Cilt 5 Bölüm 14 [ Ay Işıklarının Altındaki Kılıç Şeytanı ]

avatar
6894 5

Re:Zero Kara Hajimeru Isekai Seikatsu - Cilt 5 Bölüm 14 [ Ay Işıklarının Altındaki Kılıç Şeytanı ]


Çevirmen : Clumsy 

 

Düşmanlıkların unutulduğu bir akşam yemeği olmuştu.

 

Yemek sonrasında Subaru, yatağının personel tarafından yapılmış olduğu odasında dinlenmeye çekilmiş, otelin tutumunu takdir etmeden geçememişti. Havlusundan örtüsüne, yatağına dek her şey Japon geleneklerine uygun şekilde konukların odada olmadığı süreçte toparlanmıştı.

 

Gerçi oldum olası bu durumun insanlara kendisini bir hayli savunmasız hissettirdiğini düşünürdü.

 

Beatrice: “Subaru. İnsanlar biz yokken odamıza gizlice sızmış gibi görünüyor, doğrusu—!”

 

Subaru: “Ah. Senin sağa sola saçtığın örtüler ve havluların yeri değiştirilmiş ya da yerlerine yenileri konulmuş.”

 

Beatrice: “Bu…! Evet, bu kesinlikle Betty’i kışkırtmak için bir tuzak, sanırım. Düşüncelilik maskesinin arkasına saklanıyorlar, doğrusu.”

 

Subaru: “Bazen insanlar yalnızca iyi niyetle hareket eder. Gerçi bu hizmet bedava değil.”

 

Beatrice gözlerini zar zor açık tutabiliyor olmasına rağmen gereksiz yere alarma geçmiş, dikkat kesilmişti. Fakat Subaru onu çabucak yatağına götürdü.

 

Kontratları resmiyete döküldüğü günden bu yana aynı odada uyuyorlardı ve Anastasia Beatrice’e kendi odasını teklif etmiş olsa da Beatrice her halükarda Subaru’nun odasına geçecek olduğu için bu teklifi kibarca reddetmişlerdi.

 

Tabii sebep Beatrice’in tek başına uyuyamayan bir çocuk olması değildi. Subaru’nun bozuk geçidindeki manaya erişmesi adına gece temasından faydalanıyor olmasıydı.

 

Beatrice: “Betty Subaru’ya yakın olmak istediği için burada değil, doğrusu. Yanlış anlama, sanırım.”

 

Kontrat şartlarını kendisi oluşturmuş olan Beatrice bu cümleyi sarf etmişti.

 

Fakat bu şartları koyarken ne amaçladığının önemi yoktu. Subaru yanında başka birinin nefes sesiyle uyumaya alışalı çok olmuştu.

 

Beatrice: “…o yeşil şey zehirliydi, doğrusu. Bağışlanacak gibi değil, sanırım…”

 

Hem mutlu hem de yorgun olan Beatrice kendisini yatağa gömmüş ve yemekte travmasını yaşadığı wasabiyi düşünerek anında uyuyakalmıştı.

 

Subaru ise Beatrice’in çatık kaşlı suratına bir müddet bakıp sevimli uykucu suratını tatmin olana dek izledikten sonra ayağa kalktı.

 

Subaru: “Öyleyse ben de bir banyo keyfi yapayım. Sana iyi dinlenmeler.”

 

Subaru’nun yatağının yanında kullanılmamış bir bornoz bekliyordu. Onu nasıl giyeceğini bilmiyor olsaydı bir personele rahatlıkla sorabilirdi. Tabii ki orijinal dünyasından alışkın olduğu için böyle bir derdi yoktu.

 

Subaru: “Ferris ve Anastasia olmasaydı kadınlardan birinin bornozunu süsleyebilirdim.”

 

Tabii ki Emilia’nın bornozunu bulmak isterdi. Diğer Kraliyet Seçimi adayları da hoş kızlardan oluşuyordu fakat kıyafetini tasarlayabildiği takdirde Emilia’nın hiçbir şekilde onların gerisinde kalmayacağını garantileyebilirdi.

 

Subaru: “Neyse, yapacak bir şey yok. Sanırım yemek sonrası Emilia’nın saçına üç örgü yapmanın verdiği tatminle yetineceğim.”

 

Yatmadan önce açacak olmasına rağmen bir “üç örgü dalgası!” yapmıştı ve tam da Subaru’nun istediği sonucu almışlardı. Tabii Anastasia’nınki gibi doğal hali dalgalı uzun saçlar da güzeldi ama Subaru, en göz alıcısının Emilia’ın uzun, gümüş saçları olduğunu düşünüyordu.

 

Subaru: “Üç örgü de üç örgü dalgası da çok hoştu. Emilia kesinlikle anlayışlı bir kadın. Aynı şeyi Beatrice’e hayatta yapamazdım.”

 

Beatrice’in saçları açıklanamaz bir şekilde alışıldık iki yandan toplu, burgulu şeklinden başka bir şekil almıyordu.

 

Muhtemelen sebep bir ruh oluşuydu. Aslında saç stilini değiştirmek mümkündü ama Subaru’nun elleri ayrılır ayrılmaz saçları orijinal formuna dönüyordu. Öylesine ilginç bir olaydı ki Subaru bunu defalarca denemeden edememişti.

 

Ertesi sabahı beklerken bornozunu alıp banyo hazırlıklarını yapan Subaru, Beatrice’i uyandırmamak adına dikkatli davranmıştı. Ama oteli paylaştığı insanları düşününce tetikte olma gereği duymuyordu. Doğrusu buraya herhangi bir pusu gerçekleştirmeye cesaret edene bir hayli acırdı.

 

Reinhardt: “Herhangi bir şey olacağından şüpheliyim, yine de bir terslik olursa dikkatimden kaçmaz. Umarım herkes huzurlu bir gece geçirir.”

 

Reinhardt yemek salonundan ayrılırken bu sözlerle insanları rahatlatmıştı. Güvenlik hissi otelle sınırlı da değildi, tüm bölge için geçerliydi. Reinhardt’ı tanıdığı kadarıyla tüm şehir güvende olacaktır demek bile abartı olmazdı.

 

İşte bu yüzden herhangi bir önlem olmaksızın rahatlıkla dolaşabiliyordu. Otelde bir açık hava banyosu olmaması üzücü olsa da genel olarak banyo olayını herhangi bir otelin en keyifli kısmı olarak gördüğü için heyecanlıydı.

 

Subaru: “——”

 

Gözleri avluya açılan koridora, Reinhardt ve Garfiel mücadelesinin yaşandığı noktaya kaydığındaysa ifadesi değişmişti. Akşam saatlerinde atmosfer değişmiş, son derece hoş bir hal almıştı.

 

Karanlık gökte süzülen ve yoğun bulutlarla örtülen yusyuvarlak ay, göz alıcı bir manzara sunuyordu. Ve soğuk rüzgarların estiği bahçede yalnız bir figür göze çarpıyordu.

 

Subaru: “—Wilhelm-san?”

 

Dimdik bir sırt, uzun beyaz saçlar.

 

Subaru bu kişinin bornozunu giymiş bir ihtiyar olduğunu görmüştü ve bu tarife uyan tek bir kişi tanıyordu.

 

Wilhelm: “Subaru-dono, seni şaşırttım mı?”

 

Muhtemelen arkasındaki hareketten çoktandır haberdar olan Wilhelm, gözlerinde bir ılıklıkla Subaru’yu karşılamıştı.

 

Ellerini bornozunun ceplerine sokmuştu. Japon stili bahçeyle birleşen bu duruşu… Neden bu manzara göze bu kadar doğal geliyordu?

 

Wilhelm: “Banyo sırası sende mi?”

 

Subaru: “Evet, öyle planlıyordum. Bu arada bahçeyi akşam vakti görmek istediğim için buraya geldim, otele yabancı olduğum için yolumu kaybetmedim.”

 

Wilhelm: “Subaru-dono öyle bir şey yapmazdı. Ben de bahçenin güzelliğinin tadını çıkartmak için gelmiştim, bu yüzden Subaru-dono’nun ne hissettiğini anlayabiliyorum.”

 

Subaru: “…bu kadar üstün görülmek hala utanmama yol açıyor.”

 

Subaru utangaç bir şekilde bakışlarını çevirirken Wilhelm, en ufak bir abartı belirtisi olmaksızın sarsılmaz bir güvenle konuşmuştu.

 

Wilhelm Subaru’nun bu dünyaya geldi geleli en çok saygı duyduğu kişiydi. Yanında durmak veya rekabet etmek istediği kişiler de vardı fakat saygıdan başka bir şey besleyemediği tek kişi Wilhelm’di.

 

Hem bir insan hem de bir erkek olarak Wilhelm, Subaru’nun gözünde idealdi.

 

Wilhelm: “Subaru-dono gece vakti bahçede huzur ve ciddiyet arıyor olmalı. Varlığım canını sıkmıştır.”

 

Subaru: “Hiç de bile. Aksine Kılıç Şeytanını bu rüzgârlı bahçede görmek öyle harika ki bu manzarayı sonsuza dek kalbime kazımak isterim. Ay ışığında parlayan insanları görmeyi çok severim.”

 

Hiç şüphesiz ki Subaru’nun güzelliğiyle ay ışığı altında görmeye en uygun bulduğu kişi Emilia’ydı.

 

Uzun, gümüş saçları güneş ışıltılarıyla farklılaşıyordu. Güzelliğiyse ay ışığının yansıması gibiydi ve Subaru, o ayın etrafında süzülen bir yıldız olmak istiyordu.

 

Kılıç Şeytanını ay ışığı altında görmek de çoktandır istediği bir şeydi.

 

Wilhelm: “…Subaru-dono bu içten sözleri benim gibi bir ihtiyarla ziyan etmemeli. Onları sevdiğin kadının kulağına fısıldarsan ilgisini çekeceğinden eminim.”

 

Subaru: “Bu havaya girmek karnımdaki kelebeklere böcek ilacı sıkmaktan farksız olur. Zaten bu sözleri söylemek istediğim kişi de ne kastettiğimi anlamaz.”

 

Wilhelm: “Onun kusursuz gülümsemesini ortaya çıkarmaya çalışmak, mükemmel sözleri aramak… bu tedirginlik aşkın güzelliklerinden biridir, Subaru-dono.”

 

Wilhelm’in yumuşak ses tonunu işiten Subaru omuzlarını rahat bir şekilde silkti.

 

Subaru: “Oh? Kendi aşk hikayenden örnek veriyor gibisin. Sen de mi aynı şeyleri yaşadın, Wilhelm-san?”

 

Wilhelm: “Hikayemi dinlemek ister miydin?”

 

Subaru: “Hiçbir detayı atlamadığından emin ol.”

 

Subaru resmi, saygılı bir şekilde eğilirken Wilhelm’in “yapacak bir şey yok” tavrına bir nebze neşe işlenmişti.

 

Wilhelm: “Genç bir adamken de kelimelerle aram bugün olduğu kadar kötüydü. Kılıçlardan başka bir şeyden bahsetmek istemezdim, kılıç kullanmaktan başka bir ilgi alanım da yoktu. İlk tanıştığımızda karımı ölümüne sıkmış olmalıyım.”

 

Subaru: “Ama karın konuşmaktan hoşlanmamış değildir, haksız mıyım Wilhelm-san?”

 

Wilhelm: “Anlayışlı bir kadındı. Bir kalbe binen ağır bir sorumluluğun yitişi olsun, bir görevden kaçmak olsun, başkalarının düşüncelerini ihmal etmek olsun, bu tarz şeylere sohbetlerimizde asla yer vermezdik. Karım naif, tatlı bir insan olarak doğmuştu.”

 

Wilhelm bu noktada özlem dolu bir gülümsemeyle gözlerini kapattı.

 

Subaru ise sessizce koridora yaslanmış bir şekilde yaşlı adamın anılarını dinlemekteydi.

 

Wilhelm: “Tam bir asosyal olduğum için sohbet konularımızı daima karım bulurdu. Üstüne üstlük başlangıçta ona çekildiğimin farkına bile varamamıştım. Onunla ne zaman konuşsam kalbimdeki çalkalanmadan kaçınmaya çalışıyordum.”

 

Subaru: “Wilhelm-san kadınlarla konuşma konusunda bayağı kötüymüş, ha.”

 

Wilhelm: “Gerçekten, her şeyimi kılıcıma adamıştım. Kılıcımı kavradığımda geri kalan her şeyi unutur, bana hayatta kalma yolu sunacakmışçasına onu savurmakla yetinirdim. —Bana onu alma sebebimi hatırlatansa karım oldu.”

 

Subaru: “Onu sevdiğini o zaman mı anladın?”

 

Wilhelm: “…beni çözmüşsün gibi görünüyor, Subaru-dono.”

 

Wilhelm sessizleşmiş, Subaru da ona ayak uydurmuştu.

 

Wilhelm’in büründüğü ifadenin farkında olmadığı belliydi. Fakat Subaru, buna tanık olmanın verdiği güçlü gururu tadıyordu.

 

Wilhelm’in bakışları, suratındaki kırışıklıklar, ses tonu, hepsi efsaneviydi. Bugün de aynı güçte, aynı yoğunlukta sevdiği o kadının adıysa Thearesia van Astrea’ydı.

 

Yaşlı adamın ifadesi, tavrı ve tüm varlığı karısına beslediği aşkı haykırıyordu.

 

Her kim olursa olsun onu gördüğü anda birine aşık olduğunu anlardı, buna hiç şüphe yoktu.

 

Dünyadaki her şey kuruyup yok olsa bile hiç kimse o duygunun derinliğini anlamaktan yana başarısız olmazdı.

 

İşte Wilhelm’in aşkının derinliği bu boyuttaydı ve bunun gurur duyulacak bir şey olduğu da ortadaydı.

 

Subaru: “———”

 

Bakışları Wilhelm’in suratına kilitlenen Subaru’nun gözleri istemsizce yaşlarla dolmaktaydı.

 

Ansızın ağırlığını kaldıramadığı hislerle dolmuş, gözlerinde bir sıcaklık duymaya başlamıştı. Ona bu kadar dokunanın ne olduğunu bilmiyordu. Neden aşık birini görmek kalbini bu kadar ısıtmıştı ki?

 

Tabii bu durumda ağlamak yalnızca Wilhelm’in canını sıkmaya yarardı.

 

Wilhelm: “Subaru-dono’nun da dediği gibi karıma olan hislerimi o zaman fark etmiştim.”

 

Subaru suratını eğmiş ve gözyaşlarını gizlemek için kafasını kaşır gibi yapmaya başlamıştı. Wilhelm ise Subaru’nun ağladığını rahatlıkla fark edebilecek olmasına rağmen konuşmaya devam etmekteydi.

 

Acaba geçmişe mi dalmıştı yoksa Subaru’nun tepkisini fark etmemiş gibi mi yapıyordu? Subaru’nun bunu bilmesine imkan yoktu, dolayısıyla sessizliğini koruyarak dinlemeyi sürdürdü.

 

Wilhelm: “Kılıç benim gözümde her şeydi fakat kişiliğimin yalnızca bir parçasından ibaretti. Bana bu bariz gerçeği fark ettiren karım oldu. Bu yüzden kılıcımı her savuruşum bana onu anımsatıyor.”

 

Subaru: “Bu hala geçerli mi?”

 

Wilhelm: “—Hem de hiç olmadığı kadar.”

 

Wilhelm yanıt vermeden önce kısa bir müddet beklemişti.

 

En sonunda sırtını ay ışığına vererek yüzünü Subaru’ya çevirdi. Suratından okunan duygular öylesine karmaşıktı ki Subaru’nun hepsini çözmesine imkan yoktu.

 

Gurur. Pişmanlık. Tereddüt. Heyecan. Utanç. Cesaret.

 

—Ama tüm bunların kaynağı sevgisiydi.

 

Wilhelm: “Kılıcıma bağlı kalmak için elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum ki bu sayede karımı anımsamaya devam edebileyim. Ölüm bile onu hatıralarımdan kopartamadı ve ben de vaktim geldiğinde elimde bir kılıçla ölmek istiyorum. Böylece sonsuza dek onunla olabileceğim.”

 

Subaru: “——”

 

Wilhelm’in aşkını ifade edebilmesinin tuhaf, dobra yolu buydu, elinden başka türlüsü gelmiyordu.

 

Bu sırada yutkunan ve kalbindeki baskıyı azaltmak, dilindeki uyuşukluktan kurtulmak için art arda nefesler alan Subaru en sonunda yeniden konuşabileceğine kanaat getirmişti.

 

Subaru: “Ben öldüğümde lütfen olup bitenler konusunda hiçbir fikri yoktu gibi şeyler söylemeyin. Wilhelm-san ise kesinlikle, hiç şüphesiz, mutlaka, tamamıyla, bütünüyle en genç halinden daha da gençleşmiş, emekliliğinde bile insanların başına bela olacağın kesin.”

 

Wilhelm: “Subaru-dono?”

 

Subaru: “Crusch da Ferris de Wilhelm-san’a bel bağlamış durumda. Crusch’ın hafızası ciddi bir hasar aldı ve onu destekleyen Ferris de bunu ifade etmiyor olmasına rağmen kendisini tamamen tüketmiş. Yani Wilhelm-san’ın yardımı olmazsa başları belada demektir! Aynı şekilde benim de!”

 

Wilhelm: “——”

 

Subaru: “Wilhelm-san’a danışmak istediğim bir sürü ama bir sürü şey var. Rakip takımlarda olduğumuz ortada, o yüzden biraz saflık ediyor olabilirim fakat ben…”

 

Subaru Wilhelm’i gerçekten seviyordu.

 

Karısına olan aşkını kalbinin derinliklerine gömmüş olan ve onun intikamını arayan Wilhelm, Subaru’nun samimi bir şekilde saygısını kazanmıştı. Tüm bunlar yaşanmasa, ilişkileri on günlük bir akıl hocalığından ibaret olsa bile onun gücüne ve metanetine derinden saygı duyardı.

 

Ve bu kadar saygı duyduğu Wilhelm’in “ölümden” bahsetmesi ödünü kopartmıştı.

 

Subaru önemsediği insanların ölüm konusundaki fikirleri konusunda çok daha hassastı. Bu hem Roswaal ile yaptığı kontrat hem de Ölümden Dönüşün sunduğu şeylerle bağlantılıydı.

 

Mütemadiyen gizliden gizliye Emilia ve Beatrice konusunda endişeleniyor oluşunun da payı vardı.

 

Wilhelm: “…Hala hiç değişmedim, kelimelerle bağım korkunç.”

 

Wilhelm, Subaru’nun inatçı ve çaresizce sözleri karşısında gülümsemişti.

 

Subaru’ya tatlı bakışlar atan ve sığ nefesler alan adam konuşmaya devam ederek,

 

Wilhelm: “Seni bu kadar endişelendirmekle büyük hata ettim. Az önceki sözlerime rağmen sürekli ölümü düşünmüyorum. Kaçınılmaz bir gerçek olsa da en zor mücadelemi çoktan verdim.”

 

Subaru: “…Ah.”

 

Subaru bir farkındalıkla hafiften rahatlamıştı. Wilhelm Beyaz Balinadan bahsediyordu.

 

Wilhelm’in kaderindeki düşmana karşı verdiği savaşta feda ettiği şeye ufak denemezdi. Ölüm olasılığının farkında olduğu da kesindi. Fakat neticede galip gelen taraf olmuştu ve—

 

Wilhelm: “İyi durumda olduğumu düşünüyorum. En büyük arzumu yerine getirip hayatta kaldım, artık hayatıma utanç duymadan devam etmekte özgürüm.”

 

Subaru: “Wilhelm-san…”

 

Wilhelm: “Yapmam gerekeni yaptım ve bundan daha onurlu bir şey olamayacağı kanaatindeyim. O gün olduğu gibi bugün de kılıcımı savurmanın yanı sıra göğsüm bir mutluluk arayışıyla sarsılıyor. Destek sağlamak için yemin ettiğim insanlara sahibim ve karımın mezarını ziyaret edebildim. Pek çok açıdan kutsandım.”

 

Evet, öyleydi.

 

Haklıydı. Wilhelm mantıksız hiçbir şey yapmamıştı.

 

Yaşlı adamın daimi, sakin gülümsemesi… Subaru gibi genç ve tecrübesiz birinin bu gülümsemenin ardını görmesi mümkün değildi. Fakat o gülümseme hiçbir şekilde sahte veya alaylı değildi.

 

Wilhelm mantıksız davranmamıştı. Ve bu meselede bile Subaru’ya uzun süredir taşıdığı yükten bahsetmemişti.

 

Peki Subaru’nun başından beri Wilhelm’in düşüncelerini açığa döktürme çabası kibirden ibaret değil miydi?

 

Wilhelm: “Subaru-dono. —Bu bir erdem. Ama aynı zamanda bir zayıflık da.”

 

Subaru: “………”

 

Wilhelm canı sıkılan Subaru’ya sessizce bu cümleyi kurmuştu.

 

Bu seste içerisinde ne bir eleştiri ne de gülümseme mevcuttu. Daha ziyade yaşlı bir adamın genç bir adama uyarısıydı.

 

Daha açık bir şekilde bir dedenin torununa karşı takınacağı ses tonu da denilebilirdi.

 

Wilhelm: “Bunu karım da yapardı, etrafındakilerin hislerine odaklanıp kendininkileri ihmal eder, bir kenara atardı.”

 

Subaru: “Kötü bir alışkanlık, değil mi… Yo, ben o kadar iyi biri değilim. Herkesin mutlu olması gibi bir isteğim yok. Yalnızca yakınımdakilerin mutlu olmasını istiyorum.”

 

Wilhelm: “Yakın gördüğün kişilerin çokluğu da bir problem. Karım bunu arzulamamış olsa da bir kadın olarak büyük bir güce sahipti ve istediğinden daha fazla kişiyi etkileyebiliyordu.”

 

Wilhelm’in karısı, Thereasia, önceki Kılıç Aziziydi.

 

Subaru yoğun bir bilgiye sahip olmasa da geçen yıl onun hakkında pek çok şey işitmişti. Kılıç Azizi, Lugnica Krallığında gerçekleşen ve Yarı İnsan Savaşı olarak bilinen problemin üstesinden tek başına gelmişti.

 

Haddinden fazla kuvvetiyle bir ülkenin istikrarını sağlamıştı. Natsuki Subaru böyle bir kahramanla asla kıyaslanamazdı.

 

Subaru: “Ne kastettiğini anlıyorum fakat karına hiçbir konuda denk olamam.”

 

Wilhelm: “Benim karım çiçeklerden hoşlanan sıradan bir kadındı. Efsanelere konu olan bir kahraman olsa da sürekli öyleymiş gibi davranmazdı. Ve Subaru-dono, sen de iyi bir saygınlığa, geniş bir etki alanına sahipsin. İleride bu alanın iyice genişleyeceği ve elinden çok daha fazlasının geleceği de kesin.”

 

Subaru: “Bu tarz bir şey…”

 

Wilhelm: “Subaru-dono’nun tek başına yapamayacağı şeyleri de başkalarıyla birlikte yapabileceğine, ulu ve başarılı bir insan olacağına ikna olmuş durumdayım.”

 

Subaru: “——”

 

Nutku tutulmuştu.

 

Wilhelm onu yerlere göklere sığdıramamış ve Subaru’nun nutku tutulmuştu. Peki Subaru gerçekten de kendisinin büyük işler başaran biri olduğuna inanabilir miydi?

 

Kırılgandı, güçsüzdü, yeterli zekaya sahip değildi ve fikirleri de sıklıkla yetersiz, temelsiz olurdu. Tek başına herhangi bir şey yapamadığı için elinden gelen tek şey sorunlarını çözmek için başkalarına güvenmekti.

 

Bu metodun kusurlu olduğuna şüphe yoktu. Şimdilik zar zor direniyor olsa da er ya da geç bir başarısızlıkla karşılaşacağı kesindi.

 

Ve bu kaçınılmaz vakit geldiğinde bir sürü kişiyi hayal kırıklığına uğratacaktı.

 

Wilhelm: “Yine aynı konuları açtığım için üzgünüm. Sürekli bunları duymak canını sıkıyor olmalı.”

 

Subaru: “Wilhelm-san, ben…”

 

Wilhelm: “Şu an için bunun farkında olan kişi sayısı çok olmayabilir ama bir gün herkes anlayabilir hale gelecek.”

 

Subaru: “Ben sadece her işi sarsakça yapan olgunlaşamamış bir çocuğum.”

 

Wilhelm: “Peki, öyleyse ben de her işi sarsakça yapan olgunlaşmamış bir çocuğa çok düşkünüm.”

 

Wilhelm bir süre sonra tatminkâr bir şekilde başını salladı.

 

Wilhelm: “Ve böyle düşünenlerin sayısının günden güne artacağı da kesin.”

 

Subaru, Wilhelm’in sözlerinden derinden etkilenmişçesine bir kez daha sessizleşmişti.

 

Bir yanı bu yükün altında ezilmişti ve bu fikri aklından çıkartmak istiyordu. Fakat bu fikrin sahibi Wilhelm olduğu için bunu rahatlıkla bir kenara atması mümkün değildi.

 

Yüreğinin derinliklerinde kendisine bu derece inanamasa da Wilhelm’in inancını hiçe sayamazdı.

 

Bu yüzden bu hisleri üzerlerinde çalışana dek içinde tutmaya karar verdi.

 

Eksikliklerinin farkındaydı. Bu yüzden tüm bu hisleri, cesaretlendirişleri ve kelimeleri taşımayı sürdürecekti.

 

Wilhelm’in sözleri için de aynı şeyi uygulayacaktı.

 

Ve çaresizce hislerini düzene koymaya çalışırken Wilhelm’in hassas bakışlarını fark edememişti.

 

Wilhelm: “Çok konuştum ve seni uzun süre buraya diktim, özür dilerim.”

 

Subaru’nun kendisiyle boğuştuğunu tahmin eden Wilhelm bu sözleri söylemiş ve Subaru da bu geceki sahnenin sonlanmakta olduğuna kanaat getirmişti.

 

Subaru: “Ben de çok soru sorduğum için özür dilerim ama karınla aşk hikayeni duymayı gerçekten çok istemiştim.”

 

Wilhelm: “Yo, karımla ilgili konuşma zevkini tatmayalı bayağı olmuştu. Son zamanlarda Crusch-sama da Felix de çok meşgul.”

 

Subaru: “Bir aşk hikayesinin yanı sıra diğer bir grubun işleyişiyle ilgili bilgi de edindim!”

 

Wilhelm: “Biraz fazla duygusal bir ifade oldu. Yaşlı bir adamın abuk sabuk sözlerini dinlemek çok sıkıcı olmalı.”

 

Wilhelm mavi gözleri şefkat saçarak hafifçe gülümsemişti. Subaru ise o gözlerden gelip geçen duyguları fark etmemiş, az önce yaşanan bir şeye odaklanmıştı.

 

Wilhelm’i bahçede tek başına dikilir halde bulmuştu.

 

Ve Wilhelm Subaru’ya, bahçedeki gece manzarasının tadını çıkarmaya geldiğini söylemişti.

 

Bu manzaranın tadını çıkarmak için en uygun yer Subaru’nun şu anda durmakta olduğu noktaydı.

 

Wilhelm’in durduğu noktadaysa ay ışıklarıyla aydınlanan bahçe manzarası büyük oranda gizli kalmaktaydı.

 

Tabii ki Subaru’nun bu olay üzerine fazla kafa yoruyor olması da mümkündü. Fakat Wilhelm’i bahçeye getiren başka bir sebep varsa o da,

 

Subaru: “…orası Reinhardt’ın durduğu noktaydı.”

 

Wilhelm: “——”

 

Wilhelm’in başından beri durmakta olduğu nokta, Reinhardt ve Garfiel’in dövüştüğü alandı.

 

Korkusuzluğun resmini çizen kırmızı saçlı, yakışıklı kılıç ustası tam da o çakıl taşlı arsada savaşmıştı.

 

Wilhelm’in kendisini rahatsız hissedip olanları teyit etme arzusu son derece doğaldı. Fakat oradan hala ayrılmamış olma sebebini yalnızca kendisi bilebilirdi.

 

Subaru: “Wilhelm-san. Başkalarının aile meselelerine burnumu sokmam istemem ve sırf kendi merakımı tatmin etmek için her şeyi öğrenmeye çalışma alışkanlığımı da bir kenara bıraktım ama…”

 

Wilhelm: “Ah, istediğini sormakta özgürsün.”

 

Subaru: “Reinhardt’la anlaşamıyor musunuz? Halbuki aile olduğunuz ortada?”

 

Dede torun ve Astrea ailesinin karmaşık ilişkileri…  

 

Subaru Wilhelm’le aralarında oluşan güvene rağmen bu konuyu açmaktan yana tedirgindi.

 

Wilhelm’le bahçede karşılaşana dek bunu yapmamayı seçmişti. Fakat şimdi torununun adımlarını takip eden Wilhelm’i izliyordu. Ve onca etkileşimden sonra kendisini bunu sormaktan nasıl alıkoyabilirdi ki?

 

Wilhelm: “Subaru-dono’yla konuşurken bunu düşünüyordum.”

 

Subaru: “………”

 

Wilhelm: “Neden kendi torunumla da bunları konuşamıyorum ki?”

 

Bu sıkkın kelimeler doğruca Wilhelm’in kalbinden kopup gelmişti.

 

Suratı kaskatı kesilmişti. İfadesizdi, sahiden en ufak bir duygu yansıtmıyordu. Hislerini sağlam bir kabuğun ardında gizlenmeleri için bastırıyordu.

 

Şu anda tattığı şey saf bir vicdan azabıydı.

 

Wilhelm: “Pek çok şeyin vicdan azabını taşıyan bir adamım ama üçü konusunda elimden hiçbir şey gelmiyor. Biri de torunumla aramdaki mesafe.”

 

Subaru: “Ama bundan pişman değil misin?”

 

Wilhelm: “Pişman olmaya bile hakkım olmamalı. Torunuma… Reinhardt’a yaptığım eleştiriler çok ağırdı. Bağışlanamaz, aptalca şeylerdi ve bunları düzeltmeme imkan yok.”

 

Hislerini hala ifadesiz bir suratın ardında gizliyor olan Wilhelm, kendisini yıllardır tüketen bir duyguyla, bir ateşle yanıp tutuşuyormuş gibiydi. Hem öfke hem de pişmanlık denilebilecek bu duyguya yıllardır takılıp kalmıştı.

 

Wilhelm: “Karımın katili karşısındaki mücadelemi bu vicdan azabından kaçınmak için bir bahane olarak kullandım ve düşmanı başarıyla yendikten sonra bunu telafi etmenin bir yolunu aramam gerektiğini anladım.”

 

Subaru: “Ama bunu yapacak cesareti bulamıyorsun, öyle mi?”

 

Wilhelm: “Dürüst olmak gerekirse utanç doluyum. Torunumun benden nefret ettiği ortada. Bunu düşününce ona karşı tek bir adım dahi atamıyorum.”

 

Wilhelm kendi haline yanarak çaresizlik içerisinde, uzunca bir iç çekmişti. Serseme dönen Subaru ise en nihayetinde bir kahkahayla karşılık verdi.

 

Wilhelm: “Subaru-dono?”

 

Subaru: “Pardon, gülmek istememiştim, uygunsuz kaçtı.”

 

Wilhelm gözlerine inanamıyormuş gibi bir bakış atmaktaydı. Sahiden bu ihtiyar Subaru’yu tek gecede daha ne kadar şaşırtacaktı?

 

Subaru: “Wilhelm-san, kendini Reinhardt’ın dedesi olmaya layık görmüyormuş gibisin…”

 

Wilhelm: “Ehh, evet. Ben hatalarımı fark ettiğimde duraksadım. O ise benim gibi korkaklara karşı bile çok kibar…”

 

Subaru: “Bu şekilde ifade etsen de benim gördüğüm tek şey torunu tarafından reddedilmekten korkan bir dede.”

 

Wilhelm: “…ha?”

 

Wilhelm kederini silkinip atarak Subaru’nun yüzüne bakakalmıştı. Subaru ise kahkaha atma dürtüsüyle boğuşarak elini salladı.

 

Subaru: “Wilhelm-san ve Reinhardt arasındaki kopukluğun sebebini bilmiyorum, dolayısıyla yanlış anlamış olabilirim. Ama dışarıdan bir göz olarak baktığımda Wilhelm-san’ın Reinhardt’la barışmak ve ondan özür dilemek istediğini görebiliyorum. Bu yüzden özür dilemek iyi bir fikir olacaktır.”

 

Wilhelm: “Ama Reinhardt beni affetmeyecek.”

 

Subaru: “Başta affetmese de o affedene dek özür dilemeyi sürdürürsün. Hem sen bağışlanmak için özür dilemeyeceksin, özür dilemek istediğin için özür dileyeceksin, haksız mıyım? Özrü dileyen kişinin endişeleneceği hiçbir şey olamaz, çünkü özür dileyen insan kötü bir insan değildir.”

 

Wilhelm: “——”

 

Bu sefer de abartılı sözler karşısında nutkunun tutulma sırası Wilhelm’deydi.

 

Tabii ki Subaru fazla inatçı olduğunun farkındaydı. Yine de inadın, ısrarcılığın gerekli olduğuna inanıyordu.

 

Wilhelm’i motive etmek, Reinhardt’la yüzleşmesini sağlamak için gerekliydi.

 

Tabii ki onca yıllık yabancılaşmadan sonra ansızın gelen bir özür ilk önce “Bu adamın derdi ne?” diye düşündürürdü. Ama yeterince özürden sonra o “Bu adamın derdi ne?” tepkisi ya “Madem öyle, dediği gibi olsun” ya da “Ahh, bu herif çok can sıkıcı” şeklini alırdı.

 

Wilhelm: “İşler daha da kötüye gider diye düşünüyorum.”

 

Subaru: “Hiç değilse bir şeyler değişmiş olur. En kötü değişiklik bile en kötü senaryoda takılıp kalmaktan daha iyi olmaz mı?”

 

Subaru’nun korkunç bir ilk intiba bıraktığı herkesçe bilinen bir gerçekti. Kişilerarası engelleri aşmak onun için hiçbir şeydi.

 

Subaru: “Birkaç yıl sonra ona biraz harçlık verir ve sana olan tavrını anında yumuşatırsın. Senin hakkında kötü bir izlenim edinmiş olabilir ama onun için iyi bir şeyler yaptıkça senin iyi bir insan olduğunu düşünmez mi? Reinhardt inanılmaz biri ve ben bile her nasılsa bir anda onunla arkadaş oluverdim.”

 

Wilhelm: “Ama… bizim aramızdaki mesele o kadar basit değil…”

 

Subaru: “—Reinhardt Beyaz Balina savaşıyla ilgili bilgi edinmek istiyormuş.”

 

Subaru gülünç bir ses tonuyla konuşmuş ve Wilhelm adım adım rahatlamaya başlamıştı.

 

Subaru’dan Reinhardt’ın çay salonunun dışında söylediği şeyleri dinleyen Wilhelm, mavi gözlerini ansızın açıvermişti.

 

Subaru: “Beyaz Balina aranızdaki kötü ilişkiyle bağlantılı mı bilmiyorum ama eğer öyleyse, Reinhardt kesinlikle bu konuyla ilgileniyor. Wilhelm-san’ın Beyaz Balinayı nasıl yendiğini işittiği kesin ve on yılın ardından büyükannesinin intikamını nasıl aldığını dinlemek isteyeceğinden de eminim.”

 

Wilhelm: “——”

 

Subaru: “O da aranızdaki ilişkiyi değiştirmeyi iple çekiyor, bu apaçık ortada.”

 

Subaru’nun Reinhardt’ın ne istediğini bilmesi mümkün değildi.

 

Ona daima mükemmeliyetin de ötesinde biri gözüyle bakmış ve onu hiçbir zaman herhangi bir güçsüzlük veya cahillikle bağdaştırmamıştı.

 

Fakat bu yanlış bir yaklaşımdı. Reinhardt da bir insandı. Onun da herkes gibi kendince endişeleri vardı.

 

Subaru’nun insanüstü olarak gördüğü Wilhelm bile özünde türlü sıkıntılar ve eksikliklerle dolu sıradan bir adam, sıradan bir dedeydi.

 

Dolayısıyla aynı şeyin Reinhardt için de doğru olması şaşırtıcı olmamalıydı.

 

Subaru’nun sözleriyle şaşıran Wilhelm, üzerlerine düşünürcesine gözlerini kapatmıştı. Zaman dingin rüzgarla birlikte akıp geçiyordu.

 

İkili arasındaki kısa bir sessizliğin ardındansa Wilhelm bir kez daha gözlerini açtı.

 

Wilhelm: “Torunum… Reinhardt beni dinleyecek.”

 

Subaru: “Selamını vererek onu rahatsız et ve reddedilirsen de kendini çabucak toparla. Emilia dışında tanıştığım tüm kızlarda aynı şeyi yaşadım.”

 

Wilhelm: “Gerçekten—”

 

Subaru’nun yanıtını alan Wilhelm kafasını salladı.

 

Sonra da bakışlarını yukarı kaldırdı, başını geriye yatırdı ve gözlerini gökte asılı aya dikti.

 

Wilhelm: “Subaru-dono gibisi yok.”

 

Bu sözleri hafif bir gülümseme eşliğinde sarf etmişti.

 

#Yaklaşık bir haftalık aradan sonra uzun ve güzel bir bölümle geri döndüm. Wilhelm'i gerçekten çok seviyor ve takdir ediyorum. Keşke benim dedem olsa ya diyeceğim bir adam gibi duruyor. Torunuyla ne yaşadığını da çok merak ediyorum. Ama spoiler vermek yok 
Subaru'nun ısrarla kendisini yerin dibine sokmasına da sinir oluyorum. Bence serinin başındaki halinden eser yok. Evet, hala güçsüz olabilir, hala büyük oranda başkalarına bel bağlıyor olabilir ama onca ölümü sindirip psikolojisini koruyarak bunca şeyi başarmak her yiğidin harcı değil. Yazarın ve dolayısıyla Subaru'nun da bunu kabullenmesi lazım artık. 
Bu şekilde içimi döktükten sonra son bir ekleme yapıyorum. Her zamanki gibi iki günde bir bölüm atarak devam etmek niyetindeyim. Ama böyle bölünmemiş, uzun bölümler okumayı daha çok sevdik derseniz daha az sıklıkla bölümleri bütün olarak da atabilirim. Siz fikrinizi belirtin, ben yorumları takip ediyor olacağım. Tekrar görüşmek üzere!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr