“….”
Elini beline uzatan Park Minho’nun kafası karışmıştı. Neden can yoldaşı olarak gördüğü kılıcı, Belial’ı çağıramıyordu? Park Minho’ya bakan Soohyuk’un sinirleri bozulmuştu.
“Ne yapıyorsun lan sikik?”
“Hay sikeyim. Neden? Gel bana Belial!”
Park Minho aynı hareketi yaparken bağırmaya devam ediyordu. Bu da diğerlerini korkutmuştu. Ancak Soohyuk kendine geldi ve öfkeden deliye döndü.
Soohyuk artık emindi.
Bu orospu çocuğunu bugün öldürecekti.
“Aptal bir otaku yüzünden korktuğuma inanamıyorum! Gebertin şunu!”
Aniden ona doğru atıldı ve yumruğunu savurdu.
Soohyuk ona vuramadan Park Minho kenara çekildi.
“Bu çok garip…”
“Ne? Kaçtın mı?”
Voosh!
Bir yumruk daha geldi.
Park Minho tekrardan kenara çekildi. Yumruk havayı yardı ve isabet etmedi. Soohyuk’un öfkesi kontrolden çıkıyordu.
“Tabii amına koyayım ya!”
Park Minho alnına vurdu.
Artık Kara Şövalye olmadığını unutmuştu. Bu dünya da büyü gücü gibi şeyler yoktu, yani Belial da artık yoktu.
“Gerçi bir şey değişmedi.”
Soohyuk öfkeyle ona tekrardan saldırdığında Park Minho sakince yumruğunu karşıladı ve devinimi kullanarak onu yere fırlattı.
“Kuhk! Ne bekliyorsunuz? Saldırsanıza!”
Soohyuk başını sertçe yere vursa da bayılmadı. Öfkeyle Park Minho’nun ayaklarını tuttu ve diğerlerine bağırdı. Arkadaşları durumu anlayarak Park Minho’nun üzerine çullandı.
Voosh!
Park Minho üzerine atılan uçan yumruktan vücudunu çevirerek kurtuldu. Aynı esnada diziyle Soohyuk’un suratına vurdu. Soohyuk’un elleri gevşeyince de zıpladı, ona uçan tekme atmış gence aynı hamleyle karşılık verdi.
Tekmeler çarpışınca çocuk acıyla bağırdı ve ayağını geri çekti. Bu fırsatı kullanan Park Minho ayakları yere değdiği gibi ileriye atıldı. Çocuğu yakasından tuttuğu gibi karnına diz attı, saçlarından tuttu ve kafasını yukarıya kaldırdı. Ardından burnunun tam üstüne vurdu.
Boom!
Çocuk yere yapışmıştı.
Burnundan kanlar akıyordu.
Park Minho’nun eli çocuğun boğazına uzandı. Temiz bir hareketle boynunu kırmayı planlıyordu ki çevresinin fazla sessiz olduğunu hissetti.
Kafasını kaldırdı ve ona yöneltilmiş korku dolu bakışlara karşılık verdi. Oldukça sakindi, savaş alanında büyüdüğü için bu tür kavgalar ona göre çocuk oyunuydu.
Ama insanların bu bakışı da neydi?
Birden kendine geldi.
Ellerini geri çekti ve ayağa kalktı.
‘Burası Ana Kıta değil. Birini öldürürsem ciddi yaptırımlar ile karşılaşırım.’
Soohyuk bilinçsiz bir şekilde yerde yatıyordu. Çenesine yediği diz darbesi onu anında bayıltmıştı. Park Minho’ya ilk saldıran herif ise yerde yüzü koyun uzanmıştı. Bilinçli mi değil mi anlaşılması zordu. Diğerleri ise gözlerinde korkuyla Park Minho’ya bakıyordu.
‘Fiziğim çok kötü. Birkaç çocuğu alt etmenin bu kadar süreceğini hayal dahi edemezdim.’
Sadece birkaç kişiyle dövüşmüştü ama çoktan nefes nefeseydi.
‘Bu dünya da parası olan üstün. Paraya sahip olan kişiler kendilerine son teknolojiyle donatılmış özel askerler tutabiliyor. Şu anki gücüm birkaç sokak serserisini alt etmek için yeterli olsa da hedefimdeki kişiler için yetersiz.’
Park Minho ona yönetilmiş bakışları görmezden geldi. Hiçbir şey olmamışçasına üzerini temizledi ve sırasına oturdu. Onun bu sakin tutumu diğerlerini daha da korkuttu. Bilincini koruyabilenler Soohyuk ve diğerlerini hemencecik sınıftan götürdü.
Çok geçmeden zil çaldı ve ders başladı.
Ders matematikti. Daha önce hiç basit matematik görmüş Jared için ölümden beterdi. Ancak aynı zamanda Park Minho içinde öyleydi.
Derslerinde başarılı olamayan Park Minho için matematik dersi ölüm demekti. Ancak Güney Kore de yükselmek istiyorsa iyi bir üniversiteye girmesi şarttı. Bunun tek yolu da iyi notlara sahip olmak ve giriş sınavında iyi bir derece yapmaktı.
Ders sıkıcı bir şekilde devam etti. Jared elinden geldiğince dersi takip etti. Hocaya sorular sordu ve anlamadığı yerleri anlamak için çaba gösterdi. Onun bu hali çevresindekileri ürkütmüştü. Bir zamanlar cansız bir kukla misali duran Park Minho bugün güneşi kıskandıracak derece de parlaktı.
Zil çaldı ve teneffüs başladı. Park Minho bir şeyler atıştırmak için okulun kafeteryasına doğru yola çıktı.
“Duydun mu?”
“Neyi?”
“Soohyuk ve tayfası Park Minho tarafından haşat edilmiş.”
“Gerçekten mi? Bizim bok torbası Park Minho mu?”
“Duyduğumda ben de şaşırdım ancak onun sınıfındaki arkadaşlarım bu konu da oldukça ciddiler. Soohyuk ve diğerlerinin her zamanki gibi ona sataştığını söylediler ancak Park Minho tek başına dört kişiyi dövmüş.”
Kafeteryaya giderken bu sesleri duymamak imkansızdı. Anlaşılan yaptığı şeyler birilerinin dikkatini çekmişti.
Park Minho kafeteryaya gitti ve bir şeyler atıştırdı.
---
Alarm gürültüyle çaldı. Saat, sabah beş buçuktu. Park Minho gözlerini açtı ve rahat uykusundan ayılmak için esneme hareketleri yaptı. Esneme hareketlerinin ardından kahvaltısını etti ve antrenman yaptı.
Dersin başlamasına daha vardı. Bu yüzden Park Minho sınırlarını zorlayarak antrenman yaptı. Kondisyonunu ortalamanın üzerine çıkardığı sürece birazcık daha rahat hareket edebilirdi. Üstelik Büyü Gücü olmadığından aniden güçlenmesi de imkansızdı.
Stereoid gibi yapay takviyeler kullanmadığı sürece kısa sürece güçlenmek imkansızdı. Bu sabır gerektiren bir süreçti.
‘Kas hafızasını geliştirmem lazım. O yüzden okul dışındaki tüm zamanımı antrenmana ayıracağım.’
Yeterli parası olduğundan mineral ve besin konusunda endişesi yoktu.
Sert bir antrenmandan sonra Park Minho duş aldı ve kıyafetlerini giydi. Kasları ağrıyordu. Vücudunun alışık olmadığı bir şiddetteydi antrenman. Bir süre böyle devam ettikten sonra vücudunu toparlamayı, ideal kilosuna erişmeyi ve bir spor salonuna kaydolmayı planlıyordu.
Okula gitme zamanı giydiğinde hazırlandı ve bisikleti ile yola koyuldu. Kuzey Gangnam Lisesi evinden çok da uzakta değildi. Son derece saygın bir lise olduğundan şehir merkezine yakın bulunuyordu. Kuzey Gangnam Çetesi’nin Gangnam’daki en büyük dört çeteden biri olmasının ana nedeni de buydu.
En büyük nedeni şehir merkezinde sahip oldukları gelir kapıları onlara büyük bir finansal güç veriyordu. Sonuçta Gangnam zenginlerin şehriydi. Oraya hakim olmak için şiddet dışında servette gerekliydi.
Park Minho bu kişileri anlayamasa da Kuzey Gangnam Çetesi’ni hedeflemesi gerektiğini düşünüyordu. Zira ilk gün topladığı istihbaratta Kuzey Gangnam Çetesi’nin liderinin kim olduğunu öğrenmişti. Kendisi Kara Şövalye oyunundaki en güçlü dövüşçülerden birisi olan ‘Sema Kılıcı’ idi.
Kara Şövalye olan Jared bu kişiyi biliyordu. Kıtadaki pek çok Kara Şövalye üyesini öldürmüş azılı bir katildi ona göre. Emrinde pek çok oyuncu bulunuyordu. Onların da Kuzey Gangnam Çetesi’nin üyeleri olduğunu öğrenmişti.
Park Minho okula vardıktan sonra bisikletini park etti ve sınıfına doğru yürüdü. Son senesi olduğundan üniversite sınavına hazırlanmalıydı. O yüzden hiçbir dersi kaçırmıyor, elinden geldiğince çalışıyordu.
Sınıfa geldiğince diğerlerinin ona farklı bir şekilde baktığını fark etti. Önceden sanki orada yokmuşçasına, onlardan olmayan bir varlığa bakıyor gibiydiler. Ancak şimdi onun varlığını fark etmişçesine dikkat etmişlerdi.
Park Minho doğal olarak bunu umursamıyordu.
Onları tam da şu anda öldürmüyor oluşunun en büyük nedeni bu dünyanın kurallarına uymayınca başına geleceklerden korkmasıydı.
Derin bir nefes alarak kendisini sakinleştirdi.
“Hey!”
Park Minho ile benzer görünüşe sahip bir genç çantasını sıraya koydu ve Park Minho’nun yanına oturdu.
“Günaydın…”
Açık kahverengi saçları vardı. Genel olarak yakışıklı bir çehresi vardı. Ancak boyu kısaydı, yüz yetmiş santimetre bile değildi. Üstelik oldukça çelimsizdi. Yüzünde mazlum bir ifade vardı. Tam anlamıyla zorbalıkların hedefi olacak cinstendi.
Park Minho onu hatırladı. Park Minho ile benzer kadere sahip bir gençti. Yoon Ji-yoon, özgüvensiz ve korkak bir çocuktu. Aynı zamanda Park Minho’nun okuldaki tek arkadaşıydı. Aynı kaderi paylaştıkları için de dostlukları sağlamdı.
“Bir süredir okula gelmediğinden endişelendim. Soohyuk ve diğerleri son seferde abarttılar. Ancak dayanmalısın!”
Ji-yoon moral verircesine ellerini sıktı, parlak gözleri Park Minho’ya birini hatırlatıyordu.
“Yaralarımın iyileşmesi için biraz zamana ihtiyacım vardı. O yüzden bir haftalığına izin aldım. Endişelenmeni gerektirecek bir şey yok.”
“Hmm~ Son senemiz olduğundan şanslıyız. Hangi üniversiteye gitmeyi düşünüyorsun? Yoksa babanın işini mi devralacaksın?”
“Sanmıyorum.”
Park Minho kafasını salladı. Babası Kara Şövalye’nin Güney Kore ekibinde geliştirici rolündeydi. Ancak aynı zamanda büyük sayılabilecek bir siber danışmanlık şirketinin sahibiydi. İşi, Cyberspace teknolojisini kullanılarak simüle edilmiş yapay gerçekliklerdeki sorunları gidermek ve iyileştirmekti.
“Babamın varisi olarak beni seçmeyeceği apaçık ortada. Sonuçta yazılım dâhisi bir kardeşim ve ablam var. Benim gibi bir ezik çoktan onların gözündeki değeri kaybetti.”
“Kendini ezik olarak tanımlamamalısın. Kimsenin dayanamayacağı zorbalıklara dayanıyorsun, bu bile seni güçlü biri yapmak için yeterli…”
Ji-yoon kafasını eğdi. Söylediklerine kendisi bile inanmıyordu. Zira durumu Park Minho kadar kötü olmasa da yaşadıklarını biliyordu. Park Minho ondan çok daha yakışıklı olduğundan zorbalıkların ana hedefiydi.
Zira Soohyuk ve daha birçok kişinin hoşlandığı kız Park Minho’dan hoşlandığını söylemişti. Park Minho da aptalca onunla sevgili olmuştu.
“Yerlerinize geçin! Ders başlıyor~”
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..