Bölüm 6: Düşenlerin Kederi

avatar
335 2

Muhterem Bedhah - Bölüm 6: Düşenlerin Kederi


 

Marshall diğerlerini umursamadan şeytana saldırdı.

 

Swosh! Swosh! Swosh! Swosh!

 

“İnsafsız Kılıç!”

 

Havada cisimleşen kılıç ışıklarının sayısı yüzlere ulaşıyordu. Hayatında böyle bir şeyle karşılaşmamış kişiler için bu durum korkutucuydu ancak şeytan sadece homurdandı.

 

Voooo~

 

Kavalın sesi kulakları şenlendiriyordu. Şef dahi etkisine girmemek için ekstra dikkatli olmak zorundaydı. Neyse ki buraya gelmeden önce Alexander’dan Metanet Hapı almışlardı. Aksi takdirde bu kadar dayanamayacaklardı.

 

Marshall’ın oluşturduğu kılıç ışıkları Şeytanın vücudunda derin yaraların açılmasına neden oldu. Marshall Şeytana hasar verebildiği için sevinecekti ki ayaklarını kavrayan yeşim sarmaşıklar onu havaya kaldırıp sertçe yere çarptı.

 

Boom!

 

Tozlar havaya kalktı ve Marshall bir ağız dolusu kan tükürdü.

 

“Göklerin altında kimse beni, Yao Autumn’u alt edemez.”

 

Bu sesin sahibi üzerine gelen oklardan kaçan şeytandı.

 

Kıdemli avcılar ve Claire harika bir iş çıkartıyordu. Leo ve Şef, şeytanın hareketini kısıtlamaktan sorumluyken Michael ve Marshall hücumdan sorumluydu.

 

Koordinasyonları kusursuz değildi ancak herkes başa çıkamazdı.

 

Şef, Şeytanın boğuk sesini duyunca kıkırdadı.

 

“Ölümün eşiğinde olmana rağmen kibirlisin. Sana Antik Dövüş Sanatlarını tanıtmama izin ver.”

 

Kollarını iki yana açtı ve garip bir duruş sergiledi.

 

Boom!

 

Köken enerjisi yanardağ gibi patladı ve Marshall’ınkini katbekat aşan bir baskı yayıldı.

 

Şef birden Şeytanın dibinde belirdi ve yumruğunu savurdu.

 

“Meteor Yumruğu!”

 

Gücünün onlarca katı üzerinde bir kuvvet Şeytanın ürpermesine neden oldu. Gökyüzünden üzerine gelen meteorların sesini duyabiliyordu. Sıcak, parlak ve delici bir enerji göğsüne çarptı.

 

Boom!

 

Yer ve gök inledi.

 

Boom! Boom!

 

Gökkubbe yeryüzüne çalınmıştı sanki!

 

Şeytan gökten kayan bir yıldız gibi mağaranın üzerindeki kaylara çarptı ve mağaranın göçmesine neden oldu. Binlerce parçaya ayrılmış mağaraya bakarken yutkunmak zordu.

 

Her şey öyle hızlı yaşanmıştı ki kimse tepki veremedi.

 

Claire, Michael, Leo ve özellikle Marshall şaşkınlıktan küçük dilini yutmuştu.

 

Her zaman küçümsedikleri Şef, akla hayale sığmayan bir güç sergilemişti. Bu güç öyle fazlaydı ki Marshall bile karşı koyabileceğini sanmıyordu.

 

“Bu nasıl olabilir?”

 

Claire şokun etkisindeydi. O an ilk defa karıncayı dahi küçümsememesi gerektiğini fark etti. Zira onun boyutlarında olsaydı yenilmez olurdu.

 

Woooah!

 

Şef zarif bir hareketle yere indi.

 

Bam!

 

-Brugh!

 

Ayakları yerde derin bir çukur açtı ve bir ağız dolusu kan kustu.

 

“Lanet olsun.”

 

Göğsünü kaplayan zırhın üzerine derin bir çizik vardı.

 

Onu gören herkes işlerin düşündükleri kadar pürüzsüz gitmediğini fark etti.

 

Ancak olan olmuştu. Böyle güçlü bir rakip karşısında yara almadan kurtulmak imkansızdı. Her ne kadar karşı taraf ağır yaralı olsa da, kaplan dişleri ve pençeleri olmadan bile çakalı alt edebilirdi.

 

“Çabuk ona yardım edin!”

 

Marshall bağırdığında Claire Şefin yanına koştu.

 

“Kıdemli Şef, lütfen alın.”

 

Bir bilye boyutunda şifalı bitki yumağını ona uzattı. Hap olduğuna inandırmak için bin şahit isterdi.

 

Ancak buna rağmen etkisi yadsınamazdı.

 

Şef hapı yuttuğu anda hızla iyileşmeye başladı. Yüzüne renk geldi ve vücudundaki morluklar iyileşmeye başladı.

 

“Alexander’ın yeteneği burada boşa harcanıyor.” dedi Leo, molozlar altında ezilmiş şeytana bakarken düşüncelerin esiri olmuştu.

 

“Öncelikle Düşmüşlerin Şarkısı’na ele geçirmeliyiz.”

 

Bu sırada kimse kıdemli avcılardan birisinin birden şeytana koşmasını beklemiyordu.

 

“Henry!”

 

Şef bağırdı ancak kıdemli avcının gözü dönmüştü. Şeytanın elindeki kaval sadece hayallerinde görebileceği bir şeydi.

 

Kim güce doyardı ki?

 

Karşısında herkesten güçlenmesini sağlayacak bir hazine vardı.

 

Bunu nasıl arzulamazdı?

 

Yirmiden fazla kıdemli avcı Şefe eşlik etmek için buradaydı ancak savaşın sonunda sadece üç avcı hayatta kalabilmişti.

 

Ölümlerinin sebebi ise göğüslerini delen sarmaşıklardı.

 

Kıdemli avcı Şeytanın cesedine vardığında arkasından yükselen çığlıkları duydu ancak görmezden geldi.

 

Tam kavalı alacaktı ki kanla ıslanmış bir el onu yakaladı.

 

“Sonu ölümle bitse dahi benliğim yolundan şaşmayacak… Ey güce hükmeden Semavi İblis… Adaklarımı kabul et ve bana gücünü bahşet! Mado!”

 

Kıdemli avcı ne olduğunu anlayamadan vücudundaki tüm kan birden çekilmeye başladı.

 

“Hayır!”

 

Çığlık attı ancak çoktan ölmüştü.

 

Hahahahaha!

 

Tüm dünya kızıla çaldı.

 

Güneş bile istisna değildi.

 

---

 

“Hiç iyi değil!”

 

Aaron kaşlarını çattı ve yanında getirdiği tüm bitkileri ateşe attı. Bitkiler ateşle temas ettiği gibi kül oldu ve süt beyazı bir duman yükselmeye başladı.

 

Huuu-

 

Rüzgâr batıdan esiyordu.

 

---

 

“Olamaz!”

 

Marshall ve Şef iki yandan atılırken gökyüzünden yağan oklar ona destek çıktı. Fakat bunlara rağmen Şeytanın gücünü yenilemesine engel olamadılar.

 

Hahahahaha! Ölüm Melodisi!”

 

Şeytan kavalı dudaklarına götürdüğü gibi üflemeye başladı.

 

Rahatsız edici melodiler havada uçuşmaya başladı ve duyanları devirmeye başladı. Michael o sırada Şeytanı pusuya düşürmek için fırsat kolluyordu ki melodiyi duyunca içinde doğan intihar arzusuna engel olamadı.

 

Gördüğü ölümler çoktan zihnini kırmış, korku bedenini ele geçirmişti.

 

Kılıcını çektiği gibi boğazına dayadı ama kendini öldürmeye fırsat bulamadan Leo belirdi ve onu kontrol altına aldı.

 

Yediği tokatla kendine gelen Michael ne yaptığının farkına vardı.

 

“Siktir git!”

 

Marshall kılıcını savurdu.

 

Klang!

 

Şeytan yerde biriken kanlardan oluşturduğu kalkanla kılıca karşı koydu. O sırada havanın yarılma sesi duyuldu ve kutsallıkla kaplanmış bir ok kalkana çarptı.

 

Boom!

 

Kalkan şeytani enerji ile yapılmıştı. Bu yüzden kutsallıkla kaplı ışık oku kağıt yırtar gibi delip geçti ve Şeytanın bileğini deldi.

 

Şeytan hiçbir şey yapmadan odağını değiştirdi ve olduğu yerden kayboldu.

 

Swosh!

 

Herkesin bakışlarında endişe belirdi. Şeytan, Claire’nin önünde belirdiğinde Claire sadağından ok alıyordu.

 

Tamamen hazırlıksız yakalanmıştı.

 

“Hayır!”

 

Şeytanın heybetli figürüne bakarken gözleri ıslandı.

 

Boom!

 

Şeytanın yumruğu onu sertçe yere çaldı ve tüm kemiklerini kırarak acı içinde öbür dünyaya gönderdi.

 

“Claire!”

 

“Kız kardeş!”

 

Ne yazık ki çığlıklar yanıtsız kaldı.

 

Claire gibi uzak mesafe savaşçılarının bu kadar büyük bir baskıya dayanması mümkün değildi. Ölmeden önce yapabildiği tek şey boş boş bakmaktı.

 

Leo’nun silüeti Şeytanın arkasında belirdi. Kan çanağına dönmüş gözlerinden okunan öldürme niyeti hançerlerine güç kattı.

 

Bam! Güm!

 

Fakat karşısında bir Şeytan vardı. Hançerleri Şeytana saplanmadan önce havada durakladı ve Köken Bariyeri tarafından engellendi.

 

“Köken Bariyeri mi?”

 

Vooo-

 

Leo kafasını çevirdiğinde Michael’in kılıcını ona fırlattığını gördü.

 

“Seni oros…”

 

Cümlesini bitiremeden kılıç kafasına saplandı ve hayatına son verdi.

 

Michael’in böyle bir şey yapacağını kimse beklemiyordu – ki Marshall tereddütsüzce Michael’in kafasını gövdesinden ayırırken hâlâ şaşkındı.

 

“Seni piç. Eğer bariyeri kullanmasaydın ölmüştü.”

 

Kontrol altında olduğunu bilmesine rağmen acımamıştı. Michael’in kılıcı Leo’nun canını aldığı anda tepki vermiş, gelecekte sorun çıkarma ihtimaline karşın Michael’in canını almıştı.

 

Ve bu süreçte tereddüt bile etmemişti.

 

Şeytan vücudunu çevirdi ve kavalı tekrardan üflemeye başladı. Yerde yatan cesetler birden ayaklandı ve Şefe saldırmaya başladı.

 

“Lanet olsun. Hani sadece canlıları kontrol edebiliyordu?”

 

Şef yumruklarıyla bir kıdemli avcıyı püreye çevirirken lanet etti.

 

“Yaşam gücü!” Marshall geri çekilirken kükredi, “İçinde yaşam gücü bulunan her şeyi kontrol ediyor demiştim. Ölümlerinin üzerinden pek zaman geçmediğinden yaşam güçlerinin bir kısmı duruyor olmalı.”

 

“Ne yapacağız?”

 

“Meteor Yumruğu’nu kullanabilir misin?”

 

“Uygun bir fırsat…”

 

Marshall tekrar İnsafsız Kılıç’ı kullanarak saldırdı.

 

Tüm ölüler tekrardan geri düştü.

 

Marshall beti benzi atmasına rağmen ayakta durmayı başardı. Vücudundaki köken enerjisi suyunu çekmek üzereydi ve vücudu yaralarla kaplanmıştı.

 

Daha fazla dayanamayacağı aşikârdı.

 

“Bir fırsat yaratacağım.”

 

Buradan kurtulsa bile en fazla birkaç ay yaşayabilirdi.

 

Tabii böyle bir şansı olursa.

 

Boom!

 

O esnada kanla kaplı bir yumruk üzerine geldi. Bir dağı sarsacak kudrete sahipmiş gibi heybetliydi.

 

“İnsafsız Kılıç!”

 

Kılıç ışığı kanlı yumrukla çarpıştığında tüm dağ sarsıldı.

 

Boom!

 

Marshall metrelerce geriye fırlarken, Şeytan sadece birkaç adım geriledi.

 

“Meteor Yumruğu!”

 

Ancak gerilemesi bir Şef için bir fırsat yaratmıştı. Hayatını koyduğu saldırısı için bir fırsat… Başarırsa kral, başaramazsa ceset olacaktı.

 

 Boom! Boom!

 

Meteor Yumruğu başka bir yumrukla çarpıştığında karşı koyacak vakit bulamadı. Şeytanın gücü kendisini katbetkat aşıyordu.

 

Vücuduna sızan yabancı köken enerjisi önce kolunu, ardındansa göğsünü parçalara ayırdı.

 

Bu sırada yapabileceği tek şey Şeytanın acı içinde çığlık atmasını izlemekti.

 

Şefin vücudu yavaşça yere devrilirken Şeytan nefretle kükredi ve kafasını batıya çevirdi. Karnının hamile bir kadın gibi şiştiğini ve bacak arasından kanlar sızdığını gören Şef istemeden de olsa gülümsedi.

 

“En azından kasaba emin ellerde…”

 

Tüm dünya karardı.

 

Şeytan şişen karnını fark ettiğinde çığlıklar attı ve uzaklarda gözüken figüre doğru koşmaya başladı. Saniyeler içinde mesafeyi aştığını görünce Aaron’un gözleri kızardı.

 

Ancak dünya adil değildi.

 

En büyük tehlike zafer anında ortaya çıkardı.

 

Ve Şeytan gücüne rağmen bundan habersizdi. Bu yüzden zehrin semptomları ortaya çıkmadan önce kazandığını sanıyordu.

 

Şeytan tam Aaron’u yakalayacaktı ki karnındaki şişlik patladı ve bağırsak parçaları her yöne uçuştu.

 

“AHHHH!”

 

Akan nehri andıran rüzgârlar nazikçe vücudunu süpürdü. Yao Autumn yere devrilmeden önce Aaron’un çarpık gülümsemesini gördü.

 

“Nasıl…yaptın…”

 

Tak!

 

Ve yere yığıldı.

 

Bu sefer gerçekten ölmüştü.

 

Ancak Aaron emin olana kadar yaklaşmadı. Birkaç dakika geçmesine rağmen bir hareket olmayınca hançerini birkaç metre uzaktan fırlattı ve kafasını parçalara ayırdı.

 

“Başardım!”

 

Yüzünde bir gülümsemeyle iğrenç görünümlü Yao Autumn’a yaklaştı.

 

Ölümüne rağmen Düşmüşlerin Şarkısı’na sıkıca tutuyordu. Neyse ki tüm kuvveti ölümüyle birlikte gitmişti. Geride ise bir ceset bırakmıştı. Bu yüzden Düşmüşlerin Şarkısı’nı almak pek zor olmadı.

 

“Hediyemi beğenmişsindir umarım.”

 

Kavalı eline aldığında ruhunun derinliklerinden yükselen heyecana engel olamadı.

 

Artık kuyusunu terk edebilir ve dış dünyayı görebilirdi.

 

Bunun heyecanı ile savaş alanına yürümeye başladı.

 

Etraf berbat haldeydi. Kıdemli avcılar parçalanmıştı, heybetli duran figürler yerde çürümeyi bekleyen cesetlere dönüşmüştü.

 

“Ve…let…” dedi son derece muğlak ve boğuk bir ses. Bir ağaca dayanmış Marshall’ın figürü içler acısıydı.

 

“Bayım!”

 

Aaron hızla ona doğru yürümeye başladı.

 

“Çabuk… yardım… et…”

 

“Tabi efendim.”

 

Etrafa baktı ve kullanabileceği bir şey var mı diye araştırdı.

 

“Claire… onun… bileğin… deki… ohho!”

 

Aaron, Claire’nin cesedine gitti ve sürükleyerek Marshall’ın dibine getirdi. Marshall’ın yarı kapalı gözleri onu görünce ardına kadar açıldı ve öksürük krizine girmesine neden oldu.

 

“Ohho! Ohho! Seni… piç… ne… yapmaya…”

 

“Bundan mı bahsediyorsun?” Claire’nin kolundaki ince işlemeli bir bileziği işaret etti, ”Bir benzeri Michael’de de vardı.”

 

“Onun… içinde… ilaç… var… yeşil…”

 

Aaron bileziği çıkardı ancak koluna takmadı.

 

“Bunu nasıl açacağım?”

 

“Köken… enerjini… mücevhere… aktar…”

 

Aaron onun söylediklerini yapınca bir şeyler hissetmeye başladı. Sanki zihninde bir odaya sahipti ve bu oda eşyalar ile doluydu.

 

‘Bu depolama mı?’

 

Köken enerjisi ile bir eşyayı kavradı ve onu dışarı çağırdı.

 

Boom!

 

Bir uyku tulumu önünde belirdi ve Claire’nin ölü bedeninin üzerine düştü.

 

“Ne… bekliyorsun… çabuk… ol…”

 

“Biliyor musun? Belki de ölmen en iyisi olur.”

 

“Ne?! Ohho!”

 

Aaron, Marshall’ın kolundaki bileziği aldı ve metrelerce geri çekildi.

 

“Seni piç! Ne yapıyorsun?”

 

Ölümün eşiğinde olduğundan bir bebekten daha güçlü değildi, bu yüzden ona karşı koyamazdı. Ancak zaten ölümü kesinleşmişti. Neyden korkacaktı ki?

 

“Güzeleş Otu ve Kızıl Akçaağaç Yaprağı ile zehirlendin. Kurtulma imkanın yok. Olası bir durumda ele geçmesine diye yanımda panzehir de getirmemiştim. Şansa bak.”

 

“Tanrı…”

 

“Tanrıya yakarmak hiçbir işe yaramayacak.”

 

“Seni! Neden bunu yapıyorsun?”

 

“Acımasız dünya da kalmak için acımasız olmalısın. Yükselişimin anahtarı bu kaval, onu kullanmayı öğrendiğim sürece tüm potansiyelimi ortaya çıkarabileceğim. Zaten, tüm potansiyelimi ortaya çıkarmak için çocukluğumu feda ettim. Senin gibi tanımadığım, yükselişimi engelleyecek birini mi önemseyecektim?”

 

“Eğer isteseydin, çalışarak buradan ayrılabilirdin. Neden? Şeytanlardan bir farkın yok! Canavar piç! Cehenneme gideceksin.”

 

Aaron onun laflarını ya da tehditlerini umursamadı.

 

Kökleri cehenneme uzanmayan bir ağacın dalları cennete yükselemez. Ayrıca canavar mı? Yaptığım şey kötü mü? Bu kimin umurunda ki? Yapmam gereken tek şey doğru yolda ilerlediğimin farkında olmak.”

 

“Şeytanlardan bir farkım yok mu? Tüm kasabayı bir yem olarak kullanan sizlere ne demeli? O’nu yendikten sonra Şefi susturacaktınız, belki babamı ve abartarak kasabayı bile yok edebilirdiniz.”

 

“…”

 

Marshall söyleyecek bir söz bulamadı.

 

Yavaşça ölümün kollarına düşerken sadece lanet edebilirdi.

 

“Ölümün sevdiklerinin elinden olacak.”

 

---






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46887 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr