Bölüm 8: Mahir Seyyah Ardında İz Bırakmaz [İkinci Kitap: Maskelerin Ardına Saklanmış Saf Kötü]

avatar
281 1

Muhterem Bedhah - Bölüm 8: Mahir Seyyah Ardında İz Bırakmaz [İkinci Kitap: Maskelerin Ardına Saklanmış Saf Kötü]



***

 

Decathia krallığının en zenginlerinden Simya Baronesi Catherine topuklu ayakkabılarını sert mermerden yapılma zemine vura vura ilerliyordu. Yumuşakça aydınlatılmış loş koridorda uzun süre ilerledikten sonra bir kapıya vardı.

 

Mekanik kolu yavaşça tıkırdadı ve garip bir şekle büründü.

 

Sadece mekanik kolunun anahtar formu ile açılabilecek özel bir kilide soktu elini.

 

Tıkırt!

 

Hoş olmayan bir melodi kapının arkasından yükseldi.

 

Grrr-

 

Kapı açıldı ve yasemin kokusu odadan taştı.

 

“Marry.” dedi Barones, sahip olduğu en yetenekli hizmetçiye seslendi.

 

“Majesteleri,” karanlıktan bir kadın sesi geldi.

 

“Haber var mı?”

 

Marry’in sakin sesi karanlığın meçhul bölgelerinden yükseldi, “Dört yıl oldu majesteleri. Bir karınca almış ve uçurumun derinliklerine atmış bile olabilir.”

 

“Elimizde hiçbir şey yok demek mi oluyor bu?” diye alayla güldü Barones, Decathia krallığındaki en iyi istihbarat ağlarından birine sahipti ancak bir eşyayı bulamıyordu.

 

“Hırsız çok zeki biri Majesteleri. Gönderdiğimiz avcı ekibinin izlerini kıtanın dört bir yanından topluyoruz. Ve her seferinde aldığımız şey bizi yanlış yerlere yönlendiren sahte kanıtlar,” Marry’in durgun sesi bir anlığına titredi.

 

“Bunu bir kenara bırakalım. Majesteleri projemize ne diyor?”

 

“Reddedildi.”

 

“Hmph,” diye homurdandı Barones, “Neden?”

 

“Düşes Angela’nın Mana Reaktörü projesi kabul gördü. Krallığın araştırmalara ayırabileceği fon sınırlıydı. Bu yüzden…”

 

Barones, “Bizi bir kenara attılar,” diye tamamladı.  

 

Kenara atmaktan ziyade görmezden geldiklerini, hatta araştırma verilerini incelemediklerine bile emindi. Fakat elinden bir şey gelmezdi.

 

“Başkaldıran Tarikatı’nın Kıdemli Ejderi ne dedi?”

 

Marry yanıtladı, “Olumlu cevap verdi. Ve hatta siz üretirseniz bazı şeylerden vaz geçmeye bile razı. Buna Köken Ejderi İskeleti de dahil.”

 

“Hoh?”

 

Baronesin mücevhervari gözleri ışıldadı. Bir kılıçla oyulmuş gibi duran sert yüzü eski sertliğini anında geri kazandı.

 

“Ona araştırmalara gömüldüğümü ve başka bir simyager bulmaları gerektiğini söyleyin. Ayrıca Düşmüşlerin Şarkısı’nı araştırmayı bırakabilirsiniz. Bunun yerine Glory Akademisi’ndeki öğrencileri yanımıza çekmeye odaklanın.”

 

“Anlaşıldı majesteleri.”

 

Marry’in sesi yok oldu ve karanlıklara gizlenmiş vücudu Baronesin algısından sıyrıldı. Barones mekanik kolunu hareket ettirdi ve içeriye girdi.

 

Mücevher gözleri karanlıkta parlayan bir çift yıldız gibiydi.

 

---

 

 Kadim bir geçmişe sahip Decathia Krallığı insanoğlunun sahip olduğu en önemli üç hazineden birine, Gökkubbe’ye ev sahipliği yapıyordu. Gökkubbe’nin görkemli görüntüsü yabancıların ya da yerel halkın soğuk bir nefes almasına, Gökkubbe’ye doğru secde etmek istemesine neden oluyordu.

 

Gökkubbe, Başkent Decathia’nın beş kilometre üzerinde süzülen devasa bir kara parçasıydı. Kara parçasını koruyan devasa bariyer onlarca metrelik kalınlığa sahip şeffaf bir bariyerdi.

 

Efsaneler bu bariyerin Muhafız Tanrı tarafından kullarını Şeytanların gazabından korumak için yaptığını söylerdi.

 

Yerden kilometrelerce yükselmesini sağlayan ve havada asılı kalmasını sağlayan Gökyüzü Tanrısı, tüm diyardan daha bereketli bir toprağa sahip olmasına neden olan Bereket Tanrısı ve mana bakımından zengin olmasını sağlayan Büyü Tanrısı’na şükret etmeyi unutmazdı yerel halk.

 

Fakat bu güzelliğe ve berekete rağmen oraya sadece özel insanlar girebilirdi. Buna Gökkubbe’nin merkezinde bulunan Glory Akademisi’nin öğrencileri ve insanlığın önde gelen figürleri de dahildi.

 

Orada bir konut elde etmenin şehir lordu olmaktan kolay olmadığı anlatılırdı.

 

Başkent Decathia’nın kuzeyindeki tepelerin ardı sadece kervanların geçtiği Tüccar Yolu’nun bir uzantısına bağlanıyordu. Kervan yolu çimentodan yapılmıştı. Fakat atların ve öküzlerin üzerinde yürümesi hayvanları rahatsız etmezdi.

 

Öğle saatleriydi. Güneş en tepede tiran gibi dikilmişti, yeryüzüne gönderdiği ışık parçaları gücünü hissettiriyordu.

 

Hoş bir kaval sesi tüm canlıların rahatlamasına neden oluyordu. Yolun kenarında bulunan otlar bile hareket etmeye başlamıştı ki ses birden yükseldi.

 

VOOO!

 

Dört metrelik öküz iki ayağının üzerine kalktı ve ayaklarını sertçe yere vurdu. Toprak titredi ve ürkütücü kükremesi çevrede yankılandı.

 

Hasır şapkasını takmış bir ozan, elinde tuttuğu kavalı nazikçe üflerken öküzün üzerinde oturmaktaydı.

 

Ateşten karanlığı yarmak amacıyla,

Çıktım bu yola kavalımla,

Ne bir dostum var, ne de bir düşmanım,

Sanırım buldum, bu yaşam amacım.

 

İlerleyeceğim en tepeye,

Her şeyi mahvetmenin verdiği o zevkle,

Ne bir Tanrı, ne de bir Şeytan engel olabilir bana,

Karanlıkla aydınlanmış kalbini dinleyen bir çocuğa.

 

Hasır şapkanın altındaki dudaklar hafifçe kıvrılarak gece karanlığı gözlerin yaymadığı ışığı yaydı. Ozan kavalı üflemeyi bıraktı ve eliyle öküzün kürkünü okşadı.

 

“Son beş yüz milde bana eşlik ettin dostum. Sana özgürlüğünü vereceğim,” dedi nazikçe. Tekrardan kavalı dudaklarına götürdü ve başladı üflemeye.

 

Uzun süre yanımda olan dostum,

Fani bedeninle geleceğimi aydınlat!

 

İntihar Melodisi!

 

Ozanın üflediği ses öküzün kulaklarına dünyanın en güzel sesiymiş gibi giriyordu. Bir anlığına durakladıktan kükredi ve birden bire yere yığıldı.

 

Kalbini delmiş olan köken enerjisi ve yaşam gücü bedeninden ayrıldı ve yavaşça yere inen ozanın ağzından içeri girerek kökenini besledi.

 

“Sana özgürlüğünü verdim yoldaşım. Huzur içinde yat.”

 

Cesede dokunduğu anda ceset ortadan kayboldu. Ozan hafifçe gülümsedi ve kafasını gökyüzüne, tüm kudretiyle gökte süzülen Gökkubbe’ye çevirdi.

 

“İyinin ve kötünün kardeşliği dengeyi oluşturur. Başkent Decathia’nın karanlık sokaklarını perde olarak kullanan şeytani varlıklar, yeni dostunuz sizi selamlamaya geliyor.”

 

Kavalı tekrardan ağzına götürdü.

 

“Hedef iblislerin sığınağı, Başkaldıran Tarikatı.”

 

---

 

 Başkentin unutulmuş sokaklarında gizlenen fareler için yalnız insanlar en güzel yemekti. Her yıl yüzlerce masum insan leşçil farelerin avı oluyor, hızlı üremeleri için besin kaynağı oluyordu.

 

Bugün farelerin lideri Aziz Leomord sokağında gezinen kapşüyonlu bir adam gördü ve hızla tüm fareleri topladı. Fareler işlerini bırakıp liderin etrafında toplandı. Ne yapacaklarını anlamışlardı. Doğuştan hazırlardı.

 

Lider ciyaklayarak emirler verdi.

 

Fakat diğerleri yerlerine bile geçemeden bir köken dalgası fareleri havaya uçurdu. Lider önündeki manzara yüzünden dehşete düşmüştü ki arkasından yumuşak bir ses yükseldi.

 

“Başkaldıran Tarikatı’na katılmak istiyorum.”

 

Sözlerin ardından fare liderin gözleri donuklaştı. Hareketleri bir alışılmadık derecede robotikleşti ve kırmızı gözleri karanlığa düştü.

 

“Kimsin?” diye bir ses yükseldi Fare’nin ağzından, “Daha doğrusu kim gönderdi?”

