Bölüm 2: Düşmüşlerin Şarkısı

avatar
270 2

Muhterem Bedhah - Bölüm 2: Düşmüşlerin Şarkısı


Bölüm 3: Düşmüşlerin Şarkısı

 

 

“Ne sevimli bir isim.” dedi kadın sevecen bir gülümsemeyle, “Benim adım Claire. Bana abla diyebilirsin.”

 

Ardından arkasını döndü ve yaşlı adamı işaret etti.

 

“Yaşlı bunak ise bu takımın kaptanı, aynı zaman da ekibin kıdemlisi William. Tanışma faslı bittiğine göre bana dağın en ücra ve tehlikeli köşelerini söyleyebilir misin?”

 

Aaron yüzündeki gülümsemeyi sürdürdü.

 

“Dağ çok geniş bir yer ve ben hâlâ tamamını bilmiyorum. Ancak asla gitmek istemediğim ve daha önce gidenlerin geri dönmediği birkaç yer biliyorum.”

 

“Konum ver.”

 

Uzun genç adam Claire’yi bir kenara itti ve Aaron’un yanına çöktü.

 

Elini omzuna yerleştirdi ve ciddi bir yüzle, “Bana doğru cevap versen iyi olur velet, aksi takdirde başına gelecekler için sorumluluk almayacağım.” dedi.  

 

Aaron’un omuzları titredi ve gözünden yaşlar dökülmeye başladı. Claire öfkeli bir şekilde yanına geldi ve onu sakinleştirmeye çalıştı. Bu sırada uzun genç adama korkutucu bir bakış atmayı unutmadı.

 

“Michael git ve yemeği hazırla.”

 

Uzun genç adam kaşlarını çattı ancak bir şey demeden kafasını salladı ve domuz parçalarının yanına gitti.

 

Claire sakinleşmeye başlamış Aaron’un başını okşadı ve rahatlamak için yumuşak sözler söyledi. Aaron susunca tekrardan tehlikeli bölgeler konusu açıldı.

 

“Dağın tepesinde karanlık bir mağara var. Mağaranın derinliği bilinmiyor ancak orada yaşayan bir boz ayı olduğu düşünülüyor. Kasaba şefi oraya yaklaşmamızı yasakladı.” Gözünden akan yaşın bıraktığı izi Claire’nin verdiği mendil ile temizledikten sonra burnunu çekti. “Bir suçluyu mu arıyorsunuz?”

 

“Evet. Hem de oldukça kötü birini arıyoruz. Eğer yakalanmaz ise size ciddi zararlar verebilme potansiyeline sahip.”

 

“Peki nereden geldiniz? Dağ bölgesinin dışındaki alanlar ölümün kol gezdiği yerler değil mi? Kasaba şefi sıklıkla tembihler.”

 

“Biz-“

 

Tam devam edecekti ki başka bir sigara yakmış yaşlı adam, William, boğazını temizleyince Claire durakladı.

 

“Uzak diyarlardan sizi kurtarmak gelmiş kahramanlarız. Şanslısın, kahramanlara yardım ederek bir kahraman olabilirsin.”

 

Claire oldukça güzel bir kadındı. Otuzlu yaşlarının başlarındaydı. Figürü uzun olmasına rağmen buğday sarısı saçları, kahverengi gözleri ve dolgun vücudu ile masum bir yüze sahipti. Haliyle bir çocuğun en büyük dostuydu.

 

Aaron’da çok sevimli sayılmasa da yıllar boyu yediği şifalı bitkiler temiz bir görüntü kazanmasına neden olmuştu. Badem gözleri, yuvarlak ve tombul suratı ile annelik duygusu yeşermiş kadınların gözdesiydi.

 

“Çok memnun olurum. Sizi oraya götürmeme izin verin.”

 

“Teşekkür ederim.”

 

Claire teşekkür ettikten sonra Aaron’un başını okşadı ve yavaşça doğruldu. Aaron’a bir köşede usluca oturmasını söylerken William ve diğerleri ile göz göze geldi.

 

Michael dışındaki dörtlü ağacın arkasında buluştu.

 

Sıska bir genç Claire’nin yanına yaklaştı ve ağaca dayanmadan önce, “Kontrol ediliyor mu?” diye sordu.

 

Adı Leo’ydu ve bu takımın izcisi oydu. Aynı zaman da Michael’le alay eden kişi de kendisiydi.

 

Claire William’ın çıkardığı sigârayı elinden kaptı ve nereden çıkardığı belli olmayan çakmağı çaktı.

 

“Temiz.”

 

“Tehdit ediliyor olmasın? Düşmüşlerin Şarkısı’nı kullanacak kadar acımasız birinin bir çocuğu manipüle etmesi görmediğimiz şey değil. Dallath şehrindeki canlı bombayı…”

 

“Leo, yeterli.” William birden araya girdi, “Geçmişi eşeleyecek zamanımız yok. Claire’nin aynı yaşlarda üç çocuğu var. Bu konularda aramızdaki en bilgili kişi o. Ayrıca üniversite yıllarında birçok soylu çocuğuna eğitim verdi. Psikoloji sertifikasını saymıyorum bile.”

 

Kafasını sallayan Leo en başından beri sessiz kalan başka bir adama baktı. Gölgeler tarafından örtülen silueti yüzünden yüzünü görmek pek mümkün değildi. Ancak sağlam bir güce sahip olduğu belliydi.

 

“Marshall.”

 

“Ben sadece öldürmek için buradayım. Hedefi bulmak sizin göreviniz.”

 

“Barones’in adamları her zamanki gibi kibirli.” Leo omuz silkti ve Claire’ye döndü ve, “Bizi götürdükten sonra çocuğu öldürelim. Fareli Köyün Kavalcısı’nı öldürmek birinci önceliğimiz ve olası bir sıkıntıyı Barones halledecek.” dedi.

 

“Aklından bile geçirme!”

 

Claire öfkeyle ileri çıktı ve Leo’nun karşısında durdu.

 

“Çocuğun kılına bile zarar verirseniz yatarken ekstra dikkatli olmak zorunda kalırsınız!”

 

“Aman be,” diyen Leo omuz silkti ve Claire’den uzaklaştı.

 

Korkmadığını söylemek yalan olurdu. Sonuçta karşısındaki çocuk sahibi evli bir kadındı. Çocukları gelecek neslin önderleri arasında görülürken, kocası önde gelen bir bilim adamıydı. Onun da arkası boş olmasa da Claire ya da William ile karşılaştırılamazdı.

 

“Kedi ve köpek kavganız bitmedi mi?”

 

Arkalarından genç ve boğuk bir ses duyuldu.

 

Gelen Michael’di.

 

Eline bulaşmış kanı havlu yardımıyla temizlerken gözleri bir hayli soğuktu. Altın sarısı saçlar ve okyanus mavisi gözler. Dar kıyafetleri yüzünden belli olan hatları onların kızların gözdesi yapabilirdi.

 

Aralarına gelince William’a doğru selam verdi.

 

“Yemek hazırlıklarını bitirdim kaptan.”

 

“Aferin, Michael. Raporuna hoş şeyler yazacağımdan emin olabilirsin.”

 

“Minnettarım.”

 

Michael Claire ve Leo’ya döndü.

 

“Gece çöker ve canavarlar dışarı çıkarsa avcı yerine av olacağız.”

 

“Michael haklı. Muhtemelen kasabayı Şeytanlara kurban etmeyi planlıyor. Bunun içinde ayin yapması gerekiyor. Daha önceden Yükseliş’e erişmeye çalışarak Tanrılara karşı gelmiş bir başkaldıran olduğunu unutmamak gerekiyor.”

 

“Bizi yok etmek uğruna yaşamını bir kenara atabilir.”

 

“Veya giremeyeceğimiz bir kumara zorlayabilir.”

 

Leo ve Claire birbirine baktı.

 

“Okçuluğuna ihtiyacımız olacak.”

 

“Mallacrayn’ın Tazısı oldukça işimize yarayacak.”  

 

Takımın her bir üyesi dikkatle seçilmiş deneyimli askerlerdi. Claire, Başkaldıran Tarikatı’nın korkulu rüyası olan bir ışık okçusuydu. Attığı her ok şeytani tekniklerin doğal düşmanıydı.

 

Leo, Birliğin en iyi izcisi olarak da bilinen Mallacrayn’ın bir numaralı talebesiydi. Beş duyu işlevsiz olsa dahi birisini bulabilirdi.

 

William, Birlik subaylarını eğiten usta bir taktisyendi. Takımın taktikleri onun tarafından verilirdi ve yönetici oydu.

 

Michael diğerleri kadar profesyonel olmasa da Birlik akademisinin yeni üyesiydi ve bu görev bir nevi stajdı. Aralarında en büyük potansiyele sahip kişi oydu ve önemli bir güçtü. Zira son derece nadir bir yetenek Köken Bariyeri’ni uygulayabiliyordu.

 

Ve son olarak.

 

Barones’in bir numaralı köpeği, Kuduz Köpek Marshall.

Mükemmel bir kombinasyon olduğunu söylemek yanlış olmazdı. Ancak hâlâ yeterli değildi. Karşılarındaki adam son derece kurnaz ve bir o kadar da acımasızdı.

 

Amaçları uğruna kandan denizler, cesetten dağlar yapmaktan çekinmeyecek birisiydi.

 

Ayrıca Tanrılara ve Şeytanlara meydan okuyan eseri, Düşmüşlerin Şarkısı’da ondaydı.

 

“Barones’e çoktan haber verdim.” dedi soğuk bir ses, “Başarısızlık durumunda dağ kuşatılacak ve imha edilecek.”

 

Tüm gözler Marshall’a döndü.

 

“Barones neden onu bu kadar ciddiye alıyor? Düşmüşlerin Şarkısı’na sahip olsa ve Tanrılara meydan okuyacak bir güce sahip olsa da o kadar güçlü değil. Eserler sıralamasında en fazla ‘S’ seviye olabilir.”

 

Leo’nun söyledikleri yanlış değildi ancak bir noktayı fazlasıyla kaçırıyordu.

 

“Düşmüşlerin Şarkısı’nın gerçek gücünü fark edemiyorsunuz. Sadece söylemek istediğim şey şu, bundan sonra yaşayan her varlığa dikkat edin. Buna içinde yaşam gücü bulunan her şey dahil.”

 

---

 

On dakika sonra toplantı sona erdi ve herkes yemeğin başına oturdu. Yarım saatlik yemeğin ardından Aaron’un önderliğinde yola çıktılar.

 

Kasabanın kurulduğu bölge dağın en uç noktasına yakındı. Bu yüzden hava çok ince ve basınç çok fazlaydı. Sıradan insanların geçmeyi hayal bile edemeyecekleri engelleri aştıktan sonra büyük bir ağaçlık alana geldiler.

 

Ağaçlar hastalıklı yeşil tonlarındaydı. Buruşmuş ve hiçte sağlıklı gözükmeyen dalları geçilecek yer bırakmama konusunda kararlıydı. Toprak fazla yumuşak ve yapışkandı. Bundan kaynaklı Aaron bölgeye girdiği anda daha fazla hareket edemedi.

 

 Grup ilerlemeye devam edecekti ki Leo birden elini kaldırdı ve diğerlerine işaret verdi. Marshall bir anda ortadan kaybolurken, William’ın elinde devasa bir metal boru belirdi.

 

Birkaç dakika diken üzerinde durdular.

 

-Küt! –Küt!

 

Ölüm sessizliği çevreye hakim oldu. Aaron Claire’nin kalp atışlarının sesini bir metre öteden rahatlıkla duyabiliyordu. Bu da ciddi bir baskı altında olduğunun kanıtıydı.

 

-Küt! –Küt!

 

İşkence gibi geçen bir dakikanın ardından Marshall kaybolduğu yerde tekrardan ortaya çıktı.

 

“Mağaranın içinde,” dedi soğuk bir ifadeyle.

 

Herkesin kaşları çatıldı.

 

Claire koruyamadığı gülümsemesi ile Aaron’a baktı.

 

“Tek başına eve dönebilir misin?”

 

Aaron’un gözleri soğurken sadece kafasını salladı.

 

Claire’nin elinde mavi renkli bir ışık belirdi ve yavaşça solarak deriden yapılma bir kese ortaya çıkardı.

 

“İçinde yüz altın var. Bir ömür rahat yaşamana yeterli olacaktır. Bu yüzden burada gördüklerini kimseye söyleme ve evine git.”

 

Aaron’un eline keseyi tıkıştırdıktan sonra onu çevirdi ve hafifçe itekledi.

 

“Ayrıca bir ay boyunca kasabandan ayrılma. Dışarısı tehlikeli olabilir.”

 

“Neden?”

 

“İblis avlayacağız.”

 

---






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44791 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr