Çevirmen: Mert İlbay
Editör: ÇHY
Yang Chen, pazartesi öğleden sonra söz verdiği gibi valizini taşıyarak Zhonghai Havalimanı'na giriş yaptı. Bu havalimanına çabuk geri dönmüştü ve yine aynı kişiyle uçuyordu, Mo Qianni. Ancak ikilinin ilişkisi, o zamandan bu zamana çok fazla ilerlemişti.
Mo Qianni suratının yarısını kaplayan bir gözlük takıyordu. Yanında dev bir valiz vardı ve dar spor kıyafetleri onu inanılmaz canlı gösteriyordu. Sakız çiğneyip, müzik dinlerken saatine baktı. Bir süredir oradaydı.
Yang Chen'in yavaşça yaklaştığını gören Mo Qianni şirin bir şekilde gözlüklerini indirdi ve gözlerini devirdi, "Neden hep seni beklemek zorunda kalıyorum? Bir centilmen gibi erkenden gelemez misin?"
"Toplam iki kere oldu, ne demek her seferinde?" Yang Chen, kendisi için sakız bulma umuduyla elini Mo Qianni'nin polar ceketinin cebine atarken hiç de utangaç değildi.
Etrafta bu kadar turist olduğundan Mo Qianni doğal olarak utanmıştı, Yang Chen'in elini paniklemiş bir şekilde tokatladı, "Ne diye elleşiyorsun? Başka sakız yok!"
Yang Chen cepte bir şey bulamadı ancak elini çıkartmakta da hiç aceleci değildi. Kıyafetlerinin araya girdiği Mo Qianni'nin yumuşak ve zarif belini ovuşturdu ve yalnızca tatmin olduğunda elini geri çekti.
Mo Qianni o kadar sinirlenmişti ki yüzü kızarmıştı, Yang Chen'in belini bir kaç kez çimdikledi ve sinirli bir şekilde fısıldamaya devam etti, "Tek yapmayı bildiğin şey bana, yani bir metrese zorbalık yapmak. Eğer becerebiliyorsan bunu karına yap!"
Yang Chen'in aklına aniden bir söz geldi: Metreslerin insani hakları yoktur...
Ancak bunu Mo Qianni'nin önünde söylemeye cesaret edemediğini söylemeye gerek yoktu.
İkili uçağa binerken şakalaştılar, Sichuan'a ulaşmaları dört saat sürecekti.
Yang Chen gülümseyen hostesleri gördü ve hemen "kalpsiz" hatun An Xin'i hatırladı. Daha önce, bir daha karşılaştıklarında An Xin'in onun kadını olmak için istifa edeceği konusunda anlaşmışlardı. Yang Chen, onun hangi hava yolu şirketi ile çalıştığına bakıp bakmamak konusunda arada kaldı. Bakarsa onu yakalaması kolay olacaktı.
Üç saatten fazla uçtuktan sonra uçak, Sichuan bölgesine giriş yaptı ve yavaşça iniş yaptı. Kalın bulutlardan geçerken Sichuan'ın manzarası kabin pencerelerinden görülebiliyordu.
Mo Qianni pencerenin yanında oturuyordu ve göz kırpmadan, devamlı dağlara bakıyordu. Yemyeşil manzara ile büyülenmişti.
"Buraya geleli on yıl oluyor, değil mi?" Yang Chen, onun gözlerindeki melankoliyi görebiliyordu, bu yüzden dikkatini başka yöne çekti.
Kafa sallarken Mo Qianni'nin gözleri kırmızıydı. "Evet, o zamanlar bu dağlar ve vadilerden geçip Zhonghai'ye gitmek ne kadar zordu hâlâ hatırlıyorum. Bir gün bir uçakla geri döneceğimi hiç düşünmemiştim. Sanki bambaşka bir dünyaya girmişim gibi."
"Annene hiç hediye aldın mı?" diye sordu Yang Chen.
"Sana söylemem." Annesinden bahsettiği an Mo Qianni, neşe ve sabırsızlıkla dolmuş gibiydi. Tek akrabasını görmek için sabırsızlandığı çok belliydi.
Bir yarım saat daha sonrasında uçak havalimanına iniş yaptı.
Qianni'nin söylediğine göre memleketi Qilian Dağları'nın arasında yer alıyordu ve Kunshan Köyü, küçük bir dağ köyüydü. Fazla ücra olduğundan dağların yakınına trenle gidip oradan da dağların iç tarafına giden bir otobüse binmeleri gerekiyordu. Son olarak da oraya ulaşmak için on altı kilometre yürümeleri gerekecekti.
