Bölüm 5: Arkana Parçacığı IV

avatar
302 6

Obelisk: Bir Canavarın Direnişi - Bölüm 5: Arkana Parçacığı IV




「Ne dedin?!」

 

Ali Rıza’nın sesi öfkeliydi. Tanımadıkları birisinden gelen tehdidi hoş bir şekilde karşılamalarının imkanı yoktu.

 

Eren uzaktan onları izlerken gülümsedi. Bununla birlikte Ali Rıza’nın karakterini de anlamıştı. Artık buna göre şekilde alabilirdi.

 

“Dediğim gibi Ali Rıza, kazanmanızın imkanı yok! Bana güvenin ve sizi zafere taşıyayım.”

 

「Böyle bir şey söz konusu dahi olamaz! Tanımadığımız birisine hayatlarımızı mı emanet edeceğiz?」

 

Murat öfkeyle bağırsa da Eren onu görmezden geldi. Kartal, yani Ali Rıza, bu grubun başıydı ve en iyi pilot oydu. Tek başına ikiden fazla Saint Light ile başa çıkabiliyordu. Diğerleri ise kaçmak ve karmaşa yaratmaktan pek öteye gidemiyordu.

 

“Ne diyorsun Ali Rıza? Emirlerimi dinlerseniz kurtulursunuz. Dinlemezseniz bir tekme de ben atacağım.”

 

Bir süre sessizlik oldu. O sırada bir tane Saint Oracle havaya uçtu. Etrafını saran dört Saint Light’tan kahkahalar yükseldi. Uzun saçlı bir subay, Saint Light’ından çıktı ve öfkeyle bağırmaya başladı.

 

「Sizi ahmak asiler! Büyük Britanya’nın mallarına el koymaya cüret ediyorsunuz. Bunun yanınıza kalacağını düşünüyor musunuz? Yapmamanız gereken bir şey yaptınız. Bölge 34’te bir tane bile Numaralı rahat uyuyamayacak. Bunun sorumluluğunu alabilir misiniz?」

 

Güvenli bir bölgedeydi ve sesi rahatlıkla duyulabilirdi. Leza-17’yi ona doğrultan Eren kaşlarını çattı ve derin bir nefes aldı. Uzaktan gelen tekerlek sürtünme seslerini duyabiliyordu. Britanya destek ordusu beş kilometrelik bir alandaydı ve yavaştan şehri çevreliyordu.

 

“Ancak plütonyumu şimdi teslim ederseniz, zarar görecek kişilerin sizle sınırlı kalmasını sağlayabilirim! Milyonların canına karşılık sizin canınız, ne dersiniz? Bence gayet güzel bir antlaşma.”

 

Subayın yüzünde verecekleri cevaptan emin olduğunu gösteren bir gülümseme belirdi.

 

「Atmaca-Kartal. Ne yapacağız?」

 

「Britanya’nın nasıl bir şey olduğunu biliyorsun. Plütonyumu teslim edersek Türkistan’a olanlar bizim de başımıza gelir.」

 

「Öyle söylesen bile yapacak bir şeyimiz var mı ki? Savaşı kazanmamızın bir yolu yok. Şimdi ya da sonra, Demirel gibi bir aptalın maddeyi saklayabilmesinin imkanı yok.」

 

Ali Rıza’nın sesi sakindi ancak aynı şey diğerleri için söylenemezdi. Onlar sıradan askerlerden farklı değillerdi. Çok fazla savaş deneyimleri yoktu ve şu ana kadar rahatsız etmekten başka bir şey yapmamışlardı. Ali Rıza gibi bol savaş deneyimine sahip değillerdi.

 

Bam!

 

Önceki gümbürtülerden farklı olarak bunun hemen arkasından bir patlama meydana gelmedi. Meydana gelen tek şey, uzun saçlı Britanya subayının kafasının bir karpuz gibi patlamasıydı. Kan karanlıkta bile görülecek kadar parlaktı ki yükselen ayın ışıltıları uhrevi bir güzellik katıyordu.

 

Diğerleri farklı alanlarda olduğundan ve IFF’leri arızalı olduğundan durumun farkında değildi. Ancak Eren tüm savaş alanını büyük bir netlikle görebiliyordu.

 

“Kartal, Atmaca, Doğan, Şahin ve Köpek. Kartal’ı ortanıza alacak şekilde dört biçimli savaş düzenine geçin ve batıya doğru ilerleyin.”

 

「Bize emir vermeye kalk-」

 

“Hâlâ aynı mevzu mu? Bir Britanya subayı öldürdünüz ve şehir kuşatıldı. Hepinizin mezarı burası olacak. Fakat sen hâlâ tereddüt ediyorsun.”

 

「Sana güvenmektense buraya gömülmeyi tercih ederim.」

 

Eren bir şey söylemedi. Güvensizliğinin nedenini anlıyordu. Bu kadar diretmesinin sebebini de biliyordu. Türkiye kuşatılırken ülkenin dayanak noktaları tereddüt etmeden taraf değiştirmiş ve kayıpların ikiye hatta üçe katlanmasına neden olmuştu. Hâl böyleyken birden güvenmelerini beklemek aptallık olurdu.

 

Fakat onların güvenini kazanacak kadar zamanı yoktu. Britanya subayını vurduğu için iş işten çoktan geçmişti. Bekledikleri her an daha büyük bir tehlikenin içine düşüyorlardı.

 

‘Sadece üç mermim kaldı. Onları idareli kullanmalıyım.’

 

Kaşlarını çattı ve Murat’ı görmezden geldi.

 

“Sen ne düşünüyorsun Ali Rıza?”

 

Ali Rıza bir şey söylemeden önce Murat’ın iğneleyici sesi araya girdi. Telsizden çıkan cırtlak sesi sinir bozucuydu.

 

「Aptal! Kabul etmesine imkan yok.」

 

「Yeterli.」

 

「Ali Rıza kabul edeceğini söyleme.」

 

Telsizden tekrardan ses çıkmadan önce bir süre geçti. Tekrar ses çıktığında iki Saint Light, bir binanın arkasına saklanmış Atmaca’yı etkisiz bırakmak için harekete geçmişti.

 

「Dört biçimli savaş düzenini alın.」

 

“Doğru seçim.”

 

Eren Ali Rıza’nın aklından geçenleri anlamıştı. Sorumluluk almak istemediğinden dolayı topu Eren’e atmıştı. Ancak Eren’in bundan şikayeti yoktu. Altı kişiyle bir müfrezeyi indirdiğinde sadece altı yaşındaydı ve ellerinde herhangi bir Saint yoktu. Bir takımı indirmek onun için çocuk oyuncağıydı.

 

「Ali Rıza!」

 

Murat’ın sesi tekrardan çıkmaya başlasa da kimse onu umursamadı. Bunun yerine Atmaca’ya doğru yol aldılar ve ona saldırmaya çalışan iki Saint Light’ı etkisiz hale getirdiler.

 

İki Saint Light’ın karşısında üç Saint Oracle vardı. Makinelerin gücüne ve gelişmişliğine bakılırsa bir dakika bile dayanmaları mucize sayılırdı.

 

Ancak telsizden çıkan genç sesin söylediklerini yaptıklarında sadece on saniyede iki Saint Light’ı etkisiz hale getirdiler.

 

「Kartal, silahı bırak ve kılıçla savaş! Saint Light silahını kaldırdığı anda sürekli hamleyle tek hamle de kollarını, bacaklarını ve başını kesmeni istiyorum.」

 

「Atmaca, yedi metre geriye çekil ve diğer Saint Light’ı oyala!」

 

「Köpek, ikisini koru!」

 

“Anlaşıldı!”

 

Ali Rıza, Oracle’nin sırtındaki batı cins kılıcı çektiği gibi savurdu ve tek bir savuruşta Saint Light’ın hem kolunu, hem bacaklarını, hem de kafasını kesmeyi başardı. Saint Light silahını kaldırdığı için zamanında tepki veremedi.

 

Bof-

 

Acil fırlatma koltuğu açıldı ve Britanyalı pilot tereddüt etmeden kaçtı.

 

「Kartal, Atmaca’ya yardım et.」

 

「Köpek. Yirmi metre ötede çökmek üzere olan bir duvar göreceksin. Saldır.」

 

「Şahin ilerideki sokaktan döndükten sonra dikkatli ol. 45 derece kuzeybatı da bir ağır makineli  Saint Light pusuda bekliyor.」

 

Mermiler havada uçuşuyorken Murat ağzı açık bir şekilde izlemek dışında bir şey yapamadı. Telsizden çıkan emirler öyle hızlı değişiyordu ki takip edemiyordu. Ancak anlaşılıyordu ki deneyimli savaşçılar olan dört yoldaşı iyi iş çıkarıyordu.

 

「Şahin konuşuyor. Saint Light etkisiz hale getirildi.」

 

「Köpek konuşuyor. İki Saint Light imha edildi.」

 

「Şahin konuşuyor. Ne yapmamı önerirsin?」

 

「Köpek ve Şahin, Britanya pilotları birleşmeye çalışıyor, buna izin vermeyin!」

 

「Anlaşıldı.」

 

「Anlaşıldı.」

 

Eren hafif bir gülümsemeyle telsizi kapattı ve uzandığı yerden kalktı. Kafasını arkasına çevirdi ve gürleyen motor seslerinin geldiği ormanlık araziye baktı.

 

Telsizi tekrardan açtı ve seslendi.

 

“Ali Rıza, beni duyuyor musun?”

 

「Kartal konuşuyor.」

 

“Kod adınla konuşmana gerek yok. Diğerleri duymuyor.”

 

「Özel kanal demek. Bir şey mi oldu? Şu anda bir Saint Light ile savaşıyorum.」

 

“Şehir merkezinde büyük bir bina var. Terkedilmiş bir belediye binası.”

 

「Evet.」

 

“Şimdi sana söyleyeceğim şeyleri birebir uygula.”

 

Eren çantasını toplarken emirleri verdi. Emirlerini duyan Ali Rıza bir süre konuşmadı.

 

「İşe yarayacağından emin misin?」

 

“Güven bana.”

 

---

 

Eren emirlerini verdikten sonra bulunduğu tepeden indi ve süratle ormanın derinliklerine koşmaya başladı. Çok geçmeden bir patikaya vardı. Yerde derin tekerlek izleri vardı. Derinliğine bakılırsa geçen araç hiçte hafif değildi.

 

Eren kaşlarını çattı ve ağaçların arasına baktı. Ezilmiş çimenleri görünce hafifçe gülümsedi ve çantasından iki bıçak çıkarıp kemerine astı.

 

‘Beş ya da yedi kişi var.’

 

Eğitimli oldukları çimlerin üzerindeki izlerden anlaşılabiliyordu.

 

‘Özel kuvvetlerden olmalılar.’

 

Çantasını tekrardan açtı ve iki tabanca çıkardı. Normal asker olsalardı belki yakın dövüşe girebilirdi ancak özel kuvvetlere karşı koyabileceğini sanmıyordu. O zihinsel bakımdan gelişmiş birisiydi. Birçok teknik bilse de fiziksel kuvveti sıradan bir öğrenciden farklı değildi.

 

Denekler arasında fiziksel olarak gelişmiş olan sadece altıncı olandı. Diğerleri farklı becerilerde gelişmişti.

 

Ancak altıncı olan Zemherir’den firar ederken kendisini feda etmişti.

 

Kalbindeki his gittikçe daha da güçleniyordu. Sanki Arkana Parçacığı onu kurtarması için çağırıyordu. Tam o anda, kulaklarında gürleyen motor sesi durakladı ve sağır eden bir silah sesi yükseldi. Hemen ardını takip eden birkaç atışın ardından küfürler duymaya başladı.

 

‘Cama ateş ediyorlar.’

 

Ses pek uzaktan gelmiyordu. Aradaki mesafe en fazla yedi yüz elli metreydi.

 

Derin bir nefes aldı ve gözlerinde keskin bir bakış belirdi.

 

Dikkatli bir şekilde koşmaya başladıktan bir dakika sonra aniden duraklayıp bir çalının içine gizlendi. Yüz elli metre ötesinde beş ya da altı kişi zırhlı kamyonun etrafını sarmış ve silahlarını camlara doğrultmuştu.

 

Hepsinin üzerinde gri renkli bir başlık ile aynı renkte bir savaş kıyafeti vardı. Ellerinde tuttukları tam otomatik saldırı tüfekleri, sadece silueti belli olan Demirel’in kafasını hedef alıyordu.

 

“Elindeki maddeyi teslim edersen gitmene izin vereceğiz! Tekrar ediyorum! Eğer maddeyi teslim edersen, gitmene izin vereceğiz!”

 

Kamyonun kasasını açamıyorlardı. Nedeniyse ellerinde tungsteni kesebilecek herhangi bir keski  bulunmuyordu.

 

Eren durumu değerlendirdi. Silah kullanmada ki yeteneğiyle şimdi saldırırsa vurulmadan önce sadece üç kişiyi vurabilirdi. Sıradan askerler olsaydı, davranışlarda denkleme dahil olduğunda kolaylıkla başa çıkabilirdi. Ama rakipleri Britanya’nın özel kuvvetleriydi. Attıkları her merminin hedefi bulacağı kesindi.

 

‘Düz saldırmak yerine farklı bir şey denemem gerekiyor. Demirel’in hayatta kalması elzem. O olmadan kasanın kilidini açamam. Hm…  Demirel’i kullandıktan sonra öldürmeyi düşünüyorlar… Anladım.’

 

Kafasını kaldırdı ve ağacın tepesindeki dallara baktı.

 

Tek seferde olabildiğince düşman indirirse bir şansı olabilirdi. Vurulma ihtimali vardı ancak ölme ihtimali doğrudan dalmaya kıyasla daha azdı.

 

‘Bir mermi daha kullanmak zorunda kalmam ne acı.’

 

Risk olmadan kazanç olmazdı.

 

Hızla geri çekildi ve bir ağacın tepesine tırmandı. Dalların vücudunu yırtmasını umursamadan kendini sıkıştırdı ve çantasını çözdü. Leza-17’yi kurarken telsizi çıkardı ve fark edilme ihtimalini görmezden gelerek kodu girdi.

 

「Demirel, beni duyuyor musun?」

 

---

 

“Çavuş bir sinyal tespit ettik.”

 

Ivan kaşlarını çatarak teröristi ikna etmeye çalışan çavuşa baktı. Çavuş onu duyunca bir hışımla arkasını döndü.

 

“Destek kuvvetler yakında burada olacaktır. Ah, şu korkak piç kurusu. Tüm kamyonu kilitledi.”

 

“Düşman birliklerinden olma ihtimali çok fazla.”

 

Ivan ısrarcıydı. Düşman kuvvetleri çok güçsüz olsa da görmezden gelmemeleri gerektiğini düşünüyordu.

 

“Ah, peki. Mevzi değiştiriyoruz. Herhangi bir saldırı olsa dahi bize yapamayacaktır. Ayrıca sinyal bozucuyu devreye sok.”

 

Ivan şaşırdı.

 

‘Bu kadar kolay mı? Bizim dar görüşlü çavuş bu kadar kolay mı ikna oldu?’

 

Çavuş ondaki değişimi fark etmiş olacak ki arkasını döndü.

 

“Bu görev hayati önem taşıyor. Vali’den gelen bir emirle harekete geçiyoruz. En ufak bir hata da tüm ailemizi kaybedebiliriz. Riskleri görmezden gelemem.”

 

Ivan’ın gözleri ışıldadı.

 

“Anlaşıldı!”

 

Tam o anda akıllara durgunluk veren bir ses ormanda yankılandı. Bu ani ses tüm sessizliği bir anda yok etti. Herkes ses yükseldiği anda bunun bir mermi olduğunu anladı ancak hedef aralarından biri değildi.

 

Çavuş, refleksle kapadığı gözlerini açınca havaya saçılmış cam kırıklarını ağır çekimde düşüşünü izledi. Gözlerinde yavaşlamış zaman bir anda eski haline döndü ve cam parçaları yere saplandı.

 

“Hayır!”

 

Çavuş panikle kafasını kaldırdı ve arabanın sürücü koltuğuna baktı. Gördükleri karşısında nutku tutulmuştu.

 

“Deli… piç…”

 

Canlı kanlı olması gereken teröristin göğsünde bir futbol topu genişliğinde boşluk vardı. Elleri düşmüştü ve arkasındaki kapının bir bölümü dışa doğru bükülmüştü.

 

 “Birkaç kişi zanlıyı bulsun. Ses bakarsak yarım kilometre yakında. Dikkatli olun, karşınız da bir usta var. Ben merkeze haber veriyorum. Özel kuvvetlerden bir takım ve tır isteyeceğim. Kasayı taşımamız gerekecek.”

 

“Anlaşıldı Çavuş!”

 

Çavuş kanlanmış gözlerle merminin geldiği yöne baktı. Çevrede uygun bir alan yoktu. Yani düşman bir ağacın tepesinden ateş etmişti. İkinci bir atışın gelme imkanı yoktu. Böyle silahlar çok hızlı parçalanırdı. Bu kuvvetteki bir atış ancak yüksek kalibreli bir tüfekten gelirdi, ikinci bir atış demek silahın parçalara ayrılması demekti.

 

İki kişi hızla ormana daldı ve keskin nişancıyı aramaya başladı.

 

Çavuş öfkeden kızarmış gözlerle kapı kilidini açtı ve sürücü koltuğunda ölmüş Demirel’i dışarı attı. Otomatik kilit var mı diye kontrol ettikten sonra dilini tıklattı.

 

Terfi almak için kazandığı zor şans, ellerinden kayıp gitmişti.

 

---






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44791 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr