[Abdulaziz Köse'ye ithafen.]
---
Eren ormanda ilerliyordu ki bir anda duraklayıp yönünü değiştirdi.
Gece çökmek üzereydi. Sık ağaçlardan oluşan orman neredeyse zifiri karanlıktı. Ağaç tepeleri güneş ışıklarının geçemeyeceği kadar yoğundu ve otlarla örtülmüş zeminde donmak üzere olan otların hışırtısı dışında hiçbir ses yoktu. İklim yüzünden kar yağmasa da soğukluk eksilere inmişti.
Çevrede hiç ses olmasa da aynısı Eren için geçerli değildi. Doğuştan gelen insanüstü algıları yüzünden kilometrelerce ötedeki çarpışmanın seslerini dibindeymiş gibi duyabiliyordu. Ayrıca çarpışmaların yoğunluğuna bakılırsa kesinlikle birkaç Saint’in çarpışması değildi.
Eren son sürat ilerlerken birden durakladı. Kaşlarını çattı ve seslerin geldiği yöne doğru bir bakış attı. Sadece silah ve çarpışma sesleri duyuyorken birden kadın çığlıkları ve çocuk ağlamalarını duymaya başlamıştı.
‘Britanya… Sivilleri katlediyor.’
Sadece İstanbul ve çevresindeki şehirlerde koloni kurulmuş olsa da diğer şehirlerde de yok değildi. Örneğin Sakarya’da on bin kişilik maden kolonisi bulunuyordu ve var olmalarını tek amacı maden çıkarmaktı.
‘Yanlış hatırlamıyorsam, Platium yatakları da Sakarya’nın çevresinde.’
Platinum’un alt türü olan platium cevherleri Sakarya’da bulunuyordu. Platiumlar tungsten ile birlikte en çok kullanılan metaller arasındaydı ve çıkarması çok uğraştırıcıydı. Sakarya ve çevresindeki maden kolonilerinin amacıysa, bu meşakkatli işi Britanya vatandaşları yerine yapmaktı.
Eren derin bir nefes verdikten sonra koşmaya devam etti. İnsanüstü olan tek şey algıları değildi, fiziği de aynı derecede insanüstüydü. Çok zorlanmadan dünyaca ünlü bir atlet kadar hızlı koşabilirdi. Tam güçle koşusu ise tamamen farklı seviyedeydi.
Kısa bir sürede ormandan çıktı ve yüksek bir tepeye tırmandı. Burada tüm şehri, çatışmaları da dahil hepsini görebiliyordu. Önceden güzel bir şehir varken, geriye molozlardan yapılma bir beton şehir kalmıştı.
Hızlıca tepedeki kaya yığınına girdi ve uzanabileceği büyüklükte bir yere yerleşti. Hemen ardından gizli üssünden aldığı ekipman çantasını çıkardı. Ekipman çantasının içinde Britanya ordusunun kabuslarından birisi olarak bilinen Anti-Saint Keskin Nişancı Tüfeği olarak bilinen Leza-17 bulunuyordu.
Leza serisi Zemherir’de yapılan ateşli silahlardan birisiydi. Araştırma üssünden kaçarken Eren silah deposundan bir tüfek ve birkaç şarjör çalmayı başarmıştı. Leza-17 ise en son sürümüydü. Britanya ordusu Zemherir’e saldırdığında dış bölgeye giremeden bu silah sayesinde büyük kayıplar vermişti. Bu silah, bir askere Saint’ler ile başa çıkma kudreti veriyordu.
Ancak Zemherir yok olmuştu ve piyasadaki tüm Leza’lar Britanya tarafından kaldırılmıştı. Şimdi bu silahın yerini tanklar ve bazukalar almıştı.
Eren kutuyu açtıktan sonra hızlıca silahı kurdu ve yerleştirdi.
‘Aradaki mesafe neredeyse iki kilometre, onları bu tarafa çekebilirlerse arkadan destek çıkabilirim.’
Göğsündeki telsizi çıkardı ve muharebe alanını izlemeye devam etti.
---
「Demirel, beni duyuyor musun?」
Demirel kaşlarını çattı ve telsize cevap verdi.
“Sen… Ne oldu?”
Gene aynı kişiydi.
「On kadar Saint Oracle ve otuz Saint Light şehirde savaşıyor. Eğer Sakarya yolundaysan yönünü değiştir ve oradan mümkün olduğunca uzaklaş! 」
“Ne?!”
Demirel’in gözleri fal taşı gibi açıldı.
“Nasıl?”
Britanya şövalyelerinin Sakarya’da olması için herhangi bir sebep yoktu. Çam Dağı’ndaki üsleri herkesten gizli tutulmuştu ve bilen kişilerin hepsi kalbini ülkeye adamış kişilerdi. Marmara Bölgesi’ndeki merkezlerini nasıl ifşa edebilirlerdi ki?
O anda aklına birkaç öncesi geldi.
“Ne yapmam gerekiyor?”
「Maddeyi al ve dikkat çekmeyecek bir şekilde olabildiğince uzaklaş. Britanya ordusu güçlü olsa da buradaki durum kontrol altına alınabilir. Haber gelene kadar onu gizle. Bunu yapabilir misin?」
“Yapabilirim.”
「Güzel. En uygun konumları sana söyleyeceğim. Bu yüzden hızlı ol. 」
Demirel derin bir nefes alarak kendini sakinleştirmeye çalıştı. Bu kişiye güvenmeli miydi? Tanımadığı birisiydi. Ya plütonyumu elinden almak için onu kullanıyorsa? Hiç güvenmediğini söylemek doğru olurdu.
‘Riske atmalı mıyım?’
Ne düşüneceğini bilemez haldeydi. Bir ikilimde kalmıştı.
Yine de kendine güvenmeliydi. Ya en başından beri o kişi yalan söylüyorsa? Tekrar bir nefes alarak kendini sakinleştirdi ve pedala abandı.
‘Kendime güveneceğim.’
---
Eren telsizi bıraktı ve Leza’nın dürbününe odaklandı.
Savaş alanında çok fazla Saint Light vardı ve çok hızlı hareket ediyorlardı. Genel olarak ateşli silah bulundursalar da bir kısmı orta çağ kılıçlarını andıran silahlar kullanıyordu. Her çarpıştıklarında metalin metale çarpma sesi çevrede yankılanıyordu.
Eren namluyu, yere yatmış ve birkaç on metre ötedeki Saint Oracle’ye pusu düzenleyeceği her yerden belli olan Saint Light’a doğrulttu. Bir moloz yığının arkasındaydı ve elindeki devasa silahı doğrultmuştu.
Eren hedefini kestirdikten sonra çantasından bir kulaklık çıkardı ve kulağını tıkadı. Çevredeki sesler birden kesildi.
Bir nefes aldı ve elini tetiğe götürdü.
Zaman o anda yavaşladı ve ötedeki Saint Light’ın başı açtı ve IFF cihazı çevreyi taradı. Bir gümbürtüyle Eren’in tüfeğinden bir mermi ayrıldı. Merminin tüfekten ayrılışından çıkan ses sağır ediciydi. Dışarıdaki sesleri kesen bir kulaklık taksa da sesin kaynağı kendisine çok yakındı.
Kulaklık yokmuşçasına yükselen ses beyninin içinde yankılandı ve Eren birkaç saniyeliğine dondu.
Ancak mesafeden yükselen patlama sesi yüzünden kendine geldi.
‘İlaçların etkisi geçti.’
Gözlerini kapattı ve sesleri filtreledi.
Gözlerini tekrardan açtığında çarpışma sesleri dışında her şey filtrelenmişti.
Namlunu ucunu hızlıca çevirdi.
---
「Atmaca-Doğan. Ne olduğu hakkında bir fikriniz var mı?」
「Doğan-Atmaca. Pusu kurmaya çalışırken birden patladı. İntihar girişimi olma olasılığı yüksek.」
「Düşmanın 4. Nesil Saint Light’larına karşı birebir savaşmaktan kaçının!」
“Lanet olsun! Böyle bir zamanda!”
Murat, gösterge panelinde çıkan kırmızı uyarıyı görmesiyle lanetler okumaya başladı. Saint’ler polaryum bataryalar sayesinde hareket edebilirlerdi. Bu bataryalar olmadan Saint’ler oyuncak dükkanlarında satılan figürlerden farksız hale gelirdi.
Ve şu anda bataryası bitiyordu.
“Sikeyim! Gavur mallarından beklendiği gibi. Silahlarını onlara karşı kullanmanın imkanı yok!”
Ellerindeki silahlar sadece birkaç kodla etkisiz hale getirilebilirdi. Bu, ellerindeki tüm kuvvetin birden yok olacağı anlamına geliyordu.
Britanya’nın onları hâlâ yok etmemiş olmasının sebebi buna gerek duymamalarıydı. Çünkü o kadar önemsiz ve değersizlerdi ki, yok edilmek için harcanacak efora değmiyorlardı.
Murat dişlerini sıktı ve derin bir nefes verdi. Gözlerinde kararlı bir bakış belirdi. Şu an etrafında bir düşman olmadığından düşünecek birkaç saniyesi vardı. Bu sürede aklından binlerce düşünce geçti. Ancak bir şeyden emindi. Bugün buradan ayrılma şansı yoktu.
“Beyler, olabildiğince düşmanı toplayın.”
「Ne dediğinin farkında mısın?」
“Ali Rıza, cephaneliğim ve bataryam tükendi. Kalan son gücümle birkaçını kendimle beraber götürebilirim.”
Murat kararlıydı.
Telsizdeki yoldaşı birkaç saniyelik sessizliğin ardından tekrardan konuştu.
「Neredesin?」
5. nesil IFF’ler dengesiz olduğundan yerini göremiyordu. Murat hafifçe gülümsedi ve koordinatlarını söyledi. On beş saniye sonra otuz metre ötede kırmızı renkli Oracle ve onu kovalayan dört Saint Light gözüktü.
「Lütfen oradan uzaklaş.」
Murat kokpiti kilitledi ve Alpha Sürücüsü’nü zorladı. Aynı zaman da deposundaki polaryum da ısınmaya başladı. Bir tuşla her şey bitecekti.
Bir saniye sonra Saint Light’lar menziline girdi.
Murat kollara asıldı ve manevra aletinin sınırını zorladı.
Tam tuşa basacaktı ki kulakları sağır eden bir silah sesi duydu. Kırmızı bir ışık Saint Oracle’nin yanından geçti ve bir Saint Light’ın Alpha Sürücüsü’nü deldi.
Bom!
Alpha Sürücüsü’nü kaybeden bir Saint’in sağlam kalmasına imkan yoktu. Büyük bir gümbürtüyle havaya uçtu. Şarapnel parçaları dostlarına çarptı ve birini etkisiz hale getirdi. Acil Durumu Koruması devreye girince kokpit yerinden fırladı ve yüzlerce metre öteye uçtu.
“Neler oluyor?”
Murat tepki dahi veremeden bir ses daha duydu ve Saint Light’lardan birisi yere kapaklandı. Sağ bacağı paramparça olmuştu.
「Kartal!」
Telsizden yükselen yabancı ses bir anda kulakları sağır etti. Saint Oracle’nin pilotu ani bir manevra ile arkasını döndü ve ateş açtı. Oracle’den çıkan mermiler Saint Light’ın göğsünü delerken Murat izlemekten başka bir şey yapamadı.
Dört Saint’ten sadece birisi ayakta kalmıştı. O hızlıca tepki verip Saint Oracle’nin kolunu koparsa da yükselen sağır edici seslerin ardından önce sağ, ardından sol kolu koptu. Pilot daha fazla dayanamamış olacak ki tereddüt etmeden fırlatma koltuğuyla kaçtı.
Murat kaşlarını çatarak sesin geldiği yöne baktı.
「Hızlıca mühimmatını ve bataryanı değiştir.」
「Hey bu da kim? Üste böyle genç birisi yoktu.」
「Kodu nereden biliyor?」
「Onu bırak da mermileri Saint Light’ları delebilecek kudrete sahip.」
「Hey sen de kimsin?」
Geri kalan direnişçilerden meraklı sesler yükseliyordu. Murat düşüncelere dalmışken ses tekradan duyuldu.
「İşe yaramaz pilotlardan mı ibaretsiniz? 」
Bu sefer oldukça aşağılayıcıydı.
“Ne?! Ne diyors-“
「Ölmek ya da yaşamak… Hangisini seçeceksiniz? Sizden sadece altı kişi kaldı ve düşman da ise yirmi pilot var. Bu ekipmanlar ile sadece birkaç tanesini daha indirebilirsiniz. Karşılığında hepiniz yok olacaksınız. Ancak benim emirlerimi dinlerseniz karşı tarafı yok etmenizi sağlayabilirim.」
Murat onunla tartışmaya girmedi. Ne derse desin şu an yapması gereken sadece bir şey vardı, o da bu savaşı kazanmaktı. Şu an basit bir hayalden farklı değildi ancak üsteki herkes tahliye edilene kadar dayanmalılardı.
“Bizi aptal mı sanıyorsun?”
Tanımadıkları birisinden gelen isteklere mi uyacaklardı? Aptal değillerdi herhalde.
「Emirlerimi dinlemezseniz sıradaki mermi içinizden birisini hedef alacak.」
---
Türkçe'den nefret ediyorum. Çok karmaşık bir dil.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..