—Kaplanın sağ omzuna korkunç ışıklar saçan mavi bir kristal saplanmıştı.
Cilalanmamış veya taşlanmamış mücevherin keskin uçlarının hayvanın tenine girişi yaratığın canlılığını çekip alıyordu.
Subaru: “—ghh!”
Işıktan gözü kamaşan Subaru güçlü rüzgarlara kapılmışçasına gerilemeye başladı ve o önündeki manzarayı izlerken sise gömülü kaplan da kendi bedenindeki değişimi fark etti.
Avuç dolduracak büyüklükteki kristal, saplandığı yaratığın manasını açgözlü bir şekilde tüketme gücüne sahipti. Onu cebinde tutmak bile Subaru için inanılmaz tüketici olmuştu.
Peki doğrudan bedene temas ettiğinde nasıl bir etki doğururdu? Cevap gözlerinin önünde yatıyordu.
Garfiel: “—auh, aaaghh!?”
Sis siliniyordu.
Sisin görsel engeli ve büyünün yarattığı kafa karışıklığı… Kaplan—Garfiel— bu ikisinden kurtulana dek hayvan teninin çoğunluğunu yitirmiş, genç bir insan bedeni olan orijinal formuna dönmeye başlamıştı.
Kürkü siliniyor ve zamanında birbirine bağlanan kütükleri andıran bir kalınlık taşıyan uzuvları normale dönüyordu. Dişleri ve pençeleri ufalıyor, bedeni çatırdayarak yeniden insan şekline kavuşuyordu.
Bu dönüşüm karşısında en çok afallayan kişi Garfiel’in ta kendisiydi.
Hayvani şeklini yitirip insana dönüşünün şaşkınlığıyla gözleri irileşmişti. Kollarını kaldırıyor ve titreyen altın rengi gözleriyle insan ellerine bakıyordu.
Garfiel: “Bu, saçmalık... ne cehennem...”
Subaru: “Sana söylemiştim, Garfiel. —Kazanamayacağım mücadelelere girmem.”
Garfiel'in başı Subaru’ya bakmak adına çevrildi.
Subaru ise arkasını temizleyerek ayaklandı, şiş suratına rağmen sinsice gülümsemekteydi. Bu sırada Garfiel bedenindeki değişimi ve ağır yaralı oluşunu idrak etmişti. Başını çevirdiğindeyse omzuna saplı olan yabancı nesneyi fark etti.
Garfiel: “Hey... bu da neyin nesi? Yo, bu şey…”
Subaru: “O ışığı tanıdığına eminim. İkimiz de biliyoruz.”
Garfiel: “Seni piç, onu nereden... buldun...”
Subaru: “Cevap ortada. —Lewes Meyer'in kristalinden. İşlemeye devam etmesini sağlayan cevherlerden biri.”
—Ormanın derinliklerindeki laboratuvar.
Sığınağı koruyan bariyerin temel taşı olan Lewes Meyer’in tutulduğu kristal, fonksiyonlarını sürdürebilmek adına birtakım küçük parçalara ihtiyaç duyuyordu.
Lewes taklitleri düzenli aralıklarla parlak kristalin altındaki mekanizmaları değiştiriyordu. Ve tabii ki o kristaller sonsuz değildi. Sığınaktaki miktar eninde sonunda tükenecek ve sistem daha fazla işleyemeyecekti.
Subaru: “Yani buraya düzenli olarak yemek ve tedarik gelmek zorunda. Roswaal’ın destekçilerinden biriysen birini elde etmek için fazlasıyla fırsatın olur.”
Garfiel: “Ama bununla... bana sadece o kristali saplayarak gücümü tüketemezsin... nasıl lanet olasıca bi tuzak peşindesin?”
Subaru: “Ehh... Belki de o kristalin içerisinde absürt ve çok aç bir yaratık vardır, ne dersin?”
Nefesi kesilen Garfiel konuşmakta zorlanıyordu.
Omzuna uzanarak cevheri bir şekilde çıkartmaya yeltendi—fakat mavi kristal Garfiel’in parmaklarını resmen reddetmişti ve inatla teninde kalmaya devam etmekteydi.
Derince bir iç çeken Subaru arkasını döndü ve kendisine sessizce bakmakta olan Emilia ile göz göze geldi. Subaru’nun durumu canını sıkmış olmalıydı. Yine de bu mücadeleyi durdurmaya teşebbüs etmemişti. Zamanında Subaru’nun mantıksız inadıyla dahil olduğu bir duruma gayretle müdahale etmişliği vardı.
Subaru bile aralarında tam olarak güven şeklinde adlandırılamayacak bir şey olduğunun farkındaydı.
Aralarındaki o şey, varlığı kesin olsa da kelimelere dökülemiyor veya şekillenemiyordu.
Kristal Garfiel'i duraklatmıştı.
Emilia bir şeyleri fark etmiş, ışığı görmüş olmalıydı. Neyle karşı karşıya olduğunuysa bilmiyordu. Fakat bilmemesi iyiydi. Hiç değilse şimdilik.
Subaru: “Beni izle, Garfiel.”
Garfiel: “Eh..?”
Subaru: “Beni durdurmak istiyorsan bunu kendi ellerinle yap. Kendini ne yaptığını bile bilmemeni sağlayan o içindeki kana teslim etme. İnsanları aptal yerine koyan esas kişi sensin.”
Bu sözlerle öne çıktı.
Bedeni gıcırdıyor, bir taraflarından durmaksızın kan damlıyordu.
Yaşam gücü azalıyordu. Ama ne durmaya ne de durdurulmaya niyeti vardı.
Subaru: “Bizi durdurmaya çalışıyorsun. Fakat biz seni durduracağız. —Emilia yargılamalara meydan okuyacak. Sığınak özgür bırakılacak. Öylece köşeye sıkışıp kalacak vaktimiz yok.”
Garfiel: “Ağzına hangi lanet olasıca sıçtığımın saçmalığı gelirse dökülüyosun! Sana kim sordu ki! Bu izni sana kim verdi ki! Burası böyle bi yer ve böyle kalacak, bu haliyle iyi!”
Subaru: “Değişmemesi, gelişmemesi, sonsuza dek böyle kalması mümkün değil. Bu öyle bir şey ki… bunu daha burası bu hale gelmeden önce, yüz yıllar öncesinde birileri fark etmiş olmalıydı.”
Garfiel: “Değişmesini istemeyen insanlar var! Aynı kalmasını isteyenler var!”
Subaru: “Hiçbir şeyin değişmemesini, ilelebet buranın gardiyanı olarak kalabilmeyi istediğini biliyorum… Ama görüyorsun ya, bazı şeyleri ne kadar uğraşırsan uğraş tek başına başaramazsın.”
Zaman veya nesiller en nihayetinde Garfiel’i ardında bırakacaktı.
Eninde sonunda sığınağın değişmesini engelleyecek gücü yitirecekti.
Subaru: “Bugün seni nasıl toplanıp köşeye sıkıştırdıysak gün gelecek yine tek başına başarılı olamayacaksın. Bu her an gerçekleşebilir.”
Subaru yürümeyi sürdürerek Garfiel’in önüne gelmişti.
Omzundaki kristali tutan ve nefes alışı istikrarsızlaşan Garfiel hala güçlü bakışlarını Subaru’ya dikiyordu. Subaru da bu bakışlara çekinmeden karşılık veriyordu.
İkisi de yalnızca konuşmanın fayda etmeyeceğini biliyordu.
Ve bu yüzden—
Subaru: “Pes et, Garfiel. Sayıların gücünün farkına var.”
Garfiel: “Bunu söylemenin lanet olasıca başka yolları olmalı!”
Garfiel kükredi ve aşağıdan bir yumruk savruldu. Fakat uyuşuk bir savuruştu. Kristalin enerjisini çekişiyle neredeyse hiç gücü kalmamıştı. Subaru kafasını lakayıt bir şekilde kaldırdı—ve niyetlendiği şekilde hareket etmeyi başaramayarak yüzüne bir yumruk yedi. Görüşü bulanıklaşmıştı.
Garfiel: “Lanet olasıca ışıkları sönecek olan sensin! Sonra da benim harika benliğim mezarı alaşağı edecek. Seni de diğerlerini de ölene dek burda tutucam!”
Subaru: “Demek lanet olasıca planın bu, ha!”
Subaru sendeleyen bacaklarını esneterek yukarı doğru bir yumruk savurdu ve kaçınılmaz yumruk doğruca Garfiel’in suratına indi. Subaru mücadelenin başından beri ilk defa temiz bir darbe indirebilmişti. Tabii korkunç bir duruşu vardı, bedeninin merkezi istikrarsızdı, kolları doğru düzgün uzanmamıştı. Doğal olarak bu darbenin umduğu kadar güçlü olmasına imkan yoktu ama şu anki Garfiel için yeter de artardı bile.
Garfiel: “—Gh, ghaug,”
Bedensel yaralarının yanına bir de bedenini destekleyen mananın özünden çekilişi eklenmişti. Halihazırda yetersizliğin eşiğine gelmişken Subaru’nun darbesinin onu savurması gerekirdi.
Ama-
Garfiel: “İşe-yaramayacak!”
Subaru: “Ghhge!”
Garfiel'in iki ayağı olabildiğince sert şekilde yere saplandı ve bedenini kamburlaştırarak dirseğini Subaru’nun karın boşluğuna geçirdi. Subaru ise çığlık atarak eğdiği başını Garfiel’in alnına geçirdi. İkisinin de kafataslarına bir uyuşukluk gelmiş, aynı anda ikisi de kafalarının yanından birer yumruk savurarak isabet ettirmişti.
Yumrukların karşılıklı yanaklara geçişiyle iki gencin burunlarından da kan akmaya başladı.
Subaru fiziksel olarak sınırdaydı, Garfiel ise zihinsel faktörler de dahil olmak üzere kritik bir noktaya varmıştı.
Garfiel’in omzundaki kristalin ışıltısı giderek sönmekteydi.
Bu ya Garfiel’in manasının tükenmeye başladığına işaretti ya da sınırdaki mücadelenin sonlanacağına.
Subaru: “—Ghhabh!”
Garfiel: “Bu ne boktan bi çöküş!”
Subaru gardını indirir indirmez yanağındaki yumruk açılmış ve suratına bir tokat inmişti.
Bu darbe bir anlığına bilincini farklı noktalara götürdü. Hemen dişlerini kuvvetle sıktı ve çatlayan dişlerinin acısı bilincini yeniden kazanmasını sağladı.
Bilincini yitirmemek adına daha fazla numaraya başvuramazdı. Bel bağladığı obje farklı bir amaca hizmet etmeye başlamıştı. Artık acıya tek başına direnmek zorundaydı.
İhmalkarlık. Kibir. Aptallık.
Subaru daima zayıf olacak, asla bir mücadelenin üstün tarafı halini alamayacaktı.
Subaru: “Ve bu yüzden... Gevşeyemem!”
Garfiel: “Ggha”
Subaru sol elini savurarak Garfiel’i boynundan yakaladı ve ikili birlikte yere yuvarlandı. Bedeni yıpranan Subaru acı içerisinde kıvranarak doğrulmaya çalışırken sol koluna saplanan şiddetli bir acıyla tekrar zemine serildi.
Ve Garfiel’in dişlerinin, kolunun üst kısmını ısırmakta olduğunu fark etti.
Subaru: “Geeuhe!”
Garfiel: “—Ghggg”
Subaru: “Aaaihg! Defol! Canım acıdı seni aptal!”
Subaru kendisini bırakması için Garfiel’i yumrukladı ve dişlerin çekilişiyle kolu özgürleşti. Fakat kemiklerine dek delinen uzvun kıpırdamasına yönelik umut yoktu. Sağ koluysa—
Garfiel: “Yakalandın!”
Sol eline yeniden sahip olma umuduyla sağ kolunu uzatan Subaru Garfiel tarafından omzundan yakalanmıştı. Garfiel düşmanını savuracak veya tekmeleyecek gücü yitirmiş olabilirdi ama kavrama gücünü yitirmiş değildi. Bir kayayı çatırdatmaya yetecek güçle Subaru’yu sağ omzundan yakalamış, kemiklerini kıracak bir güç sergilemeye başlamıştı.
Donuk bir çatırdama sesinin yankılanışına Subaru’nun kısık sesli çığlıkları eşlik etmekteydi.
Sol kolu yukarıdan sakatlanmış, sağ omzununsa kemikleri kırılmıştı, yani iki kolu da işlevsizdi. Kol gücünü yitiren Subaru’nun gözleri irileşirken Garfiel onu bir tekmeyle alaşağı etmekle meşguldü.
Garfiel: “Sonun geldi! Artık yapabileceğin hiçbir şey yok! Başından beri yapmam gereken buydu… seni bi sardalyaya çevirmeliydim!”
Subaru’nun yerde kıvrandığını gören Garfiel’in yanakları galibiyet sevinciyle seğiriyordu. Bakışlarını göğe çevirmeden önce bir çığlık koyuverdi. Bu bir hayvanın zafer çığlığıydı. Artık tek yapılması gereken Subaru’nun işinin bitirilmesiydi ve—
Subaru: “... Daha kaç defa söylemek zorundayım, benim sonuma sen karar veremezsin!”
Aşağıdan gelen bir kafa saldırısı Garfiel’in burnuna ulaştı ve gözleri dönmeye başladı.
Tabii ki sendeledi de. Subaru iki kolu da işlevsiz şekilde sarkarak ayağa kalkmıştı. Bu saçmalıktı. İmkansızdı. Bu bir irade kuvveti değildi, artık tamamen farklı bir boyuta geçmişti.
Subaru: “Henüz ne benim sonum... ne de senin sonun geldi.”
Garfiel: “L-lanet olası... s*ktir git... ayakta durmaya cüret etme. Ayaklanmayı kes artık... Ben...”
Garfiel yüzü ıstırapla seğirerek Subaru’dan uzaklaşmak adına geriye doğru tek bir adım attı.
Kollarını kullanamayan, sadece ayakta durabilen birinden korkmuş gibiydi.
Garfiel: “Bu sıçtıımın inadıyla neyin peşindesin! Burdaki herkes, hepiniz, her biri umutsuz birer artık! Dış dünya onları reddetti, sahip oldukları tek yer burası! Dışarı çıkacaklar da ne olacak! Ne olacak, ha!”
Subaru: “Buradan ayrılıp bir şeylere yaraman ya da burada kalıp barışçıl olman… İki seçenek de artık mümkün değil.”
Garfiel ne kadar kuvvetli olursa olsun, ne kadar mücadele ederse etsin gelecek değişmeyecekti.
Tek başına Büyük Tavşan tehdidini durduramazdı. Ne kadar sıkı çalışırsa çalışsın bazılarını kurtaramazdı. Ve kurtaramadıklarının sayısı arttıkça kuvveti yiter, en nihayetinde bastırılamaz bir açlık tarafından mağlup edilirdi.
Subaru bu geleceği ona anlatabilseydi Garfiel’i şu anda harekete geçmeye itebilirdi.
Ama bu, onun fikrini değiştireceği anlamına gelmezdi.
Yalnızca geçici bir zorlayış olur, Garfiel’in kalbi her halükârda sığınakta mühürlü kalırdı. Tehlikenin geçtiğini öğrenir öğrenmez de geri döner ve burası bir cennetmiş gibi davranmaya devam ederdi.
Garfiel Tinzel zorlanışını hiçe sayar, kendisine uzatılan eli görmezden gelir, hepsini bir kenara atar ve annesinin ölümünün yasını tutuyormuş gibi yapmaya devam ederek kendisini avutmayı sürdürürdü.
Subaru: “Burayı terk et, Garfiel. Korktuğun o engel artık mevcut değil.”
Garfiel: “Mevcut! Ben bir engelim! Ben içeriyle dışarıyı ayıran başarılı bir engelim! Ben ve diğerleri! Biz buraya kazık çaktık! Bizim sonumuz belli!”
Bir kere pes etmişlerdi. Sığınak halkı dış dünyayla bağlantı kurmaktan korkmuş, kendi cennetlerine çekilmiş ve ormanın dışıyla bağlantı kurmaktan vazgeçmişti.
Ve Garfiel de o ücra cenneti korumaya çalışmaktaydı. İddiası buydu.
Bu hayatlarının tükenmesi gibi bir şeydi. Sebepse işleri kendi yoluyla halletmeyi seçen tek bir kişiydi.
Subaru: “O zaman biz de o engeli aşarız... hemen şimdi ve hemen burada!”
#Bizimkiler bu Garfiel mücadelesinden önce bayağı bir çalışmış. Otto çok detaylı planlar yapmıştı, Subaru da Puck, kristal falan derken Garfiel'i bastırmanın bir yolunu bulmuş. Zaten Garfiel ancak psikolojik savaşlarla ve art arda planlarla yenilebilecek bir karakter. Açıkçası onun hakkında ne hissedeceğimi hala bilemiyorum, net kararımı vermek için biraz daha beklemem gerekecek gibi.
Her neyse, bakalım engel nasıl aşılacakmış, bizi başka sürprizler bekliyor muymuş... Bir sonraki bölümde görüşmek üzere!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..