Cilt 5 Bölüm 28 [ Yaralar İçerisinde Bir Buluşma ]

avatar
4817 6

Re:Zero Kara Hajimeru Isekai Seikatsu - Cilt 5 Bölüm 28 [ Yaralar İçerisinde Bir Buluşma ]


Çevirmen : Clumsy 

 

Subaru: “Bekle, şöyle bir sakinleşelim. Öncelikle bildiklerimizi sıralayabilir miyiz?”

 

Ferris’in sözleri Subaru’nun şu an için baş edebileceklerinin sınırını zorlamıştı.

 

Bu sırada yayında verilen yeni bilgileri değerlendiren Ferris ve Ricardo, Subaru’nun el kaldırarak yaptığı öneriye başlarını sallayarak onay vermekteydi.

 

Subaru: “Bunca yaralı varken… herhangi bir yere gitmek bayağı zor olmalı.”

 

Ferris: “Ehh, en ağır yaraları stabilize hale getirdik ve yeni biri gelmeyecek olmalı ama yine de…”

 

Ferris profesyonel bir şekilde teşhisini dile getirirken Subaru sahra hastanesinin şartlarını incelemeye vakit ayırmıştı.

 

Minimal ışıklandırma ve soğuk taştan bir zemin. Havanın eşsiz hissiyatı da eklenince Subaru buranın yeraltında olduğu hükmüne varmıştı — büyük bir mağazanın park yeri gibiydi.  

 

Subaru: “Hala Pristella’da mıyız?”

 

Ferris: “Pristella’nın sığınaklarından birindeyiz. Bu sabahki yayında bahsi geçmişti, unuttun mu? Pristella’da kanallarla ilgili bir sorun yaşanması ihtimaline karşın suyun vereceği hasar sıkıntı yaratacağı için şehir boyunca sığınaklar yerleştirilmiş. Bu da Birinci Sokaktaki sığınaklardan biri.”

 

Ricardo: “Seni bulduğum meydan buraya yakın, kardeş. Zorlu bir başlangıçtan sonra seni ve diğer sığınmacıları bu güvenli alana çekmeyi başardık!”

 

Ferris’i takiben kendi açıklamasını yapan Ricardo kalın zırhını kuvvetle dövmekteydi. Ferris’ten aldığı anlamlı bakışa rağmen konuşmayı kesmesi için belli bir süre geçmesi gerekmişti.

 

Ferris: “Ferri-chan’ın da bunca yaralı varken burada olması büyük şans. Bu köpek suratlı bay herhangi bir tedavi gerçekleştiremezdi.”

 

Ricardo: “Hı hı! Artık hiçbir pişmanlık duymama gerek yok! Hahaha!”

 

Ricardo’nın olağan tavrı ve kahkahası bu kasvetli hastaneye uygun kaçmasa da rahatlatıcıydı. Bir kişi pozitif kalabildiği takdirde herkes umut etmeye devam edebilirdi.

 

Ferris: “Ee, Subaru-kyun’a ne oldu peki?”

 

Subaru: “Ah, doğru ya. Meydanda iki başpiskopos vardı, Açgözlülük ve Öfke. Ayağımı mahveden ve Emilia’yı kaçıran Açgözlülüktü… ama diğerlerinde de aynı yaranın açılmasına sebep olan kişi Öfkeydi.”

 

Ferris: “Nasıl yaşandı bu?”

 

Subaru: “Öfkenin otoritesi… Şey, açıklaması birazcık zor ama herhangi biri yaralandığında o yarayı başkalarına da aktarma gücüne sahip.”

 

Sözlerini dikkatlice seçmiş, kadının gücüne dair basit bir açıklama yapmaya çalışmıştı. Ricardo’nun kafası eğilirken kadının yeteneğinin ne ifade ettiğini anlayan Ferris’in yüzünün rengi değişmişti.

 

Ferris, Subaru’nun yaralı ve bantlı sağ ayağına bakıyordu.

 

Ferris: “Demek… Subaru-kyun ve geri kalan herkesin bu kadar benzer yaralar almasının sebebi bu. İçimde kötü bir his vardı zaten ama…”

 

Subaru: “Ah…”

 

Genellikle sapkın karakterlere absürt duygular da eşlik ederdi. Lakin Sirius’un bu absürtlüğü aynı zamanda psikolojikti de.

 

Subaru’nun söyleyecekleri bitmemişti.

 

Subaru: “Ve Açgözlülük de bayağı can sıkıcı.”

 

Ferris: “Ah~… Ferri-chan şimdiden yeterince yoruldu, daha fazla can sıkıcı şey duyacak enerjim kalmadı.”

 

Subaru: “Üzgünüm ama bunun mümkün olduğunu sanmıyorum. —O lanet olasıca Açgözlülük tüm saldırıları geçersiz kılabiliyor. Ateşler içerisinde yanmak olsun, kırbaçlanmak veya doğrudan yumruklanmak olsun, hiçbirinden hasar almıyor.”

 

Bilinçsiz haldeki Emilia Regulus’un kollarında savunmasız haldeydi. Ve Regulus, Sirius’un alevlerinde yıkanmasına rağmen hem kendini hem de Emilia’yı kusursuzca savunmuştu. Bu şekilde baş edilemez gücünü sergilemişti.

 

Bu da inanılmaz sıkıcı bir durumun kanıtıydı.

 

Ferris: “Biri yaraları aktarabiliyor, biriyse yenilmez… Ah, benimle kafa buluyor olmalısın.”

 

Subaru: “Diğer başpiskopos… Petelgeuse’in Görünmez Eli bayağı güçlüydü ama bu herif tamamen başka bir seviyede.”

 

Tabii Petelgeuse’in kabiliyetinin Subaru üzerinde hiçbir etkisi yoktu. Ve bu etkisizlik sayesinde Subaru, onu bir Günah Başpiskoposundan ziyade sıradan bir deli olarak düşünebilmişti.

 

Bu yüzden bu, Subaru’nun Cadı Tarikatıyla ilk normal mücadelesi olacaktı.

 

Subaru: “Ve muhtemelen az önce kendisini tanıtan başpiskoposun, Şehvetin… yetenekleri de bir o kadar can sıkıcıdır.”

 

Ferris: “İşin kötüsü… Burada beş başpiskopos olma ihtimali yüksek.”

 

Subaru: “Beş mi…!?”

 

Ferris Subaru’nun çılgınca hayal gücünün bile ötesinde korkunçlukta bir hipotez sunmuştu. Peki ne olmuştu, ona bu fikri veren neydi?

 

Ferris iç çekerek parmağını durgun haldeki Subaru’ya doğru uzattı.

 

Ferris: “Dinle. Yayını, Şehvetin söylediklerini düşün. Bu şehirde dört su kapısı var, değil mi?”

 

Subaru: “Ah, doğru, kapılara el koymuşlardı, yani şehri batırmayı planlıyor olabilirler… yani çok tehlikeli bir durum söz konusu…”

 

Ferris: “Ve bir de her kapıyı bir başpiskoposun tutuyor olması olasılığı var… Üç başpiskoposun bir araya gelmiş olması bile tamamen beklenmedik bir durum. Haliyle insanın aklına en kötüsü geliyor… yani daha fazlasının olması.”

 

Subaru: “Dört… tch.”

 

Bu sayıyı sesli olarak dile getiren Subaru nihayet Ferris’in ne demek istediğini anlamıştı.

 

Pristella şehrinde kuzey, güney, doğu ve batıda dört su kapısı vardı. Her birinin ele geçirilmiş olmasıysa,

 

Subaru: “Yani her kuleyi bir başpiskopos koruyor olabilir, öyle mi? E bu durumda dört başpiskopos yapar…”

 

Ferris: “Subaru-kyun, olanları bir düşün. —Az önceki yayın yalnızca Belediye Binasında var olan bir büyüyle yapıldı. Yani düşman şehrin merkezini de ele geçirmiş olmalı, bu da beş kaleyi ele geçirdikleri anlamına geliyor.”

 

Subaru: “—hk”

 

İyice umutsuz olan bu tahmin Subaru’nun nefesini kesmişti.

 

Ferris’in de söylediği gibi yayının yapılabilmesi için Belediye Binasının ele geçirilmiş olması gerekliydi. Ve bu işi üstlenen Şehvet dışında iki başpiskopos daha olmalıydı.

 

Bunun anlaşılabilir tek açıklaması, Cadı Tarikatının koordine bir saldırı gerçekleştiriyor oluşuydu.

 

Subaru: “Benim olduğum meydan dışında herhangi bir olay yaşandı mı? Başka saldırı oldu mu?”

 

Ferris: “——”

 

Bu Cadı Tarikatının gerçekleştirdiği bir saldırıysa yalnızca tek bir noktanın hedef alındığını hayal etmek zor olurdu. Subaru’nun tek umudu, korkularının en büyüğü olan kayıpların gerçeğe dönüşmemesiydi.

 

Bu sırada Ferris dalgınlıkla bakışlarını eğmiş, sessizleşmişti. Ricardo ise tek bir öksürüğün ardından lafa girmiş ve yaratık adamın iri suratındaki sıra sıra keskin dişler gözler önüne serilmişti.

 

Ricardo: “Dürüst olmak gerekirse yalnızca kendi durumumuzdan haberdarız. Diğer sığınakların nerede olduğunu bile bilmiyoruz, yani burada kalmak hayrımıza olur.”

 

Subaru: “Neden? Güçlerimizi birleştirebilmek için müttefiklerimizi aramamız gerekmez mi? Onlar için endişelenmiyor musunuz… doğru ya!”

 

Bu sohbet sırasında Ricardo elleriyle bir şeyler anlatmış ve Subaru telaşla Ferris’e dönmüştü.

 

Subaru’nun yaralı insanlarla dolu bu sığınakta yalnızca Ferris ve Ricardo’yu tanıyor olması tuhaftı. Bilhassa Ferris buradayken…  

 

Subaru: “Crusch-san ve Wilhelm-san nerede? Siz üçünüzün ayrı olması alışıldık bir şey değil. Onlar başka bir sığınakta mı?”

 

Ferris: “…Zor bir soru soruyorsun, Subaru-kyun. Burada tanıdığın kişiler Ferri-chan ve bu baydan ibaret ve senin de görebildiğin üzere—”

 

Ferris huzursuzca cevap vermiş ve Subaru, içerisinde yoğun bir stresin doğduğunu hissetmişti. Ancak bu ağır atmosfer, kibar bir ses tarafından rahatlatılmak üzereydi.

 

Bir anda bu sesi işiten Subaru etrafına bakınmış fakat sahibini bulamamıştı.

 

???: “Üzgünüm. Seni endişelendirmişim sanırım, Ferris-chan. Ve seni görmek güzel, Subaru-sama.”

 

Ferris: “Crusch-sama, amma kötüsün.”

 

Subaru: “Ne? Ha?”

 

Görünmez efendisiyle konuşan Ferris elbisesine uzanmıştı. Subaru ise onun tanıdık bir objeyi çıkarışını koskoca gözlerle izlemekteydi.

 

Subaru: “Bekle, bu…”

 

Ferris: “Evet. Geçen yıldan kalma bir şey. Biz de kullanmıştık, hatırladın mı?” yanıtını veren Ferris, bir el aynasını kavramıştı.

 

Bu ayna ilk bakışta herhangi bir ayırt edici özellik taşımasa da Ferris’in yansıması yerine yeşil saçlı, naif suratlı bir güzelliği yansıtıyordu— hiç şüphesiz ki bu kişi Crusch’tı.

 

Konuşma Aynası olarak bilinen bu büyülü cihaz bu dünyanın cep telefonu sayılır ve sahiplerinin eş aynalar aracılığıyla konuşmasına fırsat verirdi. Bir yıl önceki Cadı Tarikatı savaşında rol oynayan aynaları bu şehre de getirmişlerdi.

 

Sessizliğini koruyan Subaru’yu görmek, aynanın karşı tarafındaki Crusch’ın kaşlarının çatılmasına yol açmıştı.

 

Crusch: “Ferris. Subaru-sama birazcık sıkıntılı görünüyor. Bunu ondan gizledin mi?”

 

Ferris: “Özür dilerim. Ama, ama, yakın zamanda konuşacağımızı düşünmediğim için bunun ona hemen söyleyeceğim kadar önemli bir şey olduğunu düşünmemiştim.”

 

Subaru: “B-bekle bir dakika. Konuşma Aynaları sayesinde başka bir sığınakta olan Crusch’la iletişim kurabiliyorsun, haklı mıyım?”

 

Crusch: “Aynen öyle.”

 

Subaru, efendi ve şövalyenin konuştuğu süreçte kafa karışıklığını gidermek için vakit harcamıştı. Konuşma Aynası Ferris’in ortalıkta olmayan efendisi konusundaki sakinliğini açıklıyordu.

 

Crusch’ın geçici olarak da olsa güvende olduğunu kendi gözleriyle teyit eden Subaru, aynayı Ferris’ten alarak,

 

Subaru: “Çok şükür… olanlar düşünülünce bunu söylemek zor ama iletişim kurabildiğimiz için şanslıyız. Crusch-san, herhangi bir yara aldın mı?”

 

Crusch: “Hayır, endişelendiğin için teşekkür ederim. Neyse ki sığınağa herhangi bir yara almadan, zamanında ulaşmayı başardım. Ama Subaru-sama’nın ağır bir yara alarak taşınmak zorunda kaldığını işittim. Ne durumdasın?”

 

Subaru: “‘Hiçbir şeyim yok’ gibi bir şey söyleyemem ama yeterince iyiyim. Bir şeyler yapacağım. Yaram sarılır sarılmaz harekete geçeceğim… Ferris, bana öyle bakma.”

 

Niyetini açıklayan Subaru, Ferris’in kendisini bakışlarıyla delip geçtiğini hissetmişti. Fakat nankörlük etmek istemese de öylece arkasına yaslanıp hiçbir şey yapmadan duramazdı. Şu an için en büyük önceliği bulundukları çıkmazdan kurtulmaktı.

 

İtaatkâr bir şekilde yatıp da şartların iyice kötüleşmesini bekleyemezdi.

 

Subaru: “Bu meseleyi sonra konuşuruz… Crusch-san, senin sığınağında durum nedir? Oraya gelen başka biri oldu mu?”

 

Crusch: “Evet. Benimle birlikte birkaç kişi daha var…”

 

Julius: “Ben de buradayım, Subaru. Neyse ki oteldeki herkes buraya ulaşmayı başardı.”

 

Crusch’ın arkasında bir yerlerden zarif bir ses yükselerek konuşmaya dahil olmuştu.

 

Bunu işiten Subaru kısa bir süreliğine donakalmış ve kafasını sertçe sallamak zorunda kalmıştı. Bu sesin ne derece cesaret verici olduğunu fark etmeyecek kadar ahmak olmak istemiyordu.

 

Subaru: “Oradaki varlığın bir nevi güvence olmuş, Julius.”

 

Julius: “Sığınağına bilinçsiz halde taşındığını duydum. Tekrar ayaklanıp olağan zindeliğine kavuştuğuna göre endişelerim yersizmiş demektir… Peki Emilia-sama’nın kaçırıldığı doğru mu?”

 

Subaru: “…Evet, doğru. Üzgünüm. İşe yaramazın tekiyim.”

 

Julius: “İki günah başpiskoposuyla karşı karşıyaydın. Seni yeterli güce sahip değildin diye suçlayacak kadar iğrenç bir adam değilim. Anastasia-sama ve Crusch-sama burada, Demir Dişin birkaç üyesi de aynı şekilde. Ah, Felt-sama’nın takipçilerinden iki tanesi de burada.”

 

Subaru’yu suçlu göstermeden Emilia’nın durumunu hızlıca teyit etmişti.

 

Aynanın karşı tarafından gelen nezaket dokunaklı olsa da Subaru’nun duyduğu suçluluğu pekiştirmişti. Bu sırada Julius’un sözlerini dinleyen Subaru da kendi sığınağındaki yaralı bir adamın varlığını teyit etmişti.

 

Subaru: “Doğru ya, Felt’in adamlarına arkadaşlarının burada olduğunu söylemelisin. Yaralı ama hayatta.”

 

Julius: “Anlıyorum, bunu duyduğuma sevindim. Onlara ilettiğimden emin olacağım. Cesur davranmaya çalışıyorlar ama endişeli oldukları ortada. —Peki öyleyse, Subaru.”

 

Ton ve Kan’a Larkins’in güvende olduğu haberini veren Julius sesini alçaltıp konuşmalarındaki atmosferi değiştirerek,

 

Julius: “Ne yapacağız?”

 

Subaru: “…Bu soruyu neden bana sorduğuna dair hiçbir fikrim yok.”

 

Julius: “Tembellik olayında görüldüğü üzere Cadı Tarikatıyla baş etme konusunda başarılı olmalısın. Belki beklenmedik bir şeyler yapıp bu sorunu da çözebilirsin?”

 

Subaru: “Ne biçim bir saçmalık bu? Hayal kırıklığına uğrattığım için üzgünüm ama ben bir çeşit Cadı Tarikatı uzmanı falan değilim.”

 

Julius: “Bu üzücü oldu. Neyse, Emilia-sama konusuna dönelim. En endişeli kişinin sen olduğuna dair hiçbir şüphem yok. Bu konuda ne yapmak istiyorsun?”

 

Subaru’nun yanıtı Julius’un beklentilerini karşılamamış olsa da cesaretini de kırmamıştı. Subaru’nun mucizevi bir başpiskopos katili olduğunu düşünmek gerçekten de biraz yersiz bir beklenti olurdu.

 

Açıkçası esas soru konuşmasının ikinci yarısında gizliydi.

 

Subaru: “…Emilia Açgözlülük tarafından kaçırıldı. O herif yalnızca kendi bencil inançlarını geveleyip duruyor ve herhangi bir anlaşmazlığı kabul etmiyor. Emilia’nın onun yanında bir saniye bile geçirmesini istemiyorum.”

 

Julius: “Öyleyse Emilia’yı Açgözlülükten kurtarmak senin sorumluluğun.”

 

Subaru: “Tabii ki… sen az önce sorumluluk mu dedin?”

 

Julius Subaru’ya beş parmağı da açık bir el uzatmışçasına itaatkar bir tonla karşılık vermişti.

 

Julius: “Dinle, Subaru. Ferris sana Priscilla’nın kilit noktalarında beş başpiskopos bulunma ihtimali olduğunu söylemiş olmalı. Düşmanların statüleri hesaba katılınca mücadelenin tüm bölgeleri büyük bir önem taşıyor.”

 

Subaru: “…Su Kapısı Şehrini her noktadan batırabilirler.”

 

Julius: “Doğru. Başpiskoposları mağlup etmek için bu noktaların hepsine aynı anda saldırmak gerekiyor. Bu süreçte de şehre dağılmış olan kuvvetlerimizle temasa geçmemiz lazım… durumu anlıyorsun, değil mi?”

 

Julius, çeşitli noktalardaki yoldaşlarıyla irtibata geçemiyor olmalarına rağmen koordine bir saldırı planı yapıyordu. Esasında şehirdeki büyü, bu noktalardaki insanların iletişim kurabilmesini sağlamaktan sorumluydu.

 

Ama Belediye Binasının düşüşüyle herkes dağılmış ve farklı sığınaklara sığınmıştı. Diğer sığınaklardaki durumu belirlemek için de harekete geçmek gerekliydi.

 

Ferris: “Bu arada, Wil-jii şehri dolanan bir grup olduğunu teyit etti. Akıllarını yitirmiş görünüyor ve tarikat üyesi gibi hareket ediyorlarmış.”

 

Subaru: “…Bu o Sirius piçinin otoritesinin sonucu olmalı… Lanet olsun, durum her geçen saniye daha da çaresiz bir hal alıyor.”

 

Ferris’in verdiği can sıkıcı bilgiyi işiten Subaru yeni kötü haberlerin gelişiyle öfke içerisinde suratını kaşımaya başlamıştı. Hiç değilse var olan tüm savaş güçleriyle iletişime geçmenin bir yolu olmalıydı—

 

Subaru: “Otto ve Garfiel’in nerede olduklarını bilmiyorum ve Emilia Açgözlülük tarafından kaçırıldı. Ne karmaşa ama…”

 

Julius: “Joshua ve Demir Dişin Yardımcı Şefi kayıp, aynı şekilde Wilhelm-sama, Felt-sama, Reinhardt ve Priscilla-sama da…”

 

Subaru: “Al’ın ve o değersiz herifin nerede olduğunu bilmiyorum ama Priscilla bu olaylar başlamadan önce şehir parkındaydı. Sonrasında ne olduğundan haberim yok… lanet olsun Liliana da onunla beraberdi.”

 

Priscilla hiçbir şekilde normal denilemeyecek birisiydi ve dürüst olmak gerekirse Liliana da son derece tuhaftı. Subaru ikisinin başına da bir şey gelsin istemezdi.

 

Priscilla’nın iddia ettiği şansı ve Şarkıcının karakteri hesaba katılırsa Subaru, onların iyi olmasını ummaktan fazlasını yapamazdı.

 

Patrasche de Deniz Kızı Konağındaydı. Fakat dikkat çekmekten kaçınacak kadar akıllı olduğu için onun adına endişelenmek yersizdi.

 

Sonu gelmeyen endişelerle boğuşan Subaru, eşzamanlı beş saldırı gerçekleştirmek gibi bir olasılığın var olmadığını hissediyordu.

 

Bu, nasıl yaklaşırsanız yaklaşın imkansızdı. Halihazırda beş noktaya saldıracak kadar savaşçı yokken bir de başpiskoposlarla karşılaşacaklardı. Çoğu kişinin bu savaşa katabileceği tek şey umuttu.

 

Subaru: “…Bir saniye. Neden beş noktaya da aynı anda saldırmak zorundayız ki?”

 

Julius: “Ne demek istiyorsun? Söyledik ya. Cadı Tarikatı ellerindeki her noktadan muazzam hasarlar verebilecek durumda. Bir tanesini ele geçirsek de diğerleri onların olacak…”

 

Subaru: “Ama tam anlamıyla öyle değil, haksız mıyım? Eninde sonunda dört kuleyi de ele geçirmemiz gerektiğini anlıyorum. Fakat neden aynı anda?”

 

Julius: “Bir noktada sabote edildiklerini anladıklarında kalan başpiskoposların planlarını başlatması an meselesi olmaz mı? Koordine bir saldırı gerçekleştirme sebepleri bu olmalı.”

 

Julius Subaru’nun düşüncelerini net bir şekilde yanıtlamıştı.

 

Subaru ise bu sözleri dinlerken ne derece doğru olduklarını değerlendiriyordu. Tabii ki Julius’un mantığı açık ve netti. Ama karşılarındaki rakipler normal insanlar değildi.

 

Regulus ve Sirius o meydanda ölümcül bir mücadele gerçekleştirmişti.

 

Regulus ciddi olmamış ve pek hasar vermemiş olabilirdi ama Sirius kesinlikle onu öldürme niyetindeydi. Regulus ise Sirius’u kısacık bir süre içerisinde mağlup edebilecek olmalıydı.

 

Peki bu tipler gerçekten şehri ele geçirmek için birlikte çalışıyor olabilir miydi?

 

Subaru: “…İş birliği gibi bir şeyden haberleri var mı ki? Evet, kapıları kontrol etmek için birlikte çalıştıklarını söylediler ama her adımda organize olmayı sürdürebilecekler mi? İşte benim aklımdan geçen bu.”

 

Julius: “Dayanağın nedir?”

 

Subaru: “Bulunduğum meydanda iki başpiskopos birbirini öldürmeye çalıştı. Durmalarının tek sebebi İncilden gelen yeni talimatlardı.  Aksi takdirde büyük ihtimalle biri diğerini öldürmüş olacaktı.”

 

Julius: “Yani adamakıllı koordine olamıyorlar…?”

 

Julius Subaru’nun bu yanıtından çok da emin değilmiş gibi görünüyordu. Ancak Subaru onun endişelerini anlayabiliyordu.

 

Subaru: “Dışarıya erişimi olan biri var mı?”

 

Julius: “Demir Dişin birkaç üyesi kuleleri gözlüyor… aklında ne var?”

 

Subaru: “Yalnızca varsayımdan ibaret olabilir ama iletişimin en kolay yolu havaya büyü sinyali göndermek değil mi? Böyle kompleks bir şehirde sözlü iletişim zor olur. Hiç değilse bir Konuşma Aynası olmadıkça çok vakit alır.”

 

Julius: “Cadı Tarikatının ayna getirmiş olma ihtimali düşük. Şüphesiz ki ruhlarım onları şimdiye dek tespit etmiş olurdu. —Peki, tamamdır.”

 

İkisi de aynı anda aynı sonuca varmıştı. İlk konuşan bir “ah” ile Subaru olacaktı.

 

Subaru: “Yani düzenli olarak kolaylıkla anlaşılır şekilde iletişim kuruyorlar. Herhangi bir olay yaşanmadığı ya da bunu fark etmedikleri sürece harekete geçmiyorlar. Bu da bizim güçlerimizi dağıtma ihtiyacımızı ortadan kaldırıyor.”

 

Julius: “… Bu teklifinin tek sorunlu kısmı, diğerlerinden farklı bir mekânın bulunması.”

 

Subaru: “—Belediye Binası. Diğer kulelere saldırıyı haber verebilecek olan bina. Öyleyse biz de oradan başlarız.”

 

Mücadelenin başlangıç noktası şehrin merkez ofisine odaklı olmalıydı. Oraya gitmeleri ve önce mevcut güçleriyle Şehvet Başpiskoposunu mağlup etmeleri, sonra da tek tek kuleleri yok etmeleri gerekiyordu.

 

Bu bir hız testi olacak olsa da risk, beş noktaya aynı anda saldırmaktan çok daha düşük olacaktı. Subaru bunu düşünüyor, buna inanıyordu.

 

Julius: “——”

 

Aynanın diğer tarafındaki Julius düşünceli bir sessizliğe gömülmüştü.

 

Subaru’nun teklifi Regulus ve Sirius arasındaki zayıf ilişkiyi temel alıyor ve iyimser bir şekilde Cadı Tarikatının karman çorman bir organizasyon olduğu varsayılıyordu.

 

Tabii ki İncil ‘Pristella’daki herkesi öldür’ şeklinde bir emir vermişse bu umutlar her türlü yıkılırdı.

 

Subaru bunun yaşanacağını bilseydi zamanında İncilin içeriğini sormaya teşebbüs edebilirdi—

 

???: “—Geç kaldığım için en içten özürlerimi sunarım, herkes sesimi duyabiliyor mu?”

 

Ağır bir sessizliğin ortasında konuşmaya katılan yeni bir ses işitilmişti.

 

Subaru’nun nazarında bu sertleşmiş, yaşlı ses, mevcut durumdaki en büyük dayanağıydı.

 

Konuşma Aynasında beyaz saçlı yaşlı bir adamın yansıması belirmişti.

 

Subaru: “Wilhelm-san! Bir şeyin yokmuş!”

 

Ferris: “Wil-jii! Çok şükür. Temasa geçmeyerek herkesi endişelendirdin!”

 

Ferris de bu tanıdık sesi işitmiş ve Wilhelm, onların selamlayışı karşısında gözlerini açarak başıyla onay vermişti.

 

Wilhelm: “Özür dilerim, biraz sorun yaşadım ve sakin bir yer bulamadım. Ama nihayet bazı vatandaşlarla birlikte bir sığınağa ulaştım. Subaru-dono ve Ferris, güvende olduğunuzu görmek beni rahatlattı. Ve Crusch-sama?”

 

Crusch: “Ben de iyiyim. Wilhelm, güvende olduğuna sevindim.”

 

Wilhelm: “Benim için endişelenmeyin… güçsüzlüğümden ötürü bu durumda yanınızda olamadım. Lütfen sizlere sakince bekleme zahmeti vermeme müsaade edin. Ben sizi bulacağım.”

 

Subaru: “Harika, hiç de normal olmayan bir rahatlama hissi…”

 

Crusch ve Wilhelm ayna aracılığıyla konuşurken usta ve ast arasındaki diyalogdan yoğun bir güvenlik hissi algılayan Subaru, Wilhelm’e duyduğu hayranlıkla iç çekmişti.

 

Sonra da güvende olmasının verdiği sevinçle birlikte Wilhelm’e özet geçmek adına Julius’la yaptığı konuşmayı aklında toparlamaya başladı.

 

Fakat,

 

???: “Söylenecek birkaç şey var fakat en acili bu.”

 

O an için Wilhelm aynadan silinmiş ve yerini bir yaratık adam almıştı; yani tek çerçeveli bir gözlük takmış olan bir kedi.

 

Demir Dişin Yardımcı Şefi olan bu kişi, Tivey, Wilhelm’le güçlerini birleştirmiş gibi görünüyordu. Ve ifadesi olağandışı bir tedirginlik taşıyordu.

 

Ricardo: “Hey! Tivey değil mi bu! Senin güvende olman kadar iyi bir şey olamaz.”

 

Tivey: “Aynı şey senin için de geçerli şef… ama şu anda pek iyi sayılmayız. Kız kardeşim senin yanında mı?”

 

Ricardo: “Mimi? Yo, onu görmedim. Bir şey mi oldu?”

 

Ricardo Tivey’in güçsüz sesi karşısında aynaya doğru gözlerini kısarken Tivey’in yerini başka biri almıştı.

 

Hetaro: “Şef! Kız kardeşimiz! Kız kardeşimiz…!”

 

Ricardo: “Hetaro? Neden bu kadar paniklemiş durumdasın?”

 

Tivey’in yerini alan kişi onun ikiz kardeşi Hetaro’ydu. Normalde tatlı bir gençken şu anda yüzü kederle biçimsizleşmişti.

 

Yuvarlak gözleri yaşlarla dolmuştu ve aynaya bakarken sesi titriyordu.

 

Hetaro: “Bi-bizim Üç Eş Bölüm İlahi Korumamız kız kardeşim tarafından aktive edildi! O-onun yarası çok ciddi ve kız kardeşim, o… hk!”

 

Tivey: “Kardeşim, sakin ol… Evet, onun da anlattığı gibi kız kardeşimiz yaralanınca yarası bana ve kardeşime de ulaştı, yani…”

 

Ricardo: “—Anlaşıldı. Orada bekleyin, ben hemen Mimi’yi bulacağım. Ağlamayın, yalnızca bekleyin.”

 

Ricardo Subaru’nun ondan hiç işitmediği kısıklıkta bir sesle aynaya seslenmişti.

 

Bu sakin seste daha önce hissettiklerine benzemeyen bir baskı sezen Subaru ise titreyerek geri çekilmişti.

 

Yaratık adamın gözleri öfke doluydu ve ağzını açarak bir sıra köpek dişini gözler önüne sermiş, sonra da kılıcını çekmiş ve iri kasları kabarmıştı.

 

Hemen o saniyede çıkıp kayıp kızı aramaya başlayacakmış gibi görünüyordu.

 

Anastasia: “—Bekle, Ricardo. Böyle keyfi bir harekette bulunmana izin veremem.”

 

Ricardo’yu durduran ses başka bir aynadan ulaşmış ve suratını çeviren Ricardo, aynanın sahibi olan Anastasia’yla yüzleşmişti.

 

Ardından kaşlarını çatarak kılıcını işverenine doğru kaldırdı.

 

Ricardo: “Beni durdurma, leydim. Şu anda seninle şakalaşmak istemiyorum.”

 

Anastasia: “Ricardo, eminim ki uzun bir zamana dayanan bağımız sonucunda seninle şakalaşmadığımı anlamışsındır. Bana kendimi tekrar ettirme. Şu anda gayri resmi eylemlere müsaade edilemez. Bu Mimi’nin hatırına olsa bile.”

 

Ricardo: “BENDEN MİMİ’Yİ KADERİNE TERK ETMEMİ Mİ İSTİYORSUN!!?”

 

Ağzını açan Ricardo bir öfke patlamasıyla sığınağı sarsmıştı.

 

Bu gülünecek bir yoğunluk değildi. Subaru birkaç adım kadar geri sendelemiş, öfke saçan yaratıktan uzaklaşmıştı. Ricardo’nun bakışlarıysa hala Anastasia’nın üzerindeydi.

 

Anastasia da ayna aracılığıyla gözü kara bir şekilde o bakışları karşılıyordu.

 

Anastasia: “Bunu anlaman gerekiyor, Ricardo. Öngörülemez şartlar içerisindeyiz ve sen benim en önemli silahımsın. İzinsiz bir yere gitmene müsaade edemem.”

 

Ricardo: “Bunu söyleme cüreti gösteriyorsun, öyle mi? Sen kiminle konuştuğunu sanıyorsun, Ana-bo… tch!”

 

Anastasia: “Seninle, tabii ki. Unuttun sanırım, köpek yaratık.”

 

İkili yalnızca kendilerini uzun zamandır tanıyan kişilerin bileceği isimleri kullanıyordu. Bu sırada teni karıncalanan Subaru, müdahale edebileceği bir nokta arıyordu.

 

Ricardo’yu desteklemek istiyordu. Ama Anastasia’nın düşüncesine de hak veriyordu.

 

Ve Subaru onlar için bir yabancıydı. Öyle olmayan, onlarla yakın bir ilişki içerisinde bulunan Anastasia ise şehrin güvenliğine Mimi’den daha çok öncelik veriyordu.

 

Subaru müdahale edebileceği bir şey olmadığını fark etmişti. Ricardo da bunu anlıyor olmalıydı.

 

Subaru: “——”

 

Vakit bu şekilde ilerliyordu.

 

Ricardo her şeye rağmen çıkacak olursa yaralı haldeki Subaru ve mücadele gücünden yoksun diğer kişiler onu durduramazdı. Bir şeyler yapabilecek tek kişi — büyülü aynanın diğer ucundan soğuk bakışlarını diken Anastasia’ydı.

 

Fakat Ricardo bir anda kafasını aynadaki o gözlerden öteye çevirmişti.

 

Subaru: “Bekle, Ricardo!”

 

Anastasia: “—Dur, hemen bir sonuca varma.”

 

Ricardo’nun hareketlendiğini gören Anastasia anında konuşmuş, Ricardo ise sessiz bir karşılık vermişti. Sonra da arkasını dönerek sığınağın girişini koklamaya başladı.

 

Ricardo: “Yakınlarda bir şey var. Bu şey… kan kokusu mu?”

 

Subaru: “Kan kokusu mu…?”

 

Bunca yaranın arasında taze bir kan kokusu almışa benziyordu.

 

Alarma geçen Ricardo kılıcını sığınağın girişine doğrultmuştu. Subaru ve Ferris ikilisiyse onun muhakemesini izlerken yutkunmaktaydı.

 

????: “—hk!”

 

Bir gölge ağır adımlarla sığınağa girmekteydi.

 

O an için bu davetsiz misafirin cüretinden etkilenen tüm sığınak sakinleri nefeslerini tutmuştu. Sessizliği bölense Subaru’nun ta kendisi olacaktı.

 

Çünkü karşısında dikilen kişi tanıdık, kısa boylu, sarışın bir figürdü.

 

Subaru: “Garfiel!?”

 

Terli, nefes nefese kalmış bir Garfiel.

 

Bir anda Subaru’yu fark eden Garfiel tuhaf bir yalpalamayla koşturmaya başlamıştı. İşte Subaru o anda Garfiel’in hareketlerinin neden bu kadar sarsak olduğunu anladı.

 

Garfiel: “——”

 

Garfiel Subaru’ya doğru uzanırken kimseden tek bir kelime çıkmıyordu. Garfiel başını eğmiş ve Subaru’nun önünde diz çökmüştü.

 

Garfiel: “Üzgünüm kaptan… hk! Harika benliim… hiçbir işe yaramadı…! Beceriksizin tekiyim… hk!”

 

Ve bu sözlerin ardından acı dolu çığlığı yükseldi.

 

Çünkü kanlı kollarında, ölmek üzere olan Mimi yatmaktaydı.

 

 #Yavaş yavaş herkesten ses çıkmaya başladı. Planlar yapılıyor, insanlar aynalar aracılığıyla kavuşuyor, minik olaylar yaşanıyor derken kapanışı büyük bir olayla yaptık. Mimi gerçekten ölecek olabilir mi? Ve ölürse Subaru döngüyü sıfırlayacak mı? Sıfırlarsa farklı bir kayıt noktası bulacak mıyız? Her zamanki gibi sorular birikiyor.
Bir sonraki bölümümüzde Garfiel'in sığınağa girişinden yarım gün öncesine dönecek ve Garfiel-Mimi ikilisinin neler yaşadığını okuyacağız. Orada görüşmek üzere!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43988 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr