Cilt 5 Bölüm 13 [ Huzurlu Akşam Yemeği ]

avatar
6667 5

Re:Zero Kara Hajimeru Isekai Seikatsu - Cilt 5 Bölüm 13 [ Huzurlu Akşam Yemeği ]


Çevirmen : Clumsy 

 

Denizkızı Konağının çakıl taşı döşeli rüstik avlusu Japon misafirperverliğiyle dolup taşıyordu. Abartılı bir gölet beklemek biraz fazla olsa da taş yolların iki yanında bulunan bambu benzeri bitkiler hoş bir dokunuş olmuştu.  

 

Subaru: “Wilhelm-san her şeye rağmen bize katılmadı.”

 

Subaru avluya bakan bir koridorda oturuyor, ayak parmaklarıyla çakılları kavrıyordu.

 

Bir yandan da davetini mahcup bir ifadeyle, kayıtsızca reddeden beyaz saçlı ihtiyarı düşünüyordu. Wilhelm neyin peşindeydi?

 

Akşam yemeğine dek odasında tek başına sıkılacağı kesindi.

 

Subaru: “Başkalarının nasıl vakit geçirdiğiyle ilgileniyormuş gibi de görünmüyor.”

 

Julius: “Böyle söyleyince davet edilmiş olmamıza rağmen casusluk yaptığımızı hissettim.”

 

Subaru: “Burada olabilirim ama… ben de bunu istiyor değilim…”

 

Subaru yanı başında zarif bir şekilde bağdaş kurmuş olan Julius’a alaylı bir yanıt vermişti. Julius ise ‘gerçekten’ der gibi bir gülümsemeyle karşılık verdi. Fakat Subaru’nun diğer yanında oturan kişi bunu alenen kabul etmeye niyetli değildi.

 

Ferris: “Oh, lütfen ama. Hah, siz Ferri-chan bunu görmek istediği için geldi mi sanıyorsunuz? Subaru-kyun beni buraya sürükledi ve o kadar can sıkıcıydı ki itiraz etmek bile istemedim.”

 

Subaru: “Şey, sanırım özür dilemeliyim. Ama kötü bir şey olma ihtimaline karşı burada bulunmalıydın. Gerçi pek de gerekli olacakmış gibi görünmüyor.”

 

Subaru önce kedi kulakları gergince sallanan Ferris’e bakmış, sonra da avluda büyük bir hızla gerçekleşmekte olan mücadeleye dönmüştü.  

 

Açıkçası mücadele sona erme aşamasına öyle hızlı ulaşmıştı ki Subaru’nun gözleri olup bitenleri doğru düzgün takip edememişti. Yine de rahatlıkla iddia edebileceği üzere,

 

Subaru: “Cidden bu Reinhardt lanet olasıca bir canavar.”

 

Julius: “İnkar etmek zor olsa da bir arkadaşı tasvir ederken böyle bir kelime kullanmaktan hoşlanmam.”

 

Ferris: “Normal şartlar altında bunu inkar etmek gerçekten zor olurdu.”

 

— Önlerinde yaşanan sahne, vardıkları sonucu doğruluyordu.

 

Çakıl taşı döşeli avluda kükremekte olan sarışın bir ergenle kırmızı saçlı bir kahraman arasında hiddetli bir karşılaşma gerçekleşmekteydi.

 

Meydan okuyan taraf, Garfiel, sonsuz bir motivasyonla Reinhardt’a mümkün olan her açıdan saldırıyordu. Fakat pençeleri, dişleri, bacakları, dirsekleri, dizleri derken tüm saldırıları rakibi tarafından görülüyor ve rahatlıkla savuşturuluyordu.

 

Üstelik,

 

Subaru: “O herif cidden hiç kımıldamadan öylece durmakla mı yetiniyor?”

 

Julius: “Başta koşulan şart buydu. Reinhardt kuralları asla ihlal etmez. Onu buna mecbur bırakamamaksa muhtemelen Garfiel için aşağılayıcı olmuştur.”

 

Garfiel Reinhardt’a farklı açılardan vurmayı sürdürüyor, aşil tendonunu avantaja çevirmeye çalışıyordu. Ama ne kadar denerse denesin var olmayan bir zayıflığı bulamayacaktı. Ayrıca Reinhardt onu savuşturmak için doğru düzgün bir efor bile sarf etmiyordu.

 

Bu hızlandırılmış mücadelenin başından beri aynı noktadan ayrılmamış, bir milim olsun kıpırdamamıştı.

 

Garfiel ardı arkası gelmeyen hücumlarda bulunsa da Reinhardt’ın iki ayağı yerinden hiç kalkmamıştı.

 

—Garfiel Reinhardt’ın odasına girip ona meydan okuduğunda Subaru bunun pervasız bir hareket olduğunu söylemişti.

 

Şimdi düşünüyordu da Reinhardt’ın bu meydan okumayı kabul etmesi bile beklenmedik bir şeydi.

 

Açıkçası bu karşılaşma yalnızca Garfiel’in arzusunun ürünüydü. Bunu kabul etmek Reinhardt’a hiçbir katkı sağlamazdı. İkili arasındaki güç farkını düşünecek olursanız Reinhardt’ın gösteriş yapmak gibi çocuksu bir dürtüye sahip olmayacağı açıktı.

 

Bir kraliyet şövalyesi olan Reinhardt ile siyasi rakibi arasındaki karmaşık ilişkiyi düşünecek olursanız da Garfiel’le çarpışmak bazı açılardan gereksiz bir tehlike olarak görülebilirdi. Herhangi bir hile ya da tuzak olmayacağına inansa dahi anlamsız bir mücadele olacaktı.

 

Bu yüzden Subaru bu mücadelenin asla olmayacağını varsaymış, bu fikrin gerçeğe dönüşmeyeceğine kesin gözüyle bakmıştı.

 

Ama kalbinin derinliklerinden buna tanık olabilmeyi dilemişti.

 

Emilia takımının savaş gücü olarak hizmet etme sorumluluğunu üstlenen kişi hiç şüphesiz Garfiel Tinzel’di. Fakat harici şartlar çatışmaların sonucunu sıklıkla etkilerdi, yani yalnızca savaşarak galibiyet kazanmak imkansızdı. Üstelik Garfiel’in kusurları da az değildi.

 

Emilia takımı geride kalan yılda çok ünlenmiş ve bu ünün, ilginin çoğunu da Garfiel üstlenmişti.

 

Emilia takımındaki herkes onun gücünü tanıyıp övdüğü için de Garfiel bir hayli kibirlenmişti. Beklentileri daima karşılamış, emekleri başarı ve sonuç vermişti.

 

Fakat bu tek taraflı değerlendirme bir soruna da yol açmıştı. Garfiel Sığınaktan ayrıldığı günden bu yana yeterince güçlü rakiplerle karşılaşmamıştı.

 

Ona denk denilebilecek tek rakibi Roswaal’ın eski köşkünde karşılaştığı cinayet düşkünü canavar Elsa’ydı ve o karşılaşma Garfiel’in galibiyetiyle sonuçlanmıştı. Fakat o günden bu yana tüm gücünü sergileyebileceği zorlu bir mücadele tecrübe edememişti.

 

Zamanında Subaru, Otto ve Ram’ın birleşimine karşı mağlup olmuş olsa da o işin içinde pek çok pis hile mevcuttu.

 

Yani Garfiel Tinzel doğdu doğalı düzgün, hilesiz bir mücadelede yenilgiyi hiç tatmamıştı.

 

—Bu yüzden Subaru, acımasızca olsa da Reinhardt ve Garfiel’in karşılaşmasını çoktandır bekliyordu.

 

Kayıpsız devam edebilmesi ve sınırlarından habersiz kalması imkansız değildi.

 

Ama sınırlarını bilmezse ve sürekli kendinden güçsüz rakiplerle karşılaşacak kadar şanslı olursa gücünün tam olarak neye dayandığından, ne ifade ettiğinden asla emin olamazdı.

 

Reinhardt van Astrea, Subaru’nun yalnızca bir kez iş üstünde gördüğü bir kahramandı. Ama onun gücüne güvenmeyi seçmişti.

 

Subaru: “Onun gücüne güvendim… ama farkın bu kadar yoğun olacağını da düşünmemiştim.”

 

Durum tam da Subaru’nun umduğu seyirde ilerlemişti. Ama hayranlığıyla şaşkınlığı bir olmamıştı. Heyecandan ölen Garfiel’i Reinhardt’ın odasına götürmüş ve açık bir talepte bulunmuş, Reinhardt da hemen kabul etmişti. Karşılığında Subaru, neredeyse yere yığılacak derecede şaşırmıştı.

 

Ardından Garfiel herhangi bir zarar ziyan olmaması için şehir dışına çıkmayı önermiş, Reinhardt ise gülümseyerek, “Avlu yeterince geniş, yine de yöneticiye arazisine zarar vermeyeceğimizi belirterek haber versek iyi olur.” demişti.

 

Muhtemelen herhangi bir kötü niyet taşımayan bu sözler Garfiel’i kışkırtmaya fazlasıyla yetmişti.

 

Reinhardt’ın teklifini kabul eden Garfiel öyle öfke dolu bir aura saçmıştı ki o sırada yanında olan Subaru, Reinhardt’a saplanan o öfke karşısında dik durmakta zorlanmıştı.

 

Ardından birkaç kural koyarak avluya geçmişlerdi. Silah ve tehlikeli ilahi korumalar yasaktı. Ayrıca rakibi yaralamak da yasaktı.

 

Bu sırada Subaru herhangi bir yaralanma ihtimaline karşı Ferris’i çağırmıştı. Ayrıca yorum yapmaları adına Julius ve Wilhelm’i de davet etmişti. Ne yazık ki Wilhelm reddetmiş, Subaru da mücadeleyi yalnızca Julius ve Ferris’le izlemek durumunda kalmıştı. Otto ise hala geri dönmemişti.

 

Subaru: “Bu arada bu işten kızlara ve Mimi’nin kardeşlerine bahsetmedim.”

 

Julius: “Akıllıca olmuş. Anastasia-sama öğrenseydi hiç şüphesiz ki bu işi bir şova çevirirdi. Hetaro veya Tivey duysaydı da Mimi’nin üzüleceği kesindi.”

 

Avluyu gözlemleyen Julius Subaru’yu onaylamıştı. Tabii ki böylesine heyecanlı bir mücadelenin insanları da heyecanlandırması kaçınılmazdı.

 

Garfiel maçın başından beri kendisini izleyenlerin olacağını dikkate almıştı. Bu yüzden her şeyini ortaya koyamayacağı başarısız bir performansın pişmanlığını yaşamaktansa gerçek yeteneğini konuşturabileceği bir yere gitmek istemişti.

 

Evet, otelin avlusu genişti ve manzara hoştu fakat şiddetli bir mücadele için yetersizdi. Üstüne üstlük Reinhardt “çevreye zarar vermeme” koşulu getirmişti.

 

Bu ayarlama da daha çocuk olan Garfiel’i ya düşünceli davranma ya da öfkesine yenik düşmenin pişmanlığını yaşamaya itmişti.

 

Peki bundan doğan sonuç neydi?

 

Subaru: “Hey, Julius, sana bir şey sorabilir miyim?”

 

Julius: “Bana birden fazla şey sorabilirsin ama cevap verip vermeyeceğim başka bir mesele.”

 

Subaru: “Böyle farklı yerlere çekilebilecek şeyler söyleme. Senden nefret etme sebebim bu işte.”

 

Subaru kafasını eline geçirmiş, sonra da ciddi bir ses tonuyla devam etmişti.

 

Subaru: “Garfiel’i nasıl buldun?”

 

Julius: “—Güçlü. Emilia-sama’nın kalkanı olduğu söyleniyor. Bu saygınlığın hakkını veriyor. Gerçi seninle olan ilişkisini öğrenince beklentilerim psikolojik olarak düşmüştü.”

 

Subaru: “Seni pataklayacağım.”

 

Julius: “Evet, güçlü. Gerçekten yetenekli. Yalnızca savaş gücünü düşünürsek onu yenip yenemeyeceğimden emin değilim. Ve gelişmeye de çok açık.”

 

Julius’un güçlü iddiası bu olasılıktan yana heyecanlandığını, Garfiel’in içinde gizli potansiyel konusunda gerçekten samimi olduğunu gösteriyordu.

 

Garfiel’in yeteneğine yönelik kıskançlıkla karışık bir hayranlığı kucakladığı da ortadaydı. Bu şaşırtıcı değildi. Julius da bir savaş adamıydı.

 

Ferris: “Amaaa, onu bekleyen parlak geleceğe rağmen şu anda oyuncak ediliyor oluşu üzücü.”

 

Ferris acımasız gerçeği dile getirmişti.

 

Bunu reddedebilecek herhangi biri de yoktu. Herkes apaçık görüyordu. Bunu en net görense Garfiel’in ta kendisiydi.

 

Belki bir gün en güçlüler arasındaki yerini alırdı. Belki de en güçlü kişi olurdu.

 

Ama şu anda dünyanın en güçlü adamıyla karşı karşıyaydı ve yaşadığı şeyin tam da oyuncak edilmek olarak tarif edilebileceği kesindi.

 

Garfiel: “——tch.”

 

Reinhardt: “Yazık oldu. Çok aceleci davrandın.”

 

Kılıç Azizi öne doğru uzanıp Garfiel’in kolunu kavramış, sonra da sert bir savuruşla acımasızca çakıl taşlarının üzerine fırlatmıştı.

 

Etraf bir toz bulutuyla çevrelenmişti. Bu sırada çabucak ayağa kalkmaya çalışan Garfiel alnında Reinhardt’ın elini buldu ve hareketsiz kalarak bir iç çekişle birlikte,

 

Garfiel: “Kaybettim.”

 

Birileri tarafından izleniyor olmasına rağmen yenilgiyi kabul etmişti. Yani pek kuvvetli denilemese de bir özsaygısı vardı.

 

Subaru bunun onu az da olsa teselli edebilmesini umuyordu.

 

※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※

 

— Garfiel o akşamki yemeğe katılmamıştı.

 

Anastasia: “Neden kendi başınıza hareket edip bizden böyle ilginç bir şeyi gizlediniz?”

 

Anastasia gözlerini erkeklere dikmişti ve sert şikayetlerde bulunmaktaydı.

 

Üzerinde her zamanki beyaz kürkü yoktu, bunun yerine bir bornoz giyinmişti ve mor saçlarından sular damlamaktaydı. Beyaz teni kıyafetiyle kontrast oluşturuyordu, çocuksu cazibesini hala yitirmemişti.

 

Julius: “İşlerin sizin tarif ettiğinizden farklı olduğu düşüncesindeyim ama benim sizi çağırmama sebebim diğer adaylarla samimi bir sohbet içerisinde olduğunuzu düşünmemdi.”

 

Julius kızın dobralığını buruk bir gülümseme ve bir eğilişle yanıtlamıştı. Erkekler mücadele sonrasında avluyu temizleme işini yeni sonlandırmış ve konağa dönmüştü.

 

Julius’un cümlesi sonrasında sevimli suratında haylaz bir gülümseme beliren Anastasia,

 

Anastasia: “Ahh. Şövalyem oldukça sofistike yorumlarda bulunuyormuş gibi görünüyor. Her şeyi paraya bağlayamayız, değil mi? Ama yine de eğlence ve heyecanı seven Kararagi ruhum birazcık acıdı.”

 

Subaru: “En güçlü kalkanımızın ruhu daha da acıdı, o yüzden bu meseleyi kapatalım. Ah, bir gece kederli kafayla takıldıktan sonra iyi olacaktır ama o zamana dek huzur içerisinde toparlanmasına müsaade edelim lütfen.”

 

Subaru, Anastasia’nın sözlerine karşılık canı sıkkın kardeşine yönelik endişesinden ötürü bu talepte bulunmuş, herkes onaylayıcı bir şekilde başını sallamıştı. Fakat,

 

Felt: “Her neyse, olup biten bu muydu yani? Bu acımasız şövalye rakiplerine nasıl iyi davranılacağını bilmiyor. Bu konuda üzgünüm, kardeşim.”

 

Olanları işiten Felt, Reinhardt’ın omuzlarını acımasızca döverek Subaru’ya çarpık dişleriyle gülümsedi, kırmızı saçlı şövalyeyse buruk bir gülümsemeyle,

 

Reinhardt: “Felt-sama, bu tarz konuşmalar yanlış anlaşılmalara yol açabilir. Az önceki mücadelede en ufak bir yersiz baskıda bulunmadım, hatta birkaç kez riske giren taraf ben oldum. Bu tecrübe bedenimi de zihnimi de zenginleştirdi.”

 

Felt: “Larkins ve diğerlerinin senden ne kadar korktuğunu görünce bu sözler hiç de ikna edici gelmiyor. Gerçekten onları tanışır tanışmaz bu kadar korkutmak zorunda mıydın?”

 

Reinhardt: “Karşımda kim olursa olsun kibirli davranamam. Kendime fazla güvenirsem sonum başarısızlık olur.”

 

Reinhardt’ın kararlılığı Felt’in ilgisiz iç çekişiyle karşılandı.

 

Diyalogları efendi ast statüsündeki ilişkilerinin doğasını yansıtsa da Reinhardt’ın sözleri Subaru için daha mühim bir önem taşıyordu.

 

Avludaki çarpışmaya tanık olan Subaru, Garfiel’in endişesinin kaynağını açıkça görebilmişti. Ve Reinhardt’ın sözlerinin herhangi bir ironi veya ikiyüzlülük barındırmadığının farkına varmasına kısacık bir an yetmişti.

 

Reinhardt doğruluğuna inandığı şeyi dile getirmişti. Bu konuşma kulağa nahoş gelebilecek olsa da sözlerinin gerçekliği insanların bunu düşünmesine engel oluyordu.

 

Belki de bu, onun en tehlikeli kabiliyetiydi.

 

Reinhardt: “Bu arada, Felt-sama, kıyafetin konusunda…”

 

Felt: “Ne olmuş, bir şikayetin mi var? Diğerleriyle birlikte banyodaydım, herkes bunu giyince ben de giydim. ‘Utandırıcı, hayal kırıklığına uğratıcı’, bana söylemeye çalıştığın şey bu mu?”

 

Reinhardt: “Hiç de bile, yalnızca sana çok yakıştığını söyleyecektim.”

 

Felt: “Can sıkıcı!”

 

Şövalyelerin en güçlü ve saygılısından gelen tatlı sözler…  

 

Felt, pek çok kadını delice kıskandırabilecek bu güzel kelime buketini hayal kırıklığı dolu bir ifadeyle başından atmıştı. Bornozunu giyiş tarzı da biraz fazla sınırlarda yaşayan biri olduğunu gösteriyordu.

 

—Anastasia’nın da belirttiği gibi Garfiel Reinhardt mücadelesi esnasında kadınlar banyo odasında vakit geçirmekteydi.

 

Bu yüzden tüm kadınlar yemeğe kimono tarzı bornozlarla katılmıştı.

 

Evet, yalnızca Anastasia ve Felt değil, Mimi, Crusch, Emilia ve hatta Beatrice bile bornozluydu.

 

Subaru: “Beako, beklenmedik bir şekilde sen de banyo yapmışsın…”

 

Beatrice: “Subaru Betty’i otelde tek başına bırakınca Emilia’ya yakalandım, doğrusu. Betty’i gitmeye zorladı, sanırım.”

 

Kendinden beklenmeyecek şekilde soluk mavi bir bornozla oturan sevimli Beatrice, kimonosunu tam olarak nasıl giyeceğini bilememiş gibi görünüyordu. Ve tuhaf bir şekilde ıslak saçları eski kıvrımlı halini koruyordu. Subaru, o kıvırcık saçları şimdi çektiği takdirde eskisinden de güzel uzayıp sekeceklerini düşünmekteydi.

 

Subaru: “Ee, Beako’nun ifadesi bu şekilde, peki gerçek ne?”

 

Emilia: “Hm? Beatrice Subaru’nun kendisini bırakıp gittiğini söylerken çok yalnız görünüyordu ve ben de banyoya çağrılmıştım, o yüzden onu da yanımda götürdüm. Gerçi bu durumdan memnun kalmış gibi görünüyordu ama…”

 

Beatrice: “B-bu bir yalan, doğrusu! Gerçeği saptırma, sanırım! Betty mi Emilia mı, Subaru hangisine daha çok inanır, sanırım?!”

 

Subaru: “Bunu itirafın olarak alıyorum.”

 

Beatrice’in kötüleyici iddiaları ve Emilia’nın iddialı muhakemesi sonucunda Subaru, sonuca varmıştı.

 

Bu sırada Beatrice’in boyun eğmeye niyeti olmadığını gören Emilia mutlu mesut bir şekilde gülümsedi. O da bornozluydu ve yeni yıkanmış gümüş saçlarını toplamıştı. Boynunun beyazlığını görmek Subaru’ya bir hayli keyif veriyordu.

 

Emilia: “Subaru, ağır ağır nefes alıyorsun. Ateşin falan mı var?”

 

Subaru: “Yalnızca aşk ateşi. Emilia-tan, saçlarını örebilir miyim?”

 

Emilia: “Tabii ki. Ama az sonra yemek servis edilecek. Sonra yapsan?”

 

Emilia masayı işaret etmiş ve Subaru saçlarına uzanan ellerini gönülsüzce geri çekmişti. Bu sırada etraftakiler tuhaf bakışlar atmaktaydı.

 

Subaru kafasını karşısındaki kişiye, yani Felt’e doğru çevirerek,

 

Subaru: “Bu kadar tuhaf olan ne?”

 

Felt: “Senin hakkında pek bir şey bilmiyorum abi, senin hakkında da abla. Ama aranızda bir mesafe olduğunu hissedebiliyorum. Bu etkileşimde en ufak bir erotik hava yok. Son görüşmemizden bu yana ilişkinizde hiçbir değişiklik olmamış gibi görünüyor.”

 

Subaru: “Bunlar erotik flörtler yaşanacak günler değil! Ve başkentte olanları hatırlatmana da gerek yoktu, kalbim acıyor, lütfen kes şunu!”

 

Subaru Felt’e bu cevabı vermişti. Geride kalan yılda Emilia’nın şövalyesi olarak farkındalığı yeterince artmıştı ve artık bir kadın ve erkek olarak aralarındaki ilişkinin bulunduğu noktanın da farkındaydı.

 

Dürüst olmak gerekirse şu anki romantik ilişkileri Subaru’nun Emilia’nın şövalyesi olmasından önceki zamanlardan da aşağı bir seviyedeydi.

 

Bu büyük oranda Emilia’nın zihinsel yaşından kaynaklıydı. Duygusal olgunluğu Subaru’nun romantik hislerini kabullenebileceği noktaya gelmemişti. Yani yakınlaşmalarının bir anlamı yoktu.

 

Subaru’nun aşkı sona ermemiş, eylemlerinin ardındaki niyet değişmişti. Ve Emilia’nın duygusal farkındalığında bir değişiklik olmadıkça ilişkileri bu şekilde kalmaya devam edecekti.  

 

Hiç değilse Subaru, ilk adımı atmasına rağmen hiçbir sonuç gelmemesinden bunu anlamıştı.

 

Subaru: “Böyle düşününce bu his Crusch-san’ın yaşadığı ilişkiye benzetilebilir.”

 

Crusch: “Ne, benim ilişkim mi?”

 

Subaru dalgın bir şekilde iç çekmiş ve eliyle çenesini ovuşturmuştu. Bu sırada bakışlarını ona çeviren Crusch kuşkulu bir ifadeye bürünmüştü. Tabii ki o da diğer kadınlarla banyoda olduğu için üzerinde bornoz bulunmaktaydı ve önceden erkek kıyafetlerinin altında gizlenen göğüsleri incecik bornoz tarafından bir hayli vurgulanmıştı.

 

Etkileyici aurasını yitiren Crusch, üzerinde kimonosuyla Ferris’e itaat eden güzel ve masum bir kadını andırıyordu.

 

Crusch bakışlarını yana kaydırırken Subaru parmaklarıyla burnunu ovuşturarak,

 

Subaru: “Evet. Ferris sürekli Crusch-san’a yapışık olsa da birbirlerine kadın erkek gözüyle bakmıyorlar diyebiliriz, değil mi? Ve onların başlangıcı da bizden biraz öncesine dayanıyor, yani biz de sevdiğimiz insanlara böyle davranabiliriz.”

 

Crusch: “Şey, böyle söyleyince biraz utanç verici oldu. Haha. Haksız mıyım, Ferris?”

 

Ferris: “Ferri-chan sadık biridir, ne kadar Crusch-sama sunduğum kalbi reddetse de…”

 

Crusch: “——”

 

Ferris’in sözlerinin ardından oda bir an için donmuş, Crusch’ın gülümsemesi kaskatı kesilmiş, Ferris ise bu tepki karşısında gülümsemişti.

 

Bu sırada Ferris de kızlara katılmışçasına bornozluydu. Ama bunu düşünecek vakit değildi.

 

Subaru: “Böyle bir sırrı açığa çıkarttığım için çok üzgünüm. Tamamdır, sanırım yemek vakti geldi.”

 

Crusch: “Ortaya bir bomba atıp kaçmasana!”

 

Subaru konuyu yemeğe çevirmeye çalışmış ama Crusch’ın bağırışı bu fikri anında geçersiz kılmıştı.

 

Gerçekten de bir problem söz konusuydu ve Subaru böyle bir şeyle karşılaşmayı beklemiyordu. Hmm, ne yapmalıydı…  

 

Wilhelm: “Ferris. Crusch-sama’yı korkutmamaya çalış. Canlı ve tehlikeli tarafını daha bir ön plana çıkardın.”

 

Wilhelm sessizliğin tuhaf bir hal almasına müsaade etmeden araya girmiş ve ortamdaki havayı yeniden değiştirmişti.

 

Ortamın bornozlu tek erkeği bu ihtiyardı. Kadınların hemen ardından o da banyoya girmiş olmalıydı. Hem duruşu hem de kılığı az önceki gerginliğin uyumlu bir atmosfere çevrilmesinde rol oynamıştı. Yanında bir de kılıç olsaydı harika bir görüntü çizebilirdi.

 

(Bir dakika gerçi Ferris de bir erkekti… Ah?)

 

Ferris: “Ne, Wil-jii neden böyle bir şey söyledi ki?”

 

Wilhelm: “Saygılı bir sevgi, kıymetli bir sevgi, romantik bir sevgi. Sevgi sıklıkla hafife alınır. Duyguları gizlemek amacıyla kafa karışıklığı yaratmaksa masum kalpler için nahoştur. Bu konuda sert konuşmamalı mıydım?”

 

Ferris: “Ha nyah. Böyle söyleme, biraz aşırıya kaçtın.”

 

Wilhelm’in ağır ithamlarını dinleyen Ferris sessizce mırıldanmış ve Crusch’ın omzuna sarılmıştı.

 

Ferris: “Neyse. Bir şaka olduğu ortada, bu yüzden bu kadar gerilmeyelim. Ferri-chan gerçekten Crusch-sama’yı üzecek olsaydı büyük bir sorun olurdu.”

 

Crusch: “B-bu doğru, değil mi? Ooh, alışık olmadığım için biraz korkmuştum ama sanırım Ferris’in düşüncelerini yanlış anlamışım.”

 

Ferris: “—Hiç de bile.”

 

Crusch rahat bir nefes alırken onu izleyen Ferris’in gözlerinde kısa süreli bir şeyler belirmiş, bu da Subaru’yu kararsız bırakmıştı.

 

Kolay kolay açığa çıkartılamayacak karmaşık hislere sahipti.

 

Geride kalan yılda efendisinin hafıza kaybıyla ilgilenen kişi Ferris olmuştu.

 

Bu süreçte aynı Subaru gibi tedirginliği ve suçluluğuna rağmen elinden geleni yapmış olmalıydı. Yine de hafızasının temellerini yitiren efendisinin ona bel bağlaması gerekliydi ve bu yüzden herhangi bir kafa karışıklığı belirtisi veremezdi.

 

Joshua: “Akşam yemeği hazırlıkları tamamlandı. Şimdi servis edilecek, herhangi bir mahzuru var mı?”

 

Sohbet sona ermişti ve yemeğin zamanlaması harikaydı. O ana dek varlığını belli etmeyen Joshua görevli tarafından getirilen yemekleri hızlıca dağıtmaya başlamıştı.

 

Uzun masaya dizilen yemekler herkesin bakışlarını hayretle dolduruyordu. Fakat Subaru’nun şaşırmak için herkesten farklı bir sebebi vardı.

 

Emilia ve diğerleri pek çoğunu daha önce hiç görmedikleri yemeklerin çeşitliliğine şaşırırken Subaru, onları tanıyor oluşuna şaşırıyordu.

 

Bu dünyada deniz yokken böyle bir yemeği sunmak imkansıza yakın olsa da gözleri Japonya’ya özgü geleneksel bir balık yemeği olan sashimiye takılmıştı.

 

Subaru: “Bu, bunun ne olduğunu sorabilir miyim?”

 

Anastasia: “Sanırım su yakınlarında yaşamadığınız için bu tarz bir yemeği daha önce görmemişsindir. Açıkçası Denizkızı Konağı bu yemekle ünlüdür.”

 

Subaru’nun tanıdığı tek yemek sashimi değildi. Sofraya çeşit çeşit Japon yemeği yerleştirilmişti. Tüm bu kafa karışıklığı arasında Anastasia’nın ilk lokmayı ağzına götürüşüyle Subaru, bunu başlangıç işareti olarak aldı ve süslü sashimi ile soya sosuna atıldı. Yanındaki Emilia ve Beatrice ise aynı anda bir “ah!” tepkisi verdi. Yutarken aklına parazitler gelmiş olsa da otelin ve ev sahibesinin kalitesi düşünülünce endişeye pek gerek yoktu.

 

Bunun yerine yediklerinin tadını çıkarmaya odaklandı.

 

Subaru: “Nefis! Ah, sashimi yemeyeli çok olmuştu!”

 

Emilia: “N-nefis mi?”

 

Subaru: “Lezzetli olup olmamasının bile önemi yok, kalitesi yerinde. Tazeliğinden kaynaklanıyor olsa da listemin zirvesine ulaşması için yeterli. Burada suşi sirkesi ve pirinci olsaydı size düzgün bir suşinin nasıl yapılacağını da gösterirdim.”

 

Emilia: “Üzgünüm. Neden bahsettiğini anlayamıyorum. Ama beğenmene sevindim.”

 

Subaru’nun eğitimi andıran konuşmasını kısmen dinleyen Emilia onu taklit ederek sashimisini soya sosuna batırdı. Tadını alınca da menekşe gözleri irileşerek, heyecanlı bir “Mmmm!” sesi çıkarttı.

 

Efendi ve şövalyenin tepkisini gören topluluk da böylece yemeğin tadına bakmaya koyuldu.

 

Hayal kırıklığı dolan Anastasia ise rahatlamış bakışlarını Subaru ve Emilia’ya çevirerek kendi kendine, “Ahh, hiç umut yok.” diye mırıldandı.

 

Bazı eksikler olsa da katılımcılar tedirginliklerine rağmen yemeğin tadını çıkartmaktaydı.

 

—Parlak bir ayın kendini gösterdiği bu gece, bağışlayıcı ve merhametli dünya bu huzur dolu atmosfere müsaade edecekti.

 

#Aralara gizemler eklenmiş uzunca bir bölümdü. Sizi fazladan iki gün beklettiğim için hiç bölmeden bütün bölümü attım. Muhtemelen bu ara yine uygun olmayacağım, o yüzden bir sonraki bölümü de geciktireceğim ama yine güzel bir dönüş yapacağım inşallah arkadaşlar. O zamana dek kendinize iyi bakın, görüşmek üzere! 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr