Eren kendini kısmen toparlamış bir şekilde öğrenci konseyi binasına doğru yürümekteydi. Gelişmiş Britanya mimarisinin güzel temsilcilerinden birisiydi, Ulusal Britanya Akademisi’nin öğrenci konseyi binası.
Gotik bir yapısı vardı. Buckinghdam Sarayı’nı oldukça andırıyordu. Bir aristokrat olan okul müdürünün ince ve asil zevklerinin bir tezahürü gibiydi. Bir öğrenci konseyinin kullanması için bile çok büyüktü. Ancak sadece bazı insanların bildiği, Eren’in de şans eseri öğrendiği, bir gerçek vardı ki bu da büyüklüğünün ardındaki sebebi açıklıyordu.
Eren binanın bahçesine girdikten sonra mavi üniformalı güvenlikler onun üzerine kontrol etti. Üzerinde bir şey çıkmayınca polisler geçmesine izin verdi.
Özenli biçilmiş taze çimlerin kokusu vücudunu rahatlatıyordu. Yeni sulanmaya başladıklarından dolayı taş yollarda bile birikintileri bulunuyordu ancak parlak çimenlerin ve hafif rüzgarın verdiği rahatlık anımsanmaya değerdi.
Binanın bahçesinde beş metre büyüklüğünde bir heykel vardı. Bir adam elini ufka doğru elini uzatmış ve yüzünde muzaffer bir ifadeyle kükrüyormuş gibi oyulmuştu.
‘Britanya’nın Kutsal İmparatoru.’
Dünya’nın 1/3’ünü fetheden büyük adam. Aynı zaman da Britanyalıların bu kadar ırkçı ve acımasız olmasının nedeniydi.
Eren derince iç çekti ve binanın gümüşi oymalarla süslenmiş çelik kapısını açtı.
İçeriye girdiğinde sitemkar bir kadın sesi kulaklarına ulaştı.
“Hah? Ne demek bunları yapmak için çok üşengecim!”
“Başkan, bugün birisiyle buluşacağım için izin alacağımı söylemiştim.”
Öğrenci konseyi odasında bukleli sarı saçlara sahip şık kıyafetli bir kızla, oldukça sade giyinmiş koyu kahverengi saçlara sahip bir kız kavga ediyordu.
Eren içeriye girdikten sonra gözler bir anda ona döndü.
“Günaydınlar dilerim, Leydi Abell, Hanımefendi.”
Bukleli kız onu görünce ondan birkaç adım uzaklaştı ve dilini tıklattı.
“Bir Numaralının dünyanın en iyi öğrenci konseylerinden birisinde olduğuna inanamıyorum. Serena Abla, seni uyarmaya devam etmek istemiyorum ama bunu yapmayı bırakmalısın. Bir Numaralı ile vatandaşın arasındaki sınır çok net çizil-”
Cümlesini bitiremeden Serena isimli kız araya girdi.
“İlk önce, Eren bir Numaralı değil, Onurlu Britanyalı. Yani Britanya akademilerinde okuma hakkına sahip. İyi şeyler başarırsa bir aristokrat olması bile mümkün. İkincisi, Eren öğrenci konseyine sadece yardım ediyordu. Ross Ailesinin tek kızı olarak yapmam gereken çok fazla şey, anlayacağın üzere Eren gibi becerikli insanlara ihtiyaç duyuyorum.”
“Ama…”
“Bu kadarı yeterli. Eren burada olduğundan bugünlük dışarı çıkmana izin veriyorum.”
Bukleli kız tam bir şey diyecekti ki Serena’nın cümlesini duyunca diyeceklerini unuttu. Bunun yerine birden yerinden fırladı ve Serena’ya sarıldı.
“Teşekkür ederim, başkan.”
“Tamam tamam, git hadi. Yapacak çok işimiz var. Ayrıca diğerlerini de buraya çağır. Yeni Yıl Partisi için yapmamız gereken tonla iş var.”
“Tamamdır.”
Bukleli kız çıkmadan önce Eren’e kerhen bir bakış atmayı unutmadı.
O çıktıktan sonra Serena Eren’e döndü ve konsey masasının üzerinde bir dağ oluşturmuş belgeleri işaret etti.
“Eren, ellerinden öper canım.”
“Lütfen benim gibi bir Numaralıya sempatiyle yaklaşmayın başkan, yanlış anlaşılmalara davetiye çıkarabilir.”
Eren rahatsız olmuştu. Bir asilin torunu olan Serena’nın aksine kendisi kolonileştirilmiş bir milletin mensubuydu. Dünya’nın kendi etraflarında döndüğünü sanan Britanyalı gençler onlardan nefret ederdi. Özellikle son yirmi yılda doğan tüm çocuklar. Onlar, doğdukları andan itibaren nefretle besleniyordu.
Bundan dolayı her şeyden nefret etme hakkına sahiplerdi.
En azından kendileri öyle düşünüyordu.
‘Üstelik çok kibirli ve körler.’
Kendisi Bölge 90850’nin en yüksek akademik notlarına sahip öğrencisiydi. Sıradan bir insanla karşılaştırılamayacak kadar keskin olan doğuştan algıları sayesinde dersleri anlamak çok basitti. Tüm konuyu anlamak için bir kez okuması yeterliydi.
‘Bir köle efendisinden daha mı yüksekte?’
Hangi gururlu efendi buna katlanırdı ki?
Üstelik bu kişi, zorlukla katılmayı başardığı derslere bile katılmaktan acizdi. Fakat buna rağmen onları geçiyordu.
Haliyle Eren zorbalıkların hedefi olmuş, asil çocuklarının sıkıldıkça dövdükleri bir kum torbası olmuştu. Birçok kez ölümle tehdit edilmiş olmasına rağmen, birinci olmayı asla bırakmamıştı.
Bunun nedeniyse Ulusal Britanya Akademisi’nin ‘liyakat kredisi’ sistemiydi. Dersler de ne kadar başarılıysan o kadar fazla paraya sahip olurdun ve bazı konular da imtiyaz alırdın. Bir Numaralı olduğundan Eren bundan azami seviyede faydalansa da bu, hem beş kardeşi hem de onun için kaçırması mümkün olmayan bir fırsattı.
“Huh- Peki, afedersin. Seni zora sokmak gibi bir amacım yoktu.”
Serena canayakın tavırlarından sıyrıldı ve soğuk bir ifadeyle Eren’e emretti.
“İncelenmesi gereken raporlar ve hesaplanması gereken işlemler var. Hadi bakalım okul birincisi, çalış ve benim bugün daha rahat bir gün geçirmemi sağla.”
“Böylesi çok daha iyi.”
Eren iç çekti ve bir sandalye çekip oturdu.
“Fufufu~”
---
Güneş batmak üzereydi ancak Eren hâlâ konsey işleriyle uğraşıyordu.
“Ah, evet. Bana bir iyilik yap ve onlara bütçelerini kısacağımı söyle.”
İncelediği raporlarda fark ettiği bir şey vardı. Binicilik, Eskrim ve Tiyatro Kulübü’nün sunduğu maliye raporunda açıklar vardı. Her kulübün bütçesi aylık olarak 9,000 sterlindi. Bunları okulun sosyal etkinlikleri için kullanmak zorundalardı. Kulüplerin amacı okulun sosyal açıdan geliştirmek ve belli bir standardı korumaktı.
Ancak okulun onlara sağlayabileceği fon sınırlıydı. Okula katkı sağlayan kulüplerin bütçelerinde artış sağlanır ve onları motive etmek amacıyla bazı imtiyazlar verilirdi. Fakat Eskirim, Binicilik ve Tiyatro kulüplerinin son üç yılda herhangi bir başarısı yoktu.
Kısaca onlara göz yummak bütçeyi zorlardı.
‘Sadece birkaç velet olmasına rağmen oldukça uğraştırıcı. Başkan’ın bunu fark etmemesi imkansız. Bu da onlara göz yumduğu anlamına geliyor.’
「Eren, kulüp başkanları bütçelerini istedikleri şekilde kullanabilir.」
“Eskrim, Binicilik ve Tiyatro kulüpleri son üç yılda kayda değer bir şey yapmadı. Sadece ödül verirsek konseyin taraf tuttuğu düşünülecek ve bir dahaki seçimlerde istediğim kişileri ileri süremeyeceğiz.”
「Öyle söylesen bile…」
“Dediğim gibi Michael, boş yere para israfı yapanlardan kurtulmak bizim için daha iyi olacaktır.”
「Ahh! Tamam be. Halledeceğim bir şekilde. 」
“Sağol, sana borçlandım.”
「Kapatıyorum o zaman, görüşürüz.」
“Hm, görüşürüz.”
Michael telefonu kapattıktan sonra Eren önündeki muhasebe defterine odaklandı. Öğrenci konseyinin tüm görevlerini üstlenen birisi olarak her kulübün başkanını tanıyordu. Bu yüzden Michael’i ne kadar zor bir göreve gönderdiğinin farkındaydı. Bu üç kulüp, üç burjuvanın kontrolü altındaydı.
‘Şimdi sıkıntı çıkaracak olsalar da, onları atlatmak sorun değil.’
“Ah… Belki de konseye hiç katılmamalıydım. Onların görevlerini üstlenen bir köleden farksızım.”
Mali işler, yönetim, insanların şikayetlerini dinlemek, raporları okumak, verileri değerlendirmek ve bütçe planlaması yapmak, etkinlik oluşturmak. Bunların hepsi Öğrenci Konseyi’nin temel görevleriydi. Hepsi sosyal açıdan elzem görevlerdi. Çok sıkıcılardı ve bir hayli komplike görevlerdi. Kesinlikle birkaç öğrencinin başa çıkabileceği görevler değillerdi.
Fakat Eren mükemmel bir çalışanın tüm özelliklerini taşıyordu. Serena tarafından bu kadar değer görmesinin sebebi de buydu. Aynı zamanda diğer insanlar tarafından nefret edilmesinin de.
Taş kadar sabırlı ve bir inek kadar çalışkandı. Verilen görevler ne olursa olsun şikayet etmeden en iyi şekilde yerine getiriyordu. Bir bakıma en nitelikli kölelerden birisiydi.
İşin aslında Eren için bunlar sıkıntı değildi. Aksine, Serena’ya ona bu görevleri verdiği için minnettardı. Bu görevleri tamamladıkça bir miktar para alıyordu. Her ne kadar işini yaparken istemeden de olsa birilerini kızdırsa da, kazançları kayıplarına kıyasla daha fazlaydı.
‘Yakında bunlara katlanmam gerekmeyecek.’
Derin bir nefes aldı ve tekrardan işine odaklandı. Hâlâ okuması gereken onlarca rapor, onaylaması gereken birkaç proje vardı.
---
Bölge 34, Yavuz Sultan Selim Köprüsü.
Yavuz Sultan Selim Köprüsü bir zırhlı kamyon kovalayan, dokuz taarruz helikopteri ve iki tane Saint Uçağı yüzünden karmaşa içindeydi. Korkudan titreyen siviller arabalarını bir kenara çekmiş, pervasızca ilerleyen tungsten zırhlı devasa kamyon yüzünden korkudan titremekteydi.
「Teröristler! Eğer şimdi teslim olursanız, bir terörist yerine Numaralı olarak yargılanacaksınız! 」
Helikopterlerden yükselen uyarılara rağmen kamyonun hızında yavaşlama olmadı. Bunun hemen ardından helikopterlerden zırh delici mermiler zeminde büyük delikler oluşturdu, fakat buna rağmen hiç birisi kamyona isabet etmedi.
「Bu size son uyarım! Avukat çağırma hakkına sahipsiniz! 」
Bam!
Bam!
Bam!
