Bölüm 3: Perdelerin Arkasına Gizlenmiş

avatar
332 3

Muhterem Bedhah - Bölüm 3: Perdelerin Arkasına Gizlenmiş



Güneş doğudan doğarken kasaba yavaştan hareketlenmeye başlamıştı. Bugün her ay yapılan bir Pazar etkinliği yapılacağından seyyarlar kasabanın merkezindeki Pazar alanına kurulmuştu.

 

Pazar bölgesi İlkbahar Farmasi’sinin hemen önündeydi.

 

Kasabadaki en kritik dükkanlardan birisi olan farmasiye günlük onlarca kişi ilaç, şifalı bitki almak için uğrardı. Tüm kasabada bu işi yapan tek yer, aynı zamanda şifalı bitki ve ilaç konusundaki tekel İlkbahar Farmasi’siydi.

 

Farmasi sadece on yıl önce kurulmuş olmasına rağmen tüm dağdaki bitkilerin bilgisini çıkarmayı ve hatta ticaretini yapmayı başarabilmişti. Bunun nedeni ise farmasinin arkasındaki beyin Doktor Alexander idi.

 

Alexander hayatının bir dönemine kadar sıradan bir kasabalıydı ancak karısı ile tanıştıktan sonra değişim geçirmiş ve doğan güneş misali yükselmeye başlamıştı.

 

Ticari zekası mükemmeldi. Onu basit bir doktor olarak görmek aptallıktan başka bir şey değildi.

 

İlkbahar Farmasisi’nde sıradan bir gün, Aaron babasının verdiği ödevi yapıyordu.

 

Siyah Amanita. Sadece dağın bir bölgesinde bulunan son derece zehirli bir mantar türüydü. Kültür mantarı gibi görünüyordu ancak yakından bakılınca yüzeyi metal gibi pürüzsüzdü. Sert yapısına rağmen kolaylıkla toz haline çevrilebilirdi.

 

Fakat bunlar bile onu özel olarak yapmaya yeterli değildi.

 

Siyah Amanita’nın en önemli yanı, farklı bitkiler ile kombinasyona girdikten sonra tamamen farklı bir şeye dönüşmesiydi.

 

Peri Yosunu ile birleştiğinde her derde deva bir ilaç olarak görülebilirken, Görkemli Karaağaç yaprakları ile birleştirdikten sonra çok güçlü bir laksatif haline geliyordu.

 

Siyah Amanita ile zıt özelliklere sahip Çekiçbaşlı Çuha Çiçeği ile nötrlenince lezzetli bir yiyecekten farksız oluyordu.

 

Farklı bitkiler, alakasız sonuçların doğmasına neden oluyordu.

 

Tutulan kayıtlarda Siyah Amanita’nın yaklaşık yirmi farklı karışımı vardı.

 

-Dring!

 

Dükkan kapısına bağlı zilin sesi kulaklarına ilişti.

 

Dükkana birinin girdiğini habercisiydi.

 

İşini bırakıp hızlıca tezgâha yöneldi. Deneyim kazanması için bugünün satıcısı kendisiydi.

 

Tezgâha vardığında tanıdık suratı görünce bir an şaşırdı.

 

“Seni buralara getiren nedir, Calvin?”

 

Karşısında hemen hemen kendi boylarında turuncu saçlı bir çocuk vardı. Kasabanın on bin kişilik nüfusunda Aaron’un gerçekten tanıdığı birkaç kişiden biriydi.

 

“Acilen birkaç demet Yabani Dağ Asması’na ihtiyacım var. ”

 

Aaron’un sakin ifadesiyle Calvin’i süzdü ancak herhangi bir değişiklik görmedi. Her zaman utangaç olmasına rağmen bugün ekstra utangaç görünüyordu ancak dışarısı fazlasıyla kalabalık olmalıydı. Yani bu normal bir durumdu.

 

Calvin iyi bir gençti. Kasabanın ilkokulunda her daim ilk sıralarda yer alırdı. Köken enerji gelişimi bakımından kasabanın en yeteneklisi denebilirdi. Pek zeki değildi ancak utangaç kişiliği yüzünden herkesle iyi anlaşırdı.

 

İnsanlarla konuşmaktan pek haz etmeyen Aaron’da onunla iyi anlaşanlardı.

 

Fakat büyük bir sıkıntı vardı.

 

“Yabani Dağ Asması son derece nadir bir bitkidir. Son zamanlarda garip bir şekilde daha nadir oldu ve karşılaşmamaya başladık. Bu yüzden sadece babamdan reçete almış kişilere sattığımız reçeteli ilaçlar kategorisine girdi.”

 

Calvin’in ifadesi değişti.

 

“Yeterince param var. Ödünç değil, satın almak istiyorum.”

 

“Her asma demeti bir metreden daha uzun, on santimlik kaliteli bir asmanın değeri bir altından başlıyor. Dört demeti için senden kırk altın almam gerekecek ki elimizde o kadar var mı emin değilim.”

 

Calvin’in ifadesi yavaş yavaş değişirken gözleri parladı. Hızla elini ceketinin iç cebine attı ve altınla dolu bir kese çıkardı.

 

“Bu kadar parayı nereden buldun?” diye sordu Aaron, “Birisinden çalamayacak kadar naif olduğunu göz önünde bulundurursak bunu sana birisi vermiş olmalı.”

 

Köydeki tüm yaşlılar uyanık tilkilerdi. Bir çocuk onlardan bırak altın koparmayı, festivallerde harçlık bile koparamıyorlardı.

 

Calvin’de yeterli para olmasına rağmen Aaron hemen atlamayacaktı. Calvin’e bu parayı veren kişi çok zengin olmalıydı ki kasabada sadece birkaç hane bu kategoriye girebiliyordu. Onlarda Calvin ile bağlantısız, bağlantılı olsa dahi bir veledi ayakçı olarak kullanacak kadar alçalamazlardı.

 

Beklentilerinin aksine Calvin utangaç ifadesini korumaya devam etti. Sağ eliyle sol omzunu tuttu ve kafasını kollarının arasına gömdü.

 

Calvin, son derece kısık bir sesle, “Juanita teyzenin kızını hatırlıyor musun?” diye sordu.

 

“Okul birincisi mi?”

 

Aaron kafasını yatırdı ve bir süre düşündü.

 

Ardından aklına bir şey geldi ve şaşkınlıkla Calvin’e baktı.

 

“Sen o kızdan hoşlanmıyor muydun?”

 

“Biz birlikte olduk.”

 

“Ah, bir dakika, ne?!”

 

Aaron yutkunmakta zorlandı.

 

Şaşırdığı şey on yaşında, ağzı süt kokan iki veledin birlikteliği değildi. Kasabadaki yetişkinlik yaşı on üçtü ve bu yaş evlenmek için ideal görülen bir yaştı. Dağ çocukları olarak erken olgunlaşıyorlardı. Ayrıca çoğu kişi otuz yaşını bile göremeden hastalıktan ölüyordu.

 

Bu yüzden on üç yaşında evlilik sıradan bir şeydi.

 

On dört yaşındaki kızlar elde kalmış defolu mal muamelesi görüyordu.

 

Tabii bu alt kesim için geçerliydi.

 

Bundan dolayı Aaron birlikteliklerine şaşırmamıştı.

 

Şaşırdığı kısım iki olay arasında bir bağlantı kuramamış olması. Birliktelikten sonra kadınların kanadığını duymuştu ancak Yabani Dağ Asması avcılar tarafından kullanılan bir merhemdi.

 

“Benimle taşak geçiyorsun değil mi?”

 

“Maalesef. Lütfen ver, utanıyorum, ayrıca geç kalırsam diğerleri farkına varacak.”

 

“Tamam, tamam.”

 

Aaron pes etti.

 

“Parayı tezgâhın üzerine koy, güvenlik nedeniyle ilaçları depoda kilitliyoruz.”

 

“Tamam.”

 

Aaron tezgâhın arkasındaki kapıdan girdi ve başka bir kapıya yöneldi. Siyah renkli demir kapıyı açtıktan sonra ağır bir nane kokusu nefesini kesti.

 

Odanın içerisi zifiri karanlıktı. Duvara asılmış kandili yaktıktan sonra içerisi aydınlandı ve raflara dizilmiş kutular gözler önüne serildi.

 

Kutulara bakan Aaron hafifçe iç geçirdi ve üzerine ‘5’ kazınmış rafa yöneldi.

 

Fare leşleri rafın etrafında çember oluşturmuştu. Ormandan döneli sadece bir gün olmuştu ancak farelerin sayısı beşe katlanmıştı.

 

Fareler bir farmasinin en büyük düşmanıydı. Zira şifalı bitkileri aşırmak konusunda aşırı yetenekli varlıklardı ve başa çıkmak basit olsa da aptal cesaretine sahiplerdi. Ölüme giderken şarkı söyleyen aptallardan farksızlardı.

 

Son bir haftada yüzlerce altın zarar etmişlerdi. Birçok değerli bitki ve ilaç fareler tarafından ziyan edilmiş ya da yenmişti. Üç gün önce babasının kanlanmış gözlerle fare öldürdüğü zaman gözlerinin önünden gitmiyordu.  

 

Otları farelerin ağzından söküp almışlardı.

 

Sonucunda bitkiler sağlıksız bir şekilde depolanmak ve keskin nane kokusunu çekmez zorunda kalıyordu.

 

Beş numaralı raftaki ilk kutuyu aldıktan sonra odadan çıktı ve tezgâha yöneldi.

 

Fakat birkaç adım sonra aniden durakladı.

 

Bunun sebebi aklına korkunç bir şey gelmesiydi.

 

Neyse ki kendini hızla sakinleştirebildi ve yürümeye devam etti.

 

Calvin’i tezgâhın önünde sabırla beklediğini görünce düşünceleri konusunda daha da emin oldu.

 

“İstediklerin burada.”

 

Kutuyu tezgâha koydu ve içerisinden koyu yeşil asmalardan birkaç demet çıkardı. Sapı koyu yeşil olmasına rağmen yaprakları parlak yeşildi.

 

Asmaları büyük bir torbanın içine koyduktan sonra durakladı ve tezgâhın altından kırmızı bir rozet çıkardı. Rozetin üzerine ince ince dokunulmuş gül simgesi vardı.

 

Calvin torbaya uzanırken rozeti gördü.

 

“Bu da ne?”

 

“Babamın annem için yaptırdığı bir rozet. Hediyem olarak düşün…”

 

Calvin’in yanakları kızardı ve hemen reddetti, “Buna hiç gerek yok, gerçekten.”

 

“Leş gibi kokuyorsun. Eğer kimseye bir şey çaktırmamak istiyorsan rolünü çok iyi oynaman gerekiyor. Bir koku, ağzından kaçan bir cümle veya istemeden verdiğin bir bilgi dahi kızın babasının bacaklarını kırmasıyla sonuçlanır.”

 

Evlenmek sorun değildi ancak evlilik öncesi cinsel ilişki hoş karşılanmazdı. Erken keşfedilirse Calvin büyük bir baskı ile karşılaşabilirdi.

 

  “Oh… Teşekkürler.” Calvin mantığı anlayınca rozeti aldı. “Peki sen? Babanın annen için yaptırdığı bir rozetse önemli olmalı. Bana vermen doğru mu ki?”

 

“Bunun için endişelenmene gerek yok.”

 

Aaron tezgahın altından küçük bir kutu çıkardı.

 

“Ben de fazlasıyla var.”

 

İçi kırmızı rozetlerle doluydu. Kokusundan büyüklüğüne kadar aynıydı.

 

Calvin bunları görünce kafasını salladı ve rozeti cebine taktı.

 

Gerçekten hoş bir rozetti.

 

Ancak aniden bir rozet takarsa bu daha çok dikkat çekerdi. Bu yüzden cebine koyması en mantıklı olandı.

 

Aaron gülümsemeye devam etti.

 

“Size o kadar güzel bir hediye hazırlayacağım ki ruhunuzun derinliklerine kazınacak.”

 

Calvin düğünden bahsettiğini bildiğinden ifadesini korudu.

 

“Neyse, görüşürüz.”

 

Torbayı cepledi ve farmasiden ayrıldı.

 

Farmasiden çıktığı gibi yüzündeki gülümseme dondu ve yavaşça ifadesiz bir surata dönüştü. Gözlerindeki ışık yerini karanlığa bıraktı.

 

Hiçbir şey demeden ilerledi ve dikkat çekmeden kalabalığa karıştı.

 

---

 

Calvin dükkandan ayrıldıktan sonra Aaron zaman kaybetmeden ciltsiz bir kağıt topluluğu aldı ve hızlıca depoya yöneldi.

 

Depoya girdikten on dakika sonra ayrıldı ve tekrardan tezgaha gitti. Tezgahın altındaki çekmecelerden birisine kilitlenmiş hesap defterini çıkardı ve son zamanlardaki kayıplara baktı.

 

Fareler ve diğer kemirgenler olsun, çalınan veya parası ödenmeyenler olsun hiçbiri atlamadan not aldı.

 

Ve ortaya çıkan sonuç hiç şaşırtmadı.

 

“Düşündüğüm gibi.”

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46887 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr