Bölüm 3: Arkana Parçacığı II

avatar
396 3

Obelisk: Bir Canavarın Direnişi - Bölüm 3: Arkana Parçacığı II



{Windsky'a ithafen.}


Saint’lerden birisi panikle geri kaçarken kırmızı Saint’ten fırlayan PHook’lar onları güdümlü füze misali onu takip ediyordu. Son nesil bir Saint bir mermiden daha hızlı hareket edebilirdi ancak bu Saint’ler sadece 4. Nesil Saint Light’tı. Britanya ordusunun Saint piyade birliği denebilirdi.

 

Ancak karşı tarafın Saint’i 5. Nesil Oracle’ydi. Yapımında birçok dengesizlik olduğundan hurda olarak nitelendirilmiş ve piyasadan kaldırılmıştı.

 

PHook 4. Nesil Saint Light’ı kovalarken, helikopterlerden patlayan zırh delici mermiler 5. Nesil Oracle’nin tekerleklerini tuzla buz etti. Bu, Oracle’nin en büyük dengesizliğiydi. 4. Neslin üç katı bir çevikliğe ve PHook kapasitesine sahip olmasına rağmen çerçevesi çok dayanıksızdı.

 

“Devam edin ve ele geçirin!”

 

Saint Light’ın pilotu bunu fark ettiği anda arkasını döndü ve Oracle’nin zırhına PHook’larını fırlattı. PHook’lar bir peynir keser gibi Oracle’nin çerçevesini deldi ve kokpitten kanlar sızmaya başladı.

 

“Buraya kadar.”

 

Saint Light’ın pilotu hafifçe gülümsedikten sonra elindeki iki metrelik silahı kaldırdı ve Oracle’nin göğsüne doğrulttu. Ancak ateş edemeden kaşlarını çattı. Kalbine oturan karanlık bir saniyeliğine tereddüt etmesine neden oldu. Lakin bu süre, ölümüne neden olacaktı.

 

Oracle’nin bir buçuk metrelik uzun kolları merkezini ve kokpitini delen PHook’u kavradı ve parçalara ayrılmış tekerlerini umursamadan ileri atıldı.

 

“Ne yapmaya çalışıyor?”

 

Saint Light’ın pilotu tetiği çekince çıkan mermiler PHook’un delmiş olduğu gövdeyi parçalara ayırdı ve Saint Oracle yere yığıldı. IFF’deki simgesi de sönünce Saint Light onu bıraktı ve hâlâ ilerlemekte olan kamyonun peşinden ilerlemeye başladı. Arkasında uçan helikopterlerden birkaçı ise kaçan motorsikleti kovalamaktaydı. Ancak ateş etmekten çekiniyorlardı, motorsikletli kişinin taşıdığı çanta bir kimyasal çantaydı.

 

İçinde plütonyum olabilirdi. Herhangi bir kurşun isabet ederse köprü havaya uçardı.

 

---

 

O sırada kamyonun içinde pala bıyıklı bir adam dualar eşliğinde kamyonu bir köprüden çıkarmayı başarabildi. Ancak peşindeki Saint Light’tan kurtulması imkansızdı. Onlardan kurtulsa bile bir süre sonra peşine yenileri düşecekti.

 

“Ali Rıza ve Hasan’dan bir haber yok. Lanet olsun, Britanyalı gavurlardan kurtuluş yok. Plütonyumu,  uzak doğuya taşırlarsa AF’den kurtuluşumuz olmaz. O acımasız köpekler, Doğu Türkistan’da yaptıklarını bizde de yapma cüretini ve kudretini bulacak.”

 

Doğu da Asya Federasyonu, kuzey-batı da ise Avrupa’nın kurtulan ülkelerinin kurduğu Viyana İttifakı vardı. Viyana İttifakı, Asya Federasyonu’ndan aldığı yardımlar sayesinde Britanya’ya karşı koyabiliyordu. Ancak aynısı Türkiye’deki direnişçiler için geçerli değildi. Diğer ülkelerde de benzer direnişler vardı lakin onlar bazı ülkeler tarafından fonlanıyordu. Türkler ise uluslararası arena da bir destek bulamıyordu.

 

Bunun sebebi ise Türkiye ve diğer orta doğu topraklarında bolca bulunan polaryum kaynaklarıydı. Polaryum bu zamanın petrolüydü. Alpha Sürücüleri bu madenle çalışıyordu. Plütonyum kadar radyoaktif, petrol gibi yanıcı ve barut gibi patlayıcı özelliklerini taşıyan garip bir madendi. Sadece dağ ve birkaç büyük yeraltı madeninde bulunduğundan çok nadirdi ve neredeyse tüm polaryum Büyük Britanya İmparatorluğu tarafından kontrol ediliyordu.

 

Çat!

 

Çat!

 

Birkaç saniye içinde on kadar mermi camların bir örümcek ağına dönüşmesine neden oldu. Polis kuvvetleri zırhlı polis araçlarıyla yüz metre ötesine bir barikat kurmuşlardı.

 

“Siktir! Neyse ki Polaryumun yarısını Hasan’la gönderdim. Artık kurtuluşum yok, onlardan çalmak büyük bir hataydı.”

 

Kaşlarını çattı ve önünde barikat kurmuş olan zırhlı araçları umursamadı. Tungstenden yapılmış bir kamyonun karşısında kartondan duvar gibilerdi. Onlara bodoslama dalmasına rağmen kamyonda herhangi bir zarar oluşmadı.

 

Ses deneme 1,2,3. Demirel, beni duyuyor musun?

 

Telsizden yükselen boğuk sesi duyunca adamın yüzünde güller açtı. Boğuk ses akıcı bir Türkçe’yle konuşuyordu ki bu da müttefiklerinden birisi olduğunu gösteriyordu.  

 

“Tuğrul Bey!”

 

Şükürler olsun ki hâlâ ölmemişsin. Güzel. Sorgulamadan beni dinlemeni istiyorum.

 

“Tabii ne olursa!”

 

Beş kilometre ötede yedi Saint Light pusuda bekliyor. Köprüyü geçtikten sonra Ali Rıza seni almaya gelecek. Plütonyumu ona teslim ettikten sonra ormanda kaybol ve bir süre gözükme.

 

“Anladım.”

 

Bölge 34’ün Avrupa yakası lüks ve yoksulluktan uzak bir yer olsa da aynısı Asya için geçerli değildi. Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nden çıktıktan sonra Kuzey Marmara Otoyolu’nun tahrip olmuş görüntüsü gözler önüne serilmişti. Vatana olan sevgisi fanatikliği çoktan aşmış olan Demirel bu yolları görünce dişlerini sıkmaktan başka bir şey yapamadı.

 

Halk köleleştirildiğinden ülkenin tüm kaynakları Britanya’nın kontrolü altındaydı. Ayrıca büyük miktarda nüfuzlu insan, makam ve para uğruna Britanya’nın safına geçerek ülkenin düşüşünü hızlandırmıştı.

 

Yolların bu kadar kötü muamele görmüş olması, halkın yaşadıklarıyla örtüşür cinsteydi.

 

“Ah-”

 

Demirel hızla Tuğrul Bey’in söylediği yere yaklaşmaktaydı. Peşindeki düşmanlardan çoktan kurtulmuş, yolların tahribatını kullanarak peşindeki Saint Light’lardan kaçabilmişti. Onu hâlâ takip eden birkaç taarruz helikopteri olsa da ateş edebilecek cesaretten yoksunlardı.

 

Güney’den saldıracağız.

 

Telsizden çıkan sesin hemen ardından kulak yırtan bir patlama sesi duyuldu. Kamyonu belli bir mesafeden takip eden üç taarruz helikopteri, bir anda yol kenarlarından fırlayan RPG’ler tarafından düşürüldü.

 

Demirel gülümsedi ve kamyonu durdurdu. Şimdi kaçırdıkları plütonyumu farklı bir araca transfer edecekti.

 

Demirel, kamyondan çık ve plütonyumu bize teslim et.

 

Tuğrul Bey’in sakin sesinde gizlemeye çalışmadığı bir heyecan vardı. Normalde bu kadar heyecanlanmazdı, fakat büyük miktarda plütonyum kaçırdıkları için bu anlaşılabilir bir şeydi. Bu yüzden Demirel, onun heyecanını anladı ve yüzünde bir gülümsemeyle anahtarı çıkardı.

 

Bekle!

 

Cehennemden gülümseyen Erlik kadar karanlık bir ses işitmesiyle ürperen Demirel hareket etmeyi kesti.

 

Ses telsizden geliyordu ve oldukça gençti.

 

Ancak içinde tüyler ürperten bir niyet vardı.

 

“Sen de kimsin? Bu kodu da nereden öğrendin?”

 

Önemli olan bu değil, Demirel. Şu anda çok kritik bir durumdasın. Tuğrul Bey kendini Britanya’ya unvan ve dokunulmazlık uğruna sattı. Eğer arabadan ayrılırsan bil ki kafana sıkacak.

 

“Neden bahsediyorsun sen?”

 

Güneş batıyordu. Sema kızıla dönüşüyordu, karanlık çökmek üzereydi. Demirel duyduklarından dolayı afallamıştı ancak hemen inanacak kadar aptal değildi. Tuğrul Bey direnişin öncülerinden biriydi ve uzun yıllardır en yakın dostuydu. Tanımadığı bir kişinin şüpheli davranışları yüzünden ondan şüphelenecek değildi.

 

Hey, nerede kaldın?

 

Tuğrul Bey’in sesi biraz daha boğuk geliyordu. Tonundaki değişim Demirel’in kaşlarını çatmasına neden oldu.

 

“Anahtar deliğinde sıkıntı var. Uzaktan izleyeceğine buraya gel ve yardım et.”

 

Peki ya öyle değilse?

 

Bızzz-

 

Demirel’in gözleri büyüdü.

 

‘Ya öyle değilse mi?’

 

Her şey sadece bir soruyla başlardı. Ya öyle değilse? Ya Tuğrul Bey onların tarafında değilse? Ya onları satmışsa? İşgal başladığında güçlü figürler tereddüt etmeden taraf değiştirmişti. Peki neden Tuğrul Bey’de ihanet etmesin ki?

 

Böyle mühim bir konuda düşünmek için zamanın var mı ki?

 

‘Doğru söylüyor. Üsten çok uzak değilim. Şu an hareket edersem bir saat içinde varabilirim. Yarı yolda araç değiştirirsem beni takip etmeleri zor olur.’

 

Demirel’in zihni çok hızlı çalıştı. Bir anda aklından onlarca düşünce geçti. Elindeki plütonyum direniş için kritik bir öneme sahipti. Onu kaybederse sahip oldukları umut yerini umutsuzluğa bırakacaktı.

 

Asya Federasyonu ve Viyana Koalisyonu benzer düşüncelerdeydi ve bu yüzden Britanya’ya karşı koyabiliyorlardı. Bundan dolayı Britanya ile aralarında büyük savaşlar gerçekleşmiyordu. Güç topluyorlar demek doğru olurdu.

 

Sana güvenebilir miyim? Benimle iletişime geçtiğine göre durum hakkında bilgi sahibisin. Kendi milletin için hareket etmek konusunda kararlı mısın?”

 

Bunu sorman bile hata.

 

“Güzel, sana güveniyorum.”

 

Dese de güven kırıntısına bile sahip değildi. Amacı plütonyumu üsse teslim etmekti. Bunun için Sakarya yoluna ulaşması yeterliydi.

 

---

 

Tuğrul, Demirel’in kamyondan ayrılmadığını görünce kaşlarını çattı ve elindeki tabancayı beline saklayarak yerinden çıktı. Sırtındaki yarı otomatik tüfeğin namlusu çevreye kamufle oluyordu. Keskin bakışları karanlığı deliyordu.

 

Elindeki telsizden çıkan sesleri duyduğu anda bir şeylerden şüphelenmeye başlamıştı ancak harekete geçecek güce sahip değildi. Elinde birkaç yarı otomatik tüfek dışında bir silah yoktu. Saint Oracle’si parçalara ayrılmıştı. Bu saldırı gücüyle bırak kamyona zarar vermeyi, camlarında iz bırakabileceğini düşünmüyordu.

 

Bundan dolayı Demirel’in kamyondan çıkması gerekiyordu.

 

Uzun süredir birlikte olduklarından Demirel’in kendisine güveneceğini ve çıkacağını biliyordu.

 

Yavaşça kamyona yaklaşırken, General’in verdiği sözü hatırladı. Eğer plütonyumu geri getirebilirse şövalye unvanına nail olacak ve ‘Numaralı’ yerine orijinal bir Britanya Vatandaşı olacaktı. Yani zorla maden yataklarında çalıştırılmayacak, köle olarak satılmayacak ve deforme olmayacaktı.

 

Bunu kim kabul etmezdi ki?

 

Kamyonla arasında on metre kaldığında kamyonun motorunun gürlediğini verdi.

 

“Demirel ne yaptığını sanıyorsun?”

 

Ne yapacağını anladığında kükredi.

 

Tuğrul Bey, üsse teslim edeceğimden emin olabilirsiniz. Ankara Hükumeti’ni ilgilendiren bir mesele için yetkiniz çok düşük.

 

“Ne?!”

 

Tuğrul Bey tereddüt etmeden sırtındaki tüfeği çekti ve siyah film camların arkasında belli olan Demirel’in gölgesine ateş etmeye başladı. Çıkan mermilerin hepsi aynı noktaya çarptı ancak on mermi sadece iz bırakabildi.

 

Bu sürede Demirel arkasında büyük bir duman bırakmıştı.

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46886 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr