[Garfiel: ――――]
Ani bir terslik hissine kapılarak burnunu kırıştıran Garfiel durmak zorunda kalmıştı.
Çığır açarak rüzgâr gibi ilerleyen bedenini ansızın duraklattı. Sağ ayağını yumuşak toprağa sıkıştırıp bir toz bulutu doğurduktan sonraysa bedenini kamburlaştırdı ve başını bir o yana bir bu yana çevirerek havayı koklamaya başladı.
Sığınağı çevreleyen ormanın içerisindeydi ve Bariyer sınırları dahilinde kayıp Lewes’i aramaktaydı.
Olabileceğini düşündüğü her yeri aramış, o küçük ve tanıdık figürü bulmak için sayamayacağı kadar çok gel git yapmıştı.
Bu sırada kalbi uğursuz bir öngörü ve panikle doluydu.
İşlerin gönlünce gitmediğini sezebiliyordu. Yabancılar Sığınakta ağırlığını koymaya başlamıştı ve Lewes garip davranıyordu―― artık karar vermeden önce Garfiel’e danışmıyordu.
[Garfiel: Lanet olsun…… ne boklar dönüyo?!]
Kısa, sarı saçlarını kaşıyan Garfiel’in parmakları alnındaki beyaz yaraya inmişti.
Bu kafası karıştığında, ne yapacağını bilemediğinde veya sükûnetini yitirdiğinde kendisini toparlamak adına gerçekleştirdiği bir alışkanlıktı.
Parmağını yarasının üzerinde gezdirip en büyük aptallığını anımsardı―― bu ömürlük yarayı aldığı zamanı―― ve hemen kendine gelirdi.
Tanıyan çoğu kişi Garfiel’i kaba ve atılgan bulurdu. Onlara bu izlenimi veren şey Garfiel’in acayip görünüm ve tutumuydu. Ancak yanılıyorlardı.
Aslında Garfiel Tinsel şaşırtıcı derecede soğukkanlı, kendine hakim biriydi ve kendisini daima düşünmeye teşvik ederdi.
Garfiel bunu bir disiplin meselesi yapmıştı―― çünkü yalnızca kaba kuvvetle arzularını elde edemeyeceğinin bilincindeydi.
Ne bilmek istiyor ve hangi arzusunun yerine gelmesini diliyordu? İşte Garfiel bu soruların cevabına erişmek için azimli bir şekilde sarsılmaz bir kuralı takip ediyordu.
Ama――
[Garfiel: Yine de…… herkes gidip ne bok isterse yapıyo…… tch]
Hayal kırıklığı ve ıstırap içerisindeki Garfiel keskin dişlerini sıkarak homurdanmaktaydı.
Evet, durum sahiden de iyice kontrolünden çıkmıştı. Ama sarsılmaz kurallar sarsılmaz inançlar gerektirirdi ve Garfiel de bu yüzden esnek düşünme konusunda berbattı.
Şu ana dek Sığınağın özgürleştirilmesi konusunda tek bir yanıt ve tek bir duruş benimsemişti.
Yol boyunca karşısına çıkabilecek sayısız rotaya rağmen asla kabullenmemesi gereken nokta buydu. Ve bu yüzden her şeyi son raddesine dek düşünebilmek adına mümkün olan tüm özeni göstermişti.
Ancak Lewes’in tek taraflı kararını ve yabancıların el altından yürüttüğü taktikleri değerlendirmelerine katamamıştı.
Ne yazık ki düşünmeyi hiç kesmemesine rağmen ne bir tecrübesi ne de kullanabileceği sıra dışı bir zekâsı vardı. Sahip olduğu tek şey çaresizce bir azimdi, daha fazlası değil.
[Garfiel: ――――hk]
Keskin bir şekilde koku alan Garfiel’in altın gözbebekleri çizgi halini almıştı.
Kokuyu fark ettiğinde ensesindeki tüyler dikelmiş ve çevik bir şekilde dizlerinin üzerinde sıçrayarak etrafı kolaçan etmeye devam etmişti. Ağaç dallarına basarak ve onları daha yükseğe ve daha sağlam bir hıza ulaşmak için kullanarak yeşilliklerin arasında kokuyu takip etmekteydi.
[Garfiel: Hepsi bir arada…… ne bok planlıyolar, ha!?]
Dişlerini birbirine çarptırarak gerginliğini sesine katmış ve kükremişti.
Canavarımsı bir kükreyiş koyuveren Garfiel’in gözleri öfkeyle yanıp tutuşmaktaydı.
Burnuna gelen koku fazlasıyla yoğun bir canlı kombinasyonuna aitti. Ter kokusu, ezilen çimen ve toprak kokusu, tedirgin insanlardan sızan gerilimin kokusu, kokular, kokular, kokular――
[Garfiel: ――――!!]
Hareket halindeki bir yığın insandan bahsediyorduk.
Ondan fazla, elliye yakın insan. Ve sığınakta bu sayıyı karşılayabilecek tek bir grup mevcuttu.
――Roswaal Köşkü yakınındaki köyün sığınmacıları.
Buraya sığınma talebiyle gelen göçmenler. Peki böyle bir anda harekete geçerek ne planlıyorlardı? Kendileriyle ilgilenen insanlara borçlarını böyle mi ödeyeceklerdi?
[Garfiel: O or*spu çocuğu…… ona benimle t*şak geçmemesini söylemiştim……!]
Garfiel’in zihninde kısa siyah saçlı, adi bir gencin görüntüsü belirmişti.
Fark edilebilir önemsizliğiyle bariz bir zıtlık taşıyan keskin gözlere sahip o genç. İşte o bakışlar bazen berrak ve delici olup Garfiel’in içini görebiliyor gibiydi.
Yine o daima bir yer arar gibi uzaklara bakan bakışlar Garfiel’e hoşlanmadığı başka bir adamı anımsatıyordu. O gence olan nefretinin sebebi de buydu.
Şüphesiz ki tüm bu işlerin arkasında hiç hoşlanmadığı o genç olmalıydı.
Sığınmacılar onun tahrikiyle harekete geçmişti, bu kadarı netti. Her nedense bu gence yönelik abartılı bir güvenleri vardı.
Kuvveti yoktu, görünür özel bir gücü yoktu ve tek kabiliyeti boş konuşmak gibi görünüyordu. Garfiel’e kalırsa o genç dünyanın en güçsüz, en aptal, en mide bulandırıcı ve bencil yaratığıydı.
Ama artık onunla daha önce baş etmeliydim diye düşünmeden edemiyordu.
Pek çok fırsat olmuş, o genç kendini defalarca açığa çıkarmış ama tüm boğucu ihtimallere rağmen yüzünde taşıdığı ürpertici, hatta neredeyse kan dondurucu kararlılığı görmek Garfiel’in harekete geçmemesine yol açmıştı.
Tereddüdünün ödülü de şu anki açmazdı işte.
Ve her şey bir yana, Sığınağın istikrarını tehdit eden güçler şimdi de Lewes’in, yani tek ailesinin kayboluşunu fırsat bilerek canlarının istediğini yapıyordu. Ne olursa olsun Sığınaktan tek bir sığınmacının dahi çıkmasına izni veremezdi.
Birkaç gün önce olsa bu fikirde olmayabilirdi lakin işler değişmişti.
[Garfiel: …… O piç Ninenin durumunu biliyo mu ki?]
Garfiel’in Deney Sahası ve Lewes’in atamın konutu dediği yerde içerisinde Lewes Meyer adlı kızın uyuduğu bir kristal bulunmaktaydı.
Doğrusu Garfiel’in kristale olan ilgisi pek düşüktü.
İçeride uyuyan kız tek ailem dediği kızın tıpatıp aynısı olabilirdi ama içinin farklı olması onu bambaşka biri kılardı. Zaten Lewes gibi görünen herkes Lewes olsaydı Garfiel’in yirminin üzerinde Lewes’i olurdu.
Hepsine aynı sevgi ve ilgiyi göstermesi imkânsızdı ki zaten böyle bir niyeti de yoktu.
Garfiel ninesinin yüzünü paylaşan taklitler üzerinde tam bir komuta yetkisine sahipti. Yine de mizacı bunu kullanmamak adına her şeyi yapabilecek şekildeydi.
Garfiel etrafındakilere emir vermekten hiç hoşlanmaz, birinin her komutuna itaat etmesinden tarifsiz bir rahatsızlık duyardı.
Kristalin içerisindeki kıza yönelik tek hissi de buydu. Ona yönelik başka hiçbir düşüncesi yoktu. Kendisini açık fikirli olarak görmekten hoşlanırdı ancak açık gönüllü olmak başka bir meseleydi.
Hiçbir zaman verecek pek bir şeyi olmamıştı. İki kol, iki bacak ve bir bedenden ibaretti. Sunabileceği şeyler bu kadarken sunacağı kişi seçimi de haliyle önemli oluyordu.
Ve bu yüzden yalnızca sevdiği insanları umursuyordu.
[Garfiel: Yani…… eğer size iyi davrancaamı sanıyosanız daha çok yanılamazdınız sizi saf piçler!]
Bir ağaç gövdesini sertçe tekmeleyen Garfiel ormanda iyice yükseldi. Ve dizlerine sarılıp havada parende atarak dökülmüş yaprak yığınlarını havalandırdı.
Ayaklarının altında toprak uzanıyor ve ağaçların arasındaki boşluklar yer ejderlerinin kulak tırmalayıcı sesleriyle dolup taşıyordu.
#İngilizce çevirmen ağır bir depresyon sebebiyle 10 günden fazladır bölüm atmıyormuş, sanırım biraz toparlanıp 3 bölüm atmış. Yani bunun dışında 2 bölümümüz daha cepte, onları da bu haftaiçi paylaşacağım.
#Bölüme gelince, Garfiel'in Subaru'nun bakışlarını bir başkasınınkilere benzettiğini ve ona olan nefretinin öncelikle bundan kaynaklandığını öğrendik. Acaba kimden bahsediyor?
Ve Subaru-Otto ikilisi nasıl bir planlama yaptı, neden sığınmacılar kaçıyor gibi görünüyor? Malum Subaru önceki girişimlerde Garfiel'in ne yaptığını biliyor. Bunu bile bile aynı yolu izliyorsa altında farklı bir sebep olmalı.
O zaman bakalım neler oluyormuş, bir sonraki bölümde görüşmek üzere!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..