Hastaneden ayrıldıktan sonra Yang Chen hala biraz bunalmış hissediyordu, daha rahat hissetmek için bir süre arabasını otobanda yüksek hızla sürdü.
Çoktan gece 11-12 civarları olmuştu. Daha şimdiden Zhong Hai varoşlarının çoğu çeşitli ışıklarla aydınlatılmıştı. Bir ay önce olsaydı, belki de Yang Chen pembe ışıklı kuaför salonlarıyla ilgili olurdu ama bu gece kendisini şımartmak istiyordu ve Rose’u bulmak için ROSE’un barına gitmek onun için daha önemliydi.
(İng Çevirmen notu: Pembe ışıklı salonların özel hizmet veren yerler olduğunu düşünüyormuş.)
K.N: Kısaca mutlu son :D
Bazen, eylemlerinin ne kadar akıl almaz olduğu hakkında düşünüyordu. Her zaman ona yürekten davranan ona değer verip ve önemseyen Rose’a sahipti. Ayrıca Li Jingjing’de vardı, o küçük kız tüm gün boyunca sadece onu görmekle mutlu olabilirdi. Böyle kadınlara sahipti ama genellikle onlarla fazla ilgilenmiyordu. Bunun yerine, Buz Kraliçesi Lin Ruoxi ile ilgileniyordu ve hatta onun için gecenin yarısında atıştırmalık dükkanından yapışkan pirinç topları almak için yolculuk bile yaptı.
Belki de, bunun sebebi anılarının derinliklerindeki o kadına çok benzemesiydi…
Ya da, ulaşabileceğinin ötesindeki şeyler en iyisidir. Bu cümle gerçekten tüm insanlığa uyuyor.
Yang Chen Rose’a karşı böyle bir suçluluk duyduğundan onu aramamaya karar verdi. Arabayı batı bölgesindeki bir akşam yemeği yerine götürdü ve arabadan indi. Bira içebileceği ve bir kase erişte yiyebileceği bir satıcı bulmak istiyordu.
Gece yarısı olduğundan, Zhong Hai Şehri’nin kara yolları dışında, ruhsatsız satıcılar başka yerlerde yemeklerini satmaya başladılar. Onlar şanslıysa olaysız bir şekilde işlerini yapabilirlerdi ama şansızlarsa şehir yöneticileri ve polisler tarafından tezgahları parçalanırdı.
Yang Chen gelişi güzel bir şekilde nispeten daha temiz olan küçük bir erişte tezgahını seçti ve erişteyi pişiren tezgah sahibine seslendi, “Patron, bir kase dilimlenmiş etli erişte ve iki şişe bira.”
Orta yaşlı tezgahtar, sesi duyduktan sonra ciddiyetle gülümsedi ve cevap verdi, “Oh, en kısa sürede sizin için hazırlayacağım.”
Yang Chen bu sözleri duyduğunda aniden bu sesin çok tanıdık geldiğini hissetti. Dikkatli bir şekilde baktığında gülümsemesine engel olamadı, “Neden buradasın?”
Erişte tezgahı sahibi şaşkınlıkla kafasını kaldırdı ve dikkatlice baktı. Yang Chen’i sonunda tanıdığında korkudan neredeyse yere düşüyordu. Yüzü inanılmaz derecede acılı bir hal almıştı, “Yani… Yani sensin. Haha… haha… ne tesadüf ama.”
Erişte tezgahı sahibi aslında başlangıçta Yang Chen’i karakola götüren kişiydi, Feng Biao, Takım Lideri Feng.
Başlangıçta polis üniforması giyiyordu, patronluk taslayarak kibirli bir şekilde yaşıyordu, Batı Bölgesi Karakolunun polis memuruydu. Fakat bugün kirli kıyafetler giyiyor, giymiş olduğu önlükle yol kenarında erişte pişiren ruhsatsız bir seyyar satıcıydı.
Yang Chen bir an için iyice düşündü ve kararsızlıkla sordu, “Sen meslek mi değiştirdin yoksa kovuldun mu?”
Feng Biao yüzü utançtan kızararak cevap verdi, “Ben… Ben kovuldum.”
“Bu karmik ceza.” Yang Chen başını sallayarak gülümsedi, “Ancak endişelenme, o zaman olanlar hakkında hiç düşünmedim. Pişirmeye devam etmelisin, eriştelerin hamur olmasına izin verme.”
Feng Biao çökmüş olduğundan Yang Chen’in ona vuracağını düşünmüştü, hemen mutlu oldu. Eğer işler ters giderse Yang Chen’le eşleşemeyeceği apaçık bir şekilde ortadaydı. Tezgahının ruhsatı yoktu, bu yüzden kesinlikle kaybederdi. Bunlardan dolayı endişeliydi. Karşı taraf önceden ne olduğunu önemsemiyorsa Feng Biao nasıl mutlu olmazdı?
“Teşekkür ederim! Teşekkür ederim dostum!” Feng Biao neredeyse gözyaşı dökme noktasındaydı, “Başka seçeneğim yok, geçmişte birçok hata yaptığımı biliyorum, geçmişte yaptığım hataların peşine düşmediğin için teşekkür ederim dostum.”
Yang Chen hiç düşünmeden konuştu, “Git ve eriştelerini pişirmeye devam et.”
“Elbette elbette, bu yemek senin evin için, para da kabul etmeyeceğim.” Feng Biao genel af almış gibi çalışmaya devam etti.
Yang Chen biraz çelişkiliydi, bu yaşlı ahbabın oldukça zavallı olduğu söylenebilirdi. Cai Yan’ın daha önce Feng Biao’yu ağır bir şekilde cezalandıracağını söylediğinde böyle sözlerin her zaman söylendiğini düşünmüştü; kızın gerçekten onu kovacağını hiç düşünmemişti. Bu sadece bir amirin yapabileceği bir şey değildi; Cai Yan’ın sıradışı bir arka plana sahip olduğu varsayılabilirdi. Aksi takdirde sözlerini gerçekleştiremez, Feng Biao’yu böyle aşağı seviyelere düşürecek şekilde cezalandıramazdı.
Lin Ruoxi’nin odasındayken Cai Yan’ın konuştuklarını ve Lin Ruoxi’nin büyükbabası hakkında söylediklerini düşündü. Yang Chen şaşkın hissetmesine engel olamadı. İkisi çocukluk arkadaşı olduğundan bu karısının ailesinin devletle ilişkisi olduğu anlamına gelebilir miydi? Lin Ruoxi neden büyükbabasından bu kadar fazla nefret ediyordu?
Hiçbir zaman sonuca varamayacağı şeyleri düşünürken Feng Biao çoktan erişteleri hazırlamıştı. İki şişe Tsingtao birayı taşırken yanına yürüdü ve gülümsemeyle, “Dostum, lütfen eğlenmene bak, istediğin başka herhangi bir şey olursa lütfen bana söyle”
Feng Biao’nun bir erişte tezgahında çalışmaya ne kadar alıştığını görünce Yang Chen artık ona karşı bir kırgınlık hissetmiyordu. En azından, içinde bulunduğu durumu anlamış ve ona göre davranıyordu. Nasıl olsa çok fazla yaşayamazdı.
Birkaç ağız dolusu erişte yiyip bira içtikten sonra Yang Chen dertsiz ve endişesiz hissetti. Fakat aniden yakındaki bir ara sokaktan gelen gürültüleri duydu.
“Velet kaçma!!”
“Dur!”
“Eğer biraz daha kaçarsan seni ölümüne döveceğiz!!”
“Dur!!”
Bir takım yüksek sesle bağıran adamlar birden ara sokaktan dışarı fırladı. Öfkeyle bağırırken diğerlerine göre sıska olan figürü kovaladılar.
Yang Chen’in keskin gözleri vardı ve anında onun kim olduğunu fark edebildi. Bunun bir halüsinasyon olduğundan kuşkulanmasına engel olamadı çünkü kovalanan figür, beyaz kısa kollu bir gömlek giyen soluk tenli bir erkekti. Ofisteki adamdan başkası değildi, Chen Bo!
Chen Bo son derece bitkin görünüyordu. Arkasında onu öfkeyle kovalayan en az yedi ya da sekiz kişiden erişte tezgahlarına doğru kaçarken yüzü korku doluydu. Ayrıca açıkça onlar biraz daha hızlıydılar ve onu yakalamak üzerelerdi.
Yang Chen neler olduğunu anlayamasa da kesinlikle Chen Bo’ya yardım edecekti. Bu nedenle yanındaki tahta bankı kaldırdı ve gelişi güzel bir kuvvetle fırlattı!
Tahta bank döndü ve iki adamın kalçasının üstüne aniden çarptı. İki adam sefil bir çığlıkla yere düştü. Şaşkın bir şekilde insanlar Yang Chen’e bakmak için durdular.
Erişte tezgahındaki birçok sayıdaki müşteri bu sahneye tanık olmuşlardı ve işlerin tersine döneceğini hissettiler. Bu yüzden hızlıca kenarlara kaçtılar ve yaklaşmaya cesaret edemediler.
Chen Bo birden Yang Chen’i fark ettiğinde, yüzü şaşkınlıkla dolmuştu. Korkusundan dolayı, Yang Chen’in neden burada olduğunu önemsememiş ve nefes nefese ardına doğru koşmuştu. O titriyordu çünkü bir grup adamla yüzleşmek istemiyordu.
“Chen Bo, nereye gidiyordun?” Yang Chen kafasını çevirdi ve bir gülümsemeyle sordu.
Chen Bo’nun yüzü tamamıyla kırmızıydı, bunun utangaç olduğundan dolayı mı ya da koşarken yorulduğundan mı olduğu meçhuldü. Anlatmaya başladı, “Onlar… Onlar beni yakalamak istiyor, ben… ben onlarla gitmek istemiyorum…”
“Seni yakalamak mı? Neden onlar seni yakalamak istiyor?”
Yang Chen’in bir cevap almasını beklemeden bir grup adam öfkeyle küfür yağdırarak onun üzerine atıldılar.
“Böyle bir cesarete sahip olduğuna göre sen bir ayının yüreğini yemiş olmalısın! Bizim kim olduğumuzu biliyor musun?”
“O benim iş arkadaşım, bu yüzden onu ne sebeple istediğinizi bilmeden önce bile onu korumalıyım.” Yang Chen açıkladı.
Bu kelimeleri duyduktan sonra, Chen Bo’nun gözleri kırmızıya döndü belli ki etkilenmişti.
“Velet, madem ölümünü istiyorsun, sana bunu vereceğiz!”
Kontrollerini kaybetmenin eşiğinde olan birkaç serseri ileri atıldı fakat rastgele attıkları tekmeler ve yumrukların Yang Chen’in gözlerinde nasıl bir anlamı olabilirdi?
Sadece birkaç hafif avuç içi vuruşuyla ve midelerinin üzerine atılan tekmeyle, şiddetle ileri atılanlar, cezalarını tattılar ve zemine düştüler.
Chen Bo, Yang Chen’in böyle büyük bir sorunu nasıl kolayca çözdüğünü boş boş bakarak izledi ve Yang Chen’e sadece saygıyla bakabildi.
“Cesaretin var, velet! Patronumuzun gelmesini bekle, o size ayarı verecek!” Gümüş bir zincir takan serseri bağırdı.
Onun konuşmasını bitirmesini beklemeden, başka bir serseri bağırdı, “Patron burada! Patron burada!”
Bu insanların kovalamış oldukları yere baktıklarında, gerçekten de bir grup insan üzerlerine doğru geliyorlardı. Yolun başındaki adam beyaz bir gömlek giyiyordu, elleri ceplerindeydi ve kibirli bir yüzü vardı. Bu kişi onların patron diye çağırdıklarıydı.
Serseriler hızlıca ayağa kalktılar ve patronlarının Yang Chen’in hakkından geleceğini umarak gözleri parlarken sevinç içinde Yang Chen’i şikayet etmek için yanına gittiler. Fakat onlar yanına gelmeden önce, patron çoktan onunla konuşmak için ilk girişimini yapmıştı.
“Bay Yang! Çok uzun bir zaman oldu! Tekrar karşılaştık!”
“İyi akşamlar Patron Guo, seninle böyle bir yerde tekrar görüşmeyi asla beklemiyordum.” Yang Chen neredeyse gülecekti. Yani bahsettikleri patron ona daha önce para vermiş olan, Guo Ziheng’miş. Guo Ziheng ayrıca mafya şirketinin patronuydu.
O gün Yang Chen’i bir tüfekle bile korkutamamıştı ve tamamen yenilmişti.
“Kader, insanları arada binlerce mil olsa da bir araya getirir; Bay Yang ikimizin arasında böyle bir kader var gibi görünüyor.” Sanki kavgalarını çoktan unutmuştu. Guo Ziheng, Yang Chen ile el sıkışmak için ilk adımı atmıştı.
Yang Chen, onunla memnuniyetle el sıkıştı sanki uzun zamandır karşılaşmayan gerçekten iki iyi arkadaş gibi. Diğerleri biliyordu ki bu iki insanın kalplerindeki şeyler tamamıyla farklıydı.
“Burada Patron Guo gibi eski bir arkadaş olduğundan, daha fazla konuşmaya gerek olmadığına inanıyorum.” Yang Chen aldırışsızca açıkladı.
Biraz önce hala inanılmaz bir şekilde kibirli olan birkaç serseri afallamıştı. Neden patron bu adamla böyle bir sıcak ifade takınarak konuşuyordu? Bu onların başka bir seçeneği olmadan sessiz kalmalarına neden oldu.
Guo Ziheng’in yüzü sertleşti ve zoraki bir şekilde gülümsedi, “Bay Yang, bilmiyor olabilir. Aslında başkası tarafından görevlendirdim, emriyle arkandaki kişiyi götürmeliyim. Aksi takdirde, bu Guo’nun geri bildirmesi sıkıntı olur.”
Bu Yang Chen’in beklemediği bir durumdu. Guo Ziheng, onun gücünün farkındaydı ve dövüşürlerse kesinlikle kaybedeceğini anlamış olmalıydı ama hala Chen Bo’yu ısrarla götürmek istiyordu. Chen Bo kim ki?
“Patron Guo, bu arkadaşım yeraltı dünyasında tabu olan bir şeyler yapmış olabilir mi? Ya da sana para mı borçlandı?” Yang Chen kafası karışık bir şekilde sordu.
Guo Ziheng suçlu bir şekilde gülümsedi. Bir iç çekişle, konuştu, “Bay Yang neden arkadaşınıza ne olduğunu sormuyorsunuz?”
Yang Chen başını salladı ve Chen Bo’ya doğru baktı.
Chen Bo’nun bacakları titriyordu ve sırtı terden sırılsıklam olmuştu. Yang Chen’in sorgulayıcı bakışını gördüğünde ağzını açtı, “B… Be… Ben… Onlar benden bir konuğu karşılamamı istiyorlar…”
“Bir konuğu karşılama mı?” Yang Chen kaşlarını kırıştırdı.
Chen Bo’nun yüzü bir elma gibi kırmızıya döndü. Aşağıya baktı ve neredeyse duyulmayan bir sesle konuştu, “Bir erkeğe hizmet etmemi istiyorlar.”
Yang Chen, Chen Bo’nun neden bahsettiğini anlamadan önce bir süre için şaşırdı. Dürüst olmak gerekirse içinde garip hissetmişti. Genelde “kadınsı” olan Chen Bo’nun bir erkeğin fantezisi için gerçekten tutulacağını asla beklemezdi.
Fakat gülmek doğru olmazdı. Neyse ki, denizaşırı ülkelerde böyle şeyleri sayısız kere görmüştü, bu yüzden Yang Chen kabullenmeyi çok zor bulmadı. Guo Ziheng’e bakmak için geri döndü ve konuştu, “Bu iyi bir fikir değil, değil mi? Benim arkadaşım bunu yapmayı istemiyor, bu yüzden onu zorlamamalısınız.”
Guo Ziheng acı bir şekilde gülümsedi, “Bay Yang, senin yanındayken onu zorlamaya cesaret edemem. Fakat… O kişiyi gücendirmeye gücüm yetmez…”
K.N: Olay ilginç noktalara gidiyor neyse devam :)
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..