Bölüm 1: Sıradan Bir Öğrenci

avatar
352 3

Obelisk: Bir Canavarın Direnişi - Bölüm 1: Sıradan Bir Öğrenci



İlk kitap: Bir Canavarın Direnişi


---

 

1 Ocak, 2018. Eski adıyla İstanbul, yeni adıyla Bölge 34.

 

Eren zihninde on şiddetinde bir depremin etkisi yaratan alarm sesiyle gözlerini açtı. Uyandığında tüm hayatı boyunca peşini bırakmayan şiddetli baş ağrısı dişlerini sıkmasına neden oldu. Tek kişilik yatağının yanında duran eski çekmeceye uzandı ve üzerinde büyükçe ‘NSAID’ yazan bir hap şişesini çıkardı.


Şişenin aşınmış kapağını hızla açtı ve içindeki tüm hapları ağzına döktü. Ve hemen ardından bir insanı öldürebilecek kadar ilacı hiçbir şeymiş gibi çiğnemeye başladı. Kütürtü sesleri ıssız odada yankılanmaya başlamıştı.

 

Eren hapların tamamını midesine gönderdikten sonra esnedi ve çıplak, soğuk zemine ayak bastı.

 

Birkaç kilometre ötede olmasına rağmen dibindeymiş gelen yüksek sesli otomobillerin sesi onu dalgınlığından uyandırdı. Burnu da her zamanki gibi çok hassastı. Okulun kafeteryasında pişmiş taze ekmeğin kokusunu yüzlerce metre öteden alabiliyordu.

 

Gözleriyse karşı binanın duvarlarındaki çıkıntıları görebilecek kadar keskindi.

 

“Etkilerini kısıtlamış olmama rağmen…”

 

Alayla gülümsedi ve perdeleri açtı. Askerden yeni dönmüş birinin ailesiyle buluşması gibi odasıyla buluşan güneş ışıkları, içeride elektrik olmamasına rağmen tüm odayı aydınlatmayı başardı.

 

Mevsimiyle tezat oluşturan hafif bir rüzgar pencereden içeriye girdi ve perdelerin havalanmasına neden oldu. Bahar havası Eren’in yüzünde bir gülümseme oluşmasına neden oldu.

 

Di di di di-

 

Eren kolundaki elektronik saate baktı.

 

“Amanın, çoktan zamanı gelmiş bile! Müdürün yeni yıl konuşmasını dinlemek için tören alanına gitmeliyim. Ayrıca yemin törenine de katılmam gerekiyor.”

 

Hazırlanması gerekiyordu. Bir ‘Numaralı’ olarak Yüce Britanya İmparatoru’na yemin etmeli ve her daim Britanya’nın çıkarlarını gözeteceğine dair ant içmeliydi. Fakat bunlardan önce yapması gereken tonla şey vardı.

 

Bugün yeni yılın ilk günüydü. Bu yüzden dışarısı oldukça hareketliydi. Canlılıkla dolu gülüşmeler ve heyecanla hareket eden ayakların çıkardığı her ses Eren’in beyninde yankılanıyordu. Ömrü boyunca böyle yaşadığından buna alışıktı. Aldığı körleştirici haplar sayesinde dayanamayacağı bir şey değildi.

 

Bir çırpıda üzerini değiştirdikten sonra odasına bir bakış attı.

 

“Çoktan on yıl oldu…”

 

Mazide bırakılmış duygular tekrardan gün yüzüne çıktı. On yıl önce kardeşi olarak bildiği insanları cehennemin yeryüzündeki gölgesi olan Zemherir’den çıkarmıştı. O gün belki de bu kararı vererek milyonların geleceğini değiştirmişti.

 

“Ha ha ha! Efendi Mavis her zamanki gibi…”

 

“Son zamanlarda ailesinden kalan birçok işi üstlendiğini duydum.”

 

“Neden ana vatanda yaşayabilecekken Bölge 90850 gibi medeniyet görmemiş bir şehirde yaşıyor ki?”

 

“Duymadın mı? Bu okul da asla geçemediği birisi olduğundan ana vatana dönmemek konusunda ısrarcıymış. Bir markinin oğlunun kıskançlığı üzerine çekebilecek kadar şanssız birisi, bu kişinin kim olabileceğini merak ediyorum.”

 

Sesler oldukça kısık olmasına rağmen Eren için megafonla bağırıyorlarmış gibi yüksek ve netti.

 

‘Christian çoktan dönmüş demek ki… Huzurlu günlerim sona ermişe benziyor. Ahh, bu gün her zamankinden daha yoğun geçecek.’

 

Yatağının yanında duran siyah sırt çantasını aldıktan sonra derin bir nefes aldı ve yüzüne aptal bir gülümseme yerleştirdi.

 

‘Mesai başlıyor.’

 

Kapıdan çıktığı anda tiranın bir kılıç kadar keskin ışıkları derisini yakmaya başladı. Hassas gözleri bu anı bekliyormuş gibi çıktığı anda kapandı ve ani gelen güneş ışığını savuşturdu. Tekrar gözlerini açmadan önce bir süre geçmesi gerekti.

 

Çıktığı terkedilmiş bir depoydu ve okulun ön bahçesinin göbeğinde bulunuyordu. Parlak ve yeşil manzarayı kirleten bir pislik gibi dikkat çekiyordu ancak ondan daha pislik bir şey varsa; o da kuşkusuz ki kendisiydi.

 

“Ögh- Onu hâlâ okuldan atmadıklarına inanamıyorum.”

 

Bahçedeki tatlı gülüşmelerin yerini birden fısıltılar aldı. Tüm bakışlar üzerindeydi, beyaz bir tuvalin üzerindeki kirli siyah boya gibi dikkat çekiyordu. Öyle ki, kaldırıma ayak bastığı anda Musa tarafından yarılan Kızıldeniz gibi kalabalık, birden ikiye yarılmış ve ona hiç yürümek istemeyeceği bir boşluk tanımıştı.

 

Eren yüzündeki aptal gülümsemeden bir şey kaybetmeden yürümeye devam etti. İki senedir bu okuldaydı. Haliyle bu tür manzara günlük rutini gibi olmuştu.

 

‘Yakında gelirler herhalde.’

 

Gözlerini kalabalıkta gezdirdikten sonra diğerlerine kıyasla daha da dikkat çeken bir gençle göz göze geldi. Parlak beyaz saçları ve buzul mavi gözleriyle son derece yakışıklı ve asil bir görünüme sahipti. Boyu, kendisinden bir parmak daha kısa olsa da gelişmiş vücudu, ona bakan insanların asla geçemeyecekleri bir duvarla karşılaştıkları hissini uyandırıyordu.

 

Genç onu görünce aşağılamayla güldü ve arkasındaki birkaç gençle beraber Eren’in önünde durdular.

 

“Ah ah! Numaralı olmana rağmen oldukça rahat yaşıyorsun. Bölge 90850’de neler yaptığınızın farkında mısın?”

 

“Ah, Efendi Mavis, lütfen beni aydınlatın; benim gibi zararsız birisi sizin gibi asil birisine neler yapmış olabilir ki?”

 

“Okulun birincisinden de bekleneceği gibi, ağzın iyi laf ediyor.”

 

“Teşekkür eder-“

 

Kelimelerini bitiremeden yumruk burnunun tam ortasına indi. Yumruk oldukça kuvvetliydi, sıradan bir gencin suratına inseydi yüzünü dağıtmak için yeterli olurdu. Fakat Eren’in sadece burun kemiği içeri göçtü ve ince bir kan çizgisi burnundan ağzına indi.

 

Eren gözlerini Christian Mavis’e çevirdi ve herhangi bir tepki vermedi.

 

Christian’da bunu yapacağını biliyormuş gibi ikinci yumruğunu kaldırdı.

 

Ardından üçüncüsü havalandı.

 

Dördüncüsü…

 

Beşincisi ve hemen ardından altıncısı.

 

Yumruklar birbirini takip etti.

 

Kimse yardım etmek gibi bir düşünceye sahip değildi. Tezahüratlar baş gösterdi, hatta bazı insanlar da Christian’a katılarak Eren’e vurmaya başladı.

 

“Hahahaha- Siz numaralılar haddinizi bilmiyorsunuz. Sadece birkaç gün de yok olmanıza rağmen hâlâ savaşmaya cüret ediyorsunuz! Bu, Büyük Britanya’nın iradesini ve nezaketini yok saymak demektir.”

 

Eren bir şey demeden kalıcı iz bırakabilecek yaralar almamaya odaklandı. Boğazını, kulaklarını, gözlerini ve alın bölgesini korumaya özen gösterdi. Ancak, Christian ve Britanyalılar durmak gibi bir düşünceye sahip değil gibilerdi. Vurmaya devam ettiler. Ta ki Eren ölüme yaklaşana dek…

 

“Hey Chris, bu kadarı yeterli. Onu öldüreceksin.”

 

Birden öğretmen kılıklı orta yaşlı bir adam kalabalığın içinden sıyrıldı. Onu gören öğrenciler birkaç adım geriledi ve hiçbir şey görmemiş gibi dağılmaya başladı.

 

Beden Eğitimi Eğitmeni, Wallace Blackwood, üzerinde resmi bir Britanya üniforması vardı. Önceden orduda görev almış, Üstün Hizmet Madalyası bulunan ünlü bir subaydı. Bu yüzden öğrenciler, ondan ölümüne korkardı.

 

“Teğmen?”

 

Christian’ın yumrukları havada durdu. Etrafında onunla birlikte Eren’e vuran insanlar birkaç adım gerileyerek Wallace’e yer açtı.

 

Wallace gençleri umursamadan Eren’in yanına çöktü ve kırmızıya boyanmış yüzünü kavradı. Detaylıca inceledikten sonra Christian’a döndü ve yumuşak bir tonda bir şeyler söyledi.

 

Christian gülümsedi ve kafasını salladı, hemen ardından yanındaki dalkavukları ile birlikte oradan ayrıldı.

 

“Bu sefer çok ileri gittiler, Eren, iyi misin?”

 

 “Alışık olduğum bir şey.”

 

Wallace ceketinden bir mendil çıkardı ve Eren’e engel teşkil edebilecek kan lekelerini sildi.

 

“Spor salonunda devam edelim mi? Söylemem gereken önemli bir mesele var. Hayır, bundan sonraki yaşantını etkileyebilecek cinsten.”

 

Eren kaşlarını kırıştırdı. Wallace uzun bir süredir tanıyordu, onun hareketlerini bir kitap gibi okuyabilirdi. Anladığına göre iyi bir şey söylemeyecekti. Aklına hemen bir şey geldi. Fakat düşündüğü senaryonun olmaması için dua etti.

 

“Anladım.”

 

Soğukkanlılıkla cevapladı.

 

---

 

Eren ve Wallace, spor salonuna geldikten sonra kapıları kilitledi ve kimsenin olmadığından emin oldu.  

 

“Beni buraya getirmene neden olacak kadar mühim olan şey nedir? Zemherir’den insanlar mı ortaya çıktı?”

 

Wallace kafasını iki yana salladı.

 

“Hayır. 0ZM-HR2, 0ZM-HR3, 0ZM-HR4… Hepsinin ASC’leri…”

 

“Yeterli.”

 

Gerisini duymasına gerek yoktu.

 

“Düşündüğümden daha erken geldi. Yanlış hatırlamıyorsam hepsi benden daha önce doğdu. Yani bu kadar erken ayrılmaları normal. Teğmen, lütfen onlar için uygun bir cenaze hazırlamama neden olun. En azından öbür dünyada, karanlıkta rahatlamalarını istiyorum.”

 

“Bir Numaralı için cenaze hazırlamak. Kültürel Soykırım’dan sonra Numaralıların değeri bir çöpünkiyle eş değer. Biliyorsun Eren, Büyük Britanya’nın uyguladığı politika sonucunda Numaralılar olarak dünya da ‘yoksunuz’.  Bunun için…”

 

“Gerekli olan fonu sağlayacağım sana Teğmen, yani lütfen, onları uğurlamam da bana yardımcı olmalısın. En azından onlar için bunu yapabilmeliyim. Arkana Parçacığı’nı bulamadım fakat en azından bunu yapabilirim.”

 

Wallace onun yüz ifadesindeki durgunluğu görünce yutkunamadı. Kelimeleri duygu yüklü gözükse de yüzü biz buz küpünden farksızdı. Keskin bir soğukluk yayıyordu.

 

“Çok korkutucusun Eren, ailen ölmesine rağmen gözlerini bile kırpmıyorsun. Kalbinde duygulara yer veriyor musun ki? Geleceğin dışında en çok merak ettiğim konu bu.”

 

“Seni ilgilendirmeyen konulara burnunu sokma. Sadece 0ZM-HR5 ile ilgilen ve olabildiğince hayatta kalmasını sağla.”

 

“Nasıl istersen Eren. 0ZM-HR5’te öldükten sonra artık yanında olmayacağım. Kurtardığın bu hayatın bedeli çoktan ödendi.”

 

Wallace kelimelerini bitirdikten sonra kilitlediği salonun kapılarını tekrardan açtı. Arkasını dönmeden önce son kez Eren’in duygusuz yüzüne baktı.

 

“Onun da zamanı yaklaşıyor. Kardeşlerinin ASC’lerini onun ömrünü uzatmak için kullanacağım. Parayı yarın spor salonuna bırakabilirsin.”

 

“Anladım, teşekkür ederim Teğmen.”

 

Wallace salondan çıktı ve kapı kapandı.

 

“Ah…”

 

Wallace çıktıktan sonra Eren’in bacakları vücudunu taşıyamadı ve yere kapaklandı.


 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44791 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr