltmaya çalışın."
"Tamam." Herkes onayladı. En rahatı Garvin idi. Kesici bir alet kullanmıyordu. Bu nedenle gürzünü istediğinin suratına geçirebilirdi. Sadece gücünün tamamıyla vurmasa yeterli olacaktı.
"O zaman şamar vakti geldi yine." Geniş bıçağını tekrar yerine koyan Mathias, elleri küçük yıldırımlarla dolarken konuşuyordu. "ŞAMAR!!"
Sesi tüm tünelde yankılandı. Hem de öylesine yüksekti ki belki de askerler de duymuştu. Lonca lideri biraz daha açılmış gözleriyle kızgın bir şekilde kendisine bakınca genç büyücü "Iıı..." dedi. Fısıldayarak "Şamar..." diye ekledi sonra.
Prens Mival "Merak etmeyin. Bu tünel sarayın altındaki mahzenlere çıkıyor. Orada ancak mahkumlar duyabilir sesimizi." açıklayınca biraz daha rahatladılar yine de.
Uzun bir yürüyüşün ardından nihayet tünelin çıkışına gelmişlerdi. Yine boş bir duvar illüzyonu verilmiş nokta, onlar içinden geçince dalgalandı. Gerçekten de mahzenlere çıkmışlardı.
Yeraltı deposundaki ilerleyişleri onları bir merdivenle buluşturana kadar hiçbiri konuşmadı. Taş basamakları ağır ağır çıktılar. Demir parmaklıklı kapıyı yavaşça ittirirken de oldukça temkinliydiler.
"Belki de kimse kalmamıştır?" dedi Eva. "Hala burada olabileceklerinin kanıtı ne ki? Belki onlar da başka yöneticileri öldürmek için gitmişlerdir?"
"Hayır," karşılığını veren kişi genç prensti. "Eğer gitmiş olsalardı sarayın kapısı kilitli olmazdı."
Herkes ona hak verdi. Eğer gerçekten de çıkmış olsalardı kapıyı kilitleyecek kimse kalmazdı. Hiçbiri bunu yapmazdı. Haliyle burada olmaları gerekiyordu.
"Öyleyse devam edelim."
Mahzenden çıktıkları zaman, uzun bir koridora vardılar. Sola doğru çok uzun bir yol vardı ve tamamen boştu. Sağa doğru olan taraf ise çok daha kısaydı. Ayrıca bir de dönüşü vardı.
"Bu taraftan." diyerek sağı işaret etti Mival. "Biri doğruca sarayın avlusuna çıkaracaktır."
"Gidelim." Eleanor'un emriyle tüm grup ilerlemeye başlamıştı ki birkaç bağırış duydular.
"Geber, kraliyet köpeği!"
"Sizin devriniz bitti!"
"Sadece geberip git!"
Ardından duyulan çeliklerin birbirine çarpma sesleri, onları koşar adım oraya gitmeye zorladı. Kiminle kim savaşıyordu?
Köşeye gelip başlarını çıkararak baktıkları zaman, kalıplı bir adamın, elindeki geniş kılıcı savururken bir yandan da yumruk ve tekmeleriyle kendisine oranla daha kısa olan askerlerle savaştığını gördü. Askerlerin hepsi tek tip zırh kuşanmıştı. Demir zırhların kapatmadığı yerlerdeki kırmızı kumaşlar görünüyordu.
Kalıplı olanın ise hem zırhı daha kalın ve sağlam görünüyordu, hem göğsünde büyük bir işleme vardı hem de zırhsız bölgeleri siyah bir kumaş ile örtülmüştü.
"General Alonzo..." dedi Mival. Generale saldıran askerlerin kırmızı şekilde parlayan gözleri gibi değildi adamınkiler. Askerler vahşice ve gelişigüzel saldırırken o, oldukça dikkatli hamleler yapıyordu. "O kesilmemiş."
Eleanor bunu duyunca "Saldırın." emri verdi. Eğer Asilik Tohumu'ndan etkilenmemiş birisi varsa onu kurtarmaları gerekiyordu. Fakat daha onlar çıkar çıkmaz Alonzo'nun bedeninden güçlü bir aura yükseldi ve bir anda kendisine saldıran tüm askerleri yere serdi. Beş kişi yerde yatarken bilinçlerini açık tutamadılar. Adamın saldırısı onlara ağır gelmişti.
Gelenlere bakan general, tek eliyle tuttuğu geniş kılıcı onlara doğru uzattı. Saldırmaya hazırdı fakat ilk hamleyi rakibinden bekliyordu.
"Alonzo!" dedi Mival. Sarışın prensi gören adam, kılıcını yavaşça indirdi ve başındaki miğferi çıkardı. Kahverengi saçları omzuna kadar geliyordu. Kirli sakalı ona karizmatik bir görüntü katmıştı.
"Prens Mival, yaşıyorsunuz." Yavaşça oraya gelip onu başıyla selamladı. Ardından bakışları diğerlerinin üzerinde gezindi. Özellikle de altın zırhlı adamları iyice incelemişti. "Ve görünüşe göre destek getirmişsiniz."
"Bunlar Aserraviel Krallığı'ndan kişiler. Kral Conrad'ın desteği."
"Az kişi getirmeniz yerinde bir karar olmuş."
"Senin gibi başkaları da var mı?"
Alonzo tekrar prense dönerek "Evet, var. Fakat hepsi esir alınmış durumda. Onlar emir kulu oldukları için pek zarar görmediler. Fakat benden pek hoşlanmıyorlar. Her seferinden net bir öldürme arzusu hissediyorum."
"Yani, askerlerin tamamı Asilik Tohumu'nun etkisi altına girmedi mi?"
"Hayır, yarısından biraz daha fazlası diyebiliriz. Birkaç gündür yakalayabileceklerimin hepsini yakalayıp zindanlara tıktım. Bugün de diğer askerleri kurtarmayı planlıyordum."
"Harika! Öyleyse sana yardım edebiliriz!" Prens Mival doğrudan Eleanor'a baktı. Kadın da başıyla onaylayınca gerçekten de mutlu olmuş göründü.
O sırada general da lonca liderine elini uzatarak "Alonzo, Alonzo Pashar." diye kendini tanıttı.
O da uzatılan eli sıkarken "Eleanor, Eleanor Kincade." dedi.
"Tanıştığıma memnun oldum, Eleanor. Şimdi emrindeki birlikle birlikte sarayı geri alma işine başlayabiliriz."
----------
"Yer burası." General Alonzo, onları sarayın içinde uzun bir yol getirdikten sonra kocaman bir binanın önünde durdu. "Hepsi içeride."
"Neden zindanları kullanmamışlar?"
"Sadece krallar gibi kişilerin birilerini zindana atacağını düşünüyorlar. Onlar için yeterli bir sebep."
"Ekstra bir plana ihtiyacımız var mı?"
"İsyankâr burada değil." dedi adam. "İçeridekiler sıradan askerler."
"Öyleyse..." Eleanor biraz öne çıkarak kapının dibine geldi. Ayağını kaldırdığı zaman herkes ne yapacağını anlamıştı. Tek tekmesiyle kapı aniden açılınca içeriyi görme imkanları oldu.
Onlarca asker vardı içeride. Bir anda onlara doğru çevirdikleri bakışları kırmızı renkte parlıyordu. Sanki kanasusamışlıkla dolmuş canavarlar gibiydiler. Her an üzerlerine atlamaya hazır.
Arkalarında ise zincirlerle sıkı sıkı bağladıkları başka askerler vardı. Bazıları yaralı olmasına rağmen hiçbirinin gözleri onlarınkiler gibi değildi. İsyankâr'ın bizzat kendisiyle temasta bulunmadıkları belliydi.
"ŞAMAR!!!" diye ileriye atılan ilk kişi Mathias idi. Tabii ki öyle diyen başkası da yoktu. Fakat savaşı o başlattı.
Kırmızı gözlü askerler de bir anda onlara saldırmıştı. Element büyüleri havada uçuşurken kimisi dönüşüm geçirmiş bir şekilde onlara doğru koştu, kimisi ise elindeki silahla saldırdı.
Eva bir geçit açarak büyülerin birkaçını onlara geri döndürmüştü. Kalanları ise Garvin'in duvarı engelledi. Fakat o kadar fazla saldırı olmuştu ki tüm gücünü kullanmasına rağmen duvarı parçalanmıştı son saldırıyla. Altın zırhlı askerler, sadece yumruklarını kullandılar. İçlerinde çoğunun Büyücü Büyükustası olduğu bu askerlerin sadece çok az bir kısmı Büyücü Üstadı idi. Bir Büyücü Kralı'nın büyüsü onları rahatlıkla öldürebilirdi. Fakat öldürmek ilk seçenek olmayacaktı. General Alonzo bile öldürmemiş ve hapsetmişti.
Aryn ellerini ileri doğru uzatınca ona doğru koşan askerler bir anda geri ittirildiler. İlk anda ayakları sürüklendi fakat uçmaya engel olamadılar haliyle. Sonuçta bu büyü zamanında Eleanor'u bile uçurmuştu. Hala unutmamış olması ilginçti. Belki de kalıcı yapmıştı?
Tavon onların yüksekten düştüklerini görmelerine sebep olurken Dorian da taşla kaplı yumruğunu herkesin ağzının ortasına geçiriyordu.
Mathias ise...
"DELİRTTİNİZ LAN BENİ!" diye bağırıyor, önüne geleni tokatlıyordu. Tek tokadıyla bayılmayan adamlara acımadan bir kere daha tokat atarken kendinden geçmiş gibiydi. "ŞAMAAR!!!11!1!1!!1!"
Kısa süre içerisinde kırmızı gözlü askerlerin tamamı etkisiz hale getirilmişti. Admon oklarını diğerlerinin halledebileceği bu iş için harcamaya gerek görmemişti. Mirabel ise kılıcının kabzasıyla vurarak bayıltabildiği kadar askeri bayıltmıştı.
"15 kişiye saldırdım! Vurdum, vurdum saymadım! Vurdum, vurdum saymadım!"
O, elleri hala yıldırımlıyken başka birinin kalıp kalmadığına bakarken General Alonzo'yu gören askerler sevinç naraları atıyorlardı. Diğerleriyle birlikte onları bir bir çözdüler. O an direnseler de esir alınan bu insanlar, şimdi özgür oldukları ve başlarında bir lider olacağı için mutlulardı.
Herkes çözülünce Alonzo, birliğe doğru yaklaştı tekrar. "Planınız nedir?"
Tavon ona planı anlatırken herkes tekrar dinledi. Fakat tüm planın başında, sarayın tamamen geri alındığından emin olmak vardı.
"Bunları da zindana götürüp zincirleyin!" emrini verdi general. Askerler hemen işe koyularak bilinçsiz bedenleri sırtlandılar. Onlar bu işle ilgilenirken kalıplı adam "Saraydakilerin tamamı buradaydı. Fakat yine de işimizi garantiye almak için bir kere daha kontrol edeceğiz. Sonrasında şu bahsettiğiniz tuzaklar kurulabilir. Taç giyme töreni için ise... Halka duyurma işiyle ilgileneceğim."
"Fakat unutmayın, general, bu haberin şehrin dışına da çıkması gerekiyor."
"Tabii ki, halledilecek."
Tüm baygın askerler taşındıktan sonra bütün saray tekrardan kontrol edildi. Birkaç bölgeden daha şüpheleniliyordu ama düşünülen olmadı. Saray tamamen geri alınmıştı. Tabii ki büyük işi birkaç gündür tek başına savaşan General Alonzo yapmıştı. Kesilenlerin yarısından fazlasını kendi başına zindana tıkmak onun başarısıydı. Tam gücünü kullanamadığı için de normalden daha zor olmuştu. Kimseyi öldürmek istemediğinden kendini baskılamak zorunda kalmıştı.
"Öyleyse, saray bizimdir."
Hikaye İle İlgili Bilgiler #87
Kristaller ile yapılan pek çok şeyden birisi de illüzyon düzenekleridir. Bu düzenekler belli bir bölgeye ince bir işçilikle kurulduktan sonra düzenek varlığını korudukça devam edecek bir illüzyon büyüsü başlatır. İllüzyonun ne olacağını ayarlayabilmek için bu işin İllüzyon Sınıfı Zihin Büyücüleri tarafından yapılması gerekmektedir. Enerjilerini bu kristale aktararak illüzyon gücü kazanabilmesini sağlarlar. Bu düzenek de Simyacılar Birliği'nin yaptığı hemen hemen her iş gibi oldukça pahalıdır. Bu nedenle her yerde görmek mümkün değildir.
Seviyeler
Acemi Büyücü
Büyücü Çırağı
Büyücü Ustası
Büyücü Büyükustası
Büyücü Üstadı
Büyücü Kralı
Büyücü İmparatoru
Büyücü Atası
Büyücü Azizi
Büyücü Tanrısı
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..