Cilt 5 Bölüm 31 [ Bir Hatanın Bedeli ] (3/3)

avatar
4197 3

Re:Zero Kara Hajimeru Isekai Seikatsu - Cilt 5 Bölüm 31 [ Bir Hatanın Bedeli ] (3/3)


Çevirmen : Clumsy 


— Uzaklarda olması gereken dev, beraberinde getirdiği [ölüm] kokusuyla Garfiel’e yaklaşmış, Garfiel ise içgüdüsel olarak kuvvetli bir sıçrayışla kaçınmıştı.

 

Saldırıya anında müdahale etmiş, sol bileğini arkasına götürüp sıçrayarak bulunduğu noktadan uzaklaşmıştı.

 

Fakat hemen arkasından gelen yeni bir saldırının sol bileğini ezişiyle bir çığlık eşliğinde yere yapışmıştı.

 

Garfiel: “Ahhh?” “——”

 

Şaşkınlığa boğulan Garfiel, bu akıl sır ermez darbenin etkisiyle şiddetli bir şekilde homurdanmıştı.

 

Ve tam zeminden sıçrayıp kalkarken bir kez daha havada yakalanarak abartılı bir saldırıyla karşı karşıya kalmıştı. İkiz kalkanlarının yardımıyla darbeye karşı bir defans sağlayabilmiş olsa da en nihayetinde — momentumun etkisiyle uçurulmuştu.

 

Yere paralel bir yörünge üzerinde havada kayıp durmakta olan Garfiel’i hedefleyen dev ve kadın, eşzamanlı takiplerini sürdürmekteydi.

 

“——”

 

“——”

 

Garfiel: “Haahh, ahhh!”

 

Garfiel iki paralel saldırı arasında kıstırılmıştı.

 

Bir kalkanıyla önünde savrulan kılıcı karşılıyor, diğerini de arkasındaki devin kılıcını engellemek için kullanıyordu. Yere attığı sert bir tekmeyle bu saldırı tufanından ucu ucuna kaçınabilmişti. Kılıçlardan biri bir kez daha mücadeledeki yerini almış ve Garfiel’in onu iki kalkanla karşılayışı sonrasında yüzeylerinde kıvılcımlar çakmaya başlamış, bunu baştan ayağa bir savrulma takip etmişti…

 

Garfiel: “Hah!”

 

Garfiel’in kemikleri ve bağrı çatırdamış, darbenin gücüyle görüşü kan kırmızısına bulanmıştı. Kılıç darbesini kaldırabilmiş olsa da canı ucu ucuna bağışlanmıştı.

 

Bedeni kuleye doğru uçar ve paramparça olma tehdidinden zar zor kurtulurken attığı ıstırap çığlığını dudaklarından dökülen kanlar takip etmişti. Fakat iki zorlu düşmanı, onun bu şekilde kurtulmaya devam etmesine müsaade etmeyecekti.

 

“——”

 

Garfiel’i tek kelime etmeksizin bir kez daha kesmişlerdi.

 

Bu saldırının yoğunluğu bir öncekiyle kıyaslanamayacak olsa da kapsamının dışında olması gereken bir güce başvuran kadının ölümün esintisini taşıyan kılıcının keskinliği yerindeydi. İşte bu sakin, naif kılıç Garfiel’i ikiye ayıracak olmalıydı.

 

“——”

 

Yine tek kelime etmeyen devin dövüş stiliyse acımasızca ve inceliksizdi.

 

Ancak bu fevri ve şansa bırakılmış bir acımasızlık değildi, kişinin yıkıcı gücünü en uygun şekilde kullanmasını sağlayan bir acımasızlıktı. Çoğu kişi onun kılıçlarından birini bile zar zor kaldırabilecekken o iki koca eline de birer kılıç almış, rahatlıkla sallıyordu.

 

Garfiel: “Ah, ah, hah, ah, haaah!”

 

Akan sular misali şiddetli bir çelik kasırgası havayı yarmaktaydı.

 

Stilleri farklı olsa da dinamiklerinin etkinliği bunaltıcı yetenekleriyle orantılıydı ve yan yana çarpışmaları, kaçmakta olan Garfiel’i çaresizce defansa başvurmaktan fazlasını yapamayacak hale getirmişti.

 

Taş basamaklardan çaresizce geri sekiyor, ağır bir savuruştan kurtuluyor, başının üzerinde keskin rüzgarın ıslık seslerini işitiyor, saldırılara kalkanlarıyla karşı koyabilmek için içgüdülerine başvuruyor, kaçınıyor, sekiyor, kendini savunuyordu.  

 

—Fakat böyle devam ederse er ya da geç kellesinden olacaktı.

 

“——”

 

“——”

 

İki figür Garfiel’e baskı uyguluyor, nefes alacak zaman bulmak bile zorlaşıyordu. Bunu yapamadığı takdirde beynindeki oksijen kıtlığının önüne geçemeyecek, en ufak bir umut ışığı göremeyecekti. Artık tüm çabaları ölümcül bir yaralanmayı önlemeye yönelikti.

 

Bitkin düştüğünde dikkatinin dağılacağı, ayak uyduramayacak hale geleceği kesindi. Ve dikkati dağınık halde o ölümcül yarayı alacağı da...

 

Ustaca bir mücadele, ustaca savuruşlar.  

 

Garfiel’in inatla sımsıkı tutunduğu canını rahatlıkla, kolayca elinden alabilirlerdi. Vakit geçtikçe kaçış rotalarının önü kapanıyordu.

 

Karar. Bir karar vermek zorundaydı.

 

Bu çıkmazdan kurtulmasının tek yolu dişlerini gerçek anlamda göstermesiydi. O anda Garfiel, kullanabileceği tek bir avantaj olduğunun farkına varmıştı.

 

Ve bu düşünce onu kısa bir an için canlandırmıştı. Bir nefes alma fırsatı aramıştı.

 

Garfiel: “—Ne…”

 

Kadının kılıçları ölümcül kesikler atarken Garfiel onu yakalamak adına iki bileğini de öne uzatmış, devin tüm gücünü kattığı saldırısının etkisinden kaçınmak için bedenini minimum mesafeye kaydırmıştı.

 

Ve beklenildiği gibi devin darbesi Garfiel’in sol omzunu çatırdatmış, sağ dizini parçalamıştı. Fakat temiz havayı bir kez içine çekebilmesinin karşılığında bu hasar hiçbir şeydi.

 

Garfiel: “Kah, haah…”

 

“——”

 

“——”

 

Yükselen bir kükreyişle bedeninde kaynayan ısıyı serbest bırakmıştı.

 

Kanının kaynayışının doğurduğu hissin görüş alanını kapsayacak şekilde genişleyişiyle görebildiği tek şey saf bir beyazlık halini almış, kemiklerinin şekli değişirken teninin altından çatırdama sesleri yankılanmaya başlamıştı. Dişleri köpek dişlerine çevriliyor, kasları hızla irileşirken kollarını çalıştırıyor, bedeni altın tüylerle kaplanıyordu.

 

Yalnızca üst bedeni değişmiş, yarı-yaratık evresine geçmişti.

 

Kan kokusu mantığını anlık olarak kaybetmesine yol açmıştı fakat bu evrede düşünceleri tam anlamıyla hayvani değildi. Tabii karşılarındaki insanın yaratığa dönüştüğüne tanık olan hiçbir rakibin sakinliğini koruması mümkün olamazdı.

 

“——”

 

Nutku tutulan ikilinin karşısındaki Garfiel kulak zarlarını patlatma fikrinden aldığı keyifle kükremiş, bir yandan da tırnaklarının iki uçlu, kalın silahlara dönüştüğünü teyit etmişti. Adımları donan düşmanlarının bedenlerinde delikler açmaya kararlıydı.

 

Ön patisi kadına doğru alçalmıştı — ta ki devasa adam, kendisini kadının önüne atana dek.  

 

Önemi yoktu. O kalın kaslar bile üzerine konuşmaya değmezdi. Garfiel’in pençelerinin karşısında kağıt kalkanlardan farkları olamazdı. Ve devin niyetlendiği tek şey, kadına kalkan olmaktı — uzatmış olduğu iri kılıcı yere eğmiş, ne savunma ne de saldırıya dair bir harekette bulunmuş, yalnızca kadını korumayı seçmişti.

 

Sevimli bir hareketti. Ama yolun sonuna gelmişti.

 

— Garfiel’in pençeleri devin bedenini kesip atacak, onu da kadının narin vücudu takip edecekti…  

 

Garfiel: “——!?”

 

Fakat çoktan başlamış olan bu süreç, ilk maddesinde duraksamıştı.

 

Garfiel’in kaplan pençeleri deve vurmuş ama onu parçalama konusunda başarılı olamamıştı. Çünkü Garfiel’in pençeli patisi rakibinin elleri tarafından yakalanmıştı.

 

Cüppesinin önünü açan adamdan tam altı adet kol çıkmıştı.

 

Bir güçlü koluyla Garfiel’i bastırırken Garfiel’in pençeleri tarafından ucu sertçe engellenmiş olan iri kılıcını kavramış ve bu şiddetli saldırı aşağıdan gelmişti.

 

—Bu [Sekiz Kol] defansif hareketiydi.

 

“——”

 

Tepki veremeyecek derecede sersemleyen Garfiel tereddüde düşmüştü.

 

Devin az önceki ezici darbesi karşısında ayakta kalabilmiş olmasına inanamıyordu.

 

Şunu da söylemek gerekliydi ki o tereddüt anında kendisini tamamen hazırlıksız şekilde açığa çıkartmıştı.

 

“——”

 

Bu sırada devin arkasındaki kadın hazırlıksız yakalanan yarı-yaratığın arkasına sıçramış ve üzerine atılmıştı.

 

O an itibariyle Garfiel’in kaplan tüyleriyle kaplı sırtında uzun kılıcını sallamakta olan bir hedef mevcuttu. Ve kadının kılıcının ucu yaklaşırken Garfiel, [ölümün] görünmez nefesini bir kez daha ensesinde hissetmişti.

 

Fakat pençeleri devin elleri tarafından yakalanmışken elinden gelen tek şey [ölümünü] beklemekti—

 

Mimi: “Dur bakalım!”

 

Garfiel: “——”

 

Kadının kesişi gözler önüne serilen mavi bir büyü bariyeri tarafından durdurulmasaydı Garfiel çaprazlama şekilde ikiye ayrılmış olabilirdi.

 

Kılıç darbesi bariyerde sekmiş ve aynı bariyer kadının yere inişiyle ortadan kaybolmuştu. Turuncu saçlı kedi, Garfiel’i tam zamanında kurtarmıştı.

 

Mimi: “Garfiel, hemen kaçacağımıza söz vermiştik!”

 

Mimi’nin sesinde ilk defa sitem benzeri bir şey renk bulmuştu.

 

Ve yarı-yaratık halinde ardından gelen bu sesi işiten Garfiel’in aklı başına gelmiş, kendi aptallığının farkına varmaya başlamıştı.

 

Gerginlikleri hiçe sayarak, haddinden fazla pervasızlık ederek, rakibine karşı bir hayli kibirli davranarak kendi kendini tehlikeli bir duruma sokmuştu. Ve çıkmaz sona geldiğinde onu kurtaran Mimi olmuştu.

 

Mimi’nin bariyerinin gücünü takdir eden Garfiel yutkunmuştu.

 

Kadının kılıcının şiddeti görünüşüyle uyuşmuyordu ve Mimi’nin defansif kapasitesi gerçekten bir hayli sağlamdı. Garfiel Mimi yanında olduğu için fazlasıyla şanslıydı.

 

Garfiel: “Hah, ah, ah, hahhh!”

 

Kadın: “——”

 

Güvende olacağı konusunda içi rahat eden Garfiel, devin kavrayışından kurtulup tekmesini savurarak Mimi’yi belinden yakaladığı gibi dövüşten sıyrılmıştı.

 

Bu sayede Mimi’yle birlikte buradan kaçacak, esas planlarına uyarak destek kuvvetle geri döndükleri vakit savaşacaktı.

 

Kadın: “——”

 

Fakat kadın, onlara harekete geçme fırsatı tanımadan hızla yetişmişti. Ama Mimi bir kez daha bariyerini kullanmıştı ki bu seferki öncekinden de büyüktü. Böylece kadın tekrar geri püskürtülmüş, Garfiel ise tüm enerjisini bacaklarına vererek kaçmaya hazırlanmıştı.

 

— Bir nefes. Kadın hareketi kesmiş, bir elini kibarca bariyere doğru uzatmıştı. Ve bir sıçrayışla yaklaşmıştı.

 

Garfiel: “Ne—!”

 

Mimi: “——”

 

Garfiel: “Eh?”

 

Narin bir darbeye küçük bir ses eşlik etmişti.

 

Ne yaşandığını sormaya niyetlenen Garfiel zıplayışının ortasında duraksamış ve altında, birkaç adım gerisindeki taş basamaklar uçarken havada süzülen kırmızı çizgiyi fark etmişti.

 

Kan. Gördüğü şey kandı.

 

Garfiel: “Ufaklık…?”

 

Yarı-yaratık formunu korumasını sağlayan bilincinin müdahale görüşüyle hızla insan formuna dönmeye başlamıştı. Ve kaplan kürkünü yitirişinin doğurduğu hissiyat, bir ürpertinin altına gömülmüştü.

 

Kollarında bitkin, tükenmiş bir şey vardı. Bakışları aşağı çevrilmişti. Uçmakta olan bedeni, kılıcı havayı yarmış olan kadın tarafından izlenmekteydi.

 

O kılıcın yarıdan fazlası kırmızı, yapış yapış kanlarla örtülmüştü.

 

Garfiel’in karnına doğru ılık bir sıvı damlamaktaydı. Mimi’nin bitkinlikten hareket dahi edemez halde olmasına rağmen kullanmayı pek sevdiği değneğini sımsıkı kavramayı bırakmadığını gören Garfiel, bir anda kendine gelmişti.

 

Garfiel: “——”

 

Yere iniyor, yeniden sıçrıyordu. Yakınlardaki binalara zıplamayı, üzerindeki ağırlığa katlanarak kaçmayı sürdürüyordu. Neyse ki rakipleri onu takip etmiyordu.

 

Meydanı korumaktan başka bir şeyle ilgilenmiyorlar mıydı, yoksa bu bir insaniyet göstergesi miydi? Her halükârda, Garfiel şimdi ne yapmalıydı? Dört uzun sıçrayışla meydandan uzaklaştığında bir binanın üzerinde yığılıp kalmış ve nihayet Mimi’nin durumunu kontrol edebilmişti.

 

Mimi’nin gözleri kapalıydı ve göğsündeki yaradan çokça kan sızmaktaydı.

 

Kıyafetlerini çekiştirip açarak yaralarını kontrol eden Garfiel’in vardığı sonuç, bunun şimdilik ölümcül bir yara olmadığıydı. Tabii ki iyimserlik edip rahatlayamazdı. Mimi’nin bir an önce büyüyle iyileştirilmesi gerekliydi. Garfiel’in de kendisini sakinleştirmesi…  

 

Garfiel: “——”

 

Elini kızın yarasına koyan Garfiel, bedenindeki tüm manayı Mimi’ye aktarmaya başlamıştı.

 

O, Sığınakta iyileştirme büyüsü kullanabilen birkaç kişiden biriydi. Bu işi oldum olası pek işe yarar bulmasa da herhangi bir acil durumda kullanabilmeyi umardı. Bu yüzden tüm büyüsel çabalarını birini nasıl iyileştireceğini öğrenmeye adamış, iyileştirme işini zor olsa da bütünüyle kavramıştı.

 

Karşısında ölümcül bir yara olmadığı takdirde bir şeyler yapabileceğine emin sayılırdı.

 

Mimi’nin yaralarının iyileşmesi için çok çabalaması gerekliydi. Manasını toplarken alnında terler birikiyor, o manayı Mimi’nin kanının akışını bastırmak, tenindeki kesiği kapatmak, yaralı iç organlarını onarmak adına çaresizce bir çabayla yönlendiriyordu.

 

Hiç durmuyordu. Hiç ara vermiyordu.

 

—Fakat yara kapanmıyordu.

 

Garfiel: “Ne… ne…?”

 

Bu yumuşacık sesle fısıldayan da kimdi?

 

Bu durumda böyle bir ses çıkartan kişi, Garfiel’den öfkeden başka bir şey göremezdi. Etrafını delice gözden geçiren Garfiel, o sesin kaynağını arıyordu. Fakat hiç kimse yoktu. Nihayet farkına varmıştı. O ses kendisine aitti. Bunu fark etmişti. Evet, onun sesiydi.

 

O yumuşak ses onun muydu sahi? Olabilir miydi? Böylesi bir ses—

 

Garfiel: “Kapan, kapan, kapan, iyileşiyileşiyileş…!”

 

Bitkin düşen Garfiel, Mimi’yi tedavi edebilmek için bedenindeki tüm büyüye başvuruyordu. İyileştirme büyüsü dalgaları Mimi’ye akıyor, içi narin bir mana akışıyla doluyordu.

 

Ama yaraları buna rağmen kapanmayı reddediyordu.

 

Garfiel: “—Şaka bu, di mi?”

 

Karşısındaki gerçeklikle yüzleşmeyi kabul etmeyen Garfiel bir kez daha güçsüz bir sesle mırıldanmıştı.

 

Ve hemen ardından kendi suratına tokadı geçirip kendisini cezalandırmak adına dilini sertçe ısırmıştı. Şimdi bu yumuşak sesleri çıkartacak vakit değildi. Peki ne yapabilirdi, ne yapabilirdi?

 

Ne yapabilirdi, ne yapabilirdi, ne yapabilirdi, ne yapabilirdi? Hiçbir fikri yoktu. Ama pes edemezdi. Bu kızın kurtarılması gerekliydi. Çünkü o Garfiel’in önünde gözyaşı dökmesine izin vermişti, değil mi?

 

Kendisini kurtarmaya çalışırken yaralanan bir çocuk, böyle bir çocuk, bu şekilde ölemezdi.

 

Garfiel: “——”

 

Dişlerini sıkan Garfiel koşmaya başlamıştı. Ellerinden biri Mimi’nin yarasının üzerindeydi, etkisiz büyüsüyle kanamasını durdurma çabalarına devam ediyordu.

 

Kan kokusu, [ölüm] kokusu. O ıssız sokaklarda koşan Garfiel’in aklına, olanlarla ilgili en ufak bir fikir dahi gelmiyordu.

 

Birileri, herhangi biri! Biri bu çocuğu kurtarsın! Biri, herhangi biri, hadi bir mucize olsun! Bana ne yapacağımı söyleyin! Onu kurtarmak için yapılacak bir şey… yapabileceğim herhangi bir şey var mı!?

 

Garfiel: “——”

 

Garfiel koku duyusunu kuvvetlendirmişti.  

 

Su kokusu, kan kokusu, kuvvetli hislerin, yanık etin kokusu. İşte Garfiel tüm bu kokuların arasında son derece tanıdık bir kokuyu duymuş ve o kokuyu takip ederek koşmaya, koşmaya, hiç durmadan, sonu gelmeden koşmaya başlamıştı.

 

Bir sığınağa dalmış, her yere yayılan kanlı bedenleri görmüş ve üzgün bir şekilde iç çekmişti. Fakat şu anda bir şeyleri umursama lüksü yoktu. Gözlerini açarak o figürü aramaya koyulmuştu.

 

Arıyor, arıyor, arıyordu…

 

Subaru: “Garfiel!?”

 

Ve onu bulmuştu.

 

O karanlık, derin, soğuk yeraltı tesisinde çaresizce aradığı kişiyi bulmuştu.

 

Natsuki Subaru.

 

O, Garfiel’in gözünde mucizevi bir varlıktı, en kötü senaryoda bile umut ışığı olarak dayanabileceği son şeydi.

 

Sendeler halde adımlar atmıştı. Kafası sallanıyordu.

 

Kollarındaki ağırlık ve tıkanan ciğerleri yüzünden sağa sola yalpalıyordu.

 

O yaklaşırken Subaru da kendisine dönmüş, kollarında bilinçsiz halde yatmakta olan Mimi’yi fark etmişti.

 

Ve Subaru’nun bakışlarının altında ezilen Garfiel başını eğmiş, Mimi’yi uzatıp kendi aptallığına lanetler okumuştu.

 

Garfiel: “Üzgünüm kaptan… hk! Harika benliim… hiçbir işe yaramadı…! Beceriksizin tekiyim… hk!”

 

Ailesini koruyamamış, görevleri uğruna kalkan olma yeminini tutamamış, düşman güçlere meydan okuyarak hiçbir sonuç alamamış ve en nihayetinde bu tatlı kız ölüm döşeğine gelmişti.

 

Subaru: “Garfiel, ne oldu… yo, buna vakit yok. Ferris!”

 

Ferris: “Biliyorum! Acele et, hemen getir o çocuğu!”

 

Mimi Garfiel’in uzattığı kollarından alınarak Subaru’nun yakınlarındaki bir yatağa yerleştirilmiş, Garfiel ise bu vakti düşüncelerini düzene sokmaya harcamıştı.

 

Bir an sonraysa değişken bir iyileştirme büyüsü alanda hüküm sürmeye başladı. Garfiel’in bununla kıyaslanması mümkün değildi. Onun iyileştirme gücü bir yağmur damlasıysa, Ferris’inki bir şelaleydi.

 

Bir ölüyü bile diriltebilecek güçte bir iyileştirme büyüsüne tanık olan Garfiel, ruhunu yitirmiş görünen Mimi’ye bakakalmıştı.

 

Bu sırada Subaru bir elini Garfiel’in düşmüş omzuna yerleştirmiş, Garfiel de attığı tek bir bakışla ayağındaki korkunç yarayı fark edebilmişti.

 

Subaru: “Her şey yolunda diyemesem de onu Ferris’e getirerek iyi ettin. Bu çocuk sayende kurtarılabilecek.”

 

Garfiel: “Sayemde mi…?”

 

Subaru ne diyordu öyle?

 

Mimi Garfiel sayesinde kurtulacaktı, öyle mi? Saçmalık! Mimi ağır yaralıydı ve hepsi Garfiel’in suçuydu.

 

Mimi’nin hayatı hiç tehlikeye girmeyebilirdi. Tüm bunların sebebi Garfiel’in başarısız muhakemesiydi.  

 

Boş ve çarpık düşüncelere kapılmış, çözülemez bir suçluluk duygusunun esiri olmuştu ve aptallığının bilincindeydi. Bu dünya Garfiel’in ahmaklığını asla bağışlamayacaktı.

 

Bir hata yapmıştı ve bedelini ödemesi gerekliydi. Üstelik en kötü sonuçlar kendisini göstermek üzereydi.

 

Subaru: “Ferris, ne oldu…?”

 

Bir değişiklik olduğunu hisseden Subaru’nun ifadesi endişeli bir hal almıştı.

 

Ve kendisini yatağın yanına sürükleyerek iyileştirme büyülerinden sorumlu olan kişiyi sorgulamıştı.

 

Şifacı ise o ürpertici büyü tufanı esnasında kafasını sallayarak,

 

Ferris: “Neden…? Yaralar, iyileşmiyor…! Böyle devam ederse onu kurtarıp kurtaramayacağımı bilmiyorum!”

 

Acılı çığlığı odada yankılanırken Garfiel, yüzünü göğe çevirmişti. Tabii yeraltında olduğu için gökyüzünün Garfiel’e söyleyecek hiçbir şeyi yoktu.

 

— Hatasının bedeli yalnızca kanla ödenebilirdi.

 


#Notuma yazdığınız cevapları tek tek, hatta üç beş kez okumuş durumdayım. Bu kadar güzel şeyler söylediğiniz, bu kadar iyi olduğunuz için teşekkür ederim. Ayrıca yazdıklarımla kimseyi kırmak istememiştim, yalnızca kendimi ve durumu anlatmak istemiştim, yani haksız yere kırdığım biri varsa özür dilerim.

Tuhaftır ki hiç görmediğim, hiç konuşmadığım, sadece yorumlarınızı okuduğum ve bölüm sonlarında sizinle 'tek taraflı' olarak konuşmuş olduğum halde çoğunuzu tanıyor gibiyim. Umarım bu tanışıklığımız hep pozitif devam eder, bir daha hiçbirimiz uzun uzun yazmak zorunda kalmayız :)) Ve bir de iyi bayramlar diliyorum, herkes sağlıklı ve mutludur umarım... 

Diyerek gevezeliğimi sonlandırıyorum. Peki bölüme ne demeli? Duyguların verilişi ve betimleme kısımları yine çok iyiydi. Garfiel'e gerçekten çok üzüldüm, tabii Mimi'ye de. Peki Mimi'nin 'iyileşemeyen' yarası ne olacak? Garfiel 'hatasının bedelini' ödemeye kalkacak mı? Döngünün sonuna mı geliyoruz yoksa her şey düzelecek mi? Cevaplar için bir sonraki bölümde görüşmek üzere!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44263 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr