Emilia çukurda uyanıp başını salladı ve etrafa bakarak nerede olduğunu anlamaya çalıştı.
Emilia: “Doğru ya... Ben...”
Çamura bulanmış bedeni ve yabancı bir manzara... Aşınmış dizler, fazla koşmaktan acıyan bacaklar...
Tüm bunların ağırlığı bilincini kazanmakta olan Emilia’ya çökmüş, göğsü panikle sıkışırken geri gelen anıları ona bunun ne bir yalan ne de rüya olduğunu söylemişti.
Emilia: “Anne... Juice... Arch...”
O kaçabilsin diye canını ortaya atan kıymetli insanlar…
Art arda yüzlerini anımsayan Emilia yapması gereken bir şey olduğunu fark etti. Onu korumaya çalışan herkes koşması gerektiğini söylemişti.
Dümdüz koşmasını ve ormandan kaçmasını istemişlerdi.
Ama Emilia’nın aklında bir düşünce daha vardı: Herkes için yapabileceği bir şey olmalıydı.
Emilia: “Doğru ya... mühür, mühür!”
Mühür. Bilincini yitirmeden önce hatıralarında beliren kelime.
Sert ifadeli Fortuna’nın Arch ile yaptığı tartışma. Buraya gelen korkutucu insanların mührü arayışı…
Ormanın mührü Emilia’nın yaşadığı ormanın en derinlerindeki gizemli bir kapıydı. Hiçbir yere açılmayan, ağaçların ortasında öylece duran metalik görünümlü bir kapı…
İşte yetişkinler oraya mühür diyordu. Emilia o konumu biliyordu.
Emilia: “Oraya gitmeliyim.”
Oraya gitmekle Emilia’nın elinden bir şey gelmeyecekti.
Kapıyı nasıl açacağını bilmiyordu, hatta ‘mühür’ kelimesinin tam olarak ne anlama geldiğini bile bilmiyordu.
Ama orada fazlasıyla önemli bir yer olduğunu ve oranın konumunu biliyordu—bu da Emilia için yeter de artardı bile.
Onu harekete geçiren şey, yapabileceği şeylerin düşüncesi değildi.
Oraya gidişiyle bir şeylerin değişebileceği umuduydu.
Emilia: “Mührün oraya... hangi yoldan gidiliyordu ki?”
Gözyaşları içerisinde Juice ve ardından Fortuna’dan ayrılan, sonra da ormanda Arch’ın kollarında ilerleyen Emilia hemen ardından bir başına hiç bilmediği bir yere koşmuştu.
Burası yaşadığı orman olabilirdi ama artık bildiği ormandan eser kalmamıştı. Emilia’nın tanıdığı alan köyün çevresiyle sınırlıydı. Şu anda bırakın mührün konumunu, annesi ve Juice’in nerede olduğunu bile gösteremezdi.
Emilia: “Auh, hah...”
Emilia kendi güçsüzlüğü karşısında ağlamaya başlamıştı.
Ne yapması gerektiğini biliyor ama onu yapacak gücün eksikliğini çekiyordu. Başı sıkıştığında tutunacağı bir annesi yoktu. Bu defa harekete geçen kişi o olmalı ve annesini kurtarmalıydı.
Emilia: “—Hm?”
Bu sırada Emilia'nın içten hisleri onu izleyenleri harekete geçirmekteydi.
Emilia gözyaşlarını elleriyle sildiğinde yüzünün yanından soluk bir ışık geçmiş ve gözlerini kırpıştırmasına yol açmıştı. Başını kaldırdığındaysa görüşünü kesen parlak ışıltılarla karşılaştı.
Emilia: “Periler mi?”
Emilia onlara periler diyordu. Fortuna ve Juice ise bu doğaüstü varlıkları ruhlar olarak adlandırıyordu.
Herhangi bir dile veya iradeye sahip olmaması gereken ufak ruhlar genç kızın delice yakarışlarına yanıt vermişti.
Donakalmış Emilia’nın etrafında halka halinde dans ediyorlardı. Hepsi bir yönde gidiyor, ardından bu tekrarlanıyor, defalarca ve defalarca aynı rota izleniyordu.
Emilia ruhların ne söylemeye çalıştığını fark ederek titrek bir sesle sorusunu yöneltti.
Emilia: “Bana nereye gideceğimi mi söylüyorsunuz?”
Cevap gelmedi. Ama onay verircesine bir aşağıda, bir yukarıda belirdiler.
Emilia: “O yönde gidersem mührü bulacak mıyım? Annemi ve diğerlerini kurtarabilecek miyim?”
Ruhlar parıl parıl ışıklarla karşılık verdi.
Emilia ise gözlerindeki yaşları silerek kafasını salladı.
Sonsuza dek sızlanılacak zaman değildi.
Annesi, Juice ve daha bir sürü kişi ona yardım etmişti. Hatta ağlamaya başladığında periler bile onu neşelendirmeye gelmişti. Tüm bunlardan sonra burada saklanmayı sürdürürse kendisini bağışlayamazdı.
Emilia: “Mm... mm, mhm.”
Periler Emilia’nın iyi olduğunu teyit edercesine alçalıp yükselmekteydi. Emilia da onlara başıyla onay verdi ve sallanan ufak bedeniyle koşmaya başladı. Ruhların rehberliğinde darmadağın toprakta çaresizce ilerliyordu.
Çukurların üzerinden geçiyor, dik yokuşları aşıyor, ağaçların arasındaki boşluklardan ilerliyordu.
Yol boyunca ruhların geçebilip Emilia’nın geçemediği pek çok nokta oluyordu. Emilia ise tökezliyor, yanağı çalılar tarafından sıyrılıyor, yüzüstü yere yapışıyor, ağzındaki tozu toprağı tükürerek tekrar ayağa kalkıyordu.
Nefes alışı zorlaşmıştı, gözlerinde korku ve acı dolu yaşlar birikiyordu.
Fakat kendisini dikleştirdi, çamurlu kollarıyla gözyaşlarını sildi, yaralı dizlerine bir şaplak attı ve koşmaya devam etti.
Acıya direniyor, anıları zihninde dolanırken tüm gücüyle koşuyordu.
Kendini bildi bileli ormanda geçirdiği günleri anımsıyordu.
Fortuna sert bir anneydi ve Emilia’yı biraz olsun şımartmamıştı. Onun gerçek annesi değildi. Emilia’nın doğal olarak gerçek, düzgün ebeveynleri de vardı.
Bunu Fortuna’dan defalarca işitmiş ama buna hem inanmış hem de inanmamıştı. Gerçek ebeveynleri vardı. Bu onu mutlu ediyordu. Ama Fortuna da onun gerçek annesiydi. Emilia’ya kalırsa bu sorgulanamaz bir gerçekti. Bugün yaşananlar gerçek anlamda idrak etmesini sağlıyordu.
Azar yiyişini hatırlıyordu. Ağlayan, özürler dileyen Emilia’nın kucaklanışını ve Fortuna’nın onunla uyuyuşunu hatırlıyordu. Sabah yataktan kalkmadan önce daima başının okşandığını, bu sayede yalnız kalmadığını hatırlıyordu.
Emilia annesinin kendisini sevdiğini herkesten iyi biliyordu.
Köydeki herkes de ona karşı hep iyi davranmıştı.
Gerçi hep bir yabancılık olmuştu, onların mesafeyi koruduğunu, kendisiyle nasıl iletişim kuracaklarını bilemediklerini hissetmişti. Ama buna rağmen asla onun canını acıtacak bir şey söylenmemişti, aynı şekilde Fortuna’ya da iyi davranılmıştı.
Emilia Prenses Odasına kapatılmasına rağmen orada iyi vakit geçirebileceğinden emin olmak için herkesin elinden geleni yaptığını biliyordu. İçeride kendisini yalnız hissetmesin diye oyuncaklar hazırlanırdı, pek çoğu el yapımı bebeklerdi. Sayıları her geçen gün katlanıyordu ve Emilia’nın hepsiyle oynamayı umut edebileceği parmak sayısı aşılalı çok olmuştu.
Tüm o oyuncaklar, üzerlerindeki her dikişle Emilia’ya gösterilen özenin kanıtıydı.
Emilia ilk başta Juice’ten nefret etmişti.
Çünkü herkesin kendisinden uzaklaşışı ve Emilia’nın Prenses Odasına kapatılışı Juice’in grubunun gelişine bağlıydı. Yetişkinler eğlenceli bir şeyler yapabilmek için ondan bir şeyler saklıyordu. Prenses Odasından ilk defa kaçıp Juice ile Fortuna’nın konuşmasına tanık olduğunda ve Fortuna’nın ona gülümsediğini gördüğündeyse Juice’i kıskanmaya başlamıştı.
Onu asla bağışlamayacağını düşünmüştü. Fakat Juice onunla tanıştığında gözyaşlarına boğulmuştu. Ağlaya sızlaya döktüğü mutluluk gözyaşları sayesinde Emilia onu bağışlamıştı.
Sonuçta bunlar iç ısıtıcı gözyaşlarıydı. Emilia Fortuna’nın kendisine sarıldığında ne kadar huzurlu hissettiğini anımsayıp Juice’in başını okşamıştı. Yalnız hissetmesin diye gözyaşları kesilene dek yanında kalmıştı. Onun çaresiz olduğunu düşünmüştü.
‘Sadece çaresiz’ diye düşünmüştü.
Emilia: “Ben... yeniden herkesle birlikte olacağım...”
Yeniden Fortuna’yla uyumak istiyordu.
Herkesi Prenses Odasına davet etmek istiyordu.
Kendisini korumaya çalışan arsız Juice’i alıp mutlaka ayağına bir tekme indirmek istiyordu.
Tüm tanıdıklarını bir kez daha görmek istiyordu.
Emilia: “Çünkü ben iyi bir kızım...”
Gözleri yaşlarla bulanıklaşarak koşar ve bir avuç dolusu ağacı daha geçerken—aradığı mührü fark etti.
???: “Hoşgeldin.”
Platin saçlı bir kız kapının önünde durarak iki yana açık kollarıyla Emilia’yı selamlamaktaydı.
※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
#Platin saçlı kızımız Pandora mı ki? En son Fortuna-Juice ikilisinin yanında bırakmıştık, o hikayeyi atlarsak üzücü olur.
Emilia ne yapacağı hakkında hiçbir fikri olmayarak mühre geldi. Peki buraya gelerek iyi mi etti, kötü mü etti acaba? Bunu da kısa bir süre içerisinde göreceğiz galiba. O zaman bir sonraki bölümde görüşmek üzere!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..