Baharın ardından sımsıcak güneşin insanları tükettiği yaz sezonu geldi. Dağ kasabasının sakinleri birkaç önce minnet ettikleri güneşi lanetlerken, kış ayında küfür ettikleri yağmuru özlüyordu.
Yaşam alanları dağ olduğundan dolayı yakınlarda verimli arazi yoktu. Dağın altındaki ovada fazlasıyla verimli arazi olsa da dağdan inmek meşakkatliydi. Güneşin kavurucu ışıkları ise bunu yapamayacak kadar tehditkârdı.
Haliyle dağdan inmek bir yana, avcılık yapmak bile fazlasıyla yorucuydu.
Bu durum, arazi sahibi çiftçiler için dahi geçerliydi.
Kavurucu sıcaklık ve dik yamaçlar; kim bu sıcakta hasat için uğraşırdı ki?
Dağın ücra bir köşesinde küçük bir çocuk ağaçta bulduğu meyveleri topluyordu. Başında hasırdan yapılma şapkası, kol yenine gizlenmiş küçük hançerleri ile ajanlara özenmiş bir çocuk gibi gözüküyordu.
Elindeki sepetin içine doluşmuş meyvelere gizlenmiş küçük, tahta bir boru bulunuyordu. Gözleri ağaçtaki meyvelere odaklanmıştı.
Alnından süzülen terler gözüne girmesine rağmen ifadesini bozmadan işine devam etti.
Dağın bu köşesinde yaban domuzu kadar bol başka bir şey yoktu. Yaban domuzları yumuşak etleri ve kolay avlanabilmeleri sayesinde oldukça rağbet gören hayvanlar arasındaydı.
-Hışırtı!
Ağaçların arkasındaki çalılar kıpraştığı anda içinden iki metrelik bir yaban domuzu fırladı. İri cüssesi ve kan bürümüş gözlerini gören bir çocuk korkudan titreyebilirdi ancak meyve toplayan çocuk hareket etmemişti.
Yaban domuzu çalılıklardan belki on, belki de on beş metre uzaklaşmıştı ki birden yere devrildi. Devrilmesinin hemen ardından çalılıklardan uzun bir genç adam çıktı ve domuza yöneldi.
“Uğraştırdın.”
Meyve toplayan çocuğun hareketleri birden durakladı ve yeninden ayrılmak üzere olan hançerler eski yerine geriledi.
Genç adam meyve toplayan çocuğu fark etti ancak umursamadan yaban domuzuna ilerledi. Hedefine varınca belindeki ince kılıcı çekti ve domuzu bölmek için kaldırdı.
Tam savuracaktı ki naif bir öksürük duydu.
Hareketi döndü ve kafasını çevirdi.
“Ne var velet?”
Meyve toplayan çocuk elindeki sepetle ona doğru geliyordu. Temkinli ifadesine rağmen yüzündeki gülümseme gencin sinirlerini bozdu.
“Buraların yabancısı mısınız bayım?”
“Seni ilgilendiren bir mesele değil.”
Çocuğun yüzündeki gülümseme değişmedi. Uzun gencin kılıcının yönünü değiştirdiğini görünce durakladı ve ondan üç metre ötede bekledi.
Gözlerini yaban domuzunun üzerindeki oklardan çevirip genci süzdü.
“Domuzu öyle keserseniz zehirlenirsiniz.”
“Bölmeyi bana öğretebileceğini mi sanıyorsun?”
“Ah, hayır bayım, söylemek istediğim bu domuzun bildiğiniz domuzlar gibi olmaması…”
Genç adam domuza bir bakış attıktan sonra birkaç adım geriledi ve hem domuzla, hem de çocukla mesafesini korudu.
“Anlat.”
Çocuk kafasını salladı ve domuza yaklaştı.
“Aradaki farkı anlamadığınız varsayılırsa yerli değilsiniz.”
“Devam et.”
Çocuk domuzun yanına çöktü ve domuzun devasa dişlerini işaret etti.
“Anormal derecede uzun dişler, kalın ve sert bir kürk, iki metreden daha uzun ve en azından üç yüz kilo bir hacim… Bu zehirli lavanta yemiş bir bayağı yaban domuzunun özellikleridir.”
Genç adamın yüzündeki ifade değişti.
“Bu yaban domuzları çiçeği yedikten sonra ölmek yerine gelişmeye devam ederler. Nadir değiller ancak herkesin karşısına çıkmazlar. Zehirli lavantaların yanında yaşarlar. Geliştirdikleri zehir kesesi yüzünden ana besin kaynakları lavantalardır. Bu yüzden lavanta bölgesinin yanından ayrılmazlar.”
“Bayağı şanssız olmalısınız. Yetişkin bir domuza denk gelmişsiniz.”
Domuzun kürkü kesikler ve oklar yüzünden mahvolmuştu. Kesiklerin derinliği birkaç santimden fazlaydı. Köken enerjisi hakkında bilgisi olmayan birisi bunu asla yapamazdı. Aslında kasabada hiçbir avcı bu güce sahip değildi.
Çocuk kafasını domuzdan kaldırıp genç adama baktı.
Daha önce hiç görmediği bir kıyafet tarzına sahipti. Kasabalıların giydiği kıyafetler kumaşların basit kesiminden oluşuyordu. Neyden korunmak için giyindiklerine bağlı çeşitli tarzları vardı. Bu sıralarda güneşten korunmak için ince cüppe ve şapka takarlardı.
Genç adamsa siyah bir pantolon ve siyah bir içlik giyiyordu. Üzerinde balık puluna benzer desenler bulunan bol bir kazak giymişti. Ayağındakiler çizmelere benziyordu ama siyah ve daha önce hiç görmediği cinstendi.
Kolunda değerli bir metal bağlıydı. Gümüş renkli ve fazlasıyla parlaktı. Güneş ışığını bile yansıtacak kadar pürüzsüzdü.
Genç adam çocuğun bakışlarını fark etmedi. Gözleri yaban domuzundaydı.
Gözleri birden çocuğa döndü.
“Bu konu hakkında bilgili gibisin, yenilebilir mi?”
“Safran kesesini çıkardığınız sürece bir sıkıntısı kalmayacaktır.”
“Peki nerede?”
Çocuk parmağıyla gencin daha önceden kesmeyi planladığı bölgenin çevresini çizdi. Genç çabucak kılıcını kaldırdı ve pürüzsüz bir kesik attı.
Domuzun kürkü pürüzsüzce yarıldı ve organları gözükmeye başladı.
Yağ tabakasının dahi kesildiğini gören çocuk kaşlarının çatılmasına engel olamadı.
“Hm…”
Genç adam yarıktan içeri baktı ve gece kadar karanlık bölgeyi görünce birkaç adım geri çekildi.
-Küp! –Küp!
İki darbeyle domuzu üçe böldü. Kan etrafa sıçradı ve karın bölgesine doğru tekrar savurdu.
-Küp! –Küp!
Zehir kesesinin bulunduğu bölge diğerlerinden ayrık bir şekilde yere düştü.
Çocuk kılıcın gölgesini bile görememesine hayret etti.
“Oldu mu şimdi?”
“Ah, evet, mükemmel.”
Çocuk şaşkınlıkla parçalara ayrılmış domuza bakarken gençten daha önce hiç duymadığı bir ses geldi.
[Yardım lazım mı?]
“Kapa çeneni. Birazdan oradayım.”
[Her neyse.]
Feminen olmasına rağmen bir erkeğe ait olduğu kesindi. Genç adamın kolundaki parlak metale doğru konuşmasaydı çocuk kafasında yankılandığına emin olabilirdi.
“Ses oradan mı geldi?”
Parmağıyla parlak metali işaret etti.
“Evet, şaşırdın mı?”
“Pek sayılmaz.”
“Huh?”
Çocuğun omuz silkmesinin arkasındaki anlamı anlayan genç şaşırdı.
“Daha önce iletişim cihazını gördüğünü mü söylüyorsun?”
“İletişim cihazı mı? Hayır. Sadece köken enerjisini kullanış şekliniz daha çok ilgimi çekti.”
“Oh…”
Dış dünyadan tamamıyla soyutlanmış bir dağda olduğunu az kalsın unutacaktı. On yaşındaki bir çocuğun bunları görmüş olması imkansızdı.
“Her neyse. Görüşürüz velet.”
Genç nereden çıkardığı belli olmayan halatı domuz parçalarının etrafına sardı ve geldiği yönden geri gitmeye başladı.
“Bekleyin!”
Genç arkasını döndü.
“Ne var?”
“Rehbere ihtiyacınız var mı?”
Genç durakladı.
---
Büyük bir ağacın altına kurulmuş dört kişi, istikrarlı adımlarla ağaçların arasından çıkan ikiliyi fark edince gözlerini oraya çevirdi.
Elinde tuttuğu sigarayı söndüren yaşlı adam, “Çok uzun sürdü. Bilseydim seni göndermek yerine kendim giderdim.” dedi.
Yaşlı adam ağacın oluşturduğu gölgede otururken hafifçe iç geçirdi. En azından elli yaşındaydı ancak vücudu devasaydı.
“Kusura bakma kaptan domuz çok hızlıydı.”
“Bahaneler bahaneler…”
“Özür dilerim.”
Sırtındaki domuz parçalarını gölgeye bırakan genç, üzerini temizledi ve yanında duran çocuğu işaret etti.
“Domuzu öldürürken karşılaştığım çocuk, rehberimiz.”
Yaşlı adam dışındaki üç kişiden tek kadın yavaşça yerinden kalktı ve çocuğu süzdü. Medeniyet görmemiş kasabada dahi şiirler yazılmasına neden olacak kadar güzeldi. Belinde kısa kılıçlar, sırtında uzun bir yay asılıydı.
“Yerli mi?”
Genç “Evet,” diye yanıtladı.
“Bir çocuğa mı güveneceğiz?”
“Bilgi almak için kullanabiliriz. Sonrasında biraz ödüllendirir ve göndeririz.”
Kadın çocuğun yanına yaklaştı ve diz çökerek onun boyuna alçaldı. Elini omzuna koyarken dostane bir gülümsemeyle, “Sevimli dostum, adın nedir?” diye sordu.
Çocuk sevimli bir gülümsemeyle, “Aaron.”dedi.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..