Helikopterlerden ateş açılmasına rağmen kasıtlı olarak kamyon vurulmadı. Ama kamyon da yavaşlamaya tenezzül dahi etmedi. Sanki kamyonu vuramayacaklarından emin gibilerdi. Her ne kadar kamyonun dış zırhı en sağlam metallerden birisi olan tungstenden yapılmış olsa da helikopterlerin mühimmatı da tungstenden yapılmaydı; bu yüzden zırhı delmek için birkaç atış yapmaları yeterliydi.
“Bunları bana bırakın.”
O sırada iki Saint Uçağı’ndan birisi helikopterleri geçti ve uçağın içindeki Saint ile alçalmaya başladı.
“Lord, emin misiniz? Teröristler, nakliyat uçağına saldırıp anavatana giden 1kg Plütonyum çaldılar. Ufak bir hata, Asya Federasyonu ve Avrupa Birliği’nin de bulunduğu iki şehrin buhar olmasına neden olur.”
En önde giden helikopterin pilotu panikle durumu açıkladı.
Ancak Saint’in pilotu onu söylediklerini umursamadan alçalmaya devam etti.
“Şimdi ele geçirmezsek daha kötü işler için kullanacaklar. O zaman tek kaybımız canımız ve birkaç şehir olmaz, bunu bombaya çevirirlerse Bölge 34’teki yerleşkeyi havaya uçurabilirler.”
“Ama…”
“Yeterli. Tüm sorumluluğu üstleniyorum.”
Dedikten sonra uçağa bağlı olan Saint, birden tekerleklerini açtı ve asfaltlı yola indi. Saint’in taşıma uçağı birden yükseldi ve beş metrelik Saint, zırhlı kamyonu karadan kovalamaya başladı.
“Teröristler! Öleceksiniz.”
O anda Saint’ten gri renkli iki kanca fırladı ve kamyonun arka tekerleklerine saplandı. Bu kancalar Saintlere özgü kanca sistemi PHook’tu. PHook’un tasarımı kirpi dikenlerini andırıyordu. Bir iğne kadar delici ve kıvrımlı ucu sayesinde tahrip gücü inanılmazdı.
Birçok önemli türü ve kullanım şekli olsa da 4. Nesil bir Saint için en uygunu kesinlikle PHook’tu.
PHook kamyonun arkasına saplandıktan sonra Saint’in tekerlek sistemi kilitlendi ve olduğu yere sabitlendi.
Kulak tırmalayıcı bir ses Saint’in tekerlek sisteminden yükseldi. Sürtünme kuvveti öyle yüksekti ki kıvılcımlar havada uçuştu ve zemin bir portakal kabuğu gibi soyuldu. Tungstenden yapılmış bir zırhlı kamyon çok ağır ve dayanıklıydı, bu ağırlığı taşımak için gerekli olan motorsa her yerde bulunamayacak cinstendi; haliyle kamyon yavaşlamadan önce Saint’in tekerlik sistemi arızalandı. MS’in birliğini sağlayan demir halatlar koparak teperleklerin yerinden fırlamasına neden oldu.
Ancak bu yeterliydi.
İki Saint’ten diğeri PHook atıldığı anda kamyonun önüne geçmiş ve karaya inip, kamyonu yavaşlatmak için bir direnç oluşturmuştu.
“Sonunda!”
Kamyon duraklama belirtileri gösterirken tüm herkes birden sevindi.
O sırada kamyonun kasası açıldı ve bir motorsiklet dışarı fırladı. Hemen ardından kızıl çizgili PHook’lar arkadaki Saint’in gövdesine çarptı ve Alpha Sürücüsü’nü devre dışı bıraktı.
“Lanet olsun!”
Saint’in içindeki pilot lanetler okuyarak Acil Kaçış Mekanizması’nı kullandı ve kokpit dışarıya fırladı.
---
Eren kulaklarını tıkamış bir şekilde belgeleri düzenlerken birden başı döndü ve gözleri karardı.
Ama hemen kendini topladı ve gözlerin kuzeye çevirdi.
Bir şey sezmişti.
“Bir… Arkana Parçacığı!”
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..