Bu karmaşık ulaşım macerasını duyan Yang Chen'in kafası karışmıştı ve Mo Qianni'ye sormadan edemedi, "Hey, memleketinde elektrik yok olamaz, değil mi?"
Mo Qianni ona baktı, "Elektrik yoksa annemi nasıl arıyorum? Oraya yolculuk zahmetli ancak yine de elektrik var. Köyümüz o kadar küçük bile değil, eğer kuzey ve güney kısımlarını birleştirirsek yüzlerce hane var!"
Yang Chen rahat bir nefes aldı. Mum ışığında akşam yemeği, zaman zaman romantik olabilirdi ancak her gün olsaydı bayardı.
İkili tren istasyonuna taksiyle gittikten sonra Qilian Dağı bölgesine giden trenlerin hâlâ eski moda, yavaş ve sesli olan trenler olduğunu fark ettiler. Ayrıca yalnızca öğleden sonra iki gibi kalkış yapıyordu.
Biletleri aldıktan sonra ikili, tren istasyonundaki bir sokak satıcısından öğle yemeği atıştırıp trene bindi.
Trende çok fazla insan yoktu. Tren hareket etmeye başladığında düzinelerce insan arasında yirmiden azının geri dönen köylüler ve geri kalanların da yerel mallarını satmak için bir günlüğüne gelen köylüler olduğu görülebiliyordu.
Sert kabin koltuklarına oturduklarında Mo Qianni'nin uykusu gelmeye başladı ve hemen, trenin seslerine rağmen önlerindeki masanın üzerinde uyuya kaldı.
Tren iki saat sürdüğünden ve arada üç durak olduğundan ilk durağa ulaşmaları çok sürmemişti ve bir insan dalgası trene binmişti.
Bunlar, direk taşıyan yıpranmış kıyafetli birkaç adamdı. Birkaçı sigara bile içiyordu ki bu, bütün vagonun sigara kokmasına sebep oldu.
Bu trenin tesisleri eski olduğundan ve neredeyse hiç denetim olmadığından bu erkeklerin kaba saba halleriyle uğraşacak biri yoktu. Yeri kirleten çamurlu ayakkabılarla trene binmişlerdi ancak herkes buna alışkındı.
Koku ve gürültü Mo Qianni'yi uyandırdı. Uykulu bir şekilde gözlerini açtı, gelen geçen insanlara ve sigara içenlere baktı, kaşları çatıktı.
Bu yerden o kadarlığına uzak kaldıktan sonra geri dönüp onların değişmediğini görmek, buna alışkın hissetmemişti.
O anda hırbolar onları fark etti ve zampara olanlar gözlerini Mo Qianni'ye dikti.
Dağlarda yaşayan kadınlar genel olarak güneşte yıllarca çalışmanın sonucunda koyu tenli ve erkek fatma gibiydi, Mo Qianni gibi yumuşak tenli, şık ve güzel bir kadın nasıl burada olabilirdi? Dahası, o anda rahatsız hissettiği için kaşları hafifçe çatılmıştı ve Lin Daiyu soğuk algınlığına yakalanmasına benzer bir şekilde kırılgan görünüyordu. Bu, adamları çok tahrik etti.
[NOT: Lin Daiyu, The Dream of Red Chamber romanından kurgusal bir karakterdir.]
Sonunda dayanamayan bronzlaşmış bir adam vardı. Oturduğu yerden kalktı ve Yang Chen'in yanına oturdu. Mo Qianni'nin hafiften gergin yüzüne bakarken Yang Chen'e gülümseyerek sarı ve siyah dişlerini gösterdi, "Arkadaşlar, siz neredensiniz?"
Yang Chen pencereden manzarayı izlemenin tam ortasındaydı. Vagondaki değişiklikler onu hiç etkilememişti.
Bronzlaşmış adamın kalın Sichua'lı aksanını duyan Yang Chen geri gülümsedi, "Zhonghai'deniz."
"Zhonghai mi?" Bronzlaşmış adam onlara tuhaf bir bakış attı. Yang Chen'i bir süzdü, "Şaşmamak gerek, kıyafetlerinize ve suratlarınıza bakınca biz köylülerden tamamen farklısınız. Zhonghai'deki binalar sürekli televizyonda gösteriliyor, katlar çok fazla. Tanrım, o kadar yüksekteyken binanın çökmesinden korkmuyor musunuz?"
Bu kadar akılsızca bir soruyu duyan Yang Chen nasıl cevap vereceğini bilemedi, "Bilemiyorum, bunu daha önce düşünmedim."
Başka bir köylü adam alaycı bir şekilde konuştu, "Kara Çopra, neden lafı eveleyip geveliyorsun? Eğer diyecek bir şeyin varsa doğrudan söyle!"
Kara Çopra onlara geri döndü, sonra da Yang Chen'le konuşmaya devam etti, "Arkadaş, dağlara mı gidiyorsun? Ne için?"
"Çok önemli bir insanı ziyaret ediyoruz." dedi Yang Chen fazla detay vermeden.
Yang Chen'in gerçekten bu Kara Çopra adındaki adamla konuştuğunu gören Mo Qianni habersizmiş gibi gözlerini pencereye çevirdi.
Kara Çopra güldü, "Arkadaş, karın çok güzel. Bizim dağlarda yüzyıllardır böyle bir güzellik yetişmedi. Buradaki kadınların elleri bizimkilerden bile kaba ve bacaklarında ki tüyler saçlarıyla karışabilir!"
Yang Chen katılıp katılmadığını belirtmeyen bir şekilde gülümsedi. Mo Qianni'nin omuzlarının hafiften titrediğini ve bu adamın hakaret ettiği dağ kadınlarına onun ve annesinin de dahil olduğunu fark etti. Bu onu kesinlikle kızdırmıştı.
Kara Çopra aniden Yang Chen'in kulağına yakınlaştı ve fısıldadı, "Arkadaş, kardeşlerin hepsi farklı bir lezzet tatmak istiyor. Karın bize yardımcı olsun ve bu vagonda bize ömürlük bir zevk versin, olur mu?"
Bilerek sesini kıssa bile hâlâ hırbonun tekiydi ve Mo Qianni de bunu duymuşa benziyordu.
Bunca zamandır bu insanlardan iğrenen Mo Qianni sonunda dayanamayıp sinirle masaya vurdu. Kızarmış bir yüzle, "Serseri! Kaybol!"
Mo Qianni patlamıştı ancak belli ki adamların bu konunun üzerine çoktan konuştuğunu fark etmemişti!
Yerlerinde oturan diğer altı hırbo da ayağa kalktı ve kötü niyetli gülümsemelerle onları çevreledi.
Kara Çopra da ayağa kalktı ve mutsuz bir şekilde seslice konuştu, "Evli karı, sen kime serseri diyorsun? Sana bir şey dedik mi veya yaptık mı? Biz dağ insanlarına zorbalık yapmanın kolay olduğunu mu düşünüyorsun?"
Vagondaki diğer yolcular da burada bir şeylerin döndüğünü fark etmişti. Bazılarının ne olduğunu anlamak için bir bakış atması yeterliyken ve Mo Qianni'ye sempati ile bakarken diğerleri de eğlenmiş ve ne olacağını merak etmiş görünüyordu. Bunu ilk defa yapıyorlar gibi görünmüyordu.
"Siz... Siz insanlar..." Qianni o anda tuzağa düştüğünü fark etti. Oturduğu yerde toplanan adamları gördüğünde, Kara Çopra'ya söyleyeceklerini söyleyemedi. Ayrıca, söylese de bir şey değiştirmezdi çünkü bu adamlar onun peşindeydi ve ondan faydalanmak istiyorlardı!
Yang Chen ayağa kalktı, Mo Qianni'nin elini tuttu ve ovdu.
Mo Qianni, Yang Chen'in yanında olduğunu hatırlamıştı ve rahatlamıştı. Yang Chen'in
"Arkadaş, eşin çok kaba, bana, Kara Çopra'ya bunca insan karşısında saygısızlık yaptı. Tatmin edici bir yanıt almazsam onurum lekelenmiş olacak." korkunç bir tarafı olduğunu ve bu insanların onunla mukayese edemeyeceğini biliyordu. Ancak içindeki öfkeyi salması onun için kolay değildi.
Kara Çopra dik bir tonla konuştu.
Diğer adamlar da ona katıldı ve alçak bir şekilde Mo Qianni'nin vücuduna kilitlendiler.
Yang Chen, Mo Qianni'yi oturdu ve bu herifleri dövse mi yoksa trenden atıp dağ boyunca geri yürümeye mi zorlasa diye düşündü. Ancak durum tekrar değişti.
Bir direk, görülmeyen bir açıdan adamların birinin kafasına çarptı!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..