 

“Adımı uzun zaman önce unuttum fakat bana Kara El derler. Simya Ejderi’nin öğrencisi olmak için buraya geldim. Amacım, simya becerilerimi geliştirmek ve en tepedeki koltuklardan birine oturmak.”

 

‘En tepedeki koltuklar,’ Başkaldıran Tarikatı’na katılmış herkes bu sözün anlamını bilirdi. Bu söz en tepeyi, Başkaldıran Şeytanı’nın yanında duran On İki Şeytani Ejder’i temsil ederdi. Amacını belirtmek için kullanılan klişe bir sözdü.

 

Fare lider, “Yarına kadar bir aylık iki bebek hayvanın kafasını, tüm kemikleri kırılmış yaşlı bir kadın getirirsen sana davetiye vereceğim.” dedi.

 

“Uzman seviye bir davetiye için ne yapmam gerekiyor?” diye sordu Kara El.

 

“Bir kadına tecavüz etmen ve kanıtlarıyla birlikte buraya gelmen gerekiyor.”

 

“Peki ya Mahir İblis seviyesi için?”

 

Fare liderin küçük vücudu bir anlığına titredi. Önceden donuk bakan gözlerin yerini cehennem ateşi kadar sıcak bir bakış aldı.

 

Kara El’i baştan aşağı süzdü.

 

“Dürüst olacağım. Bu dünya da birini öldürmekten çok daha kötü şeyler vardır evlat. Başkaldıran Tarikatı’nda statü, güç ve yetenek her şeydir. Bunlara sahip olduğunda her şeyi yapabilirsin. Fakat dışarıdan gelen üyeler için bu kural geçerli değildir.” Fare lider devam etti, “Bir casus olman bizi endişelendirmez ancak masum ya da saf kalpli olursan işler değişir. Bu yüzden giriş sınavı duygular üzerine kurulur. Kendini kanıtlaman gerekir.”

 

“Peki ya kanıtlayamazsam?” diye sordu Kara El, merakı sesinden okunuyordu.

 

“Kim olursan ol. Ölürsün.”

 

“Yani seni gördüm diye tarikata katılmak ya da ölmek zorundayım, değil mi?”

 

“Haklısın,” diye yanıtladı Fare Lider, “Bu yüzden tekrar soruyorum evlat, Mahir İblis görevini almak istediğine emin misin?”

 

“Evet.”

 

“Sigh… Pekala. Görevini veriyorum,” dedikten sonra durakladı Fare Lideri, “Yeni doğmuş üç bebeğin kanını boşaltıp buraya getireceksin, bir bakireye tecavüz edip Yin Kanı’nı depolayacaksın, en az yirmi çocuk kafası getireceksin, yaşlı bir adama ölümüne işkence edip videosunu paylaşacaksın.”  

 

Mahir İblis’ler ordudaki albaylara benzerdi. Statü bakımından Şeytani Generallerin ve Şeytani Kralların aşağısındaydılar. Şeytani Kralların üzerinde sadece Şeytani Ejderler ve Başkaldıran Ölümsüz’ün olduğu düşünülürse kıdemi fazlasıyla yüksekti.

 

Bu yüzden yükselmek çok zordu. Tarikat içerisinde binlerce Mahir İblis vardı ancak çok azı dışarıdan gelmeydi. Çoğunluk tarikatın içerisindeki ailelerin çocukları ya da müritlerin soyundan gelen dış tarikat üyeleriydi.

 

Bu yüzden yapmaları gerekenler başarım kazanmaktı.

 

Fakat tarikata ilk defa katılan birisi için şartlar acımasızdı. Katılmak için dünyanın en saf varlığını öldürmek, masum birini kirletmek ve çocuklara sevgi besleyen birine işkence etmek vardı. Üstelik bununla kalmayacaktı. Bunu tüm dünyaya duyurmak için yayacaktı.

 

Fare lider iç çekti. Başkaldıran Tarikatı kendisine şeytan dese de aslında onlarda normal insanlar gibilerdi. Sadece inançları diğerlerinden farklıydı. Şeytanlar sanıldığı kadar kötü değildi. Fakat Tarikatın en büyük gücü acımasızlığıydı.

 

Acımasızlık gücün temsilcisiydi.

 

Fare lider Kara El’e baktı.

 

Kabul etmeyeceğini biliyordu, bu yüzden acemi iblis görevini hatırlamaya çalıştı.

 

“Acemi ibli…”

 

Sözlerini bitirmemişti ki Kara El’in sesini duydu, “Kabul ediyorum.”

 

 “!!!!”

 

Fare lider uzun bir süre kendine gelemedi. Neyse ki son derece deneyimliydi. Sonunda kendini topladı ve Kara El’e bir hafta süre verdi.

 

Ancak Kara El bunu reddederek bir günün yeterli olacağını söyledi.

 

Fare lider söyleyecek söz bulamadı.

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44788 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr