Çevirmen: Limon
Lin Ruoxi mi kaçırıldı? Hastanede yatmıyor muydu o!?
‘’Wang Ma, açık konuş, neler oldu?’’ Sarsıcı haberi aldıktan sonra soğukkanlılığını korudu.
‘’Az önce Usta’dan bir arama geldi, bana Genç Usta’yı Zhong Hai’ iskelesinin doğu tarafındaki 84.ncü depoya göndermemi söyledi. Hanfendi ve Miss Mo, ikiside oradaymış... Ve.... Polisi ararsak kötü şeyler olurmuş....’’ Cümlenin sonuna doğru Wang Ma hıçkırmaktan cümlesini doğru düzgün kuramadı bile.
‘’Wang Ma, bunun doğru olduğundan emin misin?’’
‘’Eminim...’’ dedi Wang Ma, ‘’Doktorlar da hemşireler de panik içindelerdi. Bayan Mo hanımefendiye bahçeye yürüyüş yapmak için eşlik etti, ve geri dönmediler. Hastane yönetiminden olayı şu anlık gizli tutmalarını istedim, ama gerçek er yada geç ortaya çıkacaktır, ne yapacağız....’’
Baba ve kızının arasında olan bu olaydan sonra, Yang Chen Lin Kun’u sakat bırakana kadar dövmediğine pişman oldu. Bu adamın gerçek gücü sağlam iradesiydi, kanının son damlasına kadar savaşırdı.
‘’Wang Ma, sakin ol, halledecceğim ben. Evde bekle, sana ulaşacağım.’’ Yang Chen Wang Ma’yı bir nebze de olsa yatıştırdı, ardından telefonu kapattı.
Yang Chen bunun tuhaf olduğunu hissetti. Mantıklı olarak bakarsak, Lin Kun iki kadını hastanenin bahçesinden elini kolunu sallayarak kaçıramazdı. Kesin bu işin içinde alanında uzman kişiler vardı. Xu Zhihong’da son yaptığı şeyle Lin Ruoxi’nin damarına basmıştı, haliyle o da yüksek ihtimalle Lin Kun’a yardakçılık etmezdi, o zaman kim olabilirdi bu kişi?
Lin Kun’un ondan intikam almak için bişeyler çevirdiğini ve kaçırdığı iki kadına zarar vermeyeceğini de biliyordu. Zayıf bir ihtimal de olsa Lin Kun’un onlara birşey yapmış olmasından korkuyordu. Bu sebepten Yang Chen bit an önce oraya gitmeye karar verdi.
Ofisteki kadınların şaşkınlıkları arasında Yang Chen geldiği gibi tekrar vınladı gitti. Kadınlar da birbirine şaşkınlık içerisinde bakakaldılar.
Zhong Hai limanı Huaxia’nın en büyük limanlarından biridir ve geniş bir alanı kapsar. Görmeyen birisi büyüklüğünü aklında canlandıramaz.
Göz alabildiğine uzanan mavi deniz dalgalarını hışırtıyla çıkararak limanı sessiz ve tenha bir yer haline getiriyordu.
Limana girerken, araba düz zeminde asfaltı ağlatıyordu. Uzaktan bakan biri, beyaz spor bir arabanın bir füze gibi limanın kıyısından uçup gittiğini görürdü.
Yang Chen gaza basarken çevresine full odak vermişti. Her yeri gözüyle tarayarak geçiyordu. Üstünde ‘’84’’ numarası olan bir depoyu görene kadar 10 dakika civarı doğuya doğru sürdü.
Depo eski püskü bir şeydi, paslı metal kapılar hafif açıktı ve yanında da ıskartaya çıkartılmış taştan araç gereçler ve kireç tozu vardı, tamamen dağınık bir yerdi.
Varacağı yere yaklaştıkça Yang Chen daha da sakinleşti, dürüst olmak gerekirse, ‘’kaçırmak’’ deyimi eskiden hep onun tarafından başkaları için kullanılırdı. Gün gelipte birisinin karısını alı koyacağını hiç düşünmezdi. Buz kraliçesi kendisini Yang Chen’in kadını gibi hissetmese de, bu olay Yang Chen’i gülsem mi ağlasam mı konumuna düşürmeye yetiyordu.
Acele etmeden arabanın kapısını kapatırken Yang Chen çabucak deponun etrafına bakış attı ve kaşlarını çattı. Farketmek zor olsa da, keskin hisleri deponun içindeki bir kaç kör noktayı tespit etmesine yardım etti. Deponun çevresinde davetsiz misafirere karşı konuşlanmış profosyonel adamlar vardı. Deponun içinde olup biten herşeyi görmek için mükkemel konuşlanmıştılar. Yang Chen orta boyda uzun menzilli tüfeklerinin de olduğunu varsaydı.
Bu standartlarını uluslararası seviyeye dayamış bir çeteydi. Yang Chen olanların çok ilginç olduğunu hissetti, hatta bundan garip bir heyecan bile yaşadı.
Depoya büyük birişinden içeri adım atınca çürük kokusu aldı. Etraf boştu, bir kaç süzme gün ışığı camdan içeri sızarak içerideki tozlu havayı türbülanslı hale getiriyordu.
Deponun bir köşesinde, Yang Chen birbirine bağlanmış iki ince şekil gördü.
Tek görebildiği Lin Ruoxi ve Mo Quanni’nin beraber sandalyeye bağlanmış halde olmasıydı, iplerle ellerini kolları bağlanmış şekilde ve sırt sırta verilmişlerdi bu sayede birbirlerinin yüzlerini göremiyorlardı.
Onların ilerisinde kısa kollu giyen bir grup gürbüz adam vardı. İçlerinde uzun ve iri yarısından tut kısa ve çelimsiz olanına kadar vardı, fakat büyük çoğunluğunun bronz bir ten rengi vardı. Çok sık gün ışığına maruz kaldıkları belliydi. Fakat Yang Chen’in onlara daha fazla dikkat etmesinin sebebi onun girdiğini gördüklerinde, normalden farksız durmuşlardı. Onu ciddiye almıyorlar gibi birbirleriyle muhabbete devam etmişlerdi. Yang Chen’i daha da fazla heyecanlandıran şey ise ellerindeki ve sırtlarında ki silahları görmekti, AK-47, M16 ve diğer saldırı tüfeklerini.
Bu silahlar aslında büyütülecek birşey değildi, fakat adamların olduğu yer Huaxia idi. Başka bir ülke olsaydı, mesela Amerika gibi, Yang Chen elinde M16 taşıyıp sokakta yürüyen bir adamı görse bile sallamazdı. Fakat tabancaların bile nadir görüldüğü bu yerde bir grup silahlı adamın birden ortaya çıkması çok sıradışıydı.
Yang Chen emindi, kendilerine ‘’Huaxia’nın Koruyucuları’’ diyen bu organizasyon hikayeden birşey değildi. Yakalanmadan şehrin merkezinde olan hastaneden insan kaçırmak ve bu depoya getirmek onların işin ehli olduklarını gösteriyordu.
Yang Chen bunları düşünürken, bir kaç iri yarı adamla konuşan Lin Kun Yang Chen’i farketti ve yüzünde nefret ve kin dolu bir gülümseme belirdi.
‘’Bay Lin, yakalamak istediğiniz genç adam bu mu?’’ Bu soruyu İngilizce konuşarak soran yakasız tişörtlü bu adamın askeri kamuflajlı pantolonu ve kısa saçı vardı. Patronları gibi duruyordu ve elinde sadece kayda değer askerlerin taşıyabileceği Desert Eagle vardı. Ayriyetten içlerinde tek tabanca taşıyanlarıydı.
Yang Chen o sıralarda yaklaşmıştı bile, adamın aksanını duyduğunda irkildi. Bu Vietnam aksanıydı, bu da demek oluyordu ki bu adamlar Vietnam’dandı.
‘’Evet, Bay Long, umarım onu yakalayabilirsin. Onu bizzat kendim cehenneme yollamak istiyorum!’’ Lin Kun alçakça cevapladı.
Aynı zamanda, sandalyelerin üzerinde oturan Lin Ruoxi ve Mo Qianni Yang Chen’in geldiğini farkettiler. Lin Ruoxi Yang Chen’e karmaşık bir ifadeyle baktı, o soluk ve güzel yüzünde hafif bir umutsuzluk vardı, bunun yanında Mo Qianni de Yang Chen’in onlar için buraya tek başına geleceğine inanmıyormuş gibi inatçılıkla ve hafif de şaşkınlıkla baktı.
Soyadı Long olan uzun boylu adam Yang Chen’i gözüyle tartıp biçti ve ifadesizce, ‘’Bay Lin, bu adamı halletmek için bizi kiralamak paranıza yazık. Emrimdeki bir adam bile bu adama yeterli gelirdi.’’
Diğer gürbüz adamlar patronlarının yaptığı değer biçmeyi onaylarcasına gururla gülümsediler.
Lin Kun dişlerini gıcırdattı ve, ‘’Hayır, Bay Long, bu veletle işim bittikten sonra ve aslında bana ait olması gereken hissemi bu kaltaktan aldıktan sonra, size vereceğim para hiçbirşey!’’ Bunu derken yüzünde açgözlülükten çıldırmış gibi bir ifade vardı.
İşin aslı, yıllarca süren müsfirlikten, israftan sonra Lin Kun’ın gerçek hisseleri %30 dan %1’in altına düşmüştü. Hisselerini sürekli diğer hissedarlara satmak yavaş yavaş onu iflasa sürüklemişti. Bu sefer elinde kalan bütün hissesini sırf bu işi yapmak için satmıştı.
Lin Ruoxi korkusuzca Lin Kun’a baktı ve ifadesizce, ‘’Lin Kun, beni gerçekten hayal kırıklığına uğrattın.’’
Lin Ruoxi bu adamı geçmişe gömdüğünü ve artık bir geri dönüşü olmadığını hissetti ve direk ismiyle hitap etti. ‘’Baba’’ yerine ‘’Lin Kun’’ dedi.
Fakat bu berbat durumda bu işle hiç alakası olmayan bir adamın Lin Kun’la yüzyüze yüzleşmeye gelmesini hiç beklemiyordu.
Lin Ruoxi suçlulukla Yang Chen’e baktı, bu adam onda kötü bir izlenim bıraktıysa da yaptığından duygulanmıştı.
‘’Lin Kun, adam değilsin sen! Nasıl kendi kızına böyle davranabilirsin!’’
Mo Qianni düzgün bir karaktere sahipti, fakat bu sefer küfürler savurmaktan kendini alıkoyamadı.
Lin Kun kibirle güldü, ardından Mo Qianni’ye bakarak alçakça güldü, ‘’Sen, yabani kız, senin varlığından uzun zamandır rahatsız oluyorum. Bu işi hallettiğimde, sana dersini vereceğim! O yaşlı cadı seni korumuş olmasaydı, seni yatağa atıp sabaha kadar yapardım! Kim olduğunu sanıyorsun? Bizim ailemiz tarafından büyütülen kaltağın tekisin!’’
‘’Namussuzsun sen! İğrençsin! Aşağılıksın!’’ Mo Qianni’nin kül gibi suratı kızarmıştı, kurtulmak için çabaladı, fakat profosyonelce bağlanmış ipler çabasını boşa çıkardı.
Yang Chen Lin Ruoxi’nin ona suçluluk içinde baktığını ve Mo Qianni’nin de cesurca direndiğini gördü. İçinden bu iki kadına karşı sempati besledi, biri doğruyu yanlıştan ayırıp nezaketin ne demek olduğunu biliyordu, diğeri de direniş gösterip dimdik duruyordu.
İnsanlık tarihi boyunca kadınların zayıf rolünü oynamasıydı üzücü birşeydi. Feminizmin bu dünyada ortaya çıkışı kadınların eşit muamele görmemesiydi, ve bunu sebebi ise kadınların erkekleri mağlup edememesiydi.
Yang Chen’in de gözlerinin önünde şuan aynı durum vardı, bu iki kadın iş dünyasında ne kadar iddialı olsalarda ve ne kadar adamı yendilerse de, en ilkel yollardan saldırı aldıklarında yapabilecekleri pek birşey yoktu.
Belki de bu güç anlamından üstünlük konusu erkeklerden bakımından üremek için bir avantajdı, kadınlar da erkekler gibi güçlü olsaydı, prensesi kurtaracak şövalye nereden çıkacaktı?
Soyadı Long olan gürbüz adam Çince anlamıyor gibiydi, bu yüzden Lin Kun ve diğer iki kadın arasındaki didişmeden etkilenmiyordu. Yang Chen’e baktı, suratında zerre korku olmadığını görünce ona doğru takdirle ilerledi. İngilizce konuşarak, ‘’Yakında eşşek cennetini boylayacak olmana rağmen, hala cesur duruyorsun. Tek parça halinde ölmene müsaade edeceğim.’’
Yang Chen tuhaf bir şekilde gülümsedi, ve adamı boydan boya ilgiyle süzdü. Ardından Lin Kun ve diğer iki kadının anlayamayacağı şekilde konuşmaya başladı.
‘’Soyadın Long, adın ne?’’
Uzun adam hafiften irkildi, kaşları çatılarak, cevap vermek için aynı dili kullandı, ‘’Vietnamca konuşabiliyor musun?’’
‘’Long Zanhuang ismi sana ne ifade ediyor?’’ Yang Chen konuşurken gülümsemeye devam etti.
Vietnamcayı konuşmak adamı şaşkınlığa uğrattıktan sonra, Yang Chen’in vietnamca konuşmaya devam ederek ‘’Long Zanhuang’’ ismini sorması adamın aklını allak bullak etti!
‘’Kimsin sen?’’ Adamın yüzünün rengi attı......
(ÇN: Limon is out. Keyifli okumalar.)